20 Mart 2022 Pazar

Peter Handke - Kısa Mektup, Uzun Veda


Örneğin ressamın doğayı temsil eden resimlerinden birini gördüğünde, gerçekten de böyle bir manzara var mı, varsa nerededir, diye sorular sormak çocuğun aklının ucundan bile geçmiyordu çünkü onun için kopya, orijinal ile kesinkes yer değiştirmişti.Bu çocuğun aksine, çocukluğumda temsil edilen nesnenin hep gerçekte nerede olduğunu bilmek istemiştim.Örneğin evimizde, aşağı kıyısında bir dağ kulübesi olan bir buzul manzarasını gösteren yağlı boya bir tablo vardı.Bu manzara ve kulübenin kesinkes doğanın içinde bir yerde varolduğuna inanmıştım hep; hatta ressamın durmuş olduğu yeri bile bildiğimi sanırdım ve birisi bana resmin sadece hayal mahsulü olduğunu söyleyince inanamamıştım.Uzun bir süre, resmin tek başına olduğu ve resimle eşleştirecek bir şeyimin olmadığı aklıma geldiğinde soluk bile alamaz olmuştum.Okumayı öğrendiğim zaman da aynı şey olmuştu: Varolmayan bir şeyin nasıl tasvir edilebilir olduğunu aklım almıyordu.İlk okuma kitabımda tasvir edilen köy gerçek bir köydü, kuşkusuz benim köyüm değildi ama çok uzakta olmayan başka bir köydü.Ve kendi başıma okuduğum kitaplar birinci tekil şahıs ile anlatıldığı için ilk defa içinde "Ben" diye başlayan bir anlatıcının olmadığı bir kitabı açtığımda çok korkmuştum.Bu tür algılama biçimlerinin öteki deneyimlerim üstünde öyle güçlü bir etkisi vardı ki, şimdi geriye baktığımda bu biçimlerin geçerli olmadığını keşfetmenin şoku hayatımın dönüm noktasını oluşturmuş gibi görünmektedir.

Peter Handke
Kısa Mektup, Uzun Veda

Anti-Hamlet - Zafer Aracagök / Zeminsiz Üçleme

 
...

Gün yoktu.Gece Yoktu.

Çalışma vardı.

Yıldızların altında çalışma vardı.Ellerimizi kestiler.Gözlerimiz çıkardılar.İğdiş ettiler bizi.Hep tatmindik.Efendimiz kırbaçtı.Efendimiz acıydı.Çözümü kaybolmuş bir bilmece.Çözümü bulmak bize düşmüştü.Çözümü çalışarak bulacaktık.Bulmamak diye bir şey söz konusu değildi.

Biz hep çalıştık.Başkaları çalışmadılar.Çalışanlar yalnız biz değildik.Olsun.Onlar da köleydi.Çöllerde at koşturanlar, yürüyenler.Yürüdükten sonra mağara duvarlarına resim çizenler.Tanrı heykelleri yapanlar.Kafası kesilenler.Yazı yazanlar.Sırtında kırbaç izi taşımayanlar.Onlar da çalıştılar.Çalıştılar.Çalışarak kaybettiğimiz şeyi anlattılar.Çözümü bulmak bize düşmüştü.Çalıştıkça daha çok kaybolan çözüm.Çalışmayanlar incelerlerdi.Biz çalıştıkça ortadan daha çok kaybolan şey karşısında hırslanırlardı.Kırbaçlarını acımasızca sırtlarımıza indirirlerdi.Bir yere gitmiyorduk.Kölelerin resimlere bakması yasaktı.Gözlerimiz vardı.Gözlerimiz yoktu.Görmüyorduk ama görenlerle aramızda çok büyük bir fark yoktu.Hepimiz çalışıyorduk.Geceleri uyumaya ayrılan vakitlerde konuşurduk.Yıldızlara hikayeler yazardık.Olmayan hayatlrımızı orada görürdük.Ama akreplerin bizi ısıracağı zamanları bilmezdik.
Sabah birimiz ölürdü.
Ölüye kızardık.
Niçin sözümüzü dinlemedi diye.Niçin hikayesini kalkıp kırbaç yemeden çalışan birisine anlattı diye.Yıldızlar bizi baştan çıkarırdı.Kulaklarımızı gıdıklayan otların üstünde onlara bakarken.Onları görmemek için yüzüstü yatardık.Bu defa burunlarımız gıdıklanırdı.Uyumazdık.Akreple anlatmayanları bilirlerdi.Onlara dokunmazlardı.

...

Kırrbaçla çalışan bizler vardık.Kırrbaçsız çalışanlar vardı.Çalılmayanlar vardı.Aramızdan ayrılanlara ne yaptıklarını hiç bilmezdik.Bir gün gösterdiler.Ne yaptıklarını onlara.Onları ormana götürüyorlardı.Gördük.Ölüleri suya atarlardı.Ama içinde bir yere ulaşılan hikayeler anlatanları ormana götürüyorlardı.Kimler?Kırbaçsız çalışanlar.Sürüklüyorlardı.Atlara bağlayıp yerde.Uzaktan gördük.Akşam olunca haykırışlar duyduk.Acı.Acı acı.Önce bunları öldürüyorlar sandık.Sabah kırbaçlar sırtımıza inip de çalışmaya başladığımız zaman gördük ki hala canlılar.Yemek yiyorlar.Bizim çıkardığımız sesi çıkarmaz olmuşlar.Susuyorlar.Hareketlerine bir ağırlık gelmiş."Ne oldu?" diye sormak istedik.Bizi yaklaştırmadıklarç.Gözleri kanıyordu.Burunları, kulakları, bütün organları kanıyordu."Acı çekmiyorum, acı çekmiyorum" diye bağırıyorlardı.

Ormana götürmüşlerdi.Sonra ötekiler gibi onları bir daha görmedik.Bundan sonra ormana gitmek istemez olduk.Hiçbirimiz.Hepimiz.Sonra içlerinde hep bir yerlere ulaşılan hikayeler anlatmaya başlamış olmalılar.Belki.Bize hikayeyi anlatanı tanımıştık.Üstünde sargılar vardı.Sargılarla bir yere bağlanmıştı.Artık koparılmış ek değildi.

...


Zafer Aracagök
Anti-Hamlet (1996)
Zeminsiz Üçleme
Kült Neşriyat

Diecisiete (2019) - Daniel Sanchez Arevalo

Diecisiete (2019) - Daniel Sanchez Arevalo
- Kaybetmek & kabullenmek -

"Bu işin peşini bırak artık.
Hayatta kaybetmeyi de bileceksin.
Bir kez olsun bir şey kazanacaksak şu hayatta,
önce yenilmeyi bilmeliyiz.

- Zaten biliyorum.

- Hiçbir s.kim bilmiyorsun Héctor...Hiçbir şey.
Yenilmek bir şey, ki biz fena yenildik.
Yenilgiyi onurlu bir şekilde kabullenmekse bambaşka bir şey."






Diecisiete (2019) - Daniel Sanchez
- Dedemizin ve bir ineğin hikâyesi -

- Dedemizin hikâyesi nasıldı?
Hani büyükannem hep anlatmasını isterdi?

- Bir sürü hikâyesi vardı onun.

- Evet, ama bir tanesi...
Kaybettiği bir inekle ilgiliydi.

-İnek Elvira.

-Hah, o.

- Kaybetmemişti, inek kaçmıştı.
İnekler eskiden ortak bir merada otlatılırmış.
Her besicinin kendi zamanı olurmuş.
Ortak merada başkasının ineğini bulursan,
 onu alıp fidye isteyebiliyormuşsun.
Buna "el koyma" denirmiş. Yasalmış.
Bir gün, Elvira kaçmış.
En çok süt veren inek oymuş.
Biri ona el koymuş.
Dedemizin babası fidye olarak bir teneke yağ, bir çuval un,
şeker ve yumurta vermiş.
Ceza olarak da
Chiri dedemizi bir hafta Elvira'yla ahırda yatırmış.
İnek dışkısından leş gibi kokmuş.
Okula giderken yıkanmasına izin vermemiş.
Cezası bitmiş ama dedemiz,
Elvira'yla ahırda yatmaya devam etmiş.
Kimse sebebini anlamamış.
Büyükannem, okuldakilerin onu dövdüğünü ama kokmaya başladıktan sonra
ona sataşmadıklarını söylemişti."






Diecisiete (2019) - Daniel Sanchez Arevalo
- ironi ve saçmalık -

"- İroni yapıldığında anlaman lazım.
Çünkü dünya koskoca bir ironi.
Açıklayayım mı?

-İroni, saçma sapan konuşmaktır.

-Peki.
Mademki biliyorsun.
Tamam, hadi açıkla.
Basit bir örnek vereyim.
Kuzen Ignacio'ya şöyle demen bir ironidir:
 "Çok iyi yapmışsın kuzen.
Dedeyi mezarından çıkarıp ormanda gezmeye götürmen
müthiş bir fikir."

- Niye ironi oluyor da saçma olmuyor?

Çünkü sahiden de ormanda yürüyüşe çıkardığı yok.
Böyle söylediğinde, ona laf soktuğunu
ve aslında tam aksini kastettiğini anlar.
Onu eleştirmiş olursun.
Anlıyor musun?

- Bilemedim.

- Hadi bakalım. Bir ironi yap da görelim.
Öncelikle seni kızdıran bir şey düşün.

- Benden kurtulmak için beni ihbar etmen.

-Yine başladık.
Tamam, bu da olur.
İhbar ettiğim için sevindiğini söyle.

- Sevinmedim ki.

- Biliyorum.Olay da bu.
Sanki başına gelen en iyi şeymiş gibi bahset.

- Beni ihbar ettiğin için çok sağ ol.

- Dalga geçiyormuş gibi söyle.
"Isma, iyi ki beni o yaz kampına yolladın.Çok sağ ol!"

- Orası yaz kampı değil ki.

-İroni bu işte.

- Üstelik bir yaz değil, iki yaz.

- Biliyorum. Şaka yapıyorsun işte.

- Oranın şakası yok.

- Neyse, boş ver. Sen haklısın.
İroni, saçmalamaktır."







Diecisiete (2019)
Daniel Sanchez Arevalo

Necmeddin Okyay

Necmeddin Okyay (1883-1976)

"Mehmed Necmeddin Okyay (28 Ocak 1883, İstanbul - 5 Ocak 1976, İstanbul), Türk hattat, ebru sanatçısı, kemankeş, gül yetiştiricisi, tuğrakeş ve is mürekkebi imali , aharcılık (kâğıt perdahcısı "parlatma"), mücellidlik (cilt yapımı) gibi kitap sanatları ustası, imam ve hatip. Pek çok sanat dalında bilgisi, yetkinliği ve ustalığı ile Hezârfen unvanıyla da tanınmaktadır.Ebru sanatında Necmeddin üslubu'nu oluşturmuştur."

Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Necmeddin_Okyay


Eve Dönmek İstemiyorum (1995) - Zafer Aracagök / Zeminsiz Üçleme


...

"Bir zavallıyı kurtarmak için kimse giysilerini ıslatmayı göze almaz"
dememiştir hiçkimse ama gerçekte böyledir olayların gidişi.

Çalabilir misin o eski şarkıları hala?
Çal sevgilim.Nasıl süzülür onlar kederimden
gizli ada limanlarına doğru çıkıp yola
yumuşak akşam denizinde ilerleyen
gümüş tekneli gemiler gibi, bilsen.

Ve çiçeklenen kıyıda karaya çıkarlar,
orda öylesine geniştir ki bahar.
Ve bulur benim yorgun belleğim orda,
ordaki ıssız yollarda
bağışlarla bekleyen unutulmuş tanrılar.

...

Sanat çoğu zaman düşünülen şeyin aksine, bu varolma anlarını değil, varolma ve yokolma anları arasında gidip gelen süreçleri gösterme biçimidir.Bu açıdan sanat ve anlama eylemi farklılıkların "ya da" ile değil "ve" ile birbirine bağlanmasıdır.

...

Kurumuş güllere cenaze töreni yapmazlardı.

...

Zafer Aracagök
Eve Dönmek İstemiyorum (1995)
Zeminsiz Üçleme
Kült Neşriyat



Summit of the Gods (2021) - Patrick İmbert

Summit of the Gods (2021) - Patrick İmbert
- Geçilmeyen sırtlar -

"Dağcılık uzun zamandır en yükseğe tırmanmak için yapılan bir yarıştı.
Zirveye ulaşınca yarışın bittiğini düşünebilirsiniz.
Öyle olmuyor.
Dağcı her zaman yeni imtihanlar bulur.
Daha yükseğe çıkamıyorsa, en zor rotayı arar.
Daha hızlı, yalnız, oksijensiz tırmanır.
Yani asla bitmez.
Everest'e 1953'te Nepal tarafından çıkıldı.
1978'de oksijensiz çıkıldı.
İki yıl sonra da Norton Geçidi'nden yalnız çıkıldı.
1985 kışında Hase, tehlikeli güneybatı sırtını denedi.
Dönemedi.
Güneybatı sırtı kışın geçilemedi.
Habu oksijensiz ve tek başına çıkacaktı.
Böyle bir macerayı asla kaçıramazdım."







Summit of the Gods (2021) - Patrick İmbert
- Zirve sadece bir basamak -

"Habu haklıydı.
Mallory gizeminin yanıtını buldum ama yeterli değildi.
Neden daha yükseğe tırmanasın?
İlk olmak için mi?
Neden ölümü göze alasın?
Neden böyle nafile bir iş yapasın?
...
Nedene gerek yok.
Kimileri için dağlar hedef değil, yol.
Zirve sadece bir basamak.
Zirveye ulaşınca, geriye kalan tek şey devam etmek..."






"Seni buraya getiren, beni de tırmanmaya sevk eden şey...
Ne olduğunu bilmiyorum.
Onsuz yaşayamayacağımı fark ettiğimde kendime bunu sormayı bıraktım."



Summit of the Gods (2021)
Patrick İmbert
Netflix

Dipnotlar - Zafer Aracagök / Zeminsiz Üçleme


Zafer Aracagök
Eve Dönmek İstemiyorum (1995)
Zeminsiz Üçleme
Kült Neşriyat

Kitap ve Kahraman - Zafer Aracagök / Zeminsiz Üçleme


...

Bu kitapta kahramanlar yoktur.Bu kitap kahramanları olmadığı için vardır.Bu kitapta kahraman olmayan kahramanlar vardır ama kahraman ya da anti-kahramanlar yoktur.Kısacası, bu kitapta kahraman kaybolmuştur ama bu kahramanın merkezini kaybetmesi yüzünden değil, kahraman ne kadar çabalarsa çabalasın merkezinden kurtulamayacağını anladığı için olmuştur.Bu yüzden bu kitapta kahraman hem vardır hem de yoktur.

Klasik anlamıyla kahraman romanın sonunda tekrar bulmak üzere merkezini kaybeden kişidir.Modernizm ile birlikte kahraman merkezini tümüyle kaybeder, daha doğrusu kaybettiğini sanar.Oysa bir merkeze sahip olmak, onu kaybetmek kadar imkânsızdır.

Kahraman modernizm öncesi romanda varolarak varoluyorduysa, modernis romanda kahraman varolmayarak ya da anti-kahramana dönüşerek varolur.

Burada kahraman bir vardır bir yoktur bir yoktur bir vardır bir vardır.

...

Zafer Aracagök
Eve Dönmek İstemiyorum (1995)
Zeminsiz Üçleme
Kült Neşriyat

Kurumuş Bir Dal Gibiyim - Cenk Tevet

Kurumuş Bir Dal Gibiyim - Cenk Tevet
Karoft Akustik Kulüp

Kurumuş bir dal gibiyim, suyu neyleyim?
Güzel bir söz söyle de gönlümü eyleyim
Sorma sakın bana neden ben böyleyim
Kadere mi, şansa mı, talihe mi kime küseyim?

Bana ne güneş doğmuş, ne gün ağarmış
Benim dünyam daha dünden kararmış

Bir boşluk içindeyim, kayboluyorum
Kendime çıkacak bir yol arıyorum
Dört yanım ıssız, dört yanım yalnız
Ne yapsam çaresizim, bilemiyorum
Kurtar Allahım beni, yalvarıyorum

Yaralı kuşlar misali çarpıyor kalbim
Ben o vefasız sevgililerden değilim
İster benim olsun, ister terkedip gitsin
Onu yine ararım, ona yanarım, düşman değilim

Bana ne güneş doğmuş, ne gün ağarmış
Benim dünyam daha dünden kararmış

Söz: Ülkü Aker


19 Mart 2022 Cumartesi

Lord Jim - Joseph Conrad


...

İşverenlerine göre Jim'in ortaya koyduğu bahaneler kesinlikle yetersizdi.Jim'in arkasından, "Lanet olası budala!" dediler.Jim'in aşırı duyarlılığına getirdikleri eleştiri buydu.

...

İşlerini yeterince kolaylaştıracağını bilseler bizzat şeytana bile hizmet ederdi bu adamlar.

...

Jim bir yandan hayretle, bir yandan da denizin v gökyüzünün bu muaazzam dinginliğine minnet duyarcasına, "Gemi ne kadar da istikrarlı gidiyor," diye geçirdi aklından.Böyle zamanlarda Jim'in zihninde cesaret gerektiren işler canlanıyordu: Bu hayallerden ve hayallerinde kotardığı işlerin getirdiği düşsel başarılardan haz alıyordu..Bunlar yaşamın en güzel yanları, gizli gerçeği, saklı kalmış gerçekliğiydi.Bunların görkemli bir gücü, belirsizlikten gelen bir cazibesi vardı ve kahramanca bir yürüyüşlei resmigeçit yaparcasına gözünün önünden geçiyorlardı; beraberlerinde ruhunu da alıp götürüyorlar ve başlı başına sınırsız bir özgüvenin aşk iksiriyle onu sarhoş ediyorlardı.

...

Her birimizin koruyucu bir meleği olduğuna inanmak gelir içimden; tabii eğer sizler de her birimizin yakından tanıdığı bir şeytanı olduğunu kabullenirseniz.

...

Cesaretten kastım askeri, sivil ya da özel herhangi bir cesaret değil.Doğuştan gelen ve günahın cazibesine karşı durma cesaretinden söz ediyorum.Zekâ ve bilgiye dayanmayan ama, Tanrı biliyor ya, yapmacık bir tavır takınmadan hazırlıklı ve gönüllü olmaktan, inceliksiz ve kaba olduğunu düşünseniz de paha biçilmez bir dayanabilme cesaretinden, dahili ve harici tehditler karşısında, insan doğasının gücü ve baştan çıkarıcı yozlaşması karşısında düşünmeden, eğilip bükülmeden, gerçeklerin ezici gücüne, ibret verici olayların kötü etkilerine, suç işlemeye teşvik edici fikirlere karşı dayanıklı bir inancın desteğiyle direnen o cesaret ve metanetten bahsediyorum.Fikirlerin canı cehenneme!Fikirler zihninizin bir köşesine yerleşip sizi sürekli dürtükleyen, her biri içinizdeki cevherden bir parça koparıp alan, adam gibi bir hayat sürmek ve acı çekmeden ölmek istiyorsanız birkaç basit düşünceye sıkıca tutunmanız gerektiği inancını ufak ufak zihninize zerk eden sokak serserileri, derbeder hovardalardır!

...

Jim sağda solda bazı yolcuların üzerinde yattıkları hasır minderlerden başlarını kaldırdığını, belli belirsiz insan silüetinin yerinde doğrulup oturmuş, uykulu uykulu gelen seslere bir anlığına kulak kabarttığını, ardından da birbirine geçmiş gibi karmakarışık bir görüntü çizen sandıklar, buharlı vinçler ve havalandırma fanlarının arasında kaybolduğunu görüyormuş.Bu insanların hiçbirinin o tuhaf sesi dikkate alacak kadar olayların bilincinde olmadıklarının farkındaymış.Dediğine göre, demir gövdeli dev gemi, beyaz yüzlü adamlar, tüm görüntüler, tüm sesler, gemide olan biten her şey o bilgisiz ve dindar kalabalık için aynı ölçüde tuhaf ve olayları asla anlayamayacakları için aynı ölçüde güvenilirdi.Ona öyle geliyordu ki, bu yaşananlar bir şanstı ama bunu düşünmek tek kelimeyle dehşet vericiydi.

...

"Daha suda boğulmadan nefesimin kesileceğini sandım," dedi.Kendi canının derdine düşmediğini iddia etti.Zihninde bir canlanıp bir kaybolan tek bir düşünce vardı: sekiz yüz insan, yedi sandal; sekiz yüz insan, yedi sandal."Biri kafamın içinde yüksek sesle konuşuyordu!" dedi.

...

Gözünü kırpmadan ölüme gitmeye hazırlıklı olmak ender rastlanan bir durum değil ama yenilginin kaçınılmaz olduğu bir mücadeleyi sonuna kadar sürdürecek, yürekleri delinmez bir zırhın çeliğiyle kaplı adamlar da nadiren rastlanır.Umut azaldıkça huzura erme arzusu güçlenir ve en sonunda hayatın ışığını zaptedip söndürür.Hangimiz bunu gözlemlemedik ya da duyguların had safhada yıpranmasını, çabanın beyhude olduğu hissini, huzura ermenin dayanılmaz arzusunu bizzat yaşamadık ki?Akıl almaz, üstesinden gelinmez güçlere karşı mücadele verenler -batan gemilerin sandallarındaki kazazedeler, çölde kaybolmuş gezginler, doğanın acımasız gücüne ya da cahil ve barbar kalabalıklara karşı savaşan adamlar- bunu iiyi bilirler.

...

Deniz 'yirmi bin çaydanlıktan çıkan sesler gibi' tıslayıp köpürüyormuş.Bu benim değil onun benzetmesi.

...

Ölümün gölgesinden kurtulmuş hayatların üzerine sanki çılgınlığın gölgesi düşüyordu.Geminiz sizi hayal kırıklığına uğratıp batarsa, bütün dünyanız, sizi siz yapan, zapteden, muhafaza edip koruyan dünyanız da batar.Sanki bir cehennem çukuru gibi derin okyanusun üzerinde o engin sularla temas ederek yüzen adamların ruhları aşırı kahramanlıklar sergilemek, saçmalayıp her türlü iğrençliğe bulaşmak üzere serbest bırakılmıştı.Elbette inanç, düşünce, aşk, nefret, fikir ve hatta madde ve cisimlerin dış görünüşü gibi kavramların algısı kadar, gemi kazalarının algısı da insandan insana değişir.Bu kazanın o soyutlanmışlığı, dünyadan o kopukluğu daha da pekiştirip tamamlayan rezil bir yanı vardı.Ahlakları ve idealleri daha önce böylesine zalim ve dehşete düşüren bir şakaya maruz kalmamış bu adamları insanlığın geri kalanından tamamen koparan berbat koşullar vardı.

...

Neden olmasın?Sandala atlamamış mıydım?Tek kelime etmedim.Söylemek istediğim şeyleri ifade edecek kelime yok.Eğer o anda ağzımı açsaydım ancak bir hayvan gibi uluyup böğürebilirdim.

...

Denizcinin yaşamı dışında başka hiçbir yaşamda kurulan hayaller gerçeklerden bu kadar uzak değildir; daha başlangıcından itibaren tamamen hayaller üzerine kurulan ve bu hayallerin yıkılıp bu kadar çabuk düş kırıklığına dönüştüğü, boyun eğip kabullenmenin bu kadar güçlü olduğu başka hiçbir meslek yoktur.

...

...Fakat onur -onur monsieur! Gerçek olan bir şey varsa o da onurdur.Ve insan onurunu yitirdiğinde'-yayıldığı çayırda birdenbire ayağa dikilen ürkmüş bir öküz gibi hantal bir acelecilikle ayağa fırladı- 'onur elden gittiğinde yaşamanın ne kıymeti kalır?Mesela ben bu konuda hiçbir fikir belirtemem çünkü monsieur bu konuda hiçbir bilgim yok.!

...

Geçmişe dönüp Jim'in başarısına baktığımda -gözlerimin tanıklığına ve onun samimiyetle güvencelere rağmen- bulamadığım şey buydu.Yaşam sürdükçe umut da vardır, doğru; ama korku da vardır.

...

Şahsen ben onun bir meyve bahçesinden bir şeyler aşırmaktan daha kötü bir suç işlemiş olabileceğini düşünemiyorum.Daha büyük bir kabahati var mı acaba?Belki de bana bundan söz etmeliydiniz; fakat ikimiz de birer azize dönüşeli o kadar uzun bir zaman oldu ki bizim de vaktiyle günah işlediğimizi unutmuş olabilirsiniz.

...

Sadece diyeceklerimi iyi belle; eğer bu oyuna devam edersen çok yakında dünyanın seni barındıracak kadar büyük olmadığını anlayacaksın.

... 

Ben de ona dünyanın, kabahatini saklamak için yeterince büyük olmadığını söylemiştim.

...

Stein'in ilginç bir geçmişi vardı.Bavyera'da doğmuştu ve yirmi iki yaşında gençken 1848 yılındaki devrim hareketinde faal bir rol almıştı.Durumu tehlikeye girince kaçmayı başarmış ve ilk başta Trieste'de saatçilik yaparak geçimini sağlayan yoksul bir cumhuriyetçinin yanına sığınmıştı.Oradan da işporta usulü satmak üzere bir miktar ucuz saatle yola çıkıp Tripoli'ye gitmişti.İş hayatına çok önemli bir adım atarak başlamasa da şansı yaver gitmiş...

...

"Bir böcek bilimcinin böyle konuştuğunu işitmemiştim daha önce" dedim neşeyle."Şaheser!Peki ya insan hakkında ne düşünüyorsunuz?"

Gözlerini cam kutudan ayırmadan, "İnsan hayranlık uyandırıcı ama bir şaheser değil" dedi."Belki de sanatçı biraz çılgındır, ha!Ne dersiniz?Bazen insanın istenmediği, kendisine ihtiyaç duyulmayan bir yere sahip çıkmak istesin?Neden bir oraya bir buraya koşuşturup kendisiyle ilgili bu kadar yaygara yaparken, bu kadar böbürlenip, yıldızlardan bahsederken otları ayaklarının altında ezsin?"

"Kelebekleri avlarken" diye araya girdim.

...

Açıkçası, kelimelerime değil sizin hafızanıza güvenemiyorum.Sizlerin bedenlerinizi beslemek için hayal gücünüzü aç bırakacağınızdan korkmasaydım daha dokunaklı ve etkili anlatırdım.Kırıcı olmak değil amacım; hayal kurmamak hürmete değer, güven verici, kazançlı ve sıkıcıdır.Buna karşın sizlerin de hayatınızı, soğuk bir taştan çıkan alevli kıvılcımlar kadar şaşırtıcı ve ne yazık ki bir o kadar kısa ömürlü ihtişam ışıklarını doya doya yoğun yaşadığınız bir döneminiz olmuştur.

...

Sırf açgözlülüğün insanı bu kadar sabırlı, kararlı ve gayret sarf edip fedakarlık yapmaya bu denli kör bir inatla bağlı kılacağına inanmak zor geliyor.Gerçekten de böyle bir maceraya girişenler varını yoğunu, hayatlarını tatmin edicilikten uzak bir ödül uğruna tehlikeye atıyorlardı.Zenginlik geride kalanlara, memlekette yaşayanlara akabilsin diye kemiklerini uzak sahillerde ağarmaya bırakyorlardı.Onlardan daha azına katlanmış ardılları olarak bizlerin gözünde bu insanlar birer ticari temsilci olarak değil, içlerinden gelen bir sese, kanlarını kaynatan bir dürtüye, gelecek üzerine kurulan bir hayale itaat ederek bilinmezin sınırlarını zorlayan, alınlarına yazılmış bir kaderin araçları, temsilcileri olarak yüceliyordu.Hepsi de olağanüstüydü ve kabul etmek gerekir ki olağanüstü koşullara da hazırlıklıydılar.Çektikleri çileleri, gördükleri denizleri, yabancı ülkelerin geleneklerini, şaşaalı hükümdarın ihtişamını kanaatkarca hafızalarına kazıdılar ve kaderlerini kendi alınlarına yazdılar.

...

Cornelius bir yolunu bulup tüm ölümcül badirelerden sıyrılmayı başarmıştı ve hangi tarafı tutmaya mecbur kalmışsa kalsın, davranışlarının, ruhuna damgasını vuran alçaklığın izlerini taşıdığından hiç kuşkum yok.Bu onun karakteriydi; nasıl ki başkaları herkesin gözünde cömert, seçkin ya da saygın bir insansa, Cornelius da özünde ve birçoğunun gözünde tam bir alçaktı.Tabiatının bir unsuruydu bu ve tüm davranışlarına, arzularına ve duygularına nüfuz etmişti; alçakça öfkeleniyor, alçakça tebessüm ediyor ve alçakça üzülüyordu; gösterdiği nezaket ve kızgınlık da aynı biçimde alçakçaydı.Eminim aşkı da görülmemiş rezillikte bir duygudan ibaret olurdu.İğrenç bir böceğin yaşadığı aşkı düşünebiliyor musunuz?Tiksindiriciliğinde bile bir rezillik vardı ve düpedüz iğrenç bir insan bile onun yanında asilzade gibi dururdu.Cornelius bu hikayede ne ön ne de geri planda yer alır; sadece hikayedeki gençliği ve onun saflığını lekeleyen, güzel kokusunu bozan gizemli ve cenabet bir gölge gibi sinsi sinsi civarında dolaştığı görülür.

...

Hepimiz gibi o da bilinmeyenden korkuyordu ve cehaleti, bilinmeyeni sonsuz bir büyüklüğe eriştiriyordu.

...

Kuşkusuz yasalar var ve zarı attığınızda da şansınızı ayarlayan bir yasa vardır.Teraziyi dengeli ve adil tutan insanın hizmetkârı Adalet değil, tesadüf, risk ve sabırlı Zaman'ın müttefiki Talih'tir.İkimiz de aynı şeyi söylemiştik.Her ikimiz de gerçeği söylemiş miydik?Yoksa birimizden biri ya da belki de ikimiz birden gerçeği söylememiş olabilir miydik?"

...

Bütün yeryüzü uçsu bucaksız bir mezarlıkmış gibi büyük bir dinginlik ve huzur hakimdi her yana; bir süre orada öylece dikilip insanlığın bilgi ve kültür birikiminden bihaber ama yine de yazgıları gereği insanoğlunun trajik ve tuhaf acılarını paylaşmaktan ve kim bilir belki de soylu mücadelelerine katılmaktan kaçınamayan, dünyanın ücra köşelerinde gömülü yaşayan zavallıları geçirdim aklımdan.İnsan yüreği tüm dünyayı içine alacak kadar geniştir.Acıya ve yüke katlanacak kadar güçlüdür fakat o acıdan ve korkulardan kurtulacak cesaret nerededir?

...

Kılıçla oynayan kılıçla ölür.

En hayret verici yanı gerçekten yaşanmışlığı olan bu serüven böyle bir yazgının kaçınılmaz sonucu olarak çıkıyor karşımıza.Böyle bir şey olması gereliyordu.Bir yandan bunu kendi kendinize tekrarlarken bir yandan da böyle bir şeyin sondan bir önceki lütuf yılında olmasına şaşarsınız.Fakat olan olmuştur ve bunun mantığını tartışmak yersizdir.

Bu olayları sanki bizzat tanık olmuş gibi yazıyorum size.Edindiğim bilgiler bölük pörçüktü fakat parçaları birleştirdim ve ortaya anlaşılır bir tablo koymak için yeterince bilgi var.Merak ediyorum acaba bizzat Jim o yaşadıklarını nasıl anlatırdı.Bana o kadar çok içini dökmüştü ki zaman zaman şimdi çıkıp gelecek ve hikayeyi kendi kelimeleriyle, kayıtsız ama hisli sesiyle, laubali tavırlarıyla, biraz kafası karışmış, biraz incinmiş ama ara sıra da uyum sağlamasına asla faydası dokunmayan gerçek kişiliğini bir an için gözler önüne sererek anlatacak gibi geliyor bana.Bir daha asla ne sesini duyabileceğim, ne de alnındaki beyaz çizgisiyle; heyecanla koyulaşan, ölçülemez derinlikteki mavi gözleriyle gençlik ışıltısı saçan güneş yanığı pürüzsüz pembe yüzünü görebileceğim.

...

"Birbirimize hayat hikâyemizi anlatmak için mi buluştuk burada?" diye sordum ona."Sanırım ilk önce sen anlatabilirsin.Hayır mı?Peki, zaten ben de dinlemek istemediğime eminim.Kendine saklayabilirsin hikâyeni.Benimkinden daha iyi olmadığını biliyorum en azından.Ben de yaşadım sen de yaşadın ama sen pis, çamurlu toprağa temas etmeden dolaşıp gezecek kanatlara sahip olması gereken o insanlardan biriymiş gibi konuşuyorsun.Ama ne yaparsın ki o insanlardan biriymiş gibi konuşuyorsun.Ama ne yaparsın ki o toprak pis ve benim kanatlarım yok.Ben buradayım çünkü hayatımda bir kez korktum.Nerden korktuğumu bilmek ister misin?Hapishaneden.Hapse tıkılmaktan korkuyorum ve eğer bu bilgi işine yarayacaksa işte sana bunu söylemiş oldum.Anlaşıldığı kadarıyla bir hayli çıkar sağladığın bu kahrolası deliğe seni neyin soktuğunu soracak değilim.O senin şansın; benim şansıma da bir an önce kurşunu yeme ayrıcalığına sahip olmak ya da başımı alıp kendi yoluma gitmek ve açlıktan ölmek üzere buralardan kovulmak için yalvarmak düşüyor."

...

Joseph Conrad
Lord Jim
Can Yayınları
Çeviren: Erhun Yücesoy