huş ağaçları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
huş ağaçları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Temmuz 2019 Perşembe

kabuklar, georges didi-huberman


Birkenau'nun huş ağaçları, Auschwitz kampı idarecilerinin, bilindiği gibi, özellikle Avrupa'daki Yahudi halklarının imhasına tahsis etmek istediği yer, ismini bu ağaçlardan alır -birken "huş ağaçları", birkenwald "huş ormanı" demektir.Birkenau kelimesinin sonundaki au eki, huş ağaçlarının yetiştiği çayırı belirtir, dolayısıyla bu bir yer adıdır.Ama bunlar hakkında konuşurken arkadaşımın fark etmemi sağladığı gibi, bu -zaten- acının kendisini de ifade eden bir kelimedir.Almancada au! ünlemi, Fransızcadaki aie! veya İspanyolcadaki ay1 gibi, ıstırabın en dolaysız ifadesidir.Saplantılarımızla beceriksizce kuşatılan kelimelerin derin ve çoğunlukla korkunç müziği.Lehçede buraya Brzezinka derler.
...
Huşlar çorak, ıssız veya silisli topraklara özgü ağaçlardır..Onlara "öncü fideler" denir, çünkü yabani bir fundalık ormana dönüşmeye başladığında ilk yetişen ağaçlar genellikle onlardır.
...

---

Bunu anlatmak dahi yüreğimi sıkıştırıyor.Bu demek oluyor ki, bir "barbarlık yeri" (kamp) olarak Auschwitz, arkadaki dikenli telleri 1940'lı yıllarda yerleştirdi, öndekiler ise bir "kültür yeri" (müze) olarak Auschwitz tarafından çok daha yakın bir zamanda koyuldu.Hangi sebeple?Ziyaretçi akınını yönlendirmek amacıyla dikenli telleri "yöresel bir renk" olarak kullanmak için mi?
...

---

...Ama Birkenau'da ufuk nedir ki?Tüm umutları kırmak için tasarlanmış bu yerde ufuk nedir?Ufuk, öncelikle gözetleme kulesinin hakim olduğu, bu ıssız -bugün ıssız olan, ama bir zamanlar dehşete düşürülmüş bir halkın sesiyle uğuldayan- toprak parçalarıdır.Ayrıca, ormandaki ağaçların tepelerinin oluşturduğu çzigidir.O halde insan, bakışlarını kampın elektrikli tel örgülerinin ötesine, olabildiğince uzağa yöneltmeye çalışmalıdır: Oraya, Fransızcada dendiği gibi, tabiatın "haklarını geri aldığı" ve bu kampta böyle etkin biçimde inkar edilen insan haklarının belki de hala bulunduğu yere.Ama burada ufuk, her şeyden önce, insan boyu yüksekliğinde, nerede durulursa durulsun yaşam kadar görüşü de hapseden, yaklaşık yirmi sıra dikenli telin yatay çizgileridir.

Bütün mekan dikenli tellerle karalanmış, çentiklenmiş, yarılmış, çizilmiş, tırmalanmış.Diken diken yatay çizgiler, görüş alanını karelere bölen optik bir alette olduğu gibi yön bulmak için değil, her şeyden el çekmek için koyulmuş.Demek ki bu, her türlü yönelmenin ve yönünü şaşırmanın ötesinde bir ufuk.Uzaklara doğru açılacakken amansız dikenli tellere çarptığımız yalancı bir ufuk.Teoride hukuki bir mekan olan ve sınırları opak duvarlarla çekilen bir hapishanenin aksine, görünüşte dışarıya "açık" olan Birkenau kampı, hukuku inkar ettiği ölçüde dışarıya kapalı.
...



---

...Fotoğrafların bazılarında, arka planda elektrikli tellerin direkleri görülüyor.Ama ağaçların gövdeleri zaten dev bir hapishanenin parmaklıkları veya daha ziyade, kuşatıcı bir ağın ilmekleri gibi.

---

...Aktarmak için basitleştirmek mi gerekir?Eğitmek için güzelleştirmek mi gerekir?Soruyu şöyle daha da radikalleştirebiliriz: Hakikati söylemek için yalan söylemek mi gerekir?Peki bu sorulara olumlu cevap vermeyi kim üstlenebilir?

---

...Bir kelimenin, maddiliğiyle ilişkilendirdiğimizde alabileceği korkunç manadan korkmadan, gaz odasının bir Sonderkommando üyesi için neredeyse gündelik bir "işyeri", tanıklık işinin cehennemvari yeri olduğunu söylememiz gerekir.

---

...Gördüklerimizden şüphe edebilmek için, hala görmeyi, her şeye rağmen görmeyi bilmemiz gerekir.Yıkıma rağmen, her şeyin silinmesine rağmen.Bir arkeolog gözüyle bakmayı bilmemiz gerekir.Ve işte böyle bir bakış, böyle bir sorgulama sayesinde, şeyler saklı mekanlarından ve mazilerinden bize bakmaya başlar.

---

...Zemin, sağ kaldığı sürece bizimle konuşur ve tarafsız, manasız, önemsiz görüldüğü sürece sağ kalır.Tam da bu nedenle dikkatimizi hak eder.O, tarihin kabuğu gibidir.



...

Etimologlar Fransızcadaki ecorce (kabuk) kelimesinin " deri örtüsü" anlamına gelen Latince scortea'nın ortaçağdaki haline dayandığını söyler.Sanki bir imgenin, eğer bir kabuk gibi düşünülürse, hem bir örtü -bir takı, bir peçe- hem de bir deri, yani yaşam bahşedilmiş, acıya tepki veren ve ölüme mahkum bir yüzey olduğunu aşikar kılmak için.Klasik Latince önemli bir ayrım yapar: Bir değil iki kabuk vardır.Öncelikle üstderi veya cortex vardır.Bu, ağacın dışarıyla doğrudan temas halindeki kısmıdır; ilk olarak kesilen, soyulan (decortiquer) odur.Bu kelimenin -Sanskritteki krtih ve krttih kelimelerinde bulunan Hint-Avrupa kökeni, hem deri hem de onu yaralayan veya kaldıran bıçak anlamına gelir.Bu bağlamda, ecorce gövdenin dokunulmaya, çizilmeye, kesilmeye ayrılmaya en açık olan,  mukaddem kısmıdır.

...

Georges Didi-Huberman
Kabuklar
Lemis Yayın
Fransızcadan Çeviren: Elif Karakaya

21 Ocak 2018 Pazar

david constantine, başka bir ülkede, öyküler

...
Bay Silverman'ın kalan yılları için az buçuk sezdikleri iç karartıcıydı.Bir adamın yaşayan ruhunu elde tutma uğraşı vermesi için, önce bir ruha ihtiyaç duyduğuna ikna olması gerekirdi...
(Kayıp)
---
"Sen böyle acıları seversin.Ben hiçbir türlüsünü sevmem.Arabanın pedallarına basarken canım yandı.Kızların midesi bulandı -öyle bir kere değil, altı yedi kere- hep durup dışarı çıkmak, onları temizleyip paklamak zorunda kaldım."Acı çekmenin türleri vardır." dedi Max."Araba kullanamıyorsun." dedi kadın."Öğrenmek istemedin." "Yoldan nefret ediyorum." dedi adam."Keşke hiç yol yapmasalardı." İkisi de işin tekrarın tekrarına varacağını anladı, sustulr.Max gelecekteki yalnızlığı için endişeleniyordu.Bunun üzerinde durdu özellikle, kalbi çarpmaya başladı.Dönüp dolaşıp aynı düşünceye geldi,daha önce hiç bu kadar cazip gelmemişti bu düşünce: Acı çeker, suçluluk duyar, buz gibi bir yalnızlık içinde olursa, belki de ortaya daha, güzel eserler çıkarabilirdi."Acı çekmem gerek." dedi yüksek sesle...
...
Acıdan bayılmak üzereydi, tam kendinden geçerken bile şöyle dedi: Bu daha önce de oldu, ne yapılacını biliyorum; boğucu bir acıyla tekrar kendine geldiğinde, kendine gelip de sesi uykudaki eve seslenmeye yetmediğinde, at tepesinde duruyordu.Her türlü korku, atın bedeninde birleşerek birdenbire ortaya çıkmıştı: Zayıflığın en uç noktasında olmaktan, sakat olmaktan, topal ve aciz olmanın utancından duyulan korku, başkalarının eline bakma korkusu,bir kemik boyunca uzanan kanserin korkusu ve başka korkular, daha güçlüleri, kanına işlemiş olanlar, nesillerin, ailesinin, ırkının korkuları, hepsi ortaya çıkıyordu; şişmiş gözleri, burnundaki kara, ok gibi bıyıklarıyla kır atın uzun kafası ona doğru eğilirken, bütün bunlarla ve acıdan çok dehşetle, tekrar kendinden geçti.Göğsünün üstünde hafifçe kaldırılmış ayak, ezip canını çıkarabilirdi, ama Judith'in bütün dehşeti turuncu dilde, karşı dudaklardaki köpüklerde, atın suratında odaklanmıştı, bu ciddi suratta atın yabancılığını alabildiğine bir farklılık, akıl almaz bir şey, dünyayı kavrayışında açılan bir gedik gibi gördü, doğada açılan bir çatlağa benzeyen bu gedikte, bitip tükenmeyen katıksız dehşetten başka hiçbir şey yoktu.Atı gördü, atın altında aciz yattığını.
...
Önünde dağlar gibi yığılmış onu bekleyen gücünün sınavlarını gördü, zorlu sınavlar ama eşi benzeri görülmemiş sınavlar değil.
(Gerekli Güç)
---
France şöyle yazdı Elizabeth'e: "İlk aktarmamı yapıyordum, bekleme salonunda ağlayıp bağıran bir aam vardı.Etrafında büyük bir boşluk yaratmıştı.Tek istediğimiz salim kafayla bir fincan çay içip gazete okumaktı, gelgelelim çığlık atıp duruyordu.Pek genç bir adamdı, kafasında koca bir yığın, tarak görmemiş kuzu kıvırcığı saç vardı.Şöyle bağırıyordu: 'Neye yarar!' Sadece bu: 'Neye yarar!' Tekrar tekrar, bir yandan da öne arkaya sallanıyor, ara sıra yüzünü elleriyle kapatıyordu.'Neye yarar!' Bu kadarcık, ama sanki en inandırıcı tonu ararmış gibi, farklı ses tonlarıyla.Sonunda polisler geldi, onu alıp götürdüler."
(Haliç)
---
*Çok görmüşsünüzdür onları
Güneşli bir kış sabahında sırtlanmışlardır buzları
Yağmur sonrasıdır.Tokuşup tıkırdarlar.
Telaş minelerini çizer, çatlatır
Artan rüzgarla rengarenk olurlar
Çok geçmez güneşin ısısıyla döktükleri billur kabuklar
Düşer karın kaymağına, kaplar ortalığı
Süpürülecek yığınla cam kırığı
Cennetin iç kubbesi inmiş sanırsınız.
Onlarsa yüklerinden eğilirler kuru eğreltilere doğru
Kırılmazlar kırılmasına da; eğilmişlerdir bir kere
Çok alçaklara uzun uzadıya, doğrulamazlar bir daha...
Korularda görürsünüz bükülmüş gövdelerini
Yıllar geçmiştir, sererler yerlere yapraklarını
Saçlarını öne atmış güneşte kurutan
Diz çökmüş elleri yerde yatan kızlar gibi

*Amerikalı şair Robert Frost'un (1874-1963) "Huş Ağaçları" şiirinden.

...Geyik, yabankedisi ve ayı daha uzağa, sonra çok daha uzağa gideceklerdi, gidip duracaklardı, gidecek yerleri kalmayıncaya dek...

(Otoportre)
David  Constantine
Öyküler
Başka Bir Ülkede