öyküler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
öyküler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Haziran 2022 Cumartesi

Deniz Kenarında Geyikler - Ralf Rothmann Öyküleri


 
...

"Ne haltlar karıştırdın bütün gün?"

Elimle orman tarafını işaret ettim ve adama baktım.Sigarayı kesinlikle içine çekmiyordu; burnundan taşan kıllarsa arı bacaklarını hatırlattı bana.Ama kolunda uydu sinyaliyle çalışan bir saat vardı, kalın bir model."BMW'ye biniyorsanız ve Berlin'de yaşıyorsanız neden plakanız B-MW değil?"

Sigarasını söndürürken kamp masası hafifçe sallandı; kolundaki kaslar bir an kasıldı."Doğru.Olabilir.Hiç düşünmemiştim.Sence bu iyi bir fikir mi?"

Başımı evet anlamında salladım ama annem tuhaf bir homurtu sesi çıkardı."Saçmalama!Çok bayağı değil mi?Merhemin kapağını kapattı ve tüpü çimlerin arasına attı."Öyle bir şeyi Türkler, bir de pezevenkler yapar."

...

(Doğu'nun Gururu)

---

...Ödevim şekle şemale girmeye başlamıştı, bu da iyi bir his veriyordu; her ne kadar aslında iyi bir adam olan profesörüme sinirlensem de."Hayvanlar, ruhumuzun gölgesi ve gölgemizin ruhudur," diye yazmıştı; o da cümlemin üstünü çizmişti, sayfa kenarında da "Gayri bilimsel" yazılıydı.

...

Üzerinde iç çamaşırı vardı, Feinripp, açık mavi, kolunu yanımdan uzatıp duvarı yokladı, "Vay, merhaba!" derken otomatiğin şalterine birkaç kez vurdu."Hayvanlar yine kabloları kemirdi demek ki.Aslında şaşmamak lazım, aşağıdaki kargaşa düşünüldüğünde.Her yer çerçöp içinde.Berlin'de kişi başına üç sıçan düşüyormuş, gerisini siz düşünün.Daha bugün okudum.Dört milyon sıçan eder!Sıçtığımız borulardan üst katlara kadar tırmanıyorlar!"

...

(Ruhun Gölgeleri)

---


...Okul arkadaşı, daha ziyade horultuya benzeyen bir kahkahayı patlattı."Bankalar bu söylediğini işistse!" Beni bir kez daha okşadı, kürekkemiklerimi, ben de sırtımı dikleştirdim."Bak şimdi: Fırıncıların horozlardan bile önce kalkması gerekir, değil mi?" O kadarını biliyorsun herhalde.Dolayısıyla rüyaların en güzellerini yarıda kesmek zorunda kalırlar; epey hareketli rüyalar görürken birden kulağının dibinde zil çalar.Hayat böyledir işte.Ve erken kalkan erkeklerin de üçüncü bir bacakları olur.Anlıyor musun?"

...

(İki Bacaklı Fırıncım)

---

...Benim tatlı Sarah'ım.Öyle bir göz kırpışı vardı ki -insanın ağlayacağı gelirdi.Bakışında Peru'yu görebilirdin, rüzgârla yatan otları, hem de hiç oraya gitmemiş olmasına karşın.Sarah burada doğdu, Wuppertal Hayvanat Bahçesi'nde.

...

Aslında yaşlı kaplanımız çok tatlıydı.Tüm hayatını kafeste geçirmişti ve çubukları çizgi sanıyordu ya da tam tersi, bilmiyorum.

...

Palyaçolar daha ziyade tatsızdır, makyajlarının altında mahkeme duvarı gibi suratları vardır ve tek düşündükleri çektikleri inşaat kredileridir.

...

Bütün bunlar Dormagen'den çıktıktan sonra oldu, arazi acayip genişledi ve ben Peru'yu düşündüm ve aslında sınır diye bir şeyin olmadığını, öyle değil mi?Bunlar sadece insanların kafalarındaki ya da kağıt üzerindeki çizgiler, hayatla alakası yok, hele lamalarla hiç yok.Ara sıra yiyecek bir şeyler aldılar ve karanlık bastırmasına rağmen tarlalarda yürümeyi sürdürdük.Ara sıra bisiklet yollarından da gdiyorduk ve o zaman toynakları cam gibi ses çıkarıyordu.

...

(Bütün Yol)

...

Deniz Kenarında Geyikler
-Öyküler-
Ralf Rothmann
Metis Yayınları

17 Ekim 2021 Pazar

Dost Yaşamasız - Vüs'at O. Bener Öykülerinden


Nazlanmadı.Kurşuniye çalan gözlerinde garip bir parlaklık belirip söndü.Kırgın, dokunaklı bir sesle başladı:

"...Öyle karanlık gece ki ruhum, olmuyor sabah..."

...

(Dost)

---

...Lisenin önünden geçtik.Bir yıl olmamıştı ayrılalı.Babamla bu yoldan dönmüştük, kan ter içinde.Annemi geride bıraktığım istasyondan yolcu etmiştik.Annem sık sık içini çekerdi.Hep ağladığı sanılabilirdi."Erkekler ağlamaz," demişti babam.Ağlamamıştım.Annem istemiyordu.Zayıfmışım, yapamazmışım.Olsa olsa öğretmen olabilirmişim.Savaşa gidiyormuşçasına ürkek, ama güçlü görünmek zorunda saymıştım kendimi.

...

Annemin "Tüysüz erkekler merhametsiz olur", dediğini hatırlamıştım.Sonra kavgalarını.Günlerce konuşmazlardı.

...

(İlki)

---

...Kün Emri'yle yaradılışın ilk günlerinden ayrımsızdı bu yaşama.Dört kıtada dev yumurtalar çatlayalı, memeli yaratıklar doğurmaya başlayalı beri bir boğuşma.Yutulan yutulana.Bir oluş halindeydi çevresi.O bu oluşun ortasında yutulmaya hazır.Kimse ayağının burnuyla dokunmak istemiyor ötekine.Kasaplar çarşısında koyunlar kendi bacaklarından asılı.Sinek gibi geberiyor, beş paralık alacak uğruna çarşının göbeğinde adam vuruyor, leş kargaları gibi ölülerden arta kalanı pay edemiyorlardı...

...

(Batak)

---

...Kahveci kör Nuri, kör gözüyle bana, sağlam gözüyle ona baktı, göz kırptı:

"Hoş geldin ağa.Bir nargile içen mi?"

...

(Maskara)

---

...Bahçeye çıktığında koyu bir bulut kümesi güneşi kapamıştı.Deli yerine koydu.Sen git asabiye profesörüne.Kulağına ses gelmiş de!Sesini yükselttiğini bilmiyordu: "Aklınca beni yakalatacak.Herkesi kendin gibi mi sandın?Burada işim ne?Anlamıyorlar.Babam gibi sürüne sürüne geberip gideceğim."

...

(Anlaşılmayan)

---

..."Gördün mü?Baban neci senin.Üç yıl bir okulda okuduk da sormadık birbirimiz."

"Manav."

"Benimki doktor.Hekim değil.Dar'ül fünun ulum-u tabiiye doktoruymuş.Sevmez bilim milim ama.Biraz kimya deneylerinde eğlenirmiş.Ufağından dinamit patlatmışmış bir gün, ödü patlamış öğrencilerin."

"Sonra?"

"Alfred Nobel dedenizin eşşek şakası, korkmayın evlatlarım demiş."

"Pek beğenmedim.Sonra?"

"Sonra sıkılırdı, çok sıkılırdı, kapkara sıkılırdı, çok içerdi, bol bol tabanca sıkardı beynine!Tatlı bir deli olmalı.İleride kimbilir, belki ben de deli olurum."

...

Mahur bir sabah başlamıyor, kurşuni, kalın örtüsünün altında kireçlenmiş kıkırdaklarını oynatmaya zorlanan şehir.Apartman yükseltilerinin deliklerinde ağaran tek tük cılız ışık.Titrek ellerin, damarlı, lekeli.Dönüp o sokağa, saplantılarına gelecekler.Ben şimdiyim, lanetli -dumanların bozkır göğüne savrulacaüı bacalarda umutsuzluğu bekleyen.Düşlerin son kemirdiği, iskelet antenlerin artıklarıdır.Kokuşmuş çöp bidonlarının ardından gerinerek çıkan ak dişli, o hep aynı alaca köpek.Ölüm karası önlükleri içinde okullarına giden çocukların ardında.Çantalarında dinamit.

İstersen, hatırın için, buruşuk bulut, esmez rüzgâr, uçmaz martı zamanları yerine yüz binlerce mavi kırlangıç çizelim defterimize, yağmuru getireceklerse bardaktan boşanırcasına, susamışlığımıza.Hadi beni avur, soluğunu ağzıma daya, canlandır, gülümset.

...

(Biraz da Ağla Descartes)

---

...

7. Ramazan geldi hoş geldi.On ili ayın bir sultanı.Hilmi Tekebaş'ın ağzı leş.Büroda oruç tutan o, ben, Tosyalı.Aramız şekerrenkti Tekebaş'la, oldukça düzeldi.Cuma'yı birlikte kılıyoruz üçümüz.Bakanlığın mescidinde.Nerede çocukluğumun sahur davulları-tokmağı zarif vuruşlu; manileri şakalı, dokunaklı; huşu ile dinlediğimiz müezzin usule vakıf -yanılmıyorsam Türkçe ve yanık ve yaklaşıp uzaklaşan sesiyle şerefede bizzat okuduğu Ezan-ı Muhammedi.(S.A.V( Adam softa,.Karanfil salık veremezdim.Tükürüğünü bile yutmayacaksın.Günahı odacı Hüseyin Culuk'un boynuna.Öğlenleri gizlice muz yiyormuş Müsteşar Yardımcısı, Hilmi Tekebaş'a söylemiş.Benim de o fısıldadı kulağıma, midemi ayaklandırdığından habersiz.Padişahımız Efendimiz IV. Murat Han zamanında olsa, alenen oruç yiyor ha, tut bir cürm-i meşhut zabtı, kelebentliğe hüküm giyerdi, neuzubillah.

...

(Bakanlık Makamına)

Vüs'at O. Bener
Dost
Yaşamasız
Bütün Eserleri - Öykü
Yapı Kredi Yayınları

22 Ocak 2018 Pazartesi

bobok, dostoyevski

...
Fransızlar bundan iki buçuk yüzyıl önce ülkelerinde ilk tımarhaneyi açtıkları zaman, İspanyolların ortaya attıkları nükteyi hatırlıyorum: "Kendilerinin akıllı olduklarına başkalarının inandırmak için, ülkelerindeki akılsızların hepsini özel bir eve kapadılar." Yalan da değil hani: Birini tımarhaneye kapamakla, kendisinin akıllı olduğunu açıklayamaz insan."K. delirdi, demek bizler akıllıyız." Hayır efendim, henüz öyle değil.
...
Her şeye şaşmak elbette budalalıktır; oysa hiçbir şeye şaşmamak çok daha güzeldir, hem nedense incelik olarak kabul edilir.Ama sanmam ki gerçekte de öyle olsun.Bence, hiçbir şeye şaşmamak, her şeye şaşmaktan çok daha büyük bir budalalıktır.Hem sonra, hiçbir şeye şaşmamak, hiçbir şeye saygı duymamakla aşağı yukarı aynı şeydir.Evet, budala bir insan saygı da duyamaz.
...
Ben...ben...hastalığım başka bir hastalığa çevirdi, birden öldüm!Doktor Schulz bir gün önce, hastalığımın başka bir hastalığa çevirdiğini söyledi, sabaha doğru da öldüm ansızın.
...
Bobok
Dostoyevski

tuhaf bir adamın rüyası, dostoyevski


Birine (bu kim olursa olsun) tuhaf biri olduğumu açıklayacak olsam, sanırım, hemen o akşam beynime bir kurşun sıkardım.Ah, şöyle veya böyle dayanamayıp, durup dururken bunu arkadaşlarıma açıklarım korkumdan çocukluğumda ne korkunç acılar çektim.Ne var ki, gençlik çağına geçişimden sonra, bu korkunç özelliğimin bilincine her yıl daha da çok varmama karşın, bunu nedense biraz daha sakin karşılamaya başlamıştım.Bunun neden böyle olduğunu bugüne kadar çözebilmiş değilim.Belki de herhangi bir nedenle ruhuma çökmüş, orada büyüdükçe büyümüş, benden çok yükseklerde, korkunç bir hüzündür bunun nedeni.
...
"Bizim dünyamızdaki insanlara beslediğim nefrette her zaman acı vardı, diyordum.Niçin sevdiğim halde, elimde olmadan nefret ediyordum onlardan, niçin bağışlayamıyordum onları?Oysa onlara olan sevgimde ıstırap vardı: Neden nefret etmeden sevemiyordum onları?"Dinliyorlardı beni, anlattıklarımı akıllarının almadığını görüyordum.Ama onlara bunları anlattığım için üzülmüyordum: Terk ettiğim insanları ne çok özlediğimi anladıkları biliyordum.Evet, sevgi dolu bakışlarıyla yüzüme baktıklarında, onların yanında kaldığım sürece benim kalbimin de onlarınki gibi tertemiz olduğunu hissettikçe ben de onları anlayamadığım için üzülmüyordum.İçimin hayat dolu olduğunu hissediyor ve onlar için sessizce dua ediyordum.
..
Yalan söylemeye alıştılar, yalanı sevdiler, yalanın çekiciliğiyle tanıştılar.Oh, başlangıçta bu belki de şakacıktan, şımarıklıktan, oyun olsun diye masum bir biçimde bir atomdan başlamıştır, ama bu yalan atomu kalplerine işledi, hoşlandılar bu atomdan.Hemen arkasından şehvet düşkünlüğü doğdu, şehvet düşkünlüğü kıskançlığı doğurdu, kıskançlık da zorbalığı...Oh, nasıl olduğunu bilemiyorum, hatırlamıyorum, kısa süre sonra, çok kısa bir süre sonra ilk kan aktı: Şaşırdılar, dehşete kapıldılar, birbirlerinden ayrılmaya, uzaklaşmaya başladılar.Aralarında karşıt gruplaşmalar oldu.Serzenişler, sitemler başladı.Ayıbı öğrendiler ve ayıbı erdem sayar oldular.Onurla ilgili kavramlar edindiler, her grubun bir bayrağı oldu.Hayvanlara eziyet etmeye başladılar ve bunun üzerine hayvanlar uzaklaştılar onlardan, ormanlara çekildiler ve onlara düşman oldular.Birbirlerinden ayrılma, kopma çatışmaları, kişilik ve senin benim kavgaları başladı.Ayrı ayrı dillerde konuşur oldular.Acıyı tattılar ve sevdiler onu.Acı çekmek için yanıp tutuşuyorlardı.Gerçeğe yalnızca acı çekerek ulaşılabileceğini söylüyorlardı.O zaman dünya görüşleri değişti.Kötü olduklarında bu kez kardeşlikten, insanseverlikten söz etmeye başladılar.Bu kavramları anladılar.Suçlu insanlar olduklarında adaleti icat ettiler ve onu korumak için bir takım yasalar koydular, yasaları korumak için de giyotini kurdular.
...
Kölelik çıkmıştı ortaya, hatta gönüllü kölelik başlamıştı: Zayıflar, sırf kendilerinden daha güçsüz olanları ezmelerine yardımcı olsunlar diye, isteyerek güçlülere boyun eğiyorlardı.
...
Gördüğüm rüyadan sonra sözcükleri yitirdim.En azından en önemli, en gerekli olanlarını...
...

Tuhaf Bir Adamın Rüyası
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski

21 Ocak 2018 Pazar

uysal bir kız, dostoyevski

T. Dmokovski-Uysal Bir Kız
...
Dünkü başkaldırısından sonra gelmiş olduğu için bu kez sert karşıladım onu.Benim sertliğim soğukluktur.Ne var ki, ona iki ruble uzatırken tutamadım kendimi, biraz öfkeli, şöyle dedim: "Bunu siz olduğunuz için veriyoum.Böyle bir şeyi Mozer almaz sizden." Siz olduğunuz için," derken üzerine basa basa, ses tonuma özel bir anlam katarak söylemiştim bunu.Öfkeliydim çünkü.Bu, "Siz olduğunuz için" sözünü duyunca gene kıpkırmızı oldu yüzü, ama bir şey söylemedi, uzattığım iki rubleyi aldı...Ah şu yoksulluk!Oysa nasıl kızarmıştı!Gururunu incittiğimin farkındaydım.Kapıdan çıktığında arkasından hemen sordum kendi kendime: Ona karşı kazandığım bu üstünlük iki ruble eder miydi?Hah, hah, hah!Anımsıyorum, iki kez sormuştum bu soruyu kendime: "Değer miydi? Değer miydi?" Ve gülümseyerek iki kez de kendime olumlu yanıt vermiştim.
---
Ben kötülük yapmak isteyip de iyilik üreten bütünün bir parçası olan o kişiyim.
---
Ah, insanoğlu aşağılık şeyleri çok aha iyi anlar!
---
Oysa benim istediğim katı kuralları olan, onun bana saygı duymasını gerektiren bir mutluluktu.
---
Bağnazlık mı?Ah doğa!Yeryüzünde yalnızdır insanlar, kötü olan bu işte!Bir Rus bahadırı şöyle bağırmıştı: "Savaş alanında sağ kalan var mı?" Ben de bağırıyorum...Bir bahadır değilim ben.Cevap veren olmuyor bana.Güneşin dünyamıza can verdiğini söylerler.Doğduğunda bakın güneşe, o da cansız değil mi?Her yer, her şey ölü.Yalnızca insanlar var, bir de onları kuşatan bir sessizlik.Dünya bu işte!"İnsanlar, birbirinizi sevin!" kim söylemişti bunu?Kimin öğüdüydü bu?Saatin sarkacı duygusuz, iğrenç bir biçimde vuruyor.Saat gecenin ikisi.Onun küçücük pabuçları karyolasının önünde duruyor, onun kalkmasını istiyorlar sanki...Hayır, gerçekten, yarın sabah onu götürdüklerinde ne yapacağım ben?

Uysal Bir Kız
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski

A. Surikov-Uysal Bir Kız

david constantine, başka bir ülkede, öyküler

...
Bay Silverman'ın kalan yılları için az buçuk sezdikleri iç karartıcıydı.Bir adamın yaşayan ruhunu elde tutma uğraşı vermesi için, önce bir ruha ihtiyaç duyduğuna ikna olması gerekirdi...
(Kayıp)
---
"Sen böyle acıları seversin.Ben hiçbir türlüsünü sevmem.Arabanın pedallarına basarken canım yandı.Kızların midesi bulandı -öyle bir kere değil, altı yedi kere- hep durup dışarı çıkmak, onları temizleyip paklamak zorunda kaldım."Acı çekmenin türleri vardır." dedi Max."Araba kullanamıyorsun." dedi kadın."Öğrenmek istemedin." "Yoldan nefret ediyorum." dedi adam."Keşke hiç yol yapmasalardı." İkisi de işin tekrarın tekrarına varacağını anladı, sustulr.Max gelecekteki yalnızlığı için endişeleniyordu.Bunun üzerinde durdu özellikle, kalbi çarpmaya başladı.Dönüp dolaşıp aynı düşünceye geldi,daha önce hiç bu kadar cazip gelmemişti bu düşünce: Acı çeker, suçluluk duyar, buz gibi bir yalnızlık içinde olursa, belki de ortaya daha, güzel eserler çıkarabilirdi."Acı çekmem gerek." dedi yüksek sesle...
...
Acıdan bayılmak üzereydi, tam kendinden geçerken bile şöyle dedi: Bu daha önce de oldu, ne yapılacını biliyorum; boğucu bir acıyla tekrar kendine geldiğinde, kendine gelip de sesi uykudaki eve seslenmeye yetmediğinde, at tepesinde duruyordu.Her türlü korku, atın bedeninde birleşerek birdenbire ortaya çıkmıştı: Zayıflığın en uç noktasında olmaktan, sakat olmaktan, topal ve aciz olmanın utancından duyulan korku, başkalarının eline bakma korkusu,bir kemik boyunca uzanan kanserin korkusu ve başka korkular, daha güçlüleri, kanına işlemiş olanlar, nesillerin, ailesinin, ırkının korkuları, hepsi ortaya çıkıyordu; şişmiş gözleri, burnundaki kara, ok gibi bıyıklarıyla kır atın uzun kafası ona doğru eğilirken, bütün bunlarla ve acıdan çok dehşetle, tekrar kendinden geçti.Göğsünün üstünde hafifçe kaldırılmış ayak, ezip canını çıkarabilirdi, ama Judith'in bütün dehşeti turuncu dilde, karşı dudaklardaki köpüklerde, atın suratında odaklanmıştı, bu ciddi suratta atın yabancılığını alabildiğine bir farklılık, akıl almaz bir şey, dünyayı kavrayışında açılan bir gedik gibi gördü, doğada açılan bir çatlağa benzeyen bu gedikte, bitip tükenmeyen katıksız dehşetten başka hiçbir şey yoktu.Atı gördü, atın altında aciz yattığını.
...
Önünde dağlar gibi yığılmış onu bekleyen gücünün sınavlarını gördü, zorlu sınavlar ama eşi benzeri görülmemiş sınavlar değil.
(Gerekli Güç)
---
France şöyle yazdı Elizabeth'e: "İlk aktarmamı yapıyordum, bekleme salonunda ağlayıp bağıran bir aam vardı.Etrafında büyük bir boşluk yaratmıştı.Tek istediğimiz salim kafayla bir fincan çay içip gazete okumaktı, gelgelelim çığlık atıp duruyordu.Pek genç bir adamdı, kafasında koca bir yığın, tarak görmemiş kuzu kıvırcığı saç vardı.Şöyle bağırıyordu: 'Neye yarar!' Sadece bu: 'Neye yarar!' Tekrar tekrar, bir yandan da öne arkaya sallanıyor, ara sıra yüzünü elleriyle kapatıyordu.'Neye yarar!' Bu kadarcık, ama sanki en inandırıcı tonu ararmış gibi, farklı ses tonlarıyla.Sonunda polisler geldi, onu alıp götürdüler."
(Haliç)
---
*Çok görmüşsünüzdür onları
Güneşli bir kış sabahında sırtlanmışlardır buzları
Yağmur sonrasıdır.Tokuşup tıkırdarlar.
Telaş minelerini çizer, çatlatır
Artan rüzgarla rengarenk olurlar
Çok geçmez güneşin ısısıyla döktükleri billur kabuklar
Düşer karın kaymağına, kaplar ortalığı
Süpürülecek yığınla cam kırığı
Cennetin iç kubbesi inmiş sanırsınız.
Onlarsa yüklerinden eğilirler kuru eğreltilere doğru
Kırılmazlar kırılmasına da; eğilmişlerdir bir kere
Çok alçaklara uzun uzadıya, doğrulamazlar bir daha...
Korularda görürsünüz bükülmüş gövdelerini
Yıllar geçmiştir, sererler yerlere yapraklarını
Saçlarını öne atmış güneşte kurutan
Diz çökmüş elleri yerde yatan kızlar gibi

*Amerikalı şair Robert Frost'un (1874-1963) "Huş Ağaçları" şiirinden.

...Geyik, yabankedisi ve ayı daha uzağa, sonra çok daha uzağa gideceklerdi, gidip duracaklardı, gidecek yerleri kalmayıncaya dek...

(Otoportre)
David  Constantine
Öyküler
Başka Bir Ülkede