27 Eylül 2020 Pazar

Konuş Hafıza, Vladimir Nabokov Otobiyografisi


Geçmişteki ben'i ilgiyle, eğlenerek, nadiren de gıpta ederek yahut tiksintiyle hatırlamaktayım.

 ...

Kronofobik* bir genç bilirim, doğumundan birkaç hafta önce evdeki kamerayla çekilmiş filmleri ilk kez gördüğünde, adeta paniğe kapılmıştı.Fiiliyatta şimdikiyle aynı olan bir dünya görmüştü -aynı ev, aynı insanlar- ve sonra kendisinin bu dünyada var olmadığını, kimsenin de o yok diye kederlenmediğini fark etmişti.Annesinin üst kat penceresinden el salladığını görmüş, bu tanıdık hareket onu, gizemli bir vedaymışçasına rahatsız etmişti.Ama en çok korktuğu şey, verandada tabut misali, kendini beğenmiş, mütecaviz bir havayla duran, gıcır gıcır bebek arabasıydı.Onun bile içi boştu; sanki olayların akışı tersine dönmüş de, kendisinin vücudundaki tüm kemikler parçalarına ayrılıp dağılmış gibi.

*Kronofobi / Chronopnobia: Zamanın ilerleyişinden ya da genel olarak zamanın kendisinden korku duyma hali.

---

Yaşamdan tat almanın koşulu onun tadını haddinden fazla çıkarmamaktır.

---

Kozmos ne kadar küçük (Bir kangurunun kesesine sığabilir), ne kadar cılız ve önemsiz.

---


...Birkaç dakika sonra annem odama girdi.Kucağında büyük bir paket vardı.Hayalimde bu paket iyice küçülmüştü; belki mantığın uyarmasıyla bilinçaltı seviyede düzelttiğim şey, sayıklamaların her şeyi genişleten dünyasında hala bir korku kalıntısı olarak varlığını sürdürmektedir.Şimdi söz konusu nesnenin 120 santimetre boyunda ve boyuyla orantılı şekilde kalın, çokgen yüzeyli dev bir Faber kurşunkalem olduğu ortaya çıkmıştı.Kalem, bir sergi ürünü olarak dükkânın vitrininde asılı duruyordu ve annem, satın alınması pek mümkün olmayan başka şeyler gibi buna da imrendiğimi tahmin etmişti.Dükkan sahibi bir acente temsilcisini, "Doktor" Libner adında birini aramak zorunda kalmıştı (sanki bu iş görüşmesinin patolojik bir manası varmış gibi).Uzun zaman boyunca, kalemin ucunun gerçekten grafit olup olmadığını merak ettim.Öyleydi.Birkaç yıl sonra kalemin yan kısmına bir delik açıp, kurşunun kalem boyunca uzandığını görerek merakımı tatmin ettim; kalem kullanılamayacak kadar büyük olduğuna ve zaten kullanılmak üzere yapılmadığına göre, Faber ve Dr. Libner açısından, mükemmel bir sanat için vakasıydı bu.

---

Rüyalarımda gördüğüm ölmüş insanlar, eski aziz, parlak hallerine benzemeyen şekilde sessiz, dertli ve tuhaf şekilde kederlidir.Onları, bu dünyada var oldukları sırada hiç gitmedikleri ortamlarda, hiç tanışmadıkları bir arkadaşımın evinde izlemek beni şaşırtmaz.Ölüm bir ayıpmış, utanç verici bir aile sırrıymış gibi, bir köşede yere bakarak otururlar.Ölümlülük böyle zamanlarda -rüyalarda- değil, büyük neşe ve başarı anlarında, bilinç en yüksek terasına çıkmışken, bir gemi direğinden, geçmişin kalesinde, kendi hudutlarının ötesine bakma şansını yakalar.Ve sisin içinde fazla bir şey görmek mümkün olmasa da, insan bir şekilde, doğru yöne baktığını hissedip mutlu olur.

---


Bu bölüm okuyucuların geneli için değil, bir talihsizlik sonucu servetini kaybetmişliğinden dolayı, beni anladığını düşünen budala içindir.

Benim Sovyet diktatörlüğüyle olan, eskilere dayalı (1917'de başlamış) kavgamın, mülkiyetle uzaktan yakından ilgisi yoktur.Parasını ve toprağını "çaldılar" diye "Kızıllardan nefret eden" göçmenleri hor gördüğüm iyi bilinsin.Bütün bu seneler boyunca aziz tuttuğum nostalji, kaydedilmiş banknotlar için duyduğum keder değil, içimden taşan kaybedilmiş çocukluk hissidir.

Ve son olarak derim ki, ekoloji içindeki yerimi özlemeye hakkım var:

...Amerika'mın göğü altında
Hasretini çekiyorum
Rusya'daki tek bir mevkinin

---

Annemin okuduğu şövalye masalları vardı ki, bu şövalyelerin aldığı pek müthiş ama iltihaplanmayan yaralar, yeraltı mağaralarında soylu hanımlar tarafından yıkanırdı.Deniz kıyısındaki rüzgârlı bir uçurumun kıyısında, saçları uçuşan bir ortaçağ kızı ve uzun çoraplı bir delikanlı, Kutsanmışlar Adası'na bakarlardı."Yanlış Anlaşılan"daki Humphrey'nin kaderini öğrenen kişinin boğazına öyle bir yumru oturturdu ki, Dickens yahut Daudet'nin (ki ikisi de bu yumrular hususunda pek yaman tertipçilerdir) kitapları yaya kalırdı; iki çift küçük gezgin -iyi Clover ve Cowslip, kötü Buttercup ve Daisy- ile ilgili, utanmazca alegorik bir hikâye olan "Mavi Dağların Ötesinde", o kadar heyecan verici ayrıntılar içerirdi ki, insan hikâyenin "mesaj"ını unuturdu.

---

..."Peki Yaremiç'ten ne haber?" diye sordum M. V. Dobujinski'ye, 1940'larda bir yaz mevsiminin öğleden sonrası, Vermont'daki bir kayın ormanında gezdiğimiz sırada."Onu hatırlıyor musunuz?"

Mstislav Valeryanoviç, "Elbette hatırlıyorum" diye yanıtladı."Az rastlanır ölçüde yetenekliydi.Nasıl bir öğretmendi bilmiyorum ama biliyorum ki sen elimden geçen en umutsuz öğrenciydin."

---

...Görünenler: Karla sarmalanmış evin -yakın zaman sonra buraya le chateau denecekti- sıcak, parlak, modaya uygun ("Rus İmparatorluğu" tarzında) oturma odası; evi inşa eden, anne tarafından büyükbabam yangınlardan korktuğu için, merdiveni demirden yaptırmıştı; o yanıp kül olduğunda, o sağlam merdivenler, süslü parmaklıkları arasından parlak gökyüzü görünür vaziyette, ayakta kaldılar; bir başlarına ama hala yukarı doğru yükselerek.

---


Hem kır evimizde hem de şehirde, Matmazel'in odası benim için tuhaf bir yerdi; kalın yapraklı bir bitkiyi muhafaza eden, idrarımsı bir koku sinmiş bir tür sera.

---

Belli başlı Rus şairlerinin eserlerinde, sadece iki tane gerçek anlamda hisli kelebek imgesi keşfedebildim: Bunin'in, açık şekilde bir Kaplumbağakabuğu kelebeğini çağrıştıran kusursuz dizeleri:

Sonra odaya girer
Renkli bir kelebek, ipek gibi
Kanat çırpar ve mavi tavana
Çarpar durur gövdesini...

ve Fet'in "Kelebek" monoloğu:

Nereden geldim yolum nereye
Sorgulamıyorum
Latif bir çiçeğe konmuştum
Soluklanıyorum.

---

Bugün kalan hatıralarımın etten ve kemikten sıyrılmış taşıyıcısı idim.

---

Kendi isteğiyle Rusya'nın büyük, sınıfsı entelejensiyasına dahil olan babam, benim, demokratik ilkeleriyle, mevki, ırk ve inanç ayrımı gözetmeme siyasetiyle ve çağa uygun eğitim yöntemleriyle sivrilen bir okula devam etmemi uygun bulmuştu.Bunlar dışında, Tenişev Okulu'nu zaman ve mekan içinde diğer okullardan ayıran bir şey yoktu.Tüm okullarda olduğu gibi, oğlanlar bazı öğretmenlere tahammül eder, bazılarından nefret ederlerdi; yine tüm okullarda olduğu gibi, kulaktan kulağa müstehcen şakalar ve erotik bilgiler aktarılırdı.Sportif oyunlarda başarılı olan bendeniz, öğretmenler ruhumu kurtarmaya çalışmak konusunda bu kadar ısrarcı olmasalar, ortamı çok da sıkıcı bulmazdım.

Beni, uyumsuz davranmakla suçladılar; "gösteriş" yapıyormuşum (Rusça yazmam gereken ödevleri, doğal olarak aklıma geliveren İngilizce ve Fransızca terimlerle renklendirerek); yahut tuvalette bulunan kirli havlulara el sürmeyi reddediyormuşum; dövüşürken, Rus boksörlerinin benimsediği şekilde elin alt kısmıyla tokat benzeri yumruklar atmak yerine, parmaklarımın boğumlarını kullanıyormuşum.Okul müdürü, birleştirici etkisini takdir etmekle birlikte, sportif oyunlar hakkında fazla bir şey bilmiyordu ve futbol oynarken "diğer oyuncularla koşturmak yerine" hep kalede durmama anlam veremiyordu.Kızgınlık uyandıran bir başka şey de, okula iyi, küçük demokratlar olan diğer oğlanlar gibi tramvayla ya da atlı taksiyle değil de, otomobille gidip gelmemdi.Bir öğretmen yüzünü tiksinti içinde buruşturarak, en azından otomobilden okulun iki-üç blok öncesinde inmemi tavsiye etmiş, böylece okul arkadaşlarımın , üniformalı bir şoförün şapkasını çıkararak bana selam duruşunu izlemekten kurtulacağını söylemişti.Okul yönetimi adeta, ölü bir sıçanı kuyruğundan tutarak gezdirmemi mazur görüyordu, ama onu insanların burunlarının altında sallamamam koşuluyla.

---


Karlar arasındaki yolculuğumuzun yarattığı, adeta sanrısal ortam içinde, Rus çocuklarının çok iyi bildiği tüm meşhur düelloları yeniden yaşadım.Puşkin'i, ilk el ateşte ölümcül bir yara almış olarak, düştüğü yerde doğrulup tabancasını d'Anthes'e doğru ateşlerken gördüm.Lermontov'u, yüz yüze durduğu Martinov'a gülümserken gördüm.Babayiğit Sobinov'un Lenski bölümünde yere yıkılırken, silahını orkestraya doğru fırlatışını gördüm.

---

...Babam az önce açmış olduğu Alman gazetesini katlayarak, beni İngilizce bir cümleyle yanıtladı (galiba bir alıntı yaparak işi şakaya vuruyordu; durumu idare etmek için çoğu zaman böyle bir konulma tarzı seçerdi): "Bu oğlum, tabiatın absürt bileşimlerinden biri, utanç ile yüzün kızarması, keder ile gözlerin yaşlanması gibi." Birden anneme dönerek, şaşkın bir ifadeyle, "Tolstoy vient de mourir." diye ekledi.

Annem "Dışto ti" (Hay Allah, gibi bir şey) diye sıkıntıyla bağırarak, ellerini kucağında kenetlemişti."Pora damoy" (Eve gitme zamanı) diye bitirdi sözünü, sanki Tolstoy'un ölümü ileride gerçekleşecek felaketlerin habercisiymiş gibi.

---

Tuhaftır sırf gülümsemekten vazgeçmemek suretiyle uykumu bölen, rüyamdan sarsılarak, ıslak şekilde uyanmama sebep olan acıtıcı bir güce sahip ilk kişi, bu kızdı; oysa gerçek hayatta, bir senyor gibi davranarak bu kızı incitmekten ziyade, onun kir içindeki ayaklarından ve leş kokulu giysilerinden korkardım.

---

Savaş sırasındaki hayatına dair fazla bir şey bilmiyorum.Bir ara, Berlin'deki bir büroda çevirmen olarak çalıştı.Dürüst ve korkusuz bir adam olduğundan, çalışma arkadaşlarının önünde rejimi eleştiriyordu; onlar da kardeşimi ihbar ettiler.Tutuklandı, bir İngiliz casusu olmakla suçlandı ve Hamburg'daki bir toplama kampına gönderilerek, "10 Ocak 1945'te orada, gıda eksikliğinden öldü.Hayatı boyunca, umutsuzca, hep bir şey aradı -merhamet, anlayış, ya da her ne idiyse- şimdi bu durumun farkına varmak, artık hiçbir şeyi değiştirmez ve telafi etmez.

---

Daha birçok göçmen Rus yazarıyla tanıştım.Genç yaşta ölen Poplavski ile tanışmadım; yakın yerdeki balalaykalar arasında, uzaktan gelen bir keman sesiydi o.

                Haydi uyu, Ah Morella, ne korkunçtur bir kartal gibi yaşamak

---

Çalışarak kedini harap edenler bir kenara çekilsin!Eski kitaplar yanılıyor.Dünya, bir pazar günü yaratılmıştır.

---


Ama hakikat ne olursa olsun, sen ve ben, küçük (yaşı iki ile altı arasındaki) oğlumuzla birlikte, aşağıdan bir tren geçsin diye saatler boyu üzerinde beklediğimiz köprüleri hiç unutmayacak ve tüm savaş meydanlarında sonsuza dek savunacağız.Rayların üzerine doğru eğilmek için bir anlığına durup, geçen lokomotifin astımlı bacaına tüküren, daha büyük ve daha az mutlu çocuklar görmüşlüğüm var, ama ne sen ne de ben, iki çocuktan daha normal olanın, karanlık bir transın amaçsız heyecanından pragmatik şekilde sıyrılan çocuk olduğunu kabullenmeye hazır değiliz.Rüzgarlı köprüler üzerinde saatler süren duraklamaları kısa kesmek ya da rasyonalize etmek için hiçbir şey yapmazdın; çocuğumuz sınır tanımayan bir iyimserlik ve sabırla , demiryolundaki sinyal kolunun kliklemesini ve uzakta, evlerin düz sırtları arasında çok sayıda rayın birleştiği noktada, giderek büyüyen bir lokomotifin şekillenmesini ümit ederek beklerdi.Soğuk günlerde kuzu kürkünden bir palto giyer ve ayı tip bir kasket takardı; kırağı çalmış gibi grilerle alacalanmış bu kahverengi giysileri, eldivenleri ve inancının ateşi onu da, seni de ısıtırdı; çünkü narin parmak ların donmasın diye tek yapman gereken, koca bir bebeğin vücudundan yayılan hararetin nasıl inanılmaz miktarda olduğuna hayret ederek, onun ellerinden birini önce sağ, sonra sol elinle tutmak ve bu değişimi dakikada bir yapmayı sürdürmekti.

Konuş Hafıza
Vladimir Nabokov 
Otobiyografi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder