14 Nisan 2019 Pazar

roman kahramanları ve abdülhak şinasi hisar, bir abdülhak şinasi hisar vardı, sermet sami uysal

Roman Kahramanları ve Abdülhak Şinasi

Abdülhak Şinasi: "Bütün yazdıklarım gönlümde kalmış bir takım hatıralardan ibaret gibidir.Ruhumun ahenginden süzülüp yazılarıma geçmedikçe eserlerimin hiçbir iddiası olamaz.Hatta serdedilecek hiçbir sözüm olmaz." diyor.

...
Büyük bir başarıyla çizdiği Ali Nizami Bey, Selahattin Bey adındaki uzak bir akrabasıdır...Ali Nizami Bey'in annesi de gerçek hayattan alınmıştır.

"Çamlıca'daki Eniştemiz"deki Vamık Bey de yakın bir akrabasıdır.




"Fahim Bey ve Biz"deki ünlü kahramanı Fahim Bey, yazarın anlatımıyla "bir baba dostu"dur.

Fakat sonunda kader, Abdülhak Şinasi'ye bir oyun oynar: Ömrünün son yıllarında yazar; geçen zamana direnip kılık kıyafet ve davranış bakımından hep aynı kaldığı için, topluma biraz garip gelen bir "Fahim Bey" durumuna düşer!..Ve onun gibi toplumdan kopuk yaşar!..Hani Gustave Flaubert'e: "Madam Bovary kim?" diye sorulduğunda; "Madam Bovary benim." demiş!...Tıpkı onun gibi, biz de son yıllarına bakınca, rahatlıkla: "Abdülhak Şinasi, Fahim Bey'di" diyebiliriz.


Abdülhak Şinasi'nin roman kahramanlarıyla ilgili olarak Taha Toros da şu açıklamayı yapıyor: "Abdülhak Şinasi Hisar'ın bütün kitaplarındaki tipler, birer hayal mahsulü değil hayattan alınmış, gerçekten yaşamış kişilerdir.Fahim Bey ve Biz kitabındaki kahraman 'Fahim Bey' çevresinde yaşadığı, bir hariciyeci Fatin Bey'dir.Ali Nizami Bey'in Alafrangalığı ve Şeyhliği'ni yazarken, annesinin teyzezadesi ile evli olan, kısa bir müddet hariciye memurluğu yapan İlhami Bey'in adını değiştirmiştir.Konusunu halasının kocasının yaşantısından alan Çamlıca'daki Eniştemiz'in aslı, Çamlıca'daki Deli Eniştemiz iken, nasıl olsa, okuyanlar onun ruh dengesini hemen sezebilecekleri için, kitabın adından "Deli" kelimesini sevimsiz bularak çıkarmıştır."

...
Abdülhak Şinasi, başını Lebon Pastanesi'nin şekerleme dolu vitrinine, sokaktan bakarak geçen yolculara doğru çevirip sanki sokağa söylüyormuş gibi: "Teatral ad koyarak, kitap sürümünü, ancak aşağı tabakadan yazarlar düşünebilir!" der.
...
Roman kahramanlarının üçü de XIX. yy. sonu ve XX. yy. başında varlıklı, refah içinde yaşayan kimselerken, yaşamlarının sonlarına doğru sıkıntıya düşerler; hayatla bağları azalır ve hatta sonunda kopar; üstelik her üçü de sonunda zıvanadan çıkar...Ve yokluk içinde yaşamları son bulur...
---
Abdülhak Şinasi'nin bir özelliği de, o kalabalık yalıda bile kendini "yapayalnız" hissettiğinde bir köşeye çekilerek hayaller kurması, kimi zaman da sessizce akşamın "garipliği"ne sığınmasıdır: "Ta o zamandan beri bu akşam saatlerini kendime bir kurtuluş, bir tatil zamanı gibi duymağa ve iç hayatıma dönerek kendi şiirimi yaşamağa alışmıştım.Ve bütün ömrüm bana büyüklerimden gizlediğim bu esrarı gizlemekteki hakkımı (haklılığımı) gösterdi." (Geçmiş Zaman Köşkleri)
---
Araplar, üst üste gelen felaketleri belirtmek için "Allah, bir taşı atınca ötekini eline alır" derler...Bu atasözü Abdülhak Şinasi'nin hayatında da hükmünü icra eder: 1918'de babasını kaybeder...1922'de, Nigar Hanım'ın yalısında çıkan yangın söndürülemez ve Abdülhak Şinasilerin yalıları da yanar...Bu arada Hisar'ın kitapları ve hazırladığı yazılar da kül olur...
---
Evlenip çoluk çocuğa karışmayan Hisar, tek başına yaşlanan bir insanın yalnızlığını ise "Fahim Bey ve Biz"de şöyle dile getirir: "Yaşlanan, ihtiyarlayan adam, kalabalık içinde hasıl olan yalnızlığını, kendi mahallesinde peyda olan yalnızlığını duymaya başlar.Artık şehirde kimseyi tanımaz olur."
---
Sanki sözcük dağarcığında "sen" yoktu..Hatta muzip bir dostu: "Bizim Abdülhak Şinasi o kadar naziktir ki Paris2teki Seine ("Sen" okunur) nehrine bile "Siz" nehri der." diye bu yanını vurgulamıştı.

Gerçi sohbetlerimiz sırasında "Siz" nehri demezdi ama, bu nehirden söz edeceği zaman: "Hani azizim, Paris'i ikiye ayıran nehir var ya..." der; kendisini rahatlatmak için "Seine nehri" dediğimde: "işte o nehrin sol kıyısındaki Quartier Latin semtinde öğrencilik yıllarım geçti." diye sözlerini sürdürürdü.


...

Kimseye 'bey' veya 'beyefendi'siz hitap etmezdi.Hatta küçük kardeşi Selim Nüzhet'e bile 'Selim Bey' derdi.
---
Abdülhak Şinasi, evlenmeyi daha yirmi yaşına basmadan, Paris'ten Hamdullah Suphi'ye gönderdiği mektupta, önce sağlık durumuyla ilgili: "Bütün hayatım böyle geçecek...Biliyorum ki çok zayıfım, eğer arızasız, dış etkilerden korunmuş sakin bir yaşantıya kavuşursam bile, bunun çok uzun olmayacağını sanıyorum!" dedikten sonra söz evlilik üzerine getirip şunları söylüyor: "Evvela asla evlenmeyeceğim!Hiçbir kadını bütün hayatıma ortak edecek kadar sevmeyeceğimden korkuyorum.Aile hayatının, insanlara mutluluk verdiği görüşüne asla inanamıyorum!Kavgalar, zaman zaman aşkın maddi yönleri, ara sıra mutlu istisnalar; büyük bir akılsızlık, dehşetli bir hissizlik, birbirini bazan aldatmalar, bugün sürdürülen bazı aile yuvalarının işitilmiş örneklerindendir.Ortada bağlayıcı unsur, hastalıkların ilacı olan, aşk kalıyor.Bu ilaç yalnız içilirken bir saadet iksiri oluyor.İstanbul'dayken, aşka inanırdım.Şimdi de inanıyorum.Fakat şu farkla ki, İstanbul'dayken daha az inandığım rastlantı ve istisna sandığım başka bir şeye, burada daha çok inanıyorum ki, o da yalnız dostluktur."

O sıralarda en sevdiği dostu ise Hamdullah Suphi'dir...Bunu, ona gönderdiği mektupta şöyle açıklıyor: "Sana şunu haykırmak ve ilan etmek istiyorum ki, seni benim sevdiğim kadar kimse sevemez."


...

Biraz daha yaşlanınca; belki de daha hoşgörülü olduğundan, evde her işini gören kavruk bir Anadolu delikanlısı olan uşağı Sabri'ye daha muhtaç duruma düşüp çaresiz kaldığından (tıpkı Yahya Kemal gibi; ya da evlenmemiş bütün çocuksuz kimseler gibi; değil evde çocuğa, hatta gittiği yerlerde çocuk sesine bile tahammül edemeyen Abdülhak Şinasi; darlığından/küçüklüğünden hep şikayet ettiği, yakındığı yeni dairesine; uşağının, köyden karısıyla birlikte küçük çocuğunu da getirip yerleştirmesine ses çıkarmamış; hatta küçük çocuğunu tıkış tıkış eşya arasında paytak paytak dolaşışını, üstelik dudaklarına tatlı bir tebessümle izlemeye bile başlamıştı!...

Artık ünlü kahramanı "Fahim Bey" gibi hayattan hayli kopuk yaşıyor; ara sıra da yine evin darlığından yakındığında, bir gün kendisini bir parça teselli etmiş olmak için:


-Üstadım, kapıcınızın beş altı çocuğu ile bodrum katında, tek odada yaşadığını düşününce, sizin halinize bin kere şükretmeniz gerekmez mi? dediğimde, büyük bir hayretle:


-Azizim, beş çocuğu ile bir aile tek odada nasıl yaşar? diye sormuştu.


Bunun üzerine, vaktiyle evimin çatı katında beş çocuğu ile barınan yoksul ama "bilge" karamela satıcısının, aynı soruyu sorduğumda, bana verdiği cevabı tekrarladım:


-Gönlün sığdığı yere her şey sığar üstadım!...


...

"Vaktiyle Flaubert'e: "Madame Bovary kimdir?" diye sorulunca: "Madame Bovary benim." demiş...Ben de Fahim Bey, Ali Nizami Bey ve hatta Çamlıca'daki Eniştemiz için de "benim" diyebilirim...Fakat bunlar hayatımda görmüş olduğum adamlardır.Bunları hikaye şeklinde anlatırken, isimlerini, hatta hayatlarının bazı kısımlarını, hatta yaşadıkları mahalleleri istediğim şekilde değiştirmişimdir.Ben hikaye yazdım, tarihi hatıra yazmadım.İkisinin arasında büyük fark vardır."

...

"Evvelce hiç tanımadığım ve isminden maada kendisinden bahsedildiğini hiç işitmediğim bir zat: "Ben Fahim Bey'im...Vak'a benim başımdan geçen vak'a; fikirler, benim fikirlerim, hatta bir rüyadan bahsediliyor ki onu bile ben görmüştüm.Muhakkak; ama kim bunları anlatmış ve o da yazabilmiş?" dermiş.Senelerden sonra bu zat ile konuşarak görüşebildim.Benim bu eski personajım şimdi yeni bir dostum oldu."

Sermet Sami Uysal
Bir Abdülhak Şinasi Hisar Vardı

Bilge Kültür Sanat Yayınları, Şubat-2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder