5 Nisan 2015 Pazar

wittgenstein'in yeğeni, thomas bernhard

Ludwig kendisini utanmaz filozof yaptıysa, Paul da utanmaz deli yapmıştı, kaldı ki sadece Ludwig gibi felsefesini yazıp yayımlayana filozof denir diye bir şey de yok, yaptığı felsefelerden hiçbirini yayımlamayan hatta hiçbir şey yazıp yayımlamayana da filozof denir.Yayımlamak sadece ortaya çıkarır ve ortaya çıkanın ilgi görmesini sağlar çünkü ortaya çıkan şey yayımlanmadan önce ne ortaya çıkabilir ne de ilgi uyandırabilir.Ludwig, (felsefesini) Yayımlayan'dı, Paul ise (felsefesini) Yayımlamayan ve tıpkı Ludwig'in sonuç olarak doğuştan (felsefesini) yayımlayan olması gibi, Paul da doğuştan (felsefesini) Yayımlamayan'dı.
---
Getirdikleri para bir yana bırakılırsa ödüller dünyanın en çekilmez şeyidir, daha önce Almanya'da da başımdan geçmişti, ödüller insanı yüceltmez, ilk ödülümü alırken de aynı şeyi düşünmüştüm, tam tersine alçaltır, hem de utanç verici biçimde.Sadece getirdiği parayı düşündüğüm için katlandım bu işe daima, sadece bu nedenden çeşit çeşit eski püskü belediye saraylarına ve bütün o zevksiz tören salonlarına adımımı attım.Kırkıma kadar.Bu ödül törenlerinin alçaltıcılığına katlandım.Kırkıma kadar.O belediye sraylarında, tören salonlarında üzerime işettim, çünkü bir ödül töreni insanın üzerine işenmesinden başka şey değildir.Ödül törenlerini daima akla gelebilecek en büyük alçalma olarak algıladım, yücelme olarak değil.Çünkü ödül insana daima bu alandaki en yetersiz kişiler tarafından verilir, insanın üzerine işemek isteyen ve verdikleri ödülü kabul ettiniz mi de bol bol işeyenler tarafından.Üzerinize işemekte de kesinlikle haklıdırlar, çünkü onların verdiği ödülü alacak kadar adileşmiş, alçalmışsınızdır.
---
Ödül kabul etmek zaten sapıklık, demişti o sıra dostum Paul bana, devlet ödülü kabul etmekse sapıklıkların en büyüğü.
---
Büyük kentten ayrıldıktan sonra taşrada ruh zenginliklerini korumak isteyenlerin, Paul'un dediği gibi, müthiş bir potansiyelle donanmış, yani inanılmaz bir beyin tözü depolamış olmaları gerekir ama onlar da er ya da geç durgunlaşır, büzüşürler ve büzüşmenin farkına varıldığında çoğu kez artık çok geç kalmışlardır, önüne geçilmez biçimde çürür giderler, ne yaparlarsa yapsınlar iflah olmazlar.
---
Viyana kahvelerinden hep nefret etmemin nedeni, oralarda her zaman benzerlerimle burun buruna gelmemdir, işin gerçeği bu, hiç durmadan kendimle burun buruna gelmeyi de istemem doğrusu, hele kendi kendimden kaçmak için gittiğim kahvelerde hiç, ama işte tam da oralarda kendimle ve benzerlerimle burun buruna geliyorum.Kendime bile katlanamıyorum, vızırdanıp duran, bir şeyler yazan koca bir sürüye nasıl katlanayım.Edebiyattan kaçınıyorum elimden geldiğince, çünkü elimden geldiğince kendimden kaçınıyorum.
---
İnsanların yüzde doksanı gibi ben de hep bulunmadığım yerde, az önce bırakıp kaçtığım yerde olmak istiyorum.Bu ölümcül çekim son yıllarda iyileşeceğine kötüledi, giderek daha kısa aralarla Viyana'ya oradan geriye Nathal'e, Nathal'den başka bir büyük kente, Venedik ya da Roma'ya gidip dönüyorum, ya da Prag'a gidip geliyorum.Şurası gerçek ki, kısa süre önce terk ettiğim yerle varmak üzere olduğum yer arasında sırf arabanın içinde otururken, evet sırf arabanın içindeyken mutluyum, araba yolculuğu sırasında mutluyum, varacağım yere vardığım an dünyanın akla hayale gelebilecek en mutsuz insanıyım, neresi olursa olsun varacağım yere varıyorum ve mutsuzum.Aslında dünyanın hiçbir yerinde rahat edemeyen, sadece bulundukları yerden başka bir yere giderken, iki yer arasında mutlu olan insanlardanım.
---
Ölenler kafalarını içeri çeker, yaşayanlar ve ölümü düşünmeyenlerle işleri olsun istemezler.

Wittgenstein'in Yeğeni
Thomas Bernhard

mahzun yusuf şah'ın son nefesi, kalenderiye, gürsel korat


Mahzun Yusuf Şah'ın Son Nefesidir:


Kaynadım buhar oldum buzlu bahirdeykene
Yol kaybettim iz sürdüm yolsuz şehirdeykene

Gendi yok bir yire geldim zâtı peride gördüm
Silinmez bir iz buldum gâyip bir yirdeykene

Ânı gördüm onmadım, göller içtim kanmadım
Ben hiç böyle yanmadım kavsız kahırdaykene

Girdi ummana Yusuf, arınıp yunmak için
Bir katre su görmedi dipsiz nehirdeykene

Kalenderiye
Gürsel Korat

I'm so-so (1998), krzysztof kieslowski


"Tanımlanmamış bir dünyada yaşamak zordur.
Nasıl olduğunu anlamak için denemelisiniz."

I'm So-So (1998)
İdare Eder
Krzysztof Kieslowski

yüzen kafesler, eduardo galeano, aynalar

Özgürlüğü en çok seven köle taciri, gemilerine Voltaire ve Rousseau adlarını vermişti.

Diğer bazı kölecilerse gemilerine dini isim vermişlerdi: Ruhlar, Merhamet, Davut Peygamber, İsa, Aziz Filip, Azize Ana ve Meryem Anamız.

Gemilerine insan, doğa ve kadın sevgisini betimleyen isimler verenler de vardı: Umut, Eşitlik, Dostluk, Kahraman, Gökkuşağı, Güvercin, Bülbül, Sinekkuşu, Arzu, Muhteşem Betty, Küçük Polly, Sevecen Cecilia, Tedbirli Hannah.

En samimi gemilerin isimleri Boyun Eğdiren ve Gözleyen idi.

Bu iş gücü taşımacıları, limanlara varışlarını sirenlerle ya da fişeklerle haber vermezlerdi.Buna hiç gerek yoktu.Onların geldiği, kokularından ötürü çok uzaktan belli olurdu.

Gemilerin ambarlarında pis kokulu mallarını istiflerlerdi.En küçük bir boşluğu bile değerlendirecek şekilde demir borulara ve ayrıca boyunlarından, el ve ayak bileklerinden birbirlerine zincirlenen köleler, bulundukları yere işeyerek, bulundukları yere sıçarak, hiç kımıldamadan, gece gündüz yatarak yolculuk ederlerdi.

Birçoğu okyanusu geçerken ölürdü.

Nöbetçiler, her sabah,
ölenlerin cesetlerini denize atarlardı.





Yüzen Kafesler
Aynalar
Eduardo Galeano

pahalı kitap alışverişi, meseller, soren kierkegaard

Eğer bilinç tuzağa düşürülürse, en sonunda payını alır mı?




Bir Tarquin külliyatını satmayı öneren bir kadın gibi; adam kadının istediği parayı ödemeyi kabul etmeyince kadın külliyatın üçte birini yakıyor ve aynı parayı istiyor; adam kadının istediği parayı ödemeyi kabul etmeyince kadın külliyatın üçte birini daha yakıyor ve aynı parayı istiyor, sonunda adam son kalan üçte birlik bölüm için en başta istenen parayı ödüyor.



Pahalı Kitap Alışverişi
Meseller
Soren Kierkegaard

a coffee in berlin (2012), oh boy, jan ole gerster


A Coffee in Berlin (2012)
Oh Boy
Jan Ole Gerster

abdülkadir geylani'den sözler, geylani külliyatı


*Oğlum! Kötülerle beraber olmak, seni iyiler hakkında kötü düşünmeye sevkeder.

*Sabredenlerin hangi sebeplerle, nelere sabrettikleri Allah'a aşikardır.

*Dünyaya aldırmaz ki ona boyun eğsin.

*Onlar uyku basmadıkça uyumazlar, zorda kalmadıkça yemezler, mecbur kalmadıkça konuşmazlar, dilsizlik onların adetidir.Rablerinin yazgısı konuşturur onları.

*Onu önce dilleriyle, sonra kalpleriyle, sonra da sırlarıyla zikrederler.

*Neyin yanında durursa o, Allah'a perde olur.

*Bu yol kalbin yoludur, yakınlık da sırrın yakınlığıdır.

*Oğlum! Dilsizliği alışkanlık edin, şöhretsizlik elbisesini kuşan, insanlardan kaçmak da yegane hedefin olsun.Gözden kaybolmak için yerin içine girmeye bir yol bulabilirsen, çekinme gir.

*Her birinizin yalnızca bir kalbi vardır.Onunla nasıl olur da hem dünyayı, hem ahireti sevebilirsiniz?

*Yerinizi bilin ve kendinizi Allah'ın yerleştirmediği yerlere koymayın.Bundan dolayı sufilerden biri "Her kim yerini bilmezse kader, ona yerini öğretir" demiştir.

*Onların dilsiz gönülleri vardır.Onlar, kendilerinden ve başkalarından vazgeçmişlerdir.

*Dünyayı kalbinden ve elinden çıkarmalısın.Bunu yapamıyorsan hiç olmazsa bırak elinde kalsın ama kalbinden çıkar.Kalbin güçlendiği zaman elinden de çıkar ve fakir ve yoksullara, Allah'a muhtaç olan kullara ver.

*Oğlum! Afiyet, afiyet aramayı terketmekle başlar, zenginlik zengin olma sevdasından vazgeçmekle başlar.Deva aramayı bırakmadan deva gelmez.

*Cahil dünyada sevinir, alim ise kederlenir.

*A hayırsızlar! A dünya ile oyalananlar! Yakında dünya size baskın yapacak ve sizi boğacak.Dünyada topladıklarınız ve tadına vardığınız hiçbir şey size fayda vermeyecek.Aksine bütün bunlar üzerinizde büyük bir yük olacak.

*İsa (a.s) güzel bir koku kokladığı zaman burnunu kapatır ve "Bu dünyadandır ve sizin aleyhinizde bir delildir" derdi.

*Bayezid Bistami'nin yanına birisi girdi ve sağa sola bakınmaya başladı.Bayezid Bistami Hazretleri ona "Hayırdır" dedi.O da "Namaz kılacak temiz bir yer arıyorum" dedi.Bunun üzerine Bayezid Bistami "Sen kalbini temizle de her nerede namaz kılarsan kıl" dedi.

*Dünyadan ve dünyayı toplayıp bir yere yığmaktan doymuyorsun.

*Bu dünya bir pazar yerinde ibarettir.Bir süre sonra orada kimse kalmayacak.Gece olunca pazarcılar gidecekler.

*Salih kullardan birisi şöyle demiştir: "Dilencilik eden bir genç gördüm ve ona 'Çalışsan senin için daha iyi olur' dedim.Bu sözüm yüzünden tam altı ay gece namazından yoksun bırakılmakla cezalandırıldım."

*İnsanlar hakkında Allah'a uy, Allah hakkında insanlara uyma.

*Cehenneme giren herkes, soğuk bir kalple girecektir.

*İnançlı kimse dünyada gariptir.Zahid ise ahirette gariptir.Arif kul ise Allah'ın dışındaki her yerde gariptir.

*Oğlum! Haram lokma yemek kalbini öldürür, helal lokma yemekse diriltir.Lokmanın biri kalbini aydınlatır, biri karartır.Lokmanın biri seni dünya ile oyalar, biri ahiretle meşgul eder.

*Safa, Allah sevgisiyle olur, ötesi bulanıklıktır.

*Nefsin yiyeceği başka, kalbin yiyeceği başka, sırrın yiyeceği başkadır.

*Köleler ve hükümdarlar bence birdir.

*İnsanlar senin kalbine yerleşmiş dururken, senin halvete girmen Allah'la bir yakınlaşma olmaksızın yalnız başına oturman demektir.Hatta bu durumda senin arkadaşların nefsindir, şeytanındır, heves ve arzularındır.

*Arif kula en ağır gelen şey, insanlarla oturmak ve konuşmaktır.

*Mümin hal sahibidir, hal ise değişkendir.Arif ise makam sahibidir, makamında değişkenlik olmaz.Mümin, halinin değişmesinden ve imanının gitmesinden korkar.Onun kalbinde daima üzüntü, yüzünde ise güleryüz vardır.Hüznüyle dolaşır.Sen onunla konuşurken yüzüne güler, kalbi ise üzüntüsünden paramparçadır.

*Senin müslümanlığın sakat, imana nasıl varacaksın?İmanın sakat, yakine nasıl ereceksin?Yakinin sakat, marifete ve veliliğe nasıl geçeceksin?

*Allah'ım! Bütün iyilikleri ellerimize ve dillerimize yağdır.

*Yazık sana, dünya tutkusu ile kibri birleştirdin.

*Hatıra kalbe gelir.İşaret ise nefsinden, heva ve hevesinden, yerilen huylarından ve bütün insanlardan vazgeçmiş olan ve afiyet, temizlik ve nimet içinde olan sırra yöneltilen gizli bir sözdür.Orada o mağara arkadaşları (ashab-ı kehf) gibi evrilir çevrilir.Allah o mağara arkadaşları hakkında şöyle buyurur: "Biz onları sağa ve sola döndürürüz."

*Ey alim! İlmini dünyaperestlerin yanında kirletme.Yüce olanı alçak olana değişme.Yüce olan ilimdir, alçak olansa onların ellerindeki dünyalıktır.

*Kalbinde ne varsa, organlarına o sızar.

*Dünya ile gönül bağın olmadığı iddiasındasın ama dünyayı istiyorsun.Senin zahidliğin kötürüm, ayakları yok.Tek arzu ve isteğin dünya ve insanlar.

*Doğruluk Allah'ın tellalı, yalan ise şeytanın tellalıdır.

*Şuraya otur ki, sözüm senin kalp toprağında da bitsin.

*İsterdim ki her geceyi başka bir yerde geçireyim, şehirden şehire, köyden köye yolculuk edeyim ve ölünceye dek gurbette ve insanlardan saklı uzak kalayım.Benim arzuladığım şey buydu ama Allah bunun tersini diledi, böylece kaçtığım şeyin tam ortasında buldum kendimi.

*Ebu'l-Kasım Cüneyd el-Bağdadi (r.a) "Benden bana ne?" derdi.Sufi, varlığından kurtulmuş olan kimsedir.Onun kalbi, kendisiyle Rabbi arasında aracı olur.

*Kalbin, ashab-ı Kehf'in eşik kapısının önünde yatmakta olan köpekleri gibi olmadıkça temizlenmez.

Geylani Külliyatı
Abdülkadir Geylani

martıya uçmayı öğreten kedi, luis sepulveda

Çizim: Mustafa Delioğlu

 "İnsanların dilinde miyavlamak yasaktır." Kedi yasası böyleydi; ama, insanlarla iletişim kurmak çıkarlarına uymadığından değil.Tehlikeli olan, insanların göstereceği tepkiydi.Konuşan bir kediyi ne yaparlardı?Büyük olasılıkla alıp bir kafese kapatır, bin türlü aptalca deney uygularlardı üzerinde, çünkü insanlar genellikle kendilerinden farklı bir varlığın onları anlayıp kendini ifade edebileceğini kabullenmeyi beceremezler.Örneğin, kediler yunusların hüzünlü yazgısından haberdardırlar; insanlara akıllı olduklarını belli etmişler, onlar da yunusları su gösterilerinde palyaçoluk yapmaya mahkum etmişlerdi.Bunun dışında kediler, insanların kendilerine zeki ve anlayışlı davranan hayvanları nasıl aşağıladıklarını da bilirlerdi.Örneğin aslanlar; o koca kediler, parmaklıklar arkasında yaşayıp sersemin tekinin kafasını ağızlarına sokmasını kabul etmek zorunda kalmışlardı, papağanlar da kafesteydiler ve birtakım saçma sapan sözleri yineleyip duruyorlardı.Bu nedenle, insan dilinde miyavlamak kediler için büyük riskti.


Martıya Uçmayı Öğreten Kedi
Luis Sepulveda

4 Nisan 2015 Cumartesi

a coffee in berlin (2012), oh boy, jan ole gerster


 -60 yıldır neredeydin?

- Uzakta.Ve artık geri döndüm.Buradaki her şey çok farklı görünüyor, arkadaşım.Orada bir okul vardı.Üstüm başım kir içindeydi.Sınıfın önünde esas duruşta bekleyip Hitler'e "Yaşasın Hitler" diye selam vermek zorunda olduğumuzdan altımıza ederdik.O yaşlarda durumu gerçekten idrak edemezsin.

-Ne yaparsın o halde?

-Herkesin yaptığını...Burada olmak her zaman güzeldi, tamam mı?Yoksa sen farklı bir görüşte misin?Öyle mi? Farklı bir görüşte misin?

-Belki de bugünün perspektifinden...

-Evet. Bugünün perspektifinden..."Bugünün perspektifi" o zamanlar anlamsızdı, arkadaşım. Bugünün perspektifinden 60 yıl uzaktaydım.Cidden hatırlayamıyorum.Şu otopark bir zamanlar oyun alanıydı.Bütün öğleden sonraları arkadaşlarla orada takılırdık.En küçük ben olduğumdan hedef ben olurdum. Böylece geçip gitti.


Buranın ön tarafında babam bana bisiklet sürmeyi öğretmişti.Kaç kere yere kapaklandım...cidden bilmiyorum.Ama denemekten asla vazgeçmedi. Hep devam ettik.Bir gün birden bire tek başıma bisikleti uzun süre sürebildim.Güzeldi, belki bisiklet benim için biraz fazla büyüktü.Bisikleti öyle gururlu sürerdim ki insanlar buna gülerdi.."Sana gülmelerine izin verme"...babam hep böyle derdi.Ama hiçbir zaman bana güldükleri hissine kapılmadım.Mutlu olduklarını düşünüyordum.




Bir keresinde babam beni gece vakti uyandırıp şöyle dedi: "Benimle caddeye gel evlat.Sana bir şey göstermek istiyorum.Sonra beraber sokağa çıktık.Avucuma birkaç tane taş koyup şöyle dedi:
"Elinde neler var bak bakalım." Sonra bir tane taşı alıp şu camı kırdı.Evet. Tam oturduğumuz yerdeki camları.İnsanlar sokağa çıktı.Zifiri karanlıktı.Bugünkü gibi aydınlık değildi.çünkü artık insanlar karanlığa dayanamıyor.Zifiri karanlık.Bütün millet taşlarla camları kırıyordu.Babam buradaki pencere camlarını paramparça etti.Bense sokakta ayakta dikiliyordum.Her yer kırık cam parçalarıyla doluydu ve yanıyordu, sokak ateş yüzünden çok aydınlıktı.
Ağlamaya başladığım anı net bir şekilde hatırlıyorum.Şimdi neden diye sor bakalım?

-Neden?

-Çünkü o kırık cam parçaları üzerinde artık bisiklet süremeyeceğim
diye düşündüm.


A Coffee in Berlin (2012)
Oh Boy
Jan Ole Gerster

biz uçurmasına uçurduk, fakat o konmasını bilmedi, tasavvuftan günümüze geçen deyimler ve atasözleri, abdülbaki gölpınarlı

"Biz, uçurmasına uçurduk,  fakat o konmasını bilmedi" sözü vardır ki bu söz, bir fıkraya dayanır; yahut bu sözden bir fıkra meydana gelmiştir.

Edirnekapı'dan Ortakçılar'a giden yolun sol tarafındaki türbesinde yatan ve 1270 hicride (1853) vefat eden Bektaşi Salih Mustafa Baba'ya bir gece muhabbet esnasında, erenler demişler, nazarınızdan bir keramet görmek isteriz.Baba erenler, buyurun demiş, ne istiyorsanız söyleyin.Birisi, erenler, bizi uçur demiş.Baba, Eyvallah, uçururuz deyip muhabbeti sürdürmüş.Sabah ezanına yakın, canlardan birkaçını alıp kale bedenine doğru yürümüş.Civardan saman getirenler, şehre nakletmek için kale bedeninin kıyısına dağ gibi yığmışlar; baba erenler, orasını gözleyip "Çıkın kaleye, niyaz vaziyetinde durun; fakıyr gülbang çekip Gerçeğe Hu deyince kollarınızı açın, bırakın kendinizi" demiş.Halk da nasılsa bunu duymuş: Bektaşi babası dervişlerini uçuracakmış.Namazdan çıkan, kale dibinde toplanmış.Baba, gülbangi çekip "Hu" deyince canlar, kendilerini bırakmışlar ve samanların üstüne düşmüşler; onlar kalkıp üstlerini temizlemeye çalışırken halk, "Zındık herif, sanki keramet gösterecekti" diye söylenmeye başlayınca, baba erenler onlara "Yoo" demiş; "Kabahat bizde değil, biz uçurduk, onlar konmasını bilemediler."

Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri
Abdülbaki Gölpınarlı

ethica okumaları, spinoza, ulus baker


59. Önerme: "Faal olduğu açıdan Zihne ilişkin bütün o duygular arasında Sevinçlerden ve Arzulardan başkası hiç yoktur; yani bunlardan hiçbiri Kederli değildir..."


Yani sevinçlerimizin nedeni çoğunlukla biz değiliz - dinlediğimiz bir müzik, okuduğumuz bir kitap, seyrettiğimiz bir film, ilk bakışta aşık olduğumuz biri, doğumumuzdan sonra annemiz, zora düştüğümüzde babamız, dostlarımız vesaire..Bunlar pasif sevinçlerdir, çünkü nedenleri ortadan kalktığında onlar da ortadan kalkarlar.Ama faal olduğumuz sevinçler ve arzular da mümkün: ama onları bizzat "üretmek" zorundayız- çünkü faal olmak üretmek demektir: o halde - bestelediğimiz müzik, yaptığımız bir film, yazdığımız bir kitap, aşık olmayı becerdiğimiz bir an, bu anların hepsi aktif arzulara tekabül eden aktif sevinçlerdir.

Ve bu aktif sevinçler (Fortitudo: ruh güçlülüğü) Spinoza tarafından ikiye ayrılıyor: Ruh Sağlamlığı (Animositas) ve Ruh Cömertliği (Generositas)...Bunlardan ilki tutkularla değil de akılla varlığımızı sürdürmeye çabalama arzumuz.İkincisi ise bir "cömertlik", yani sadece aklımızla insanlarla iletişime girmemiz, onlarla yardımlaşmamız ve ortaklaşmamız- yani toplum...İlkinde bir Ayıklık (Sobrietas), bir Oranlılık (Temperentia), tehlike anında Uyanıklık (Praesentia in periculis animi) var...Bunlar Ruh Güçlülüğüne aitler...Alçakgönüllülük (Modestia) ve Cömertlik (Clementia) ise Ruhun Cömertliğine aitler...Bununla insanlarla bir arada olmak için nedenlerimiz oluyor.

Ethica Okumaları II
Yüzeybilim Fragmanlar
Ulus Baker

kalenderiye, gürsel korat

Yaşam nedir saygıdeğer messere? Gereksiz bilgileri gereksiz çağda öğrendiğimiz bir pislik yığını değil midir?
---
"Ben" dedi, "değirmen, rüzgar ve un hakkında konuşabilirim.Bir de kadınlar hakkında yalan şeyler..."

Bence değirmen taşıyla kadın aynı şey.İkisi de döner ve küçük şeyleri ezer.
---
 Yaşlılar dışında hiçkimse, birinin nasıl olduğunu sorduktan sonra, onun yaşayıp yaşamadığını aklına getirmez.
---
Bazı soruların mantıklı bir yanıtı yoktur.
---
Ben gördüğüm düşlerin peşinden gittim, her şeyit erk ettim.İnsan düşlerinin hesabını verebilir mi?Ama çok istiyorsan, buyur düşlerimle hesaplaş.
---
"Oğlum" dedi peder; "Seni kırmak istemem; manastırda herkese yemek verilebilir ama kağıt verilmez.Yemek verdiğimizde Tanrı'nın gönlünü hoş edeceğinizi bilirsiniz ama kağıt verdiğinizde,o kağıda yazılanların Tanrı'nın gönlünü yaralayıp yaralamayacağını bilemezsiniz.
---
Bazen inandığımız şeylerin değil, söylediğimiz sözlerin etkisi altında kalırız.
---
Konuştuğumuz bir bilmece, biz değiliz.
---
Yaşlıların bir geçmişinin olduğu düşüncesi hayret vericiydi.Yaşlılar garip bir canlı türüydü, "ben gençken" sözü, onların yüzüne yakışmıyordu.
---
Her sahtekarlık, yaşamdaki bir eksiğin karşılığıdır.
---
Gerçek, bir yığın yalanla kurulmuştur.Hiçbir ticaret malı, aşk ya da bağlılık sözü gerçek değildir, çünkü tükenebilen şeyler gerçek olamaz.
---
Tuz Gölü yakınındaki Hanıtkebir'e girdiğimde ne seyisim vardı, ne kahyam.Yalnızca eski bir tüccardım artık.Handa, hasır yatağıma uzanmıştım ki, burnuma bir koku geldi, baktım: Dervişler halka olmuş, bir tabağı elden ele geçiriyor ve dumanı ciğerlerine dolduruyorlar.Pos bıyıklı adamlardı hepsi de; boyunlarında hayvan kemiklerinden kolyeler asılıydı, kafalarında boynuzlu bir şapka vardı.Tiftik tiftik olmuş hırkaları yerde sürünüyor, boyunlarındaki kuzu postu, gövdelerinin bir parçası gibi duruyordu.Bunlar kalenderi dervişleridir; a takvimine göre yollarda dolaştıkları ve göklere bakarak zamanı okudukları için onlara "zamanı söyleyen" denilir.Bu dervişler gök cisimleri gibi döne döne dans eder ve bu dansın kendilerini aklın geldiği katmana götürdüğünü söylerler.Onlara küçümseyerek baktım.Beni görüp, saki dedikleri delikanlıya işaret ettiler, kabak geldi, hayır diyemedim.Kabağın dışına doğru uzayan ince borudan bir enfes çekti, öksürdüm, gözlerimi koluma sildim ya duman hoşuma gitti.Birkaç nefes daha çektim, bis süre sonra karnımın içinde yuvarlanarak yukarı çıkmak isteyen bir gülme cini oluştu.Bir derviş hıçkırdı, baktım ki tüm dervişler ağlıyor, gülemedim.Oysa

umut, keder & iktidar, spinoza, ulus baker, yüzeybilim fragmanlar

Umut, Spinoza'da belki şaşırtıcı bir şekilde kötü duygular arasına katılmıştır.Ama bunun daha derin bir nedeni bulunuyor.Her iktidar insanlarda duygular ve tutkular uyandırarak çalışır.Umut ile korku bu duyguların en belirginleridirler.Ama iktidar bunları "kederli" duygular haline dönüştüren, yani insanların, bendeler olarak güçlerini ve kudretlerini azaltmaya, azımsamaya yarayan temel unsurdur.

Ethica'nın Sırrı
Yüzeybilim Fragmanlar
Ulus Baker


cehenneme övgü, gündüz vassaf

“Şeytan: Cehennemde egemenlik
Yeğdir
Cennette usaklığa”
John Milton


Her şeyin zihnimde yerli yerine oturması, Toledo'daki katedrali ziyaret ettiğim sırada oldu. Richard Crosfield beni sıraların oraya götürdü ve oturacak yerlerin altına bakmamı söyledi. Altmıs kadar sıra vardı. Oturacak yerler katlanmıs olduğundan, altları görülebiliyordu. Sandalyelerin altlarında çesitli cehennem tasvirleri vardı. Sanatçı(lar) hayal güçlerinin dizginlerini kapıp koyvermislerdi. Çesitli dekorların içinde, bin bir türlü canavar ve garip suratlı çörten göze çarpıyordu. Oturacak yerlerin arkalıklarına ise azizlerin kabartmaları yapılmıs, onların üstünde de Kutsal Kitap'ta geçen çesitli olaylar resmedilmisti. Hepsinin üstünde ise, Bakire Meryem ile Kutsal Oğlu yer alıyordu. Sandalyelerin üzerindeki cehennemle ilgisi olmayan tasvirler, dünyanın her yanındaki kiliselerde ve tablolarda görülebilir. Ustanın mahareti ve üslubu değisiklik gösterir belki, ama tasvir edilenler hep aynıdır.Kilisenin egemenliğine, hiyerarsisine ve katı inançlarına boyun eğmek zorunda olan sanatçı için, kendi dünyasını yansıtma olanağı yok gibidir. O, bir yaratıcı olarak gücünü ancak cehennemde gösterebilir.Kutsal figür ve sahneleri resmederken kendini sınırlar, cehennemi çizerken ise sınırsızdır, özgürdür, düzenin duvarları yoktur.Yalnız ressamı, sanatçıyı değil, bizleri, yani seyircileri de en çok büyüleyen sey cennet değil, cehennemdir. Bunun için, Bosch'un Prado'daki triptych'ini (üç kanatlı resmini) hatırlamak yeterli. Her gün onun önünde toplanan kalabalık, cehennemi seyretmek için itisip kakısır. Cennetin sıkıcı tekdüzeliğini seyretmeye meraklı olanlarsa pek azdır. Müze ziyaretçileri cennete söyle bir göz atar, pek çoğu da ona bakmaz bile...

                                                                                                                        Gündüz Vassaf
                                                                                                                        Cehenneme Övgü

at cambazları, onat kutlar


...Kürkün içinden iri bir boğanın kış solukları gibi kalın dumanlar çıkarıyordu.Soluk ışıkta yüzünün yarısı görünüyordu.Bütün kederini, yıkılışını yüzünün görünmeyen yanına saklıyordu.Bunu neden yapıyordu?O kederli yarım yüzün, geceleri bile çıkarmadığı eski, yollu kravatına, uçları kıvrılmış gömlek yakasına, düğmeleri kopuk, kol ağızları tarazlanmış ceketine, bol pantolon paçalarına, hatta hayatı boyunca hiç sevinmemiş o ayak başparmaklarına kadar yayılan bir çöküntüyü saklayamadığını bilmiyor muydu?

Bilse de ne çıkar.İşte yüzünün saklanıp duran o öbür yarısı da aydınlanıyor.Soluk bir beyazlık bulaşıyor üstüne.Dışarıda sabah oluyor.Kapının yanında.

Bir horoz başını görünmeyen gökyüzüne kaldırıp uzun uzun ötmeye durdu.Öylesine uzun öttü ki boğazını yağmur suları doldurdu.Hayvan boğulur gibi bir ses çıkararak soluna düşüp bayıldı.Sonra başka horozlar...

At Cambazları
İshak
Onat Kutlar

being there (1979) final sahnesi, hal ashby


Being There (1979)
Hal Ashby


Peter Sellers


kurt ile kuzu masalı, yüzeybilim fragmanlar, ulus baker


Michel Serres, La Fontaine'in ünlü "Kurt ile Kuzu" masalı ile Descartesçı kuşkuyu iletişime sokarak, bu yöntemin bir tür "gerileme", regresyon yöntemi olduğunu ve mutlak bir "vazgeçiş" ilkesi uyarınca düzenlendiğini gösterir.Kurt ile kuzunun öyküsünde taraflar birbirlerinin karşısına hep kendi konumlarını azımsama stratejisiyle çıkarlar: Suyunuzu bulandıramam ki majesteleri, ben suyun akışı yönünde sizden daha aşağıdayım...Bununla başlayan ve kurt ile kuzunun sırayla kendilerini "aşağılama" yöntemini sürdürdükleri bu yapısal düzenek La Fontaine'in masalının ana eksenidir.Sonuçta kurt, argümanlarını daha ileriye götüremeyeceği bir "kör" noktada, kuzuyu kapıp götürecektir.La Fontaine, sihirli sonucu son dizede formüle eder: "Artık dava (proces) bitmiştir.Dava'nın Fransızcadaki her iki anlamıyla: Akış ve Yargılama...

Yüzeybilim Fragmanlar
Ulus Baker

hikmetler kitabı, ataullah iskenderi

Sahip olmak için şiddetle istediğin nesnelerin tutsağı, istemediğin şeylere karşı ise özgürsün.
---
Hiçbir şey, kuruntuların kadar sürüklememiştir seni.
---
İnsanların en cahili, kendindeki yakin ve kesin bilgiyi insanlardaki zanna feda edendir.
---
Nefsinden hoşnut olmayan bir bilgisizle arkadaşlık etmen, nefsinden hoşnut olan bir bilginle arkadaşlık etmenden daha hayırlıdır.
---

Kullar her şeyi yeteneklerine bağlamasınlar diye, kimi zaman, ilahi haller birdenbire tecelli eder.
---
Alıkonulmak, senin için anlayış kapılarını açıyorsa, bu mahrumiyet senin için ihsanın ta kendisidir.
---
Nefis görünüşteki gaflete, kalb ise içteki ibrete bakar.
---
Kalpler ve sırlar, nurların doğuş yerleridir.
---
Allah'ın bakışları seni kuşatıyorken, halkın bakışını nasıl önemseyebilirsin ?
---
Söylenen her söz, içinden çıktığı kalbin kılığını üzerinde taşır.
---
Seni dünyayı terke yöneltmek için, dünyayı hastalıklar mahalli, acılar kaynağı yaptı.
---
Kendisinin alçakgönüllüğünü isbata çalışan kimse, gerçekte tam bir kibirlidir.Çünkü tevazu yüksek bir dereceden aşağı iniştir.Bu yüzden nefsine tevazu nisbet ettiğin anda kibirli sayılırsın.
---
Başlangıç, sonuçların tecelli yeridir.


Hikmetler Kitabı
Ataullah İskenderi

day is done, nick drake

  
Day is Done / Nick Drake 

When the day is done
Down to earth then sinks the sun
Along with everything that was lost and won
When the day is done

When the day is done
Hope so much your race will be all run
Then you find you jumped the gun
Have to go back where you begun

When the day is done
When the night is cold
Some get by but some get old
Just to show life's not made of gold
When the night is cold

When the bird has flown
Got no-one to call your own
Got no place to call your home
When the bird has flown

When the game's been fought
You sped the ball across the court
Lost much sooner than you would have thought
Now the game's been fought

When the party's through
Seems so very sad for you
Didn't do the things you meant to do
Now there's no time to start anew
Now the party's through

When the day is done
Down to earth then sinks the sun
Along with everything that was lost and won
When the day is done


iç sıkıntısı, martin heidegger, metafizik nedir


Şüphesiz, gündelik teşebbüslerimizde şu veya bu varlığa bağlanıyormuşusz ve varlığın şu veya bu alanına kendimizi münhasıran vakfediyormuşuz gibi görünüyor.Her günün varlığı ne kadar parçalanmış görünürse görünsün, daima var olanı bütünlüğü ile (im ganzen) bizi zapteder, mesela tam ve derin iç sıkıntısında (eigentliche langewelle).Bu kitap veya şu sahne, şu meşguliyet veya bu vakit geçirme içimizi sıkıyor dediğimizde bütünlüğü ile varlık daha uzaktadır.Fakat sıkılıyorum diye inlediğimizde birden ortaya fırlar.Derin iç sıkıntısı, sessiz bir sis gibi varlığın uçurumlarını kaplayarak bütün şeyleri, insanları ve kendimizi, genel bir farksızlık içinde, garip bir surette eritir.Bu iç sıkıntısı, var olanı bütünlüğü içinde bize gösterir.

Martin Heidegger
Metafizin Nedir

3 Nisan 2015 Cuma

goethe öleyazıyor, thomas bernhard

Önümde o kadar çok yollar açmışlar, bunların hiçbirinden yürüyüp gitmemişim, bugün gene öyle dediler.Benim için açtıkları ve yönünü işaret ettikleri yollar bana en uygun olanlarmış, bu yolları katettiğimi görmeyi çok isterlermiş ama ben kendi elimle bütün bu yolları ta en başından murdar etmişim.Hiçbir zaman yol falan gitmek istemediğimi söylemiştim bir keresinde onlara, ama anlamazlıkları ve bu anlamazlıkları ile en utanmazca kumpaslara kalkışan alçaklıkları karşısında bunu dillendirmenin ne kadar nafile olduğunu hemen idrak etmiş ve bu herhangi bir yol gitmek istememe ifadesini bir daha tekrarlamak istememiştim.Onlara yönelttiğim bütün ifadeler sadece anlamazlığa ve bu anlamazlıkla işleyen alçaklığa toslamıştı.Ben de onyıllar boyu giderek daha az konuştum, sonunda sustum, onların da bana yönelik eleştirileri giderek daha pervasızlaştı.


Thomas Bernhard
Goethe Öleyazıyor