İzmir Ortaokulu'na gitmek üzere, o gece vapura bindi.On, on bir çağlarında idi.Yolu açık olsun da ertesi yıl sağ salim eve dönsün diye, çocuk sokak kapısından çıkınca annesi, sokağa bir maşrapa su atmıştı.Babası dişten, tırnaktan artırarak Mehmet'e bir ikinci mevki bilet almaya çalışmıştı.Fakat ne birincide ne ikincide boş yer bulabildi.Çocuk güvertede gidecekti.Zaten vapurun ambarı ve güvertesi okul çocuklarıyla dolmuştu.
Mehmet'e babası: "Paranı iç cebinde sakla, sakın çaldırma," demişti.Vapurun güvertesinde elindeki ufak kumanya sepetiyle, kendine kalabalık arasında yol açmaya çalışan çocuğa, adamın biri çarptı.Kumanya sepeti denize düştü.Mehmet yemek için cebindeki paraya güvendi.Fakat baş tarafta bir hararın üzerinde, geceleyin uzanacak kadar bir yer bulunca, cebini yokladı.Cebindeki paranın çalınmış olduğunu gördü.Tan yeri o sırada ağarmaya koyuldu.Yepyeni bir gün doğuyordu.
Vapurda vinçler hırıldıyor, sesler, emirler veriliyor, selamlaşıyor, vedalaşıyorlardı.Çocuk o anın uyanış ve hareketinin neşesiyle neşelendi.İçinden "A canım ne olur?İki gün sonra İzmirr'deyim.Dişimi sıkar, açlığa iki günceğiz dayanıveririm," diye düşündü.
Hararın üzerine çıktı.Kamaralar, pijamalar giyinmiş birçok tüccar ve memurlar ıskarça doluydu.Tüccarlar birbirleriyle "Kaça aldın?Kaça sattın?Kaç para kazandın?Veyahut kayvettin?" diye hoşbeş ediyorlardı.Memurlar: "Bay Ahmet nereye becayiş oldu?Maaş ne kadar?Çankırı'ya Bay Mehmet mi tayin edildi?Yine Kazanç Vergisi Kanunu mucibince vergi yüzde kaç inecek? diye tatlı tatlı konuşuyorlardı.Dışarda okul çocukları kuşlar gibi cıvıldaşıyorlardı.Hava çok güzeldi.
***
Güneş, Mehmet'in yüzünü, göğsünü ısıtıyordu.Her tarafını hoş bir hal sarıyordu.Sanki bütün gövdesi türkü söylüyordu.Çocuk bütün bir inanç ile istikbale inanıyordu.İstikbalin getireceği saadetleri, bakışlarını takmış olduğu şu mavilerde uçan yumuşak bulut parçası kadar açık görüyordu.Günler, aylar, yıllar, neşe ve ümitten birbiri ardı sıra çakıp parlayan kahkahalar gibi, çocuğun gönül gözünün önünde çınlaya çınlaya uzanıyorlardı; çocuğa dünyayı cennet ediyorlardı.Çocuk bilmiyordu neden, fakat insan olduğu için, öteki insanlara karşı derin bir şükran duyuyordu.
Mehmet o sabah öteki çocuklarla konuştu.Karnı çok acıkmıştı.Öteki çocuklar yemek yemek için mendillerini önlerine serdiler.Ekmekleri görünce Mehmet'in ağzı sulandı, imrendi, yutkundu.Bu haline canı sıkıldı.Vapurun ta başına gitti.Heybelerine ve torbalarına yan gelmiş yolcular türküler söylüyorlardı.Mehmet pruvanın küpeştesine başını koydu.Gemi pruvasının denizleri fışıldatarak nasıl yardığına dalakaldı.Dalgalar üzerindekii güneş çakıntıları, vapurun hızından, eşit ışık şeritleri halinde, hep arkaya kaçıyorlardı.Mehmet orada uyuyakaldığı yerde, uyanınca vakit ikindi idi.Çocuk yine hararın üzerine döndü.
Çocuğun tam üstünde yukardaki birinci mevki güvertesinin parmaklığına yaşlıca bir kadın ve bir erkek yaklaşmışlardı.Akşam çayını içiyorlardı.Kadın elindeki reçelli ekmekten parçalar koparıp, vapurun yanı başında uçmakta olan martılara atıyordu.Martılar bazen, suya düşmezden önce lokmayı havada kapıyorlardı.Adam kadına: "Ne duygu inceliğiniz var.Şu an kuşlara acıyorsunuz," diyordu.Fakat püfür püfür esen sağnaklar sözleri dudaklarından alıp uzaklara uçuruyordu.Kadının attığı ekmek parçasının birinden, bir damla reçel Mehmet'in yaslanmış olduğu küpeştenin üzerine düştü.Çocuk yutkundu.Fakat dudaklarını reçel damlasına yanaştıramadı.Etrafına bakındı.Bütün vapur sanki göz kesilniş ve ona bakakalmıştı.Bir iki saat sonra, güneş batıp da sular kararınca, çocuk, üzerine baca kurumları yapışmış olan reçel damlasını yaladı.
Karanlıklar çöktü.Yolcuların konuşmaları dindi.Köşe bucakta rüzgârdan mahfuz kuytularda, uyurken birbirlerinin omzuna ve göğsüne yaslanmış olan insanların solukları duyuluyordu.Mehmet direk ucunda, renk renk ışık iğneleri yıldıran Venüs'e bakıyordu.Bir aralık insan şeklinde kara gölgeler, sinmiş bulundukları harar, küfe ve sandıkların arasından belirdiler.Bir fiskos oldu.Uyuduğunu sandıkları çocuğun üzerine çirkin niyetlerle çullandılar.Çocuk bağırmaya savaştı.Çocuğun haykıracağını anlayınca onu küpeştenin üzerinden denize ittiler.Denizde bir fışıltı oldu.Kaptan köprüsünün altındaki nöbetçinin "Ne o?" diye sesi çınladı.Gemide de gayrıtabii bir gürültü ve bir hal yoktu.Vapur bütün hızıyla yoluna devam ediyordu.
Kadın, bir gece önce çocuğu Mehmet'in yanı başında uyumakta olduğunu hatırlıyordu da bir türlü göz yumamıyordu.Bir aralık kocası: "Merak edecek bir şey yok.Kumanyası tam, cebinde parası da var.Hem vapur bizimki gibi çocuklarla dolu.İzmir'e Bay Süleyman'a telgraf çektim.Çocuğu gidip karşılayacak," dedi.Kadının çocuğu göresi gelmişti.İçinde acı bir özleyiş vardı.Ta neden sonra kadını uyku yendi.Rüya görmeye başladı.Ay ışığı ile ışıldayan, yapayalnız ve yoksul bir deniz görüyordu.Bir vapurun kırmızı kırmızı parıldayan ışıkları ufka doğru uzaklaşıyordu.Bomboş denizin ortasında küçücük bir gölge, belki de bir insan yavrusu, başını suların üstünde tutmaya çabalıyordu.Garipsi garipsi ağlamakta olduğu uzaktan uzağa fark ediliyordu.Ay ışığı ile karaltı fiskesi arasında, denizin yüzüne üç köşeli bir gölge çıktı.Denizi yarıyor ve ardında ay ışığından bir iz bırakıyordu.Artık kadın denizdeki küçük gölgenin bir çocuk olduğunu kolaylıkla seçebiliyordu.O koca üç köşeli gölge çocuğun etrafında geniş bir kavis yapıyordu.Çocuğun arkasına doğru yüzüyordu.Ay ışığı o üç köşeli gölgeye çarpınca, kadın sivri bir burun, ay ışığında soğuk soğuk bakan hain bir göz, çocuğun boyundan iki üç kat büyük bir ağızda pırıl pırıl parlayan iki sıra diş görüyordu.Kadın çocuğa yanaşır gibi oluyordu.Çocuk o koca canavarı görünce ürktü, bağırdı.Canavar suları şapır şapır öttürerek çocuğa yaklaşıyordu.İki çene çocuğun bacaklarını kıstı ki, çocuk çırpınışlarla battı.Kadının kulağında "Anne!" diye müthiş bir yalvarış çınladı.Birden "Mehmet!" diye acı bir çığlık attı.Fakat yeryüzünde, Mehmet'in yüzünü bir daha gören olmadı.
(Cevat Şakir Kabaağaçlı)
Dönmeyen
Yazarın "Ege'nin Dibi" adlı kitabından
Mehmet Seyda
Bilge Kültür-Sanat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder