...Rıbak tam olarak anlamadı, ama daha sonra ortada kaygılanacak bir şey olmadığına karar verdi.Sotnikov yürüyebiliyordu, biraz öksürmesine gelince -savaşta insan soğuk algınlığından ölmezdi.
---
...Sotnikov ocağın başında oturuyor, uyanık kalmak için kendini zorluyordu.İkide bir yakasına yapışan, başını çatlatacak gibi zorlayan öksürüğün yardımı oluyordu uyanık kalmasında.Kadının anlattıkları bir kulağından girip ötekinden çıkıyordu, onun yakarışlarını anlamak istemiyordu canı.Almanlara hizmet edebilen bir insana karşı acımasızdı.Bu hizmetin şöyle ya da böyle oluşunun hiçbir önemi yoktu.Adamın bunu haklı çıkaracak nedenleri olması Sotnikov'un umurunda değildi, bu tür nedenlerin değerini biliyordu.Faşizme karşı verilen amansız savaşta bu tür inandırıcı nedenleri göz önüne almak mümkün değildi.Zafere ancak tüm nedenlere rağmen varılabilirdi.Sotnikov bunu katıldığı ilk çarpışmadan beri biliyordu, bu kanıyı her zaman korumuş, savaşın getirdiği tüm zorluklara rağmen tavrının sağlam kalışında bunun ona birçok bakımdan büyük yararı olmuştu.
---
...Dövüşerek ölmekten korkmuyordu -bu korku bir düzine umutsuz durumda, sık sık karşısına çıkmıştı.Hayata da o kadar değer vermiyordu, çünkü hayat onun için bir sevinç olma niteliğini çoktan kaybetmişti ve bir süreden beri bir yükümlülük de değildi.Yaşamak, komutan olduğu sırada, başkalarının yazgısı ve savaşın geleceği onun elindeki yetkiye bağlı olduğu sırada önemliydi.Şimdi tek başınaydı ve sadece kendisinden sorumluydu.
---
...Avuntu olsa olsa insan ruhunda gizli olan manevi olanaklarıydı.Sotnikov Almanların yazın esir kampında kır saçlı bir albayı sorguya çekişlerini hiç unutmayacaktı.Albay savaşta ağır yaralanmıştı, kolları paramparçaydı ve yaşamakla ölmek arası bir durumdaydı.Bu albay korkunun ne olduğunu bilmiyor gibiydi ve Gestapo subayının yüzüne karşı Hitler'e, faşizme ve bütün Almanya'ya verip veriştiriyordu.Alman onu bir yumrukta öldürebilir, iki saat önce piyade birliklerine bağlı iki siyasal yardımcıya yaptığı gibi, vurabilirdi.Ama bu albayı söverek de olsa aşağılamamıştı.Herhalde böylesini ilk kez görüyordu ve şaşırıp kalmıştı.Sonra telefona sarılmış, herhalde amirine ne yapması gerektiği konusunda akıl danışmıştı.Tabii albay sonradan gene de kurşuna dizilmişti, ama kurşuna dizilmeden önceki dakikalar onun zaferi, son kahramanlığı olmuştu ve bu kahramanlık savaş alanındakinden, şüphesiz, daha kolay değildi, zira yurttaşlarının onu duyacağı umudu bile yoktu.Bir rastlantı sonucu baraka duvarının dibinde duran birkaç yurttaşı duymuştu onu.
---
...Kurşuna dizilmeye götürüldükleri söyleniyordu.
Bu, doğru olabilirdi, çünkü kafile dört bin kişilk esir kampından seçilen kişilerden oluşturulmuştu: Siyasal görevliler, parti üyeleri, yahudiler ve Almanları kızdıran başka kişiler.Sotnikov kaçma girişiminde bulunduğu için kafileye alınmıştı.Besbelli onları çam korusunun içindeki kum tepelerinde kurşuna dizmek istiyorlardı, zira kafile yoldan saptıktan sonra Alman muhafızlar daha uyanık bir tavır alıp kafileye yaklaşmışlar, onları bir sürü gibi birbirine yaklaştırmak için daha çok bağırıp çağırmaya başlamışlardı.
...
...Sotnikov başını ihtiyatla çevirdi -yanında bir teğmen oturuyordu.Teğmen bacağındaki kirli sargının altından farkettirmeden bir bıçak çıkardı, gözleri o kadar kararlı bakıyordu ki, Sotnikov böyle bir insana engel olunamayacağını, onun yerinden fırlayıp çılgınlıklar yapacağını düşündü, yoksa bıçağı ne yağacaktı?Öbürü apoletsiz subay ceketi giymiş, yaşlıca bir adamdı, çekine çekine biraz ilerde duran iki muhafız birbirlerine yaklaştılar ve sigaralarını bir çakmakla yaktılar; biraz daha ötede atlı bir muhafız kitleyi kolluyordu.
Güneşin altında on beş dakika kadar oturdular, sonra tepeden bir emir geldi ve Almanlar kafileyi ayağa kaldırdılar.Sotnikov'un komşusu derhal uç tarafa geçip muhafıza yaklaştı.Muhafız güçlü kuvvetli, tıknaz bir Almandı, bütün muhafızlar gibi makinalı tabancasını göğsünde taşıyordu, ceketinin koltuk altları terden ıslanmıştı; kepinin ıslak kenarlarından hiç de ari olmayan, katran karası bir tutam saç çıkmıştı.Sakin sakin sigarasını çekiştiriyor, dişlerinin arasından tükürüyordu.O sırada esirlerden birini itip kakmak için kafileye doğru iki sabırsız adım attı.Aynı anda teğmen arkadan bir atmaca gibi onun üzerine atladı ve bıçağı sapına kadar güneşten yanmış boynuna sapladı.
Alman, bir inilti çıkardı ve yere çöktü, biraz ileriden birisi "Dikkat!" diye bağırdı, birkaç kişi kafileden koptu ve düzlüğe doğru koşmaya başladı.Sotnikov şaşkınlıktan taş kesilmişti, ama sonra kendini koruma içgüdüsünün sesini dinledi ve koşmaya başladı.Neredeyse teğmenle çarpışacaktı.O da önce koşmaya başlamış, ama sonra ayağı takılmış, Sotnikov'un ayaklarının dibinde yıkılmış ve bıçakla kendi karnını bir hamlede deşmişti.Sotnikov teğmenin üzerinden atladı.Boyu ancak bir parmak uzunluğunda olan bıçağın kanlı ağzı bir an parlayıp teğmenin elinden düşmüştü.
---
...Rıbak kötü bir insan değildi, ama kendi sağlığı gayet yerinde olduğu için hastalara karşı biraz anlayışsızdı; bazen insanın kendini nasıl üşütebileceğini, nasıl hastalanabileceğini aklı almıyordu.Savaşta hastalanmanın akla gelen şeylerin en aptalcası olduğunu düşünüyordu.
---
...Sotnikov sustu, kendini kötü hissediyordu.Yüzünü ter basmış, alaycı tavrından eser kalmamıştı.Bunun boş bir tehdit, bir şantaj olmadığını anlamıştı, bu adamlardan her şey beklenebilirdi.Hitler onlardan vicdanı, insanlığı, en basit hayat ahlakını almış, onlara canavarca bir güç vermişti.O, bu adamların karşısında sadece bir insandı.Başka insanlara ve ülkesine karşı yükümlülükleri vardı, bir şey gizlemek ve kendini haklı çıkarmak olanağı zayıftı.Bu savaş eşitlikten uzak, düşman üstündü.Sotnikov'un getirdiği her şeyi soruşturma görevlisi kolayca bir kenara atıvermişti.
---
...Güçsüzlük Sotnikov'u kurtardı: Budzila işkenceye başlar başlamaz bayıldı.Üstüne su boca ettiler, ama bunun sadece birkaç saniyelik bir yararı oldu, ardından kendini tekrar kaybetti ve vücudu ne eyer kayışıyla dövülmeye, ne de Budzila'nın çelik bir kerpetenle tırnaklarını sökmesine tepki gösterdi.Yarım saat boşu boşuna çabaladıktan sonra iki polis onu sürükleyerek odadan çıkardılar ve muhtarın bulunduğu hücreye attılar.
---
...Savaştaki her ölüm gibi onun ölümü de bir şeyi doğrulamalı, bir şeyi yalanlamalı ve yaşamın gerçekleştiremediği şeyi olanaklar oranında gerçekleştirmeliydi. Yaşamın başka ne gereği vardı?
---
Rıbak: Hayır, bu komik herifle anlaşamayacaklardı.Hayatta olduğu gibi ölmeden önce de dikkafallı bir ilke meraklısıydı o, eh, karakter meselesiydi bu.Hayat denen kumarda en çok kazanan kişinin en kurnaz kişi olduğunu bilmeyen var mıydı?Evet faşizm dünyanın yarısını çarklarında öğüten bir makinaydı.Onun karşısına çıkıp çıplak elle onu durdurmaya mı çalışmalıydı yani?Yandan onun tekerleğine bir çomak sokmak çok daha sağduyulu bir şeydi!O zaman belki saplanıp kalır ve ona arkadaşlarının yanına sıvışma fırsatı verirdi.
---
...Babası son demetleri toplamıştı.Galiba arabanın yükü çok yüksekti, çünkü yükü bağladıkları ip neredeyse yetmeyecekti.Kol'a'nın yedi yaşındaki kız kardeşi Man'a'yla komşunun kızı L'uba demetlerin üzerine tırmanmışlardı.Rıbak yüksek yükün üstünde ileri geri sallanarak yol alıyor ve atı her zamanki gibi güvenle yönetiyordu.Kuptsova dağını geçmişlerdi, yol uçuruma doğru yaklaşıyordu.O sırada koşum takımlarına bir şey olmuş, at ürkmüş, araba yan yatmıştı.Kol'a'nın gözü uçuruma ilişmiş, korkudan buz kesilmişti.
Kurtulmak için atın başını iyice sağa çevirmesi gerekiyordu, ama korkudan bunu düşünememişti Rıbak.Arabadan aşağı atlamış, araba atıyla ve iki kızla birlikte uçuruma yuvarlanmıştı.
...
Şimdi önünde gene öyle bir uçurum vardı.Ancak bu kez arabadan atlayamıyordu, eli-kolu sımsıkı bağlıydı, üstelik kendini kurtaramaması için gözaltında bulunuyordu.
---
...Sotnikov huzurluydu.Bu serseriler silahlara ve güze sahipti, ama onun da sonuna dek elden bırakmayacağı bir şey vardı.Korkmuyordu onlardan.
Kaputun altında biraz ısındı ve uykuya daldı.
Garip, karışık şeyler gördü düşünde.
Son gecesinde özellikle bu rüyayı görmesi şaşılacak bir şeydi.Gözlerinin önünden çocukluğunun bazı görüntüleri geçiyordu.Önemsiz ve pek anlaşılmayan şeylerin arasında babasının Mauser tabancasıyla ilgili, budalaca bir sahne de vardı.Sotnikov tabancayı kılıfından çıkarmak istiyor ve yaptığı beceriksizce bir hareket sonunda tabancanın namlusunu kırıyordu.Tabancanın namlusu çelikten değil, oyuncak tabancalarınki gibi çinkodan yapılmıştı.Korkuya kapılıyordu, oysa artık çocuk değildi.Yetişkin denecek yaştaydı, belki de henüz askeri okula gidiyordu, çünkü olay okulun silahhanesinde geçiyordu.Sotnikov tüfeklerin dizildiği piramidin önünde ne yapacağını bilmeden duruyordu.Babası her an gelebilirdi.Tüfeklerin konulduğu piramide doğru koşuyordu, ama orası tümüyle doluydu, bütün gözlerde tüfekler vardı.Sotnikov titreyen elleriyle sobanın kapağını açıyor ve tabancayı sigara izmaritleriyle dolu karanlık boşluğa sokuşturuyordu.
Bir an sonra orada ateş yanmaya başlıyordu.Kömürler kor halinde parlıyor ve korların içinde bir şey eriyordu.O ocağın başında şaşkın şaşkın bekliyordu.Yanında babası duruyordu.Ama tabancadan tek kelimeyle söz etmiyordu, oysa Sotnikov babasının biraz önce olup bitenleri gayet iyi bildiğini seziyordu.Babası sobanın başına çöküyor ve ihtiyar bir sesle, acır gibi:
"Bu bir ateşti ve dünyanın en yüce adaletiydi.." diyordu.
---
İnsan yarı ölü, yarı diri durumdaysa ve bu namussuzlara artık küfür bile edemiyorsa, ölümden beş dakika önce ne yapabilirdi?
---
...Rıbak fena bir partizan değildi, orduda da iyi bir başçavuş olduğu mutlaktı, ama hiç şüphe yok ki insan ve yurttaş olarak eksikleri vardı.Hoş, beş senelik okuldan çıktıktan sonra bir düzine doğru dürüst kitap okuduğu bile kuşkulu olan Rıbak nereden bulacaktı bunları?Sanki o ruhsal gelişiminde, ona başkalarının eylemlerini insancıllığın en yüce yasalarına göre yargılama hakkını veren ahlaksal bir düzeye erişmiş miydi?
---
...Ama eninde sonunda, dünyada insanın kendi kellesinden daha değerli şeyler de vardı.
Vasil Bıkov
Darağacı
Yar Yayınları (Temmuz, 1994)
Çeviri: Metin Alemdar
Film:
Voskhozhdenie (1977)
Larisa Shepitko
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder