1 Ağustos 2013 Perşembe

behlül dana ve harun reşid

Dünyada mü'minlerin emirine
dirhemlerden daha sevimli bir şey yoktur !

Kufelilerden biri rivayet ediyor: Harun Reşid haccetti.Kufe'ye girdiğinde, Behlül'ü hatırlayıp getirilmesini emretti ve; "Ona siyah bir elbise giydirin.başına uzun bir sarık takın ve falan yerde onu bekletin!" dedi.Reşid'in dediklerini aynen yaptılar ve ona; "Mü'minlerin emiri geldiği zaman onun için dua et!" dediler.Reşid, onun yanında durduğunda, kafasını kaldırdı ve; "Ey mü'minlerin emiri! Allah 'tan sana rızık vermesini ve seni zengin etmesini diliyorum!" dedi.Reşid güldü ve "Amin" dedi.Reşid yanından ayrılınca Kufe'nin güvenlik amiri, ensesinden itti ve ona ; "Mü'minlerin emirine böyle mi dua ediyorsun, ya mecnun?" dedi.Behlül; "Sus ya mecnun, dünyada mü'minlerin emirine dirhemlerden daha sevimli bir şey yoktur" dedi...

Akıllı Deliler Kitabı
Ukalau'l-Mecanin
Ebu'l Kasım En-Neysaburi

yeraltında neler var, anayurt oteli, nurdan gürbilek

...Yalnız kestaneciden değil, sanki o güne kadar kötü kaderini belirlemiş ölü ya da diri herkesten, bir besleme olan ninesini gebe bırakan Keçecizade Haşim Bey'den, ona Zebercet adını koyup hayat boyu aşağılanmasına yol açan ebeden, onu askerlik yıllarında cinsel şakalarıyla küçük düşüren Fatihli'den, "küçük askerim" diye aşağılayan orospudan, onu "sabahtan öğlene kadar bir ortalıkçı kadın gibi" kullanan yüzbaşıdan, hamama giderken bohçalarını taşıtan subay karılarından, horoz döğüşü sırasında kan içindeki horozlara bakıp "Ya yener ya geberir" diye bağıran erkeklerden, yenilen hayvanı yere vurup öldürdükten sonra fırlatıp atan horoz sahibinden, "yukarı"yla bağlantı kurmak için aksatmadan doldurduğu otel fişlerini hiç bakmadan bir kenara atan polislerden, nihayet bir türlü bağlantı kuramadığı şu "yukarı"sından, hem gölgesinde kaldığı güçlü Keçeci beylerinden hem de onu görmezden gelen Ankara'dan, kısacası onu adam yerine koymamış tüm dünyadan intikam almak istiyordur Zebercet...

Mağdurun Dili
Nurdan Gürbilek

can kafesten uçmadan, şah hulusi, koptu kervan

Can kafesden uçmadan gel
Ruhu Sultan ide gör
Geç aradan göçmeden gel
Nuru burhan ide gör

Ermediler bu hakikat
Menziline şirk koşan
Kendini kendinde setr ol
Hakk'ı her an ide gör

Mürşidinden feyz alanlar
Çün bilüpdür zatını
Kâmili bul şaşmadan gel
Hakk'ı seyran ide gör

Şah Hulusi evliyalar
Enbiya emrindedir
Görmeden mizan sıratı
Burda mizan ide gör 

Şah Hulusi

kurgusuz ve yaşanmamış, ışık ergüden


Ödünç koltuk değnekleriyle ayakta kalmaya çalışanlar var.Ayrıntılardan yara almışlar.

---

Kitaplara ve filmlere inanıyorum hayata asla.
Sonsuz şaşırtıcılığıyla hiç şaşmayan hayat,
Tevatürü nedir ki bir ömrün?

...bir ip cambazı
...ha atladı ha atlayacak kimine sorsan
...ha atladı ha atlayacak kendine sorsan
 ne?
 ---

Sayfa sayfa geçiyor günlerimiz,
Kabuklarını sıyırıyor yürek hızarında haddeden geçen her kitap
Cehennemi öteki'nin kelimeleri aşkına intihar ederek kendinden
Çevrilir bir dilden, bir ömürden.

Sayfa sayfa geçiyor günlerimiz,
Arada silik bir isim gibi ihanetin ve intiharın adı
Kendinden.
 ...


Kurgusuz ve Yaşanmamış
Işık Ergüden

bozulama, mehmet işten

"Basit sesler, doğal olarak gırtlaktan çıkar, ağız doğal olarak az çok açıktır; ama sesleri eklemlemeyi sağlayan dilin ve damağın değişiklikleri dikkat ve alıştırma ister; bunlar istemeden yapılamaz, bütün çocukların bunları öğrenmeleri gerekir, birçoğu da kolayca öğrenemez bunu. Çığlıklar ise basit seslerden oluşur."
J. J. Rousseau

Dillerin kökenini incelediği o şahane yapıtında  J. J. Rouseau dillerin gereksinimlerden değil, güçlü duygulanımlardan doğduğunu söyler. İlk sesleri insanlardan çekip alan açlık ya da susuzluk değil, aşk, nefret, acıma ve öfkedir  der.
Sesler yok olmuyor. Geniş ovalarda yankılanıyor. Rüzgârın taşıdığı. Kılıç şakırtıları, nal sesleri, gövdesi yarılan bir adam.  Mızrak saplanmış bir atın acıyla kişnemesi. Atın yıkılışıyla bize doğru yükselen toz bulutu.  Terimizle karışan tozun gövdemizi çamura bulayışı. Aynı nehir akıyor, aynı tomruklar takılıyor kayalara. Kızıl ve eflatun karışımı ufuk, birbirine sarılan iki siluet o zaman da vardılar.
Tepenin üzerinde bir deve kervanı. Göç var. Derken bir silah sesi, bir daha. Öndeki deve silueti devriliyor. Düşmüyor ama, diz çöküyor, secde ediyor adeta. Ardından peş peşe silah sesleri!..
Sesler yok olmuyor . Olaylar, insanlar gelip geçiyor ama onların sesleri baki kalıyor. Baki kalan bu kubbede bir hoş sadadır bunun için mi denmiştir? Öyleyse, birtakım Japon bilim adamları kubbedeki sesleri duymamızı sağlayacak o makineyi icat ettikleri gün duyacağımız sesler acı içindeki inlemeler, ulumalar, çığlıklar ve avazlardır elbette, hoş sadalar değil. Eşinden ayrılan yaralı ördeklerin, oğlunu yitirmiş babaların, Aslı'sından ayrılıp yanan Keremlerin dertli  iniltileri bulacak kulaklarımızı.
O acıyla inlemeleri biz en çok türkülerde duyarız. Hele de bağlamanın teline vurulduğu ilk andan, aşığın tiz bir ahla başlayıp nefes alamayacakmış gibi bitirdiği bozlaklarda. Bir ayrılık, bir yoksuzluk, biri de ölümdür anlattıkları. Seher yelinden haber sorar "O ne dedi sen ne dedin varınca?" diye. Diyar diyar gezerken  çan sesleri  arasından sitem eder ecele: Var git ölüm bir zaman da gene gel..1
Bozlak , bozulamak'tan gelir. Hem de Türkçenin bütün lehçelerinde. Bozulamak ise devenin acı acı bağırması, daha doğrusu bozulamasıdır. Deve başka türlü bir ses bilmez. Yalnızca acı acı bozular. Birbirinden çok uzakta yaşayan göçebeler dertli dertli feryat eden aşığın bu söyleme şekli ile devenin bozulaması arasında bir benzerlik görmüşlerdir. Bozlak demişlerdir. Deliboran bozular, Karacaoğlan, Abdallar 2, Muharrem ustayla oğlu hep bozularlar.
Bilmem duymayan var mıdır, herhangi bir hayvanın, insan da dâhil acı ile inlemesini. İster Ulysses Gaze'deki 3 ulumayı duyun, ister Gabbeh'teki 4  yaşlı adamın üzüntülü feryadlarını, ister bir belgeselde yavrusu ölmüş bir kurdun, aslanın, ayının, devenin  belki içli içli, belki böğüre böğüre ağlamasını. Tarifsizdir.
Geçtiğimiz günlerde yine acıyla bozuladı develer. Anadolu'da göçerliği devam ettiren son Yörük topluluğu olan Sarıkeçililer’in develerine silahlı saldırı düzenlendi. 6-7 yaşlarındaki bir deve ölürken biri ağır olmak üzere 5 deve yaralandı.

stay, 2005




 --Kötü sanat trajik olarak iyi sanattan daha güzeldir...Çünkü insan başarısızlığını belgeler.

 --Küvete girerken iki tane jilet aldım.Neden biliyor musun? Çünkü kanamaya başladığım zaman zayıf düşecektim...ve bir tane jileti düşürüp de işi yarım bırakmak istemiyordum.
Bunu hayal edebiliyor musun?Kendi hayatından o kadar nefret etmeyi ve bu yüzden yanında yedek bir jilet getirmeyi hayal edebiliyor musun?

--Bir duş almanı istiyorum. 
Cesedi yıka.
--Aslında ceset bile değiliz, değil mi?
Daha çok hiçbir şeyin anısı gibiyiz.

--Beni unutmak kolay..

--Budistler başından beri haklıydı.
Dünya bir hayal..

--Çünkü uyanmalıyım.
--Uyanıksın zaten.
--Henry, etrafına bir bak.
  Bu bir rüya ise
  bütün dünya da onun içinde.
  Bu çok canımı yakıyor.
--Keşke bunu görmek zorunda kalmasaydın.

Stay (2005)

5 Temmuz 2013 Cuma

mağdurun dili, nurdan gürbilek

Üslup tek başına dünyayı değiştirmez.Olsa olsa bu dünyada susturulmuş olanın sesinin hepten unutulmasını engeller.O sesin içindeyse muhteşem olan değil, hemen her zaman ancak yasla anılabilecek, çünkü geri getirilemeyecek içerikler vardır.Eğer mazlumu baştan muzaffer gösteriyorsa üslup, yalnızca gerçeği perdelemekle kalmaz, sahibini şimdiden zalime borçlandırmış demektir.Adorno'dan daha iyi anlatmak imkansız: "Şahane mazlumların yüceltilmesi, sonuçta, onları mazlumlaştıran şahane sistemin yüceltilmesinden başka bir şey değildir."

Mağdurun Dili
Nurdan Gürbilek

toplumun mcdonaldlaştırılması, george ritzer

Bazı doktorların muayenehanelerinde hastalar artık kendi kendilerini tartmak ve ateşlerini ölçmek zorunda.Hükümetin nüfus memurunun soru sorması yerine insanlar genellikle postadan bir anket formu alarak kendi başlarına dolduruyorlar.Bugünlerde birçok işyerini ararken karşınıza insan çıkmıyor, istedikleri yere bağlanmadan önce kafa karıştırıcı derecede rakam ve koda basılmasını söyleyen bir bilgisayardan talimatlar alıyorsunuz.Bir mizah yazarı böyle bir konuşmayı ve arayanın yapması gereken işleri şöyle anlatıyor:

Aradığınız kişi -Thomas Watson- şu anda yerinde değil.Mesaj bırakmak için sinyal sesinden sonra lütfen bekleyin.Mesajınızı dinlemek için 7'ye basın.Dinledikten sonra değiştirmek için 4'e basın.Mesajınıza ek yapmak için 5'e basın.Başka birine ulaşmak için yıldız işaretine basıp dört haneli şifreyi tuşlayın.Muzak'ı dinlemek için 23'e basın.Bu sistemden çıkmak istiyorsanız 0'a basın, ama bir insana ulaşma çabanızın beyhudeliğinden kuşkunuz olmasın; size bir insan gibi davranıyoruz ya işte.

Posta hizmetleri giderek uzayan bölge kodlarını kullanmaya zorlayarak kendi işinin bir kısmını insanlara yaptırmaktadır.Mektupları bölgelere ayırmak için kullanılan otomatik teknikler zarfın üzerindeki adres açıkça yazılmadığı zaman sorun çıkardığından, posta servisi artık insanlardan adreslerini daktiloyla yazmalarını istemektedir.

Bu örneklerden çoğu önemsiz gibi görünebilir.Bir zarfın üzerine bölge kodu yazmanın ya da bir telefon numarasına bakmanın güç bir iş olmadığı açıktır.Am böyle çeşitli işlemlerin toplamı yaygın bir gelişmeyi göstermektedir.Modern tüketici birçok farklı kurum için ücretsiz iş yaparken miktarı giderek artan zaman ve enerji harcamaktadır...

Toplumun McDonaldlaştırılması
George Ritzer

toza sor, john fante

Hepimiz kısa bir süre için vardık, sonra başka bir yere gidecektik; hayatta değildik aslında, olmaya yaklaşıyor ama olamıyorduk.
---
Ah, Camilla!Colarado'da küçük bir çocukken onlar beni iğrenç isimlerle çağırıp aşağılamışlardı, beni yağlı İtalyan diye çağırmışlar, bu gece benim seni yaraladığım gibi yaralamışlardı.O denli yaraladılar ki beni, kitaplara sığındım, içime kapandım, kasabamdan kaçtım, ve bazen Camilla, onları gördüğümde aynı acıyı hissediyorum, o eski yara kanıyor ve burda olmalarından mutluluk duyuyorum, köklerinden kopmuş olmalarından, gaddarlıklarının kurbanları olmalarından, güneşin altında ölüyor olmalarından.Aynı yüzler, aynı asık suratlar, kasabamdan insan manzaraları, hayatlarındaki boşluğu güneşle doldurmaya çalışan insanlar...
---
Sinema salonlarından çıkıp gerçeğe alışabilmek için gözlerini kırpıştırdıklarını gördüm, dünyada neler olup bittiğini öğrenmek için sendeleyerek evlerine Times okumaya gidişlerini izledim.Onların gazetelerine kustum ben, edebiyatlarını okudum, örf ve adetlerine uydum, yemeklerini yedim, sanatlarına esnedim...
---
Büyük dalgalar sorun değildi, altlarına dalıyordum fakat küçük dalgalar kafamı karıştırıyor, yüzümü tokatlayıp ağzıma sıçrıyorlardı.

Toza Sor
John Fante

aşksız ilişkiler, samuel beckett

Kara topraktan daha sakinsin, yeryüzünün bağırsaklarına sükunet üzerine tuhaf bir ders vereceksin.
---
...Bu morg odasında ağlamak yanlış anlamalara yol açabilirdi.Başhemşireden asansörcü çocuğa kadar tüm hastane personeli gözyaşlarını ya da acıklı davranışını kendilerinin de bir parçası olduğu insanlığın budalalığından çok, ensesindeki büyük ura bağlama yanılgısına düşebilirdi.
---
Yaşamında yalnızca güvence satın almış bile olsa, söyleyecek bir iki sözü olan bir adamdı.Çok daha iyi şeyler var, diye düşündü içkisine yönelirken, bu kokuşmuş dünyada Blue Birds şaraplarından çok daha iyi şeyler var.
---
Mezarcı birdenbire orada belirmişti, çökmüş güzel bir adamdı, kendini kaybetmeyecek kadar içmişti, kutsanmış topraklara numara veriyordu

Aşksız İlişkiler
Samuel Beckett