19 Nisan 2013 Cuma

fahim bey ve biz, abdülhak şinasi hisar


Para, mevki, şöhret, elde edilen bütün zevklerin nasıl ödendiğini bilmez misiniz?Bilmez misiniz ki insanlar bunları sıhhatleri, zekâları, huzurları pahasına öderler.Bunları hatta şerefleri, haysiyetleri ve hayatlarıyla ödeyenler vardır.Bütün kuvvetlerini harcayarak tekmil ruhlarıyla oynayan oyuncular arasında, siz, soğukkanlılığınızla ve hiç değişmeyen hülyalarınızla, mızıkçılık eden bir oyuncu olarak kalıyorsunuz!
---
İnsanlar, birbirlerinden uzun mesafelerle ayrılmış yıldızlar gibi, kendi hususi boşlukları içinde dönen, hepsi yalnız, hepsi mahrem ve başkalarına kapalı birer dünyadır.Bir yıldız sönünce ondan uzaktakiler bir şey duymaz.
---
Lakin belki hayatın hakikat ve muvaffakıyet çerçevelerine uymayan ve sığmayan bu hülya ve hesap ile hep hakikatin haricinde, ancak bir efsane aleminde kalmaya mahkumdu.
---
Victor Hugo, yalnız Paris'teki Milli Kütüphane'de bulunan ve yalnız tarihe dair olan eserleri , günde on dört saatini okumaya ayırabilen bir adamın okuyabilmesi için dahi sekiz yüz sene lazım geleceğinin hesap edilmiş olduğunu yazıyor.Victor Hugo'nun bunu yazdığı zamandan bugüne kadarki farkı da hesap ederseniz, en aşağıdan, bin seneden fazla lazım gelecek demektir.
---
Ellerimize geçen nimetler böyle çok kere bizim artık layık olmadıklarımızdandır.
---
...sözlerinde ekseriyetle "dün, "evvelki gün", "geçen gün" der gibi "bundan yirmi beş sene evvel", "kırk sene evvel" dediği olurdu.Cümleleri zaten hep eski renkleri solmuş, eski tesirleri uçuksamış birtakım kelimelere ve şekillere bürünüyordu.
---
Ben böyle başkalarının acılarını bilmekten çıkan hiçbir teselliyi kabul etmiyorum.
---
Mevleviler, ayinlerde, döne döne uçmasınlar diye dervişlerine yeryüzünden bir ses duyurmak için musiki çalarlar.
---
Sadadan sonra aksisada başlar.Ve çok kere bu sadanın aksinedir.Ben de o yaşta kainatın hikmetine kendimi büyüklerden ziyade yakın duyardım.
---
Zira herkes gizlice hıyanet ettiği bir ahlaka hürmetini, başkalarını itham ile ispat etmek ister.
---
İhtiyarların böyle, mezarlıklara düşmeden önce, düştükleri bir "araf" hayatı vardır.Ölüm, onlar daha hayat içindeyken, böyle yalnızlık, sükut ve inziva ile başlar.
---
Biz bile kendimizi en sadık bir aynada görmek istesek nefesimizin buğusu aynamızı bulandırır ve gözlerimizi şaşırtır.Ancak biz kendimizi o kadar kıymetli duyarız, kendi lüzumumuza o kadar kanarız ki , başkalarının hakkımızdaki fikirlerini bu sağlam kanaatimize karşı birer ihanet sayarız.
---
Arşimed kendisine bu toprak haricinde bir istinat noktası verilse, dünyayı kaldıracağını söylermiş.Biz de kendimizi muhakeme, tadil ve tedavi için kendimizin dışında dayanacak bir nokta bulmakta aynen bu kadar imkansızlıkla karşılarşırız.

Fahim Bey ve Biz
Abdülhak Şinasi Hisar

5 Nisan 2013 Cuma

hayatın anlamı, terry eagleton

Tragedya, tüm sanatsal türler arasında "hayatın anlamı" sorusuyla en keskin ve şaşmaz biçimde yüzleşen, ona verilecek en dehşetli yanıtları, oldukları gibi ağırlamaya cesurca hazır bir sanatsal tarzdır.
---
Eğer güzel akşam yemekleri unutulup gidiyorsa, zalim hükümdarlar ve diş ağrıları da unutulup gider.
---
Eğer dünya belirsizse umutsuzluk mümkün değildir.Belirsiz bir gerçeklik, umut için kesinlikle açık kapı bırakmalıdır.Muhtemelen serserilerin kendilerini öldürmeme nedenlerinden birisi budur.(fakat onların serseri olduğunu kim söylüyor?)Beckett'ta ölüm yoktu; yalnızca bitmez tükenmez bir yozlaşma süreci olarak organların sertleşmesi, derinin pul pul dökülmesi, gözyuvarlarının bulanıklaşması, işitmenin ağırlaşması ve sonsuza gitmesi muhtemel bir çürüme vardır.Godot'nun yokluğu, hayatı radikal bir belirsizliğe sokmuş gibidir ama bu onun gelmeyeceğinin bir garantisinin olmadığı anlamına gelir...Mutlakların olmadığı bir dünyada umutsuzluk da mutlak olamaz.
---
Başkalarının, tercih etmek zorunda olmadığımız ama bize kendimizi ve dünyayı anlamlandırmamızı sağlamaya temel sunan anlamlarıyla örülüyüz.Her manada değilse bile bu manada, kendi hayatımın anlamını belirleyebileceğim fikri bir yanılsamadır.

Hayatın Anlamı
Terry Eagleton

son ucu, yunus emre

Sen bu cihan mülkünü Kaftan kafa tuttun tut
Ya bu alem malını oynayuben yuttun tut

Süleyman'ın tahtına şah olup oturdun bil
Dive, periye düpdüz hükümleri ettin tut

Fir'avn'ın hazinesin, Nüşirevan'ın genciyle
Karun malına katıp, sen malına kattın tut

Bu dünya bir lokmadır, ağzında çiğnenmiş bil
Çiğnenmişe ne yutmak, ha sen anı yuttun tut

Ömrün senin ok bigi, yay içinde dopdolu
Dolmuş oka ne durmak, ha sen anı attın tut

Her bir nefes kim gelir, keseden ömr eksilir
Çün kese ortalandı, sen anı tükettin tut

Çün denize gark oldun, boğazına geldi su
Deli gibi talpınma, ey biçare battın tut

Ölüm vardır bilirsin, varıp gafil olursun
Kamulardan ayrılıp, varıp sinde yattın tut

Yüz yıllar hoşluk ile, ömrün olursa Yunus
Son ucu bir nefesdir, geç andan unuttun tut

Yunus Emre

fitnat hanım


Bir dostu Fitnat Hanım'a, kaç yaşında olduğunu sormuş.Fitnat Hanım:
"Altmışı geçiverdik" demiş.Öbürü şaşırmış:
"Geçiverdik mi?"
Sözcük oyunlarını pek seven Fitnat Hanım:
"Elbette dostum" demiş, "Zevk alarak yaşanan yıllara 'yaş' denir.Biz ömrümüzü yaşamadık, geçiverdik.


Nüktedan
Derleyen:Süleyman Bulut

godot'yu beklerken, samuel beckett

Godot'yu Beklerken
Samuel Beckett

suskunlar, ihsan oktay anar


"Her musiki, sesin değil de aslında sessizliğin bir taklidi."

Şimdi, sevgiyle tokuşturulan kadehlerin tınlamasını, dost bildiğimiz insanlarla yaptığımız sohbetleri, altun paraların şıngırtısını , bir güzelin şuh kahkahasını, mal yüklü ticaret gemilerinin yelkenlerini şişiren rüzgarın uğultusunu, ilim öğrenmek için okuduğumuz kitapların sayfa hışırtılarını ve hatta, ölümsüzlüğün sırrı olan ab-ı hayat'ın şırıltısını unutalım ve burnumuza üflenen nefesi, vakti gelince aldığımız gibi, tertemiz bir nağme olarak sessizce teslim etmeye hazır olalım.Öyleyse hep birlikte susalım ve artık O'nun sesini dinleyelim.

Suskunlar
İhsan Oktay Anar

abdal, behçet necatigil





Abdal

Yürür asfalt ovalarda abdal.
Vitrinlerin düşen kepenklerinde
Hep hüzün çeşmeleri: lambalar.

Yüzer gibi önce bir tulum yavaşça

Yanaşır kıyımıza eski diclelerden
Ve fırlar ilk bedevi, dalar çadırımıza.
Nerde bu leylâ, aslı nerde?
Çıkartmalar, yağma ve leylâ!
Vurur ferhat dağlarında abdal-
Bir fener olacak ilerde bir yerde.

Sığ sularda dönen yorgun gemiler

Yangın ve tütün içinde arar da
Görmez geçer sönmüş eski feneri
Bir ses çınlar karanlıkta: Kayalar!

Ateşin daha yeni bulunduğu çağlarda

Yine böyle yanardı lambalar,
Sonra asfalt ovalarda
Akan seller ve abdal.

Behçet Necatigil

tutunamayanlar, oğuz atay

Çıkarını düşünen insan fakir de olsa aynı derecede kötüdür.Belki sevgi, biraz iyi yapar onu.Bu köylüyle bir ortak yanımız var: ikimiz de sigara içiyoruz.Gerisini kimse bilemez.
---
Bir insan eşyayı da suçlayamazsa, divana istediği gibi bir tekme atamazsa insanlığı nerde kalır?Eşya da isyan eder mi insana?İnsan mahkemelerinde eşyalar davayı kazanır mı?
---
Boyumdan büyük işlere kalkmıştım.Şimdi, boyumdan küçük işleri bile başaramıyordum.
---
İkiniz, aşırı çelişik uçlarda bulunan karakterlerinizin bana nasıl etki edeceğini, benim hücrelerimi nasıl bir çıkmaza sokacağını hiç düşünmediniz mi?
---
Mantık denen bir zehir aşılamışlar.Nedenini bulmak sorumluluğunu duyuyorsunuz.Canın cehenneme, diyemiyorsunuz.Hürriyet, gerçek hürriyet kalkıyor ortadan.
---
Hürriyet, ölümden kaçmak değildir.Belki de yalnız ölüme giderken hür olabilir insan.Ancak ölüm-kalım anında hürriyetin gerçek anlamını kavrayabilir.
---
İnşallah yakında ölüme de çare bulursunuz ve ben de binlerce yıl kulağınızın dibinde sızlanır dururum.
...  
 “Senden hatırladıklarım damla damla su gibidir
Elin ayağım olayım, Selim bana haber getir.
Yaşayışın benim için zahmet-i devr-i esatir
Vesaik-i perişanın sinemde ağu gibidir.”

Tutunamayanlar
Oğuz Atay



sessiz, kemal sayar


sessiz oturabilir miyiz seninle
aramızda yaprakların hışırtısından
ve ceylanların hayata çıkışından
başka bir ses olmadan

beni sessiz de sevebilir misin
yağmur almış toprağı
ve üşüyen kainatı dinlerken
araya dünya sözleri karışmadan

biliyor musun çekirgelerin
unutulmuş ülkelerin
kahrından kuruyan nehirlerin
diliyle konuşabilirim seninle
duyabilirim seni hiç konuşmadan

kalbinin atışlarını duyabilirim
içinde bir yaz gezmesine çıkan çocuğu
ve dudağın en uzak sokağında
biriken dilini hayatın
sökebilirim, öğrenebilirim
sözcükler bağırtılar klaksonlar
ona karışmadan

ay sesiyle, gün sesiyle, gül sesiyle
tırmanırım kalbinin tepesine ve işte
zakkumların diliyle konuşabilirim seninle
rüzgarın ve acının bildiği dilde
acelesiz, hiç yarışmadan

sessiz oturabilir miyiz seninle?

Kemal Sayar