18 Ocak 2019 Cuma
gönüllü kulluk üzerine söylev, etienne la boetie

---
...Kentlerinizi çiğnediği ayaklar sizinkiler değilse bunları nereden almıştır?Sizin tarafınızdan verilmiş olmasa üzerinizde nasıl iktidarı olabilir?Sizinle anlaşmadıysa sizin üstünüze gitmeye nasıl cesaret edebilir?Kendinize ihanet etmeseniz, sizi öldüren bu katilin yardakçısı olmasanız ve sizi yağmalayan bu hırsıza yataklık etmeseniz o ne yapabilir.Zarar versin diye meyvelerinizin tohumunu dikiyorsunuz.Hırsızlıklarına eşya sağlamak için evlerinizi doldurup döşeyip, kızlarınızı da şehvet tutkusunu tatmin etsin diye yetiştiriyorsunuz.Çocuklarınızı onlara yapabileceği en iyi şey olan savaşlarına götürsün diye, katliama götürsün diye, onları tutkularının uşakları ve intikamlarının uygulayıcıları yapsın diye büyütüyorsunuz.Derin haz duygularını incelikle ele alabilsin ve pis ve rezil eğlencelerinin içinde yuvarlanabilsin diye ölesiye çalışıp bitkin düşüyorsunuz.Onun daha güçlü ve sert olması ve böylece dizginleri daha da sıkması için kendinizi zayıflatıyorsunuz.
---
...Eğer insanlar fazla sağır olmasaydılar, hayvanların onlara "yaşasın özgürlük" diye haykırdıklarını duyarlardı.Hayvanların birçoğu yakalandıkları anda hemen ölür.Örneğin, balık sudan çıkar çıkmaz yaşamını da yitirir; aynı biçimde ışığı terk eden bazı hayvanlar doğal bağımsızlıklarının yok olmasından sonra yaşamak istemezler.
---
..Gücünün son damlasına kadar kendini savunup bir kurtuluş yolu göremeyen ve yakalanmak üzere olan bir filin, dişlerini ağaçlara vurarak kırması, doğduğu gibi özgür kalma arzusunun onu düşünmeye sevkedip avcılarla pazarlık yapmaya yöneltmesinden ve eğer dişleri pahasına kurtulacaksa, dişlerini özgürlüğünün fidyesi olarak vermesinden başka ne olabilir ki?
---
Öküzler bile boyunduruk altında sızlanır
Kuşlar ise kafes içinde yakınır.
---
Venediklilere bakarsak, içlerinde en kötü olanların bile kral olmak istemediğini görürüz.Aynı şekilde doğup eğitilmiş bu insanların, özgürlüklerini en iyi biçimde kimin daha iyi sürdürebileceğinden başka bir tutkuları yoktur.Beşikten beri bu şekilde öğrenmiş ve davranmış olan Venedikliler, bağımsızlıklarının en ufak bir parçasını bile dünyanın diğer tüm mutluluklarını elde etmek için feda etmezler.Bu insanları gören bir kişi kalkıp da bizim büyük Efendi diye adlandırdığımız insanın topraklarına giderse, burada sanki bu büyük Efendi'ye kulluk-kölelik etmek için doğan ve onu yerinde tutmak uğruna canlarını veren insanlarla karşılaşacaktır.
---
Utikalı Katon, daha bir çocukken diktatör Sulla'nın evine gidip gelirdi.Bunun nedeni, bu evin kapılarının ona sürekli açık olmasından ve Sulla ile yakın akrabalığından ileri geliyordu.Katon bu eve, her iyi aile çocuğunun yapmaya alışkın olduğu biçimde, yani efendisiyle beraber giderdi.Sulla'nın konağında, gerek onun önünde, gerek onun buyruğu üzerine, insanların mahkum edildiklerini, bir kişinin sürülürken diğerinin boğazlandığını, bir yurttaşın hapis edilmesinin, diğerinin ise kellesinin istendiğini görmüştü.Sonuç olarak, burada her şey kentin bir görevlisinin evindeki gibi değil de, halkın tiranının evindeki gibi olup bitiyordu ve burası bir adalet divanı değil, fakat tiranlığın yatağıydı.Bu soylu çocuk efendisine şöyle dedi: Bana neden bir hançer vermiyorsunuz?Onu giysimin altında saklayacağım.Sulla'nın odasına çoğu kez o uyanmış olmadan önce giriyorum.Kenti ondan kurtarmaya yetecek kadar güçlü bir kolum var.İşte bu gerçekten Katon'a vergi olan bir sözdü.Bu söz, kişinin ölümüne yaraşır başlangıcıydı.
---
Güneşin bize göründüğünden daha başka bir biçimde göründüğü ülkeleri ele alalım.Buralarda, güneş altı ay sürekli parladıktan sonra, yılın geri kalan kısmında kendini göstermeyip insanları karanlıkta bırakır.Bu uzun gecede doğan kişilerin aydınlıktan konuşulduğunu duymamış ve gündüzü hiç görmemiş olduklarını düşünürsek, bu kişilerin ışığı arzulamadan içinde doğdukları karanlığa alışmalarını görmek bizi şaşırtır mı?
---
Tiranlar, dini koruyucu olarak ön plana koymayı arzular ve hatta mümkünse, kötü yaşamlarına destek olması için birkaç tanrısallık örneğinden faydalanırlardı.
---
Vergilius'un Sibylie'ine ve cehennemine inanmak gerekirse, insanlarla alay etmiş ve Jüpiter olmak istemiş olan Salmoneus, şimdi yaptıklarının karşılığını görmekte ve cehennemin derinliklerinde,
Acımasız sıkıntılar çekmektedir, öykünmek istediği için
Olympos'un gök gürültüsü ile Jüpiter'in şimşeklerine.
Dört atlı arabasının üzerinde gitmişti yiğitçesine
Elinde sallayarak yanan meşalesini,
Yunan halkları arasından
Ve Elis ülkesindeki kentinin ortasından.
Meydan okuyup kalkışmıştı sahip çıkmaya
Yalnızca Tanrılara özgü olan bu onura.
Taklit edilmez yıldırım ile fırtınalara
Yeltenmişti bu akılsız kişi öykünmeye
Nallı atlarının tunç köprüde çıkardığı gürültüyle.
Ancak kudretli baba (Jüpiter -çev.-) -ki kötülüğü cezalandıran-
Atmıştı bulut kümeleri arasından
Alevler çıkaran ne bir ışık, ne bir meşale,
Fakat korkunç bir fırtınanın sert darbesi ile
Tepetaklak edip vurmuştu onu yere.
*Le Boetie, bu dizeleri İ.Ö. 70-19 yılları arasında yaşamış Romalı ozan Vergilius'un Aeneis adlı destanından almıştır.
Salmoneus, Yunan mitologyasında, Zeus'a öykünmeye kalkışmış olan bir ölümlüdür.
Sibylle, Yunan mitologyasında, geleceği görüp söyleyen kadındır.Destanda, geleceğibi öğrenmek için Hades'e (yeraltındaki ölüm ülkesine) inen Aineias'e eşlik etmiştir.
Aineias, Aphrodite'nin oğludur.Mitologyaya göre, Troia'nın düşmesinden sonra kaçıp denize açılmış ve uzun serüvenlerden sonra İtalya'ya ulaşığ Roma kentini kurmuştıur.
---
...Doktorların, "eğer bedenimizde çürümüş bir bölge varsa ve o andan sonra başka bir kısmında bir şey harekete geçmişse, bu şey hemen bozulmuş bölüme gider." dedikleri olgu gibi, bir kral kendini tiran olarak bildirdiği andan başlayarak krallığın tüm kötü tabakaları, tüm ayak takımı -ki bunlarla kastetmek istediğim bir devlette ne fala kötülük ne de fazla iyilik yapamayacak hırsızlar ve kulağı kesikler değil, fakat ateşli bit yükselme hırsıyla ve hatırı sayılır bir para tutkusuyla suçlandırılan kişilerdir -ganimetten pay alabilmek ve büyük tiranın altında kendilerini küçük tiranlar yapabilmek için çevresinde toplanıp onu desteklemeye başlarlar.Tıpkı büyük hırsızların ve tanınmış korsanların yaptıkları gibi, birileri ülkeyi tanımaya çalışır, diğerleri yolcuları soymak amacıyla gözetler; birileri tuzak kurmuştur, diğerleri ise pusudadır; birileri kılıçtan geçirirken diğerleri insanları soyar.Aralarında ganimetin ya da hiç olmazsa bu ganimetin aranışının kokusunu almayan tek kişi yoktur.
---
...Tiran, kendine yakın olan diğer kişilerin alçaklaştıklarını ve kendinden lütuf dilendiklerini görür.Bu kişilerin tiranın söylediklerini yapmaları yeterli değildir; onun ne istediğini düşünmeleri ve hatta onu memnun edebilmek için düşüncelerini öngörmeleri gerekir.Tirana yalnız itaat etmekle kalmayacaklar, onu hoşnut da edecekler, işlerini yapmak için uğraşacaklar, didinecekler, onun keyifli olmasından haz duyacaklar ve kendi kişisel beğenileri yerine onunkileri benimseyerek mizaçlarını, doğal yapılarını değişmeye zorlayacaklardır.
---
Karısı olmadan yaşamayacak gibi gözüken kişinin (tiranın), çok sevdiği karısının çıplak boynunu görüp söylediği bu anlamlı söz çok yaygındır."Benim buyurduğum anda, bu güzel boyun hemen kopartılacaktır."
---
Hiç kuşkusuz, tiran hiçbir zaman ne sevilir ne de sever.Kutsal bir sözcük, aziz bir şey olan dostluk, yalnızca iyi insanlar arasında bulunur ve karşılıklı saygı ile kurulur; yapılan bir iyilikle değil de daha çok iyi bir yaşamla sürdürülür.Bir kişiyi başka birisinin güvenilir dostu kılan, onun doğruluğunu kavrayıp güvenine sahip olması ve onun iyi doğal yapısını, dürüstlüğünü ve tutarlılığını bilmesidir.
Gaddarlığın, namussuzluğun, adaletsizliğin olduğu yerde dostluk olamaz.
Kötüler kendi aralarında toplanınca bu bir komplo olur, yoksa bir arkadaş topluluğu değil.Birbirleriyle konuşmazlar, fakat birbirlerinden çekinirler.Dost değil, suç ortaklarıdırlar.
Etienne de La Boetie
Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev
Çeviri ve Yorum: Prof. Dr. Mehmet Ali Ağaoğulları
İmge Kitabevi
türkiye'nin linç rejimi, tanıl bora
...Konuyla ilgili sosyoloji, psikoloji, siyasetbilimi, antropoloji literatüründe, linç sözcüğünün daimi refakatçisi: güruh.Değersiz kalabalık, ayaktakımı, sürü.Lincin öznesi olduğu kadar, nesnesidir de güruh.Linç girişimcilerini illa bir lümpenler topluluğu, azgın bir fanatik kitlesi, tutunacağı bir dal, bağlanacağı bir değer kalmamış kopuklardan müteşekkil bir kara kalabalık olarak tasavvur etmeyn.Elbette, böyle bir kitlenin lince celp edilmesi bilhassa kolaydır; "böyleleri" eşiği kolayca geçebilir, kırıp dökebilirler.Ama unutulmasın: Linç eylemi, ona kalkışanları, ona kapılanları güruha dönüştürür.Linci yapan güruh olduğu kadar, güruhu yaratan da linçtir.Linç deneyimi, girişim ve ajitasyon 'aşamasından' itibaren, kitleyi, kalabalık içindeki insanları güruh haline getirir.Güruhlaşmanın meyli, lincedir.
---
...Toptaş'ta (Heba Romanı) ellerinde sopalar, taşlarla üzerine doğru gelen insanlara bakakalan linç kurbanının "bu insanların hepsi bana saldırmak için geliyor olamaz, geridekiler mutlaka öndeki o gözü dönmüşleri durdurmaya çalışıyor" diye içinden geçirmesi, 'ummak istemesi', linç dehşeti karşısındaki sahih insani hayreti anlatır bize.
---
...Hep akıl tutulmasından söz ediyoruz; evet, linççi atmosfer bir akıl tutulmasına yol açıyor.Ama bununla eş önemde bir duygu tutulması da yaşıyoruz biz.Kayıplarının yasını tutamayan, yas tutmanın vakarını gösteremeyen, kendi içine bakmak üzere bir an bile sessiz kalamayan, acısını, tepkisini mutlaka ve sadece intikam diline transfer eden, sürekli buna itilen bir toplumun durumunda duygusal bir problem görmez misiniz?
---
Nazi Propaganda Bakanı Joseph Goebbels'in Günlükler'inden yaptığım aktarmaları hatırlatacağım.Orada, bir politika olarak linç stratejisinin "iç" meselelerinin veciz özetine rastlarız.Goebbels, her şeyden önce "aşağıdan yukarıya olağanüstü hal"in tesisini gayet veciz özetler: "Gösterileri devam ettiriyoruz.Polisi geri çekiyoruz.Yahudiler milli öfkeyi hissetsinler bir bakalım.(...)Şimdi eylem sırası halkta"
---
SA'ların tasfiyesi, bunun için yapılmış sembolik bir hamledirAşağıdan yukarıya olağanüstü hal, yerini, devlet otoritesi altında kalıcı olağanüstü hal rejimine bırakır.Klemperer'in yalın özetiyle,
"Pazar sporu mahiyetindeki yarı özel cezalandırma harekatlarının yerini, anında, nizami ve resmi polis eylemi aldı-hint yağının yerini de toplama kampları.Linççi vatandaşlar, muhbir vatandaşlara dönüştüler.
---
...Günümüz Türkiye'sindeki linç girişimlerinin bu temelde bir tahlilini yapan Zeynep Gambetti'nin İsmet Akça'dan naklettiği ifadeyle şiddet taşeronlaştırılabiliyor; vey Godoy'tan aktardığı daha karanlık terimle, şiddet demokratikleştiriliyor.
Tanıl Bora
Türkiye'nin Linç Rejimi - Genişletilmiş Baskı
---
...Toptaş'ta (Heba Romanı) ellerinde sopalar, taşlarla üzerine doğru gelen insanlara bakakalan linç kurbanının "bu insanların hepsi bana saldırmak için geliyor olamaz, geridekiler mutlaka öndeki o gözü dönmüşleri durdurmaya çalışıyor" diye içinden geçirmesi, 'ummak istemesi', linç dehşeti karşısındaki sahih insani hayreti anlatır bize.
---
...Hep akıl tutulmasından söz ediyoruz; evet, linççi atmosfer bir akıl tutulmasına yol açıyor.Ama bununla eş önemde bir duygu tutulması da yaşıyoruz biz.Kayıplarının yasını tutamayan, yas tutmanın vakarını gösteremeyen, kendi içine bakmak üzere bir an bile sessiz kalamayan, acısını, tepkisini mutlaka ve sadece intikam diline transfer eden, sürekli buna itilen bir toplumun durumunda duygusal bir problem görmez misiniz?
---
Nazi Propaganda Bakanı Joseph Goebbels'in Günlükler'inden yaptığım aktarmaları hatırlatacağım.Orada, bir politika olarak linç stratejisinin "iç" meselelerinin veciz özetine rastlarız.Goebbels, her şeyden önce "aşağıdan yukarıya olağanüstü hal"in tesisini gayet veciz özetler: "Gösterileri devam ettiriyoruz.Polisi geri çekiyoruz.Yahudiler milli öfkeyi hissetsinler bir bakalım.(...)Şimdi eylem sırası halkta"
---
SA'ların tasfiyesi, bunun için yapılmış sembolik bir hamledirAşağıdan yukarıya olağanüstü hal, yerini, devlet otoritesi altında kalıcı olağanüstü hal rejimine bırakır.Klemperer'in yalın özetiyle,
"Pazar sporu mahiyetindeki yarı özel cezalandırma harekatlarının yerini, anında, nizami ve resmi polis eylemi aldı-hint yağının yerini de toplama kampları.Linççi vatandaşlar, muhbir vatandaşlara dönüştüler.
---
...Günümüz Türkiye'sindeki linç girişimlerinin bu temelde bir tahlilini yapan Zeynep Gambetti'nin İsmet Akça'dan naklettiği ifadeyle şiddet taşeronlaştırılabiliyor; vey Godoy'tan aktardığı daha karanlık terimle, şiddet demokratikleştiriliyor.
Tanıl Bora
Türkiye'nin Linç Rejimi - Genişletilmiş Baskı
yedi asılmışların hikayesi, leonid andreyev
Yaşını tahmin etmek, çürümeye başlamış bir cesedin yaşını tahmin etmek kadar güçtü.
---
Ve en beklenmedik anda, bambaşka şeyler görüşülürken, birden ayağa fırlayarak heyet başkanına dönmüş ve rica etmişti:
-Müsaade et hakim abi, size bir ıslık çalayım!
---
Bir gün, akşamüstü ışıklar yanınca, Çingene hücresinin tam ortasında elleri ve ayakları üzerine hayvan gibi çöktü ve titrek bir kurt ulumasıyla ulumaya başladı.Bunu yaparken gayet ciddiydi, çok önemli bir iş yapıyormuş gibi uluyordu.İçine bir göğüs dolusu hava çekiyor ve sonra bu havayı ağır ağır, titrek bir ulumayla salıveriyordu.Kendi sesini gözlerini yumarak dikkatle dinliyordu, nasıl oluyor diye.Sesindeki titrek notalar yapmacık gibiydi.Ama anlamsız bir bağırma değildi bu.Bu anlatılamaz korku ve hayretle dolu hayvan ulumasının her notasını itinayla bitiriyordu.
---
Ama belki ruhunda, yüreğinde taşıdığı bu özellik, belki insanlara karşı olan sonsuz sevgisi, büyük kahramanlığa her an hazır oluşu, kendi kişiliğine asla önem vermeyişi onu haklı çıkarabilirdi?Yapmak istediği ve yapabildiği şeyleri tamamlayacak zaman bulamamıştı ki, ona vakit bırakmamışlardı ki.Onu mabedinin eşiğinde, tapınağının önünde öldürmüşlerdi.
Peki öyleyse, bu doğru ise ve böyle ise ve insan yaptığı şeyler kadar yapmak istediği şeyler için de değerli olabiliyorsa, o zaman...belki de bu, fikir uğruna işkence çekme sembolü olan haleye hak kazanıyor?
Musya mahcup, düşünmeye devam ediyor.
"Acaba?Acaba layık mıyım ben?Böylesine önemsiz, böylesine gösterişsiz olan benim peşimden insanların ağlamalarına, dövünmelerine layık mıyım ben?"
---
-Hayır, Verner, hayır cancağızım!Bütün bunlar önemsiz şeyler, X'i öldürdün mü, öldüremedin mi, mühim değil.Akıllısın sen, ama nedense hayatta satranç oynuyormuş gibi davranıyorsun:Bir piyonu aldın, bir başkasını ve o zaman bakarsın, partiyi kazandın.Ama önemli olan Vernerciğim, bizim kendimizin de ölüme hazır oluşumuzdur.Anladın mı?Bu beyefendiler ne sanıyorlar?Ölümden daha korkulu bir şey yokmuş dünyada onlar için.Kendileri ölümü icat ettiler, kendileri de ondan ürküyorlar, bizi de korkutmak istiyorlar.Bana kalsa ne yapardım biliyor musun?Tek başıma bir alay askerin önüne çıkıp onlara Brovningden ateş açardım.Olsun, ben tek olayım, onlar ise binlerce kişi, kimseyi vurmayayım, bu da önemli değil.Önemli olan, onların kalabalık olmalarıdır.Ben ise tekim.Ve binlerce kişi, onu öldürmek için bir tek kişinin peşine düşerse, demek ki bu tek kişi, yeniyor davada.Vernerceğizim, inan dostum, bu böyledir.
---
Bir insanın, geceleyine vinde yalnız kalınca, bütün eşyaların birden canlanıp insanlara egemen olma gücü kazanmaları karşısında aciz kalması gibi, istediğin kadar bağır, şuraya buraya atıl, yalvar, başkalarını imdadına çağır; boşuna.Eşyalar kendi dilleriyle kendi aralarında bir şeyler konuşacak ve seni asmaya götürecekler.Ve kalan eşya da büyük bir umursamazlıkla olup bitenleri seyredecek.
---
<Sen, bütün acı çekenlerin tatlı umudu...>
Bazen zor anlarında dua etmek için değil, sadece içinden gelerek bu sözleri söylerdi, hatta bilinçaltında fısıldadığı oluyordu: "Sen, bütün acı çekenlerin tatlı umudu..."
---
O sevgim ki, denizlerden daha engin...Anlamıyor işte, hayat sahilleri!
Leonid Andreyev
Yedi Asılmışların Hikâyesi
Yar Yayınları-2006
haluk'un vedası, tevfik fikret
...
İşte bir yol ki hep çakıl diken;
Geçeceksin yarın bu yoldan sen...
Geçeceksin, ayakların yorgun,
Ellerin parçalanmış, kanlıdır bağrın;
Fakat alnın açık, yüzün güleç;
Gözleri ufka mutluluk ve nur akıtan
Bir sihirli görüntüye bağlanmış!..
Sen koşarsın, o pırıltılı hayal
Yaklaşırken uzaklaşır, çılgın
Bir coşkuyla sen kucaklarsın,
O kaçar; kolların açık, susamış,
Atılırsın; o korkunç, ta uzakta kalmış
...
Bir dikenlikte gizlenir ve güler;
Sen koşarsın, kırık, ezik, dargın,
Ellerin parçalanmış, kanlıdır bağrın;
Büsbütün teşne, büsbütün yorgun.
Sen yoruldukça yol uzar, artar;
Çalı dişler, taş ağrıtır, yırtar;
Çırpınır her dikende bir parçan...
Yine sen, emel dolu, önünde uçan
O, varla yok hayali kapmak için
Atılır, yırtılır ve inlersin.
Varsın uçsun, bugün değilse yarın
O senindir, kederli olma sakın.
...
Tevfik Fikret
Haluk'un Vedası
23 Kasım 2018 Cuma
uzaktır güneyin şarkıları, ahmet erhan'dan hüseyin ferhad'a
UZAKTIR GÜNEYİN ŞARKILARI
Hüseyin Ferhad'a
Uzaktır güneyin şarkıları şimdi
Sen ki uzaklıkları özlerdin ey çocuk
Dilinde kekremsi, garip bir tadla
Akıtırdın boğazından sözcükleri
Yağmur ne de çabuk siliyor
Bir daha dönmeyeceklerin ayak izlerini
Çıkıp gidiliyor bir geceyarısı, çocuklar uyurken
Bir dardağan ağacının altına bırakarak gölgeni
Uzaktır güneyin şarkıları şimdi
Acılarla tütsülenmiş gecelerden aydınlığa
Bir kapı daha açmak için
Abansan da ay ışığının parlattığı yollara
Yüzündeki kavrukluğu silebilir misin?
Ahmet Erhan
Öteki Şiirler
22 Kasım 2018 Perşembe
deniz kabuğu, can ozan
Can Ozan - Deniz Kabuğu
Bi hevesle çıktı bu yola, hiç sonunu düşünmeden
Gençti çok hala, bir girdaba yakalandı büyümeden
Ve deniz kabuğuna çekilirken,
İki damla yaş aktı gözlerinden
Ne hayaller kurmuştu belki,
Birden yıkılıp şarkı oldular sözlerinde
Bi söz bi davranış acıttıysa, tekrar tekrar düşünürdü her anını
Biri zarar verdiğinde, hayatından silip unutmaktı intikamı
Ve deniz kabuğuna çekilirken,
İki damla yaş aktı gözlerinden
Ne hayaller kurmuştu belki,
Birden yıkılıp şarkı oldular sözlerinde
Hiç görmedim ki içten içe dolup taşmış olduğunu
Bazı sözlerin gece gece aklına gelip uykusuz tuttuğunu
Ve yolun son çizgisi görünürken,
İki damla yaş aktı gözlerinden
Pişmanlığın hiç faydası yoksa,
Neden bu hisler şarkı oldular sözlerimde
Can Ozan
uygarlık ve delilik, kitabı mukaddes'ten freud'a, tımarhaneden modern tıbba akıl hastalığının kültürel tarihi, andrew scull
...Atina'nın büyük hasmı Sparta'nın kralı Kleomenes'in durumu vardır:
"Karşılaştığı herkesin yüzünü asasıyla dürtmeye başladı.Bu meczupça davranışı yüzünden, akrabaları onu kazığa bağladı.Orada sıkıca bağlanmış halde yatarken, biri dışında bütün muhafızlarının uzaklaştığını fark etti.Bir köle olan bu adamdan, kendisine bir bıçak vermesini istedi.Adam önce buna yanaşmadıysa da, Kleomenes'in serbest kaldığında başına kötü şeyler getireceği yönündeki tehditlerinden ürkerek sonunda razı oldu.Kleometnes bıçağı eline geçirir geçirmez, baldırlarından başlayarak kendini kesmeye girişti.Etini dilimler halinde kopararak uyluklara doğru çıktı, oradan kalçalarına ve böğürlerine geçti.Sonunda ulaştığı karnını doğrayıp kıymaya çevirdi.Böylece işi bitti."
---
Duyguların ve zihinsel faaliyetin merkezi Aristotales'e göre kalp, Hipokrates metinlerine göre ise beyindi: "İnsanlar keyfin, hazzın, kahkahanın ve neşenin, aynı şekilde hüznün, kederin, meyusluğun ve matemin sadece beyinden geldiğini bilmelidir.Böylece özel bir tarzda bilgeliği ve bilgiyi ediniriz; neyin pis ve neyin temiz, neyin kötü ve neyin iyi, neyin tatlı ve neyin tatsız olduğunu görür, işitir ve anlarız."Aklın değil, yüreğin sözünü geçirdiği durumlarda delilik pusuda beklerdi:
"Deliliğin ve hezeyanın, çoğu kez geceleyin ama bazen gündüz bile üstümüze çöken korkuların ve ürküntülerin merkezi de beyindir; uykusuzluğun ve uyurgezerliğin, bir türlü akla gelmeyen düşüncelerin, unutulan görevlerin ve garipliklerin sebebi orada yatar.Böyle şeylerin hepsi sağlıksız bir beyin durumundan kaynaklanır...beyin anormal biçimde nemli olduğunda ister istemez gerginleşir." Hipokrates
...
Bizzat "melankoli" teriminin kökeni Yunan "kara" (melan) ve "safra" (khole) kelimelerine dayanır.
...
Son olarak Yunan epistemolojisi deliliğe ilişkin daha olumlu sonuç doğurabilecek bir yorum sundu; Platon'da ve Sokrates'te karşımıza çıkan bu yorum bazı bakımlardan İbranilerin vahiy almış peygamber fikrini çağrıştırır.Buna göre, delilik dünyayı "görme"nin başka bir olası yolunu temsil ediyor olabilirdi...
---
...Ölümcül şiddete yol açan öngörülemez deli davranışlarına kıyasla, imparatorluk otoritesini sorgulama izlenimi uyandıran meczup davranışları, çok daha meşum ve tehdit edici sayılırdı.Bunun bir örneği 1763'te anlaşılması zor, çılgınca ve abuk sabuk sözler yazılı fişleri iliştirdiği bir çatı kiremidini Fujian valisi Dingzhang'ın bulunduğu yere doğru gelişigüzel fırlatan Lin Shiyuan'dı.Muhafızlar tarafından yakalandı ve haince bir niyetinin olup olmadığının anlaşılması için sorguya çekildi.Akrabaları onun aylardan beri delirmiş olduğunu ısrarla belirttiler.Numara mı yağtığını, yoksa gerçekten deli mi olduğunu araştırmak üzere sorgucular gönderildi.Adamın deli olduğu sonucuna varıldı.Ortaya çıkarılan bütün deliller bu yöndeydi.Vali bu görüşe katıldı.Yine de Lin'e hemen idam cezası verildi.Peki, suçu neydi? "Sinsi sözleri tasasızca yaymak, afişler yazmak ve halkı heyecana getirip kafa karışıklığı yaratmak." Belli delilik türleri hukuken temize çıkabilirken, Lin Shiyuan'ın akıbetinin çarpıcı biçimde gösterdiği üzere, bazılarının kesinlikle öyle sayılmadığı açıktı.
---
Karanlık ve Şafak
...Melankoli üzerine bir risale yazan İshak İbn İmran (ö.908), "hastaları aslında gerçek dışı olanı gerçek sanmaya yöneltici bir şeyden dolayı ruhta oluşan keder ve yalnızlık duygusunu, kara safradan kaynaklanarak, aklı ve idraki bulandıran ve yok eden buharlara bağladı...
...
...Hastalar duvara zincirlenmenin yanı sıra, sıklıkla dövülürdü; İbn Sina bile dayağı aşırı irrasyonel kişilerin aklını başına getirmesinden dolayı bir tedavi yolu saymıştı.
---
Arapça'da el-cünun fünun (delilik çeşit çeşittir) diye bir deyiş vardır.Hatta cünun edebi ya da mistik bir anlamda, dar hesaplı akla alternatifi belirtici bir övgü biçimi olarak kullanılabilir.Farsça'da da deli teriminin karşılığı olan ve "cine yakışır" ya da "cinle çarpılma" diye çevrilebilecek şekilde div ve ane kelimelerinden türetilen divane, her iki türden anlamı kapsar.(Bizzat div kelimesinin İran ve Hint mitolojilerinde derin kökleri vardır) Ama Arapça konuşanlar mecnun terimini kullanarak, tıbbi ve adli biçimleriyle deliliği daha dar anlamda da ifade edeblirler; bu terim çoğu kez özellikle olumsuz çağrışımlarıyla "meczup" anlamında kullanılır.
...
Bazı versiyonlarda Mecnun vurulduğu zinciri koparıp kurtulur.Çölde bir münzevi gibi yaşar, bir deri bir kemik kalır, abuk sabuk konuşur, saçı artık upuzun ve darmadağınıktır, uzayan tırnakları hemhal olduğu hayvanların pençelerini andırır, teni güneşten kararmıştır, dört ayak üstünde emekler, sanrılar görür ve gözleri dalar gider, kimi zaman cinnet geçirir, Müslüman sosyal normlarına sarsıcı bir aykırılıkla çıplak dolaşır.Aklının başında olduğu bir anda şunu itiraf eder: "Halkımın canına batmış bir dikenim ve hatta adım dostlarımı rezil ediyor.Herkes kanımı dökebilir; ben kanun kaçağıyım ve beni öldüren cinayetle suçlanmaz."
---
...Kiliseye konulup ayak bileklerinden zincirlenen meczuplara musallat olmuş kötü cinleri çıkarmak için on sekiz gün süren bir uğraş verilirdi.Deliliği hala sürenlerin birçoğu yöredeki bir köylü ailesinin yanına yerleştirilirdi.Böylece Geel ve civarı yüzyıllarca garip bir meczuplar kolonisini barındırdı ve bütün ekonomi delilerin akrabalarınca yapılan hibelere dayandı.
---
Melankoli ve Delilik
...Başka bir biçim olan "eserekli ya da rügarlı melankoli (...) bağırsaklardan, ama özellikle dalaktn, karaciğer ve bağırsak askısı denilen zardan kaynaklanırdı; Laurentius "kuru ve hararetli bir dengesizlik" diye tarif ettiği bu durumu başka bir yerde "evham hastalığı" olarak nitelendirmişti.
---
Melankolinin tuzaklarından ve sıkıntılarından sakınmak isteyenlere Burton'un en başta gelen tavsiyesi şuydu: "Yalnız kalmayın, boş drumayın."
---
Tiyatronun İmkânları
Tommaso Campanella (1568-1639) Dominiken keşiş.Heretik eğilimlerine ilişkin önceki kuşkulardan dolayı sürgün edildiği Calabria eyaletine hükmeden İspanya kralına yönelik bir tertibin manevi lideriydi.Tertipçilerden birçoğu asılırken ya da halkın önünde parçalanırken, o kaldığı hücreyi ateşe vererek ve işkenceden geçirildiğinde , uykusuz bırakıldığında bile akıl hastası numarasını inandırıcı biçimde sürdürerek, idamdan kurtuldu.Yargıçlar bir deliyi idam ettirmekte tereddüt ettiler: çünkü tövbe edemeyecek durumda olması, onu ebedi lanetlenmeye göndermekten sorumlu olmalarına yol açacaktı.Çeyrek yüzyıldan fazla bir dizi Napoli şatosunda hapis kalan Campanella 1616'da Galileo'yu engizisyona karşı cesurca savunan bir risale yayımladı ve nihayet 1626'da serbest bırakıldı.Çıkışından birkaç yıl sonra yeniden baskı görme tehlikesi üzerine Paris'e kaçtı ve orada 1639'da ölene kadar Fransa kralının himayesinde kaldı.
---
...Taburcu edilmek üzere olan bilginin deliliği, birinin gelişigüzel hava durumundan söz etmesiyle bir anda depreşir.Kendinden emin bir tavırla çevresindekilere, "Bir yunusun sırtına binip her şeyi titreteceğim, çünkü ben Neptün'üm" der.Bir süre sonra şu emri verir: "Haydi denizatlarım!Kuzey rüzgarına saldırıp onun sidik torbasını parçalayacağım."
Seyircilerin bu esprilere tepkisi, böyle sahnelerin çoğalmasını teşvik etti.Ama delilik daha ciddi amaçlarla da kullanılmaya başlandı.Hicve elverişli yapılarından dolayı, deliler toplumla ilgili iğneleyici dokundurmalarda bulunmak ve rahatsız edici düşünceleri dile getirmek için bir araca dönüştü.Püritenler tiyatrodan ve temsil ettiği her şeyden nefret eden mızıkçılar olduklarından, bariz bir hedeftiler.Thomas Dekker'ın The Honest Whore (Dürüst Fahişe, 1604) oyunundaki Çöpçü tipi, bu yönde bittiği pek söylenemeyecek çatmaların ilk örneğini verir.Püriten dediğin nedir ki?"Çan kulesini devirip çan halatlarıyla kendini asmadıkça iflah olmaz."Deli ile aklı başında kişi arasındaki sınırın ne kadar ince olabileceğine işaret eden Çöpçü, şuna cevap verilmesi için üsteler: "Hepsi nasıl olur?(...)Ya, bütün deliler (...) buraya gelecek olsa, şehirde on adam bile kalmaz."Shakespeare'in daha önce kullandığı iğneleyici bir esprinin tekrarıdır bu.Hamlet onu hiç tanımayan (ve Deli Prens Hamlet'in kovulduğunu kesin dille belirten) Palyaço'ya şunu sorar: "Sahi mi, peki niçin İngiltere'ye gönderilmiş?" Palyaço'nun buna cevabı şöyle olur: "Ya, delinin teki de ondan.Orada aklı başına gelir; diyelim ki gelmese bile, orada büyük sorun değil." "Niçin?" diye sorar Hamlet."Durumunun farkına varılmaz" der Palyaço, "oradakiler de onun kadar deli."
---
Delilik dünyanın bu çileli hayatı mutlu hale getirmek, ayrıca yoz ve kötü yöneticilerin davranışları konusunda kendilerini kandırmalarını sağlamak için benimsediği yanıslsamalardır..."Hibe sepetine yağmaladığı onca şeyden bir sikke attığında, günahlarla dolu hayatındaki lağım çukurunun hemen temizleneceğini sanan işadamı, asker ya da yargıç için" elzem bir şeydir."Böyle bir kişi bütün yalan beyan, şehvet, ayyaşlık, kavga, cinayet, aldatma, sahtekarlık, ihanet fiillerinin bir rehin gibi ödendiğini ve bu hesabın kapanmasıyla, günaha açık hazların tamamen yeni bir faslını bir kez daha açabileceğini sanır."*
*Erasmus
---
Tımarhaneler ve Deli Doktorları
(Şimdiden simsiyah dalgaları yarıyorum.)
---
...Londra'nın yeniden inşası çerçevesinde kurulan Bedlam, aynı zamanda monarşinin tekrar başa geçişinin, İngilizlerin hiyerarşiye ve ilahi takdirle belirlenmiş sosyal düzene saldıran Cromwell cumhuriyetinin deliliğinden kurtuluşunun bir kutlamasıydı.Ama yeni Bedlam'ın Londra zenginlerinin hayırseverliğini sergilemeye hizmet eden gösterişli dış cephesi ve bolca süsleri 18. yüzyıl ortalarına doğru birçok çevrede işe yaramaz caka ve israf olarak görülmeye başladı.
---
"Daha muteber sayılan ama aslında en pespaye adamların zamparalıklarını daha güvenle ve rahatsız edilmeden sürdürebilmeleri için, her kapriste ya da hoşnutsuzlukta eşlerini tımarhaneye gönderme gibi kötü bir adet şimdilerde pek rağbet görüyor.(...)Leydiler ve hanımefendiler apar topar böyle meskenlere konuluyorlar.(...) ve bu lanetli meskenlere girdiklerinde deli olmasalar bile, maruz kaldıkları vahşice usullerle kısa sürede deliriyorlar." Danie Defoe (1660-1731)
---
"Bir tımarhaneye kapatılma fikri çoğu kimsenin en güçlü dehşet ve telaş duygularını uyandırmaya elverişlidir; büsbütün temelsiz olmayan bir sanıyla, bu yerlere düşen bir hastanın sadece çok büyük zulme uğramakla kalmayacağı düşünülür; iyileşsin ya da iyileşmesin, o duvarların dışını bir daha görmesi büyük bir şans sayılır." William Pargeter (1760-1810)
---
...Dehşet kesinlikle vardı ve bunu sayıp dökmek reformcuların zevk alacağı bir uğraştı.
---
...Tımarhane bakıcıları kamçılama becerilerini ayan beyan etmeye pek hevesli değillerdi; bunun yeni müşteri bulmada çekici bir yol olduğu pek söylenemezdi.Ama sert tedavi birçok tımarhanede yaygın biçimde uygulandı ve hatta İngiltere kralı III. George (1738-1820) gibi muhterem bir şahsiyetin bile dayağa ve gözdağına maruz kaldı.Meczupluğunu iyileştirmekten umutlarını 1788'de kesen saray hekimleri, Lincolnshire'da bir tımarhanesi olan Francis Willis'i (1718-1807) hükümdarı tedavi etmeye çağırdılar.Willis'in nasıl bir yol izlemeyi tasarladığı açıktı.
"Azrail yoksul adamın barakasına ve hükümdarın sarayına uğrarken nasıl hiç ayrım yapmazsa, akıl hastalığı da kurbanlarıyla ilişkilerinde aynı ölçüde kayıtsızdır.Bu sebeple, sorumluluğuma verilen kişilerin tedavisinde hiç ayrım yapmadım.Zarif hükümdarımın durumu ağırlaştığında, onu Kew'deki bahçıvanlardan biri için de benimsemiş olacağım kısıtlama sistemine tabi tuttum: Açıkçası, ona bir deli gömleği giydirdim."
---
Meşhur Hollandalı hekim Herman Boerhaave (1668-1738) delileri dalgınlıktan çıkarmada, boğulur gibi olma duygusunun tedavi edici yararlarının olabileceği görüşünü ortaya atmıştı.Guislain'in bu etkiyi sağlamaya dönük gelişkin yöntemini gururla tarif edişi şöyleydi:
"Küçük bir Çin tapınağı şeklindedir.İç kısmı makaralara ve halatlara bağlı halde kendi ağırlığıyla raylar üstünde aşağıya inerek suya dalan, hafif konstrüksiyonlu ve hareketli bir demir kafesten oluşur.Bu düzeneğin etkisine maruz bırakılacak deli, kafesin içine sokulur; hademelerden biri kapıyı dışarıdan kapatırken, diğeri freni boşaltır; bu manevra kafesteki hastayı suyun dibine batırır.İstenen etki elde edildiğinde, makine bir kez daha yukarıya kaldırılır."
...
Dehşet vericiliği bundan belki azıcık düşük bir makine icat eden ve tertibatına "Sakinleştirici" adını veren Amerikalı deli doktoru Benjamin Rush (1746-1813), benzer bir yaklaşımla, yararlı sonuçlar alınacağını vaat etmekteydi:
"Bir sandalye tasarladım ve deliliği tedavi etmeye yardımcı olması için, bunu bizim hastaneye sundum.Vücudu bağlayıp her kısmını sıkıca kavrıyor.Gövdeyi dik tutmak, beyne kan akışını azaltıyor.Kasların hareket etmesini önlemek, nabzın gücünü ve sıklığını düşürüyor; başın ve ayakların konumu ilkine soğuk su ya da buz, ikincisine ise sıcak su uygulanmasını kolaylaştırıyor.Yarattığı etkiler benim için sahiden çok hoştu.Damarların yanı sıra dil ve mizaç üzerinde yatıştırıcı bir etkisi var.En inatçı hastalar bile 24,12,6 ve bazen 4 saatte sakinleştirilmiş bulunuyor.Tertibata sakinleştirici adını verdim."
---
Asap ve Asabiyet
Alexander Pope'un kendisi de çeşitli hastalıklardan muzdaripti ve meşhur bir dizesinde "hayatım uzun bir hastalık" demişti; ama gerçek acıları bu tür moda özentilerden ayırt etmede hep zorluk çekti.
---
George Cheyne'in anlatımına göre, toplum (ve birey) ne kadar uygar ve süzme olursa, asabiyet patlamalarına o ölçüde yatkın olurdu.Yabancıların gözünde, İngilizlerin sinir bozukluğuna duyarlılığını belirtmek bir ithamdı.Gerçeğe bundan daha uzak bir şey olamazdı.İngiliz toplumunun en soylu kesimlerinde bu hastalıkların yaygın oluşu, tam aksine, üstün inceliğin ve ulusal seçkinliğin kesin kanıtıydı.
...
Ayrıca asabiyet şikayetlerinin onları en süzme ve uygar kişilerin mertebesine yükselttiğini ilan edebilmeleri, belki de beklenmedik ve çoğu hastanın almaktan keyif duyduğu bir ikramiyeydi.
---
Büyük Kapatılma
Fransa'da devrim döneminin seçkin hekimi Philippe Pinel'in yanında çalışmak üzere Paris'e giden hırslı Jean-Etienne Dominique Esquirol (1772-1840), hamisinin yardımıyla 1802'de kendi özel tımarhanesini açtı ve ardından 1811'de Salpetriere Hastanesi'nde özel hekim oldu.Tekrar başa geçen Bourbon monarşisinin gözüne girme çabasıyla, 1817'de akıl hastalıkları üzerine konferanslar vermeye başladı ve ertesi yıl içişleri bakanından ülkeyi dolaşarak akıl hastalarının durumunu saptama gibi bir görev kaptı.Sunduğu rapor bir dehşet kataloğuydu:
"Onların çıplak ve yırtık pırtık giysili halde yattıkları kaldırımların soğuk neminden sadece samanla korunduklarını gördüm.Onların soluyacak havadan, susuzluklarını giderecek sudan, hayatın temel ihtiyaç maddelerinden yoksun halde berbat şeylerle karınlarını doyurduklarını gördüm.Onların dar, pis, bitli, havasız ve ışıksız zindanlarda, insanın lükse düşkün devletlerin başkentlerinde büyük masraflarla besledikleri vahşi hayvanları kapatmaktan çekineceği mağaralara zincirlendiklerini gördüm."
---
...Servolo'da 1725'te din adamlarının yönettiği bir "Deliler Adası" oluşturulmuştu; Shelley ilk başta sadece erkeklerin konulduğu bu yeri Byron'la birlikte ziyaret ettiğinde, "penceresiz, şekilsiz, kasvetli bir yığınak" olarak nitelendirecekti.
---
"Demir zincir kullanmanın psikiyatri hastaları üzerindeki etkilerini çok dikkatle inceledikten ve demir zinciri kaldırmanın sonuçlarıyla karşılaştırdıktan sonra, daha akıllıca ve yumuşakça dizginleme konusunda artık hiçbir kuşkum yok.Uzun yıllar zincirlere bağlanmış ve sürekli bir azgınlık halinde kalmış hastalar, basit bir deli gömleği içinde sakince yürür ve herkesle konuşur duruma geldiler; oysa daha önce hiç kimse büyük tehlikeye düşmeksizin onlara yaklaşamazdı.Tehditkar bağırmalar ya da yüksek sesli tehditler son buldu ve gergin halleri gittikçe geçti." Philippe Pinel
---
...Ama tehlike tam da buydu.Deliliğin bir bedensel temelinin olmadığı, hem kaynağının hem de tedavisinin sosyal ve psikolojik alanda yattığı doğruysa, akli dengesizlik vakalarını tıp insanlarına bırakmanın gerekçesi neydi?Aslında, doktorların deliyi aklı başında kişiden ayırt etmede yegane ehliyetli insanlar olduklarına inanmak için bir sebep var mıydı?
---
18. Yüzyıl Fransız hekimi ve filozofu Pierre Cabanis'in (1757-1808) daha kısa ve özlü ifadesiyle, karaciğer nasıl safra salgılarsa, beyin de öyle düşünce salgılardı.
---
Deliliğin tamamen bir beyin hastalığı olduğuna dair agresif savın doğal sonucu "Hekimler artık meczuplarn sorumlu vasileridir ve öyle de kalmalıdır" görüşüydü.
---
Zihin tıbbı alanındaki İtalyan uzmanlar, psyche teriminden can, ruh ve din çağrışımları nedeniyle hoşlanmadıkları için, kendilerince freniatra (deli hekimliği) terimini uydurdular.1873'te kurdukları İtalyan Deli Hekimleri Derneği'nin adını, seküler ve bilimsel kimliğin bir sembolü olarak yaklaşık altmış yıl sıkıca koruduktan sonra, ancak 1932'de "psikiyatri" terimini benimsediler.
---
Dejenerasyon ve Çaresizlik
Northamptonshire'in köylü şairi John Claire (1793-1864), ömrünün son yirmi yedi yılını birkaç ay dışında iki akıl hastanesinde geçirdi :
"...Var mısın benimle gelmeye,
Garipçe yaşarken ölmeye,
Ölümü tadarken eski kimlikle
Maziyi, evi, ismi bırakıp geride,
Varlığını sürdürmeye yokluk içinde (...)
(...) Anne babaların yaşarken unutulduğu,
Bacıların bizden bihaber yaşamını sürdürdüğü
O hazin kimliksizliğe var mısın?
(Sonsuzluğa Davet)
"BEN VARIM: Kimsenin varlığımı umursadığı veya bildiği yok,
Dostlarım beni unutulmuş bir hatıra gibi yüzüstü bırakıyor;
Dertlerimle baş başa kalıp kendimi yiyip bitiriyorum,
İlgisiz mihmandarlıkla bir belirip bir yok oluyorlar,
Aşktaki değişken tayfla ve ölümün unutkan dalgınlığıyla;
Oysa boşa gitmiş gölgelerle varım ve yaşıyorum
Dalıp gittiğim tahkir ve velvele hiçliğinde,
Uyku kaçırıcı kabusların capcanlı denizinde,
Ne hayattan, ne de neşeden bir eser kalmış,
Ömür boyu değerlerimin koskoca enkazı var yerinde;
Başımın tacı olan o en sevdiğim kişi bile artık
Bana yabancı, herkesten çok daha uzak."
(Ben Varım)
---
Aileler açısından, tımarhanelerin sunabileceği kilit yararlardan biri, deli bir akrabanın varlığına bir örtü çekme gücüydü.
---
Suikaste uğramış tek İngiliz Başbakanı Spencer Perceval'in oğlu John Perceval (1803-1876), bakıcıların şiddetine maruz kalmasından ve seçkin, soylu hastalarına yeterli saygıyı göstermeye yanaşmamalarından yakındı:
"(Onların gözünde) sanki bir mobilya parçasıydım, yargılama gücünün yanı sıra arzudan ve iradeden yoksun bir tahta surettim.(...)Bedenim, canım ve ruhum adeta fenalıklarını ve aptallıklarını işleyebilmeleri için onların denetimine bırakılmış gibi davranıyorlardı.(...) Yatağa bağlanıyordum; bana yavan bir diyet uygulanıyordu; yemekler ve ilaçlar zorla yutturuluyor ya da kusturuluyordu; iradem, isteklerim, iğrendiğim şeyler, alışkanlıklarım, duyarlılıklarım, eğilimlerim, ihtiyaçlarım konusunda bir kere olsun bana danışılmıyordu, hatta diyebilirm ki gözetilmiyordu.Bir çocuğa bile genellikle gösterilen saygıyı görmedim."
Ailesini dehşete düşürecek bir gelişmeyle taburcu edilmesini sağlayan Perceval, gördüğü tedavi konusunda, sadece biri isimsiz olmak üzere iki metin yazdı; hoşnutsuz olan diğer hastalarla ve akrabalarla birlikte Sözde Meczuplar Derneği'ni kurdu.
---
"En çok delilik, fikirlerin en az, duyguların en basit, arzuların ve adabın en kaba olduğu yerde ortaya çıkar." Henry Maudsley
---
...1907'de Amerikalı psikiyatrların bir toplantısında, başkan sıfatıyla kürsüye gelen Charles Hill'in ifadesi kısa ve özdü: "Tedavi yollarımız düpedüz bir çöp yığınıdır."
---
İngiliz akliyeci Henry Maudsley kendine has sertliğiyle, "basit şeyleri belirtmek için korkunç zevzeklikle uydurulmuş (...) birçok allame işi isim kadar yorucu ve zımnen mahkum edildiği üzere işe yaramaz(...) sayısız ve ayrıntılı sınıflandırmanın neredeyse dikkat dağıtacak ölçüde peş peşe resmen önerilmesi" nden iğneleyici bir şekilde söz etti.
---
...Daha 1920'de Alman psikiyatr Alfred Hoche (1863-1943) ve hukukçu arkadaşı Karl Binding (1841-1920) "yaşanmaya değmez hayatları" yok etme çağrısında bulunmuşlardı.
---
Umarsız Devalar

...Erken bunamış hastalar için İsviçreli psikiyatr Eugen Bleuler'in 1908'de ortaya attığı terimle şizofren yaftası vurmak gittikçe yaygınlaştı; bunda erken bunamaya oranla daha az umutsuz bir prognoza işaret ediyor gibi görünmesinin küçümsenmeyecek payı vardı.Ama kafa karıştırıcı bir araz derlemesi bu iki büyük teşhis şemsiyesinden biri altında toplanır ve teşhisler arasındaki ayrımlar pratikten ziyade teoride daha kolayca yapılır oldu.Köklü biçimde ayrı iki psikiyatrik rahatsızlık biçiminin olduğu fikri herkese inandırıcı gelmedi ve bir türlü iyileşmeyen manik-depresif hastaların şizofren sınfına konulmaları her an mümkündü.Bununla birlikte, en azından delilik için yeni adlar yaratmanın kargaşaya bir ölçüde düzen kazandırdığı ve mesleğin tedavi etmeye çalıştığı patolojiler konusunda mutabakata varmaya çalışabileceği bir temel sağladığı söylenebilirdi.
---
...Henry A. Cotton, akıl hastalığını kronik enfeksiyonları bertaraf ederek iyileştirme hedefi peşinde koşan tek kişi değildi.İngiltere'de Birmingham ve çevresindeki akıl hastanelerinden sorumlu Thomas Chivers Graves (1883-1964), bağımsız olarak benzer sonuçlara varmıştı.Karın ameliyatı yapacak olanaklardan yoksun olmasına karşın, atak bir yaklaşımla dişleri çekti, bademcikler aldı, sinüsleri açıp temizledi ve uzun süreli kalın bağırsak lavmanlarıyla dışkı maddelerini vücuttan yıkayıp çıkardı.
---
Freeman ve Watts tam olarak ne kadar beyin dokusunu yok edeceklerine karar vermede güçlük çektiler: Çok az doku alındığında, hasta deli kalıyordu; çok fazla doku alındığında ise sonuç bitkiye dönüşmüş bir insan ve hatta ameliyat masasında ölümdü.
---
"Dizginlenemeyen kederin bir matkapla ve bıçakla normal uysallığa dönüşebilmesi inanılmaz gibi görünüyor."
---
"Harika bir tedaviydi ama hastayı kaybettik."
---
Savaş sırasında göreve elverişsiz bulunan İngiliz askerlerin % 40'ının terhis gerekçesi psikiyatrik sebeplerdi.
---
Bir Psikiyatri Devrimi mi?
Delileri hapishanelere kapatmak 19. yüzyıl reformcularının vicdanlarını sarsmış ve akıl hastanesi sistemine geçişi hızlandırmıştı.Şimdi bu 19. yüzyıl kurumlarını kapatmak ise bizi dönüp dolaşıp tekrar aynı noktaya getirmiş gibi görünüyor.
---
Psikiyatrik rahatsızlığın en ciddi biçimlerinde bile farklı psikiyatrlar teşhis konusunda ancak yarı yarıya hemfikirdi.Birçoğunu bizzat meslekten kişilerin yürüttüğü bu araştırmaların biri, İngiliz psikiyatr John Cooper'ın ve çalışma arkadaşlarının çeşitli ülkeler arasındaki teşhis farklılıklarını ortaya koyan bir nitelikteydi.Örneğin İngiliz psikiyatrların manik depresyon teşhisini koyduğu bir vakaya, Amerikalı meslektaşları şizofreni yaftasını vurmaya yatkındı.
Kamuoyunda en çok ilgi gören ve psikiyatrinin imajını en çok sarsan çalışma ise Stanford'un
sosyal psikologlarından David Rosenhan'ın (1929-2012) sahte hastaları kullanarak yürüttüğü ve sonuçlarını dünyanın en çok okunan iki bilim dergisinden biri olan Science'in 1973 yılında yayımladığı bir deneydi.Denekle bazı sesler duydukları şikayetiyle bir yerel akıl hastanesine gittiler.Onlara yatırıldıktan sonra tamamen normal davranmaları bildirilmişti.Çoğuna şizofren teşhisi konuldu ve sonraki davranışları bu bakış açısıyla yorumlandı.Öyle ki koğuş yaşamındaki ayrıntıları not alan bir deneğin takip çizelgesinde "yazmaya takıntılı" olduğu belirtildi.Sahte hastaların numara yaptıklarını psikiyatrlar değil, hasta arkadaşları fark edebildi; sonunda taburcu edilen hastaların birçoğu "hafif iyileşme yolunda şizofren" olarak sınıflandırıldı.
---
Godot'yu (aslında deli olması gayet mümkün birini) bekleyen zavallı insanlar gibi, akıl hastalığının öteden beri rivayet edilen gizemli nöropatolojik sebeplerinin açığa çıkmasını hala bekliyoruz.Eğer beklenti deliliğin kesin açıklamasının burada ve sadece burada yattığıysa, bence uzun ve birden fazla düzeyde yanlış bir bekleyiş bu.
...
Deliliğin köklerini bir ölçüde bedenimiz dışında aramamız gerektiği yönündeki temel anlayış kesinlikle yersiz değildir.
...
Delilik hala temel bir bilmecedir, akla karşı bir serzeniştir, bizzat uygarlığın kaçınılmaz bir parçasıdır.
Andrew Scull
Uygarlık ve Delilik
Kitabı Mukaddes'ten Freud'a
Tımarhaneden Modern Tıbba
Akıl Hastalığının Kültürel Tarihi
Yapı Kredi Yayınları
Çeviren: Nurettin Elhüseyni
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)