18 Kasım 2018 Pazar

cowboy bebop (1998-1999), cennetten kovulan melekler & çizgili kedinin öyküsü, spike & jet hüznü


Cowboy Bebop - Final Şarkısı

"Biz, delicesine aşıkken...
matem tutmak için, hızla akıp gitti zaman...
Rüzgar esip gürlemeye devam ederken,
yüreğim söküklerini dikemiyor...
Kurumuş gözleriyle birisi benim için ağlıyor...
"The real folk blues"...
Tek istediğim, kederin gerçek yüzünü görmek.
Şayet bir kez geliyorsak dünyaya,
çok da kötü değildir aslında;
hayatını pisliğin içerisinde sürdürmek..."





"Gördüklerimin, aslında gerçeğin tamamı olmadığına inanırdım.Hiç uyanamayacağım bir düşü gördüğümü sanırdım.Daha ben anlamadan rüya bitiverdi."


Jet ve Hüznü

O zamanlar, işten eve geldiğimde hep beni beklerdin.
Bana tek lazım olan da buydu.
Lakin o gün eve döndüğümde geriye bir bu saat kalmıştı...
Bir de üstünde "Elveda" yazan bir not.
Nedense üzgün hissetmedim kendimi.
Gerçekçi gelmiyordu.
Ve yavaş yavaş içimde bir şeylerin uyuştuğunu hissettim...
Altı ay sonra, kendimle bir iddiaya girdim.
Bu saat durduğu zaman, hala dönmemiş olursan, bu gezegeni terk edecektim.
Buraya seni suçlamaya gelmedim.
Sadece o zaman neden ortadan kaybolduğunu bilmek istedim.
Ganymede'de zamanın durduğuna inanıyor gibisin.
Geçmişten bir hikaye bu...Unuttum...
Duran zamanın bana faydası yok.
Elveda, Jet...





"Herkes varmak istediği yeri unutmuş.
Tıpkı ipi kopmuş uçurtmalar gibi."

Cennetten Kovulan Melekler

"Cennetten kovulan melekler şeytan olmak zorundadırlar."



"Hepsi bir çocuğun düşünden ibaretti.
Tek yapabileceği de düş görmekti."





Spike - Çizgili Kedinin Öyküsü

Bir zamanlar çizgili bir kedi varmış.
Milyon kere ölmüş, milyon kere de dirilmiş.
Hiç umursamadığı, çok sayıda sahibi olmuş.
Bu kedi ölümden korkmazmış.
Bir gün gelmiş ki artık bu kedi başıboş, sahipsiz kalmış.
Beyaz, dişi bir kedi ile kaynaşmış.
İkisi beraberce mutlu mesut yaşamışlar.
Yıllar geçmiş; beyaz kedi yaşlandığı için ölmüş.
Çizgili kedi milyonlarca kez gözyaşı dökmüş, sonra da ölmüş.
Bir daha da dirilmemiş.






"Oraya ölmek için gitmiyorum.
Gerçekten yaşayıp yaşamadığımı görmeye gidiyorum...
Sürdüğüm hayatın vecibesi diyelim en iyisi."  




ukde, akif kurtuluş


Şu evin tenhası da bana yetmiyor.İnziva istiyorum.

...Okudukça anladım ki Nuri Londra'dan döndükten sonra hiç bitmeyen bir seyahate çıkmış.Bir yalnızlıktan başka yalnızlıklara uzun bir seyahat olmuş hayatı.Bazen başladığı yere dönmüş, döndüğünü kendine itiraf edip edememek arasında sıkışıp kalmış; kimi zaman burnunun dibine sokulmuş ama yarattığı kuytusunda ne sesini duyabilmişim ne nefesini hissedebilmişim.
---
Allah bizi hatalarımızdan değil, zaaflarımızdan korusun.
---
Yağmur dinmiş.Sulak yerde kendisini emniyette hisseden bir kurbağa gibi olduğum yerde kalmak, şaşkın bakışlarımla kendimi sabitlemek ve bir sokak kedisinin oyuncağı olmak istiyorum.Bir kedinin iki patisine yarasın artık hayatım, bari ona yarasın...
---
Herkesin yetim olduğu yerde yetimliği bilmezsin.
---
Hakikatin er ya da geç ortaya çıkacağı, cilalı bir cümledir.
Hakikat gelip bulmuyor bizi.Bazen belki yanımızdan geçip gidiyor ve biz dönüp bakmıyoruz bile.Fark etmiyoruz.Hakikat, kaçar bizden, bunu neden anlayamıyoruz.
---
Cezalandırabilecek olan affeder ancak.
---
İnsanın kaderi kafesi olurmuş.
---
Doğru ya da yanlış, benim yaramı sarmaya geldiği yerde bana yarasını gösteriyordu aslında.
---
İçimdeki o hınç beni ayakta tuttu.Kendi uçurumumda ilk anda yakaladığım bir daldı öfkem.Ona yapışarak kendimi yukarı çektim.
---
Gerçekler, tarihe ya geçmiyor ya da başka kılıklarda geçiyor.
---
"Şişman Soprano ve Opera" öyküsündeki gibi babam, "Sen yine bildiğini yapacaksın kızım ama ben de fikrimi söyledim işte," demeden bu oyun bitmezdi.
---
Gözlerime bakmadı.Bilmem; bakamadı belki de.Giden, geldiğinde; bıraktığının gözlerinin içine bakamayacaksa gelmemelidir.
---
Yoruldum bu oyunu oynamaktan.Seni yazgına terk edememekten yoruldum.
---
Ermeniler sürülürken kızlarını alıkoyup sonra da kurtardım diye anlatanlar var.Bunlar, ne kadar iyi insanlar olduklarını kabul etmemizi...
---
Defterin son sayfasını açtım.Nuri'nin bir kağıt parçasına yazdığı notu bir kez daha okudum."Benjamin Bey, 'Gardaşım, geçtiğimiz yollarda Allah yoktu," diyordu.
---
Tamamlanmamış cümleler kurarız bazen.Öznesi bellidir, yüklemi yerindedir, hatta yazım kurallarına  göre çok kusursuz cümlelerdir bunlar.Gerçektirler gerçek olmasına.Yine de bir büyük yalanın üstünü örterler.Bu kusursuzluk içinde, açığa vurulmamış, dilden kaçırılmış duyguların o sözcükler arasında yarattığı boşluğun adıdır yalan.

Ukde
Akif Kurtuluş

cem gibi, tuğrul tanyol


CEM GİBİ

-Mehmet Müfit'e-


Gün soldu, eteklerinde kızıl pırıltılarla damlarken su
Gecenin yenik bahçesinde dolaştım, sarı bir yağmurdu
Bitip tükenmeyen kayalıkların ortasında mahsur
İçimde titrerken anılar ve kaçışın bakır kokusu
Çocukluğum bir taht odası, Bursa'da yenik sultanlığım
Bütün kapılar kapanmış, bütün kapılar sur
Döndüm, ardımda yansıyan o büyük aynayı gördüm
Varlığın ve hiçliğin kaynaştığı, göçebe yağmur.

Gün soldu, eteklerinde kızıl pırıltılarla damlarken su
Vardığımda yoktu bütün kapılar. İskele, günbatımı
Rodos'a doğru batık tekneler. Kadırgamın şişmiş
Tahtalarında çırpınan rüzgârı
Duydum, yüzümün büyük sularına çizilen.

Ta orada yüksek dağlar, bu dik ve acılı yol
Bir at kişnemesi, yağız gül kokusu
Çökmüş tapınakların altında gizli geçitler
Ve küflü mahzenlerinde taşlaşmış ölüler korosu
Giden kim? bu ilkyaz şafağında yolcu edilen habersiz
Beyaz kefenlerine bürünmüş yürüyen bakirelerle.

Birden şimşek! ve göründü ve yokoldu kapılar
Yenilgi ve acı, kaçış ve sürgün. Zamanın yitik
Aynasında tüterken yalnızlığın bakır kokusu
Alnıma dövülmüş bu ilenç, bu belirsiz yolculuk
Duydum etime değişini bin kızgın demirin
Karanlık mazgallarından sarkan gövdemin...
Bir ilkyaz şafağında kurban edilmişliğim.

Birden yağmur! ve yüzümün yarısı akıp gider
Benim gözlerim yok, kurşun! sıcak ve ağdalı yüzgörümlüğüm
Issız oyuklarında derin uğultularıyla rüzgâr
Gözlerimin ıssız oyuklarında... Sıra kimde?
Batık teknemin suya gömülmüş ahşap direklerinde
Asılmış tüm yolcularım. Celal'im! Sinan'ım!
Bu deniz nereye gider, bir biz kaldık
Ve yağmur tüm kapıları siler.

Ben Cem, daha dün yarım imparatordum
Kestirdiğim paralarda soldu vücudum
Öldüm binlerce ölümle, kıyıya vuran cesedime baktım
Yağlı urganlar bağlayıp boynuma (iskele, günbatımı
Rodos'a doğru batık tekneler) yürüdüm, artık
Bana bu dünyada yer yok
Ne saray, ne köşk; ne rütbe, ne taht
Ağabey el ver yanına geleyim
Al beni, sonra istersen boğdur
Bir yanım zifiri karanlık, bir yanım... birden yağmur!

Günler bir ormanın sessiz çığlığına gömüldü
Kendi içine düşen dipsiz kuyulara. Cesaret:
Gözbebeklerimin içindeki karanlık ülke
Perili... ve hiç varılmayacak.

Gün soldu, eteklerinde kızıl pırıltılarla damlarken su
Bir at kişnemesi, yağız gül kokusu
Vardığımda yoktu bütün kapılar.
Ben yitik zamanın altında kaldım
Silindi kapılar ben dışarda kaldım
Bu soğuk, bu kimsesiz karanlıkta
Yalnızım, ellerimden başka yok fenerim.

Tuğrul Tanyol

hıdrellez, sezen aksu


Sezen Aksu - Hıdrellez

Bahar oldu aman 
Al kese astım gül dalına 
Adadım yarin adına 
İki göz oda 

Dağ yeşil, dallar yeşil 
Uyandılar bayrama 
Her gönül şen 
Bir benim bahtım kara 

Kokuyor buram buram fulyalar 
Vakit tamam 
Bir bana uğramadı 
Bu bahar bayram 

Ne yolu var ne izi 
Tanıdık değil yüzü 
Dileğim Allah'tan 
Aşk sözün özü 

Sevdiğim yok, eşim yok 
Ağardı bir gün daha 
Ey benim şans yıldızım 
Gülümse bana 

Ağlama Hıdrellez 
Ağlama be bana 
Acı ektim yerine 
Aşk yeşerecek 
Başka bahara


Düğün ve Cenaze Albümü (1997) 
Söz: Sezen Aksu, Pakize Barışta 
Beste: Goran Bregoviç Düzenleme: Goran Bregoviç

marangoz kuşakov, daniil kharms, ufak tefek olaylar


Bir zamanlar bir marangoz vardı.İsmi Kuşakov'du.
Bir gün evinden çıkıp tutkal almak için dükkana gitti.Buzlar yeni çözüldüğü için yerler kaygandı.
Birkaç adım atan marangoz kaydı, yere düşüp alnını yardı.Ah! dedi marangoz, ayağa kalkıp eczaneye gitti, bir yara bandı alıp alnına yapıştırdı.
Ama sokağa çıktığında yeniden ayağı kaydı, yere düşüp burnunu kırdı.Ah! dedi marangoz, ayağa kalkıp eczaneye gitti, bir yara bandı alıp burnuna yapıştırdı.
Sonra yeniden sokağa çıktı, yeniden ayağı kaydı, yere düşüp yanağını yardı.Bir kez daha eczaneye gitti ve yanağına bir yara bandı yapıştırdı.
Bak ne diyeceğim, dedi eczacı marangoza, anlaşılan sık sık yere düşüp bir yerini yaralıyorsun, almışken birkaç yara bandı birden al.
Hayır, dedi marangoz, bir daha düşmeyeceğim!
Ama sokağa çıktığında yeniden ayağı kaydı, yere düşüp çenesini kırdı.Kahretsin bu buzları! dşye haykırdı marangoz ve yeniden eczacıya koşturdu.
İşte yine geldin, gördün mü? dedi eczacı.Bir kez daha düştün.
Hiç de! diye bağırdı marangoz.Bir kelime daha dinleyemem!Bana bir yara bandı ver, hadi acele et!
Eczacı yara bandını uzattı; marangoz bandı çenesine yapıştırıp eve seğirtti.
Ama kapıda onu tanıyamadılar ve eve almadılar.
Ben Marangoz Kuşakov'um! diye bağırdı marangoz.
Çek arabanı! dedikten sonra hem kilitleyip hem de sıkı sıkı zincirlediler kapıyı.
Marangoz Kuşakov bir an merdivenlerde durup yere tükürdükten sonra yürüyüp gitti.

Daniil Kharms
Marangoz Kuşakov
Ufak Tefek Olaylar
Encore Yayınları

old black train, over the garden wall soundtrack

Old Black Train - Over The Garden Wall Soundtrack

There's an old black train a-coming 
Scraping along the iron 
You don't need no ticket boys 
It'll take you when its time 

Oh come on now young strangers 
Weren't you someone's son? 
How'd you find this depot 
'Cause it ain't where you belong 

You will pass a graveyard 
Stones worn by the years 
The train'll stop a minute but don't let it leave you here 


Well the coachman is my brother 
The engineer's my friend 
We'll get you more acquainted by the time we reach the end 

This journey is a long one 
It'll take you all around 
Life rushing by your windows 
Before it lays you down 

Now where this old train's going 
You can't come back from 
Leave your baggage here 
Because we'll need it when you're gone

miskinlikte buldular, yunus emre - cemal söyleyen

Miskinlikte Buldular - Yunus Emre
Cemal Söyleyen


Miskinlikte buldular, kimde erlik var ise, 
Merdivenden ittiler, yüksekten bakar ise. 

Gönül yüksekte gezer, dembedem yoldan azar, 
Dış yüzüne o sızar, içinde ne var ise. 

Ak sakallı pir koca, hiç bilmez ki hali nice, 
Emek yemesin hacca, bir gönül yıkar ise. 

Sağır işitmez sözü, gece sanır gündüzü, 
Kördür münkirin gözü, alem münevver ise. 

Gönül Çalab'ın tahtı, gönüle Çalab bahtı, 
İki cihan bedbahtı, kim gönül yıkar ise. 

Sen seni ne sanırsan, ayrığa da onu san, 
Dört kitabın manası, budur eğer var ise. 

Bildik gelenler geçmiş, konanlar geri göçmüş, 
Aşk şarabından içmiş, kim mana duyar ise. 

Yunus yoldan ırmasın, yüksek yerde durmasın, 
Sinle Sırat görmesin sevdiği didar ise. 

Yunus Emre


19 Ekim 2018 Cuma

avara, akif kurtuluş


avara

ikiye bölünmüş direk, bir ceset gibi
sallanıyor boşlukta ana yelken

biri kırıldığını bilmiyor
diğeri yırtıldığını

hava sönmüş, küpeştenin gıcırtısı
enkazın uğultusunda kaybolmuş

"ikinize de iyi gelmedi bu rüzgâr"
diyor kazadan kurtulan

"avara etmeden önce sen bilir miydin
bu suların teknesi olmadığını"


Akif Kurtuluş
Hayat Saat Farkıyla

asla düzeltemeyeceğin bir yanlışı düzeltmek için ne yapabilirsin? bojack horseman, 5. sezon




























BoJack Horseman - 5. Sezon

"Asla düzeltemeyeceğin bir yanlışı düzeltmek için
 ne yapabilirsin?"

swann'ların tarafı, marcel proust


Ne tuhaf, zavallı karımı çok sık düşünüyorum, ama her seferinde azar azar düşünebiliyorum ancak.
---
Bana öğrettiğin, böyle zamanlarda beni rahatlatan bir mısra vardı hani...Tamam, hatırladım! "Ne faziletler var ki Tanrım, bizi nefret ettirdin!"
---
Aslında büyükannemin gönlü zihinsel bir yarar sağlamayacak olan herhangi bir şeyi satın almaya asla razı olmazdı; özellikle de, rahatlığın ve gururun tatminlerinden başka şeylerden haz almayı öğreten güzel şeylerin sağladığı yarara değer verirdi.Birisine faydalı denilen türde bir hediye, bir koltuk, bir sofra takımı, bir baston alması gerektiğinde bile, bunların "antika" olanını seçerdi; eşyaların eskimişliği yararlı olma özelliklerini onun gözünde adeta siler, bizim ihtiyaçlarımızı karşılamaktan çok eski zaman insanlarının hayatını bize aktarma işlevini yüklenirlerdi sanki.
---
Françoise'ın dahil olduğu türdeki hizmetkarlar, eve ilk defa gelen bir yabancının en hoşlanmadığı hizmetkarlardır, çünkü belki ev sahiplerinin bu misafire ihtiyaçları olmadığını ve kendilerini işten atmaktansa onu misafir etmekten vazgeçeceklerini bildiklerinden, misafirin gönlünü kazanma zahmetine girişmeyip herhangi bir kibarlık göstermezler; ama aynı zamanda, efendilerinin üzerine titrediği hizmetkarlardır, çünkü efendiler bir misafirde olumlu izlenim bırakan, fakat genellikle iflah olmaz bir beceriksizliği gizleyen o sahte letafete, yaltakçı gevezeliğe değer vermezler ve onların gerçek yeteneklerini tecrübeyle bilirler.
---
Odamdaki bu loş serinliğin sokaktaki kızgın güneşle ilişkisi, gölgenin ışıkla ilişkisi gibiydi, yani onun kadar ışıltılıydı ve dışarıda geziyor olsam duygularımın ancak kısmi olarak tadına varabileceği yaz mevsiminin eksiksiz bir görüntüsünü sunardı hayal gücüme; böylece (kitaplarımda anltılan heyecanlı maceralar sayesinde) akan bir suyun içinde kıpırtısız duran el misali, bir hareket selinin sarsıntısını ve canlılığını taşıyan dinlenmeme uyum sağladı.

Ne var ki büyükannem, fazlasıyla sıcak hava bozmuş, bir fırtına çıkmış ya da sağanak bastırmış olsa bile, gelip dışarı çıkmam için yalvarırdı.Ben de elimdeki kitabı bırakmak istemeyip okumaya bahçede devam eder, kestane ağacının altındaki hasır ve bezden küçük çardağın kuytusuna, aileyi ziyarete gelebilecek kişilerin beni göremeyeceğini düşündüğüm bir yere otururdum.

Zihnim de dışarda olup bitenleri seyrederken bile içine gömüldüğüm bir başka yuvaydı.Dışarıdaki bir nesneyi gördüğümde, gördüğümün bilinci nesneyle arama girer, etrafını maddesine doğrudan dokunmamı engelleyen ince bir manevi şeritle kuşatırdı; tıpkı ıslak bir nesneye yaklaştırılan akkor halindeki bir cismin önünde daima bir buharlaşma kuşağı oluşturarak ıslaklığa değmediği gibi, gördüğüm nesnenin maddesi de -ben onunla temas etmeden- adeta buharlaşırdı.Kitap okurken, bilincim birbirinden farklı durumların hepsini aynı anda, adeta alacalı bir ekranda sergilerdi; benliğimin en ücra köşelerine gizlenmiş özlemlerden bahçenin sonunda gördüğüm, tamamen dışsal olan ufuk çizgisine kadar uzanan bu farklı durumlar arasında en öncelikli, en çok bana ait olanı, hareket halindeki bir kontrol düğmesi gibi her şeyi yöneten güdü, okumakta olduğum kitabın felsefe zenginliğine, güzelliğine olan inancım ve hangi kitabı okuyor olursam olayım, bu zenginliği, bu güzelliği kendime mal etme isteğimdi.
---
"Akıp gider, uzun sürmez mutluluğu kötülerin"
---
"Ormanlar kapkara oldu bile, ama gökyüzü hâlâ mavi"
---
Nasıl ki Fabre'ın gözlemlediği zarkanatlılardan örümcek yabanarısı, kendisi öldükten sonra yavrularının taze et yiyebilmesi için, zalimliğini anatomiyle destekleyerek, avladığı bitki bitleriyle örümceklerin, ayakların hareketini kontrol eden, ama diğer hayati işlevleri etkilemeyen sinir merkezini olağanüstü bir bilgi ve beceriyle deler ve böylece felç ettiği böceğin yakınına bıraktığı yumurtalardan çıkacak kurtçuklara, kaçması, direnmesi imkansız, ama katiyen çürümemiş, uysal, zararsız bir av sağlarsa, Françoise da evi bütün hizmetkarlar için tahammül edilmez hale getirme yolundaki değişmez amacını gerçekleştirmek üzere, müthiş ustalıklı ve acımasız kurnazlıklara başvururdu; mesela o yaz neredeyse her gün kuşkonmaz yememizin sebebi, yıllar sonra öğrendik ki, kuşkonmazları ayıklamakla görevli bulaşıkçı kızın kuşkonmaz kokusu yüzünden sonunda işten ayrılmasına yol açan, şiddetli astım krizleri geçirmesiymiş meğer.
---
Benim her yerde dostlarım vardır; yaralanmış, ama mağlup olmamış, kendilerine acımayan, mağfiretsiz bir tanrıya, acıklı bir inatla, birlikte yakarmak üzere birbirine yaklaşmış ağaç kümelerinin bulunduğu her yerde."
---
Yaz gecelerinde ahenkli gökyüzü vahşi bir hayvan gibi gürler, herkes fırtına yüzünden surat asarken, ben, Meseglise tarafı sayesinde, tek başıma, vecit içinde, yağan yağmurun sesinin ötesinden görünmez ve inatçı leylakların kokusunu içime çekerdim.
---
Nasıl ki zeki bir insan, bir başka zeki insana aptal görünmekten korkmazsa, seçkin bir adam da seçkinliğinin büyük bir soylu tarafından değil, kaba saba bir köylü tarafından anlaşılmamasından korkar.Dünya kurulduğundan beri insanların göze aldığı zihinsel çabaların ve bol keseden savurdukları kibirli yalanların dörtte üçü, kendilerinden daha aşağı seviyede bulunan kişiler uğruna harcanmıştır ve aslında kendilerini küçültmekten başka işe de yaramamıştır.Düşeslerin karşısında sade ve rahat olan Swann da, bir oda hizmetçisinin karşısında aşağılanmaktan korkar, gösteriş yapardı.
---
Odette şu tür yorumlarda bulunurdu sık sık: "Tabii ki şiirler doğru olsaydı, şairler bütün söylediklerine inansalardı, şiir dünyanın en güzel şeyi olurdu.Ama çoğunlukla şairler dünyanın en çıkarcı insanları oluyorlar.Konunun yabancısı değilim, bir arkadaşım, bir şair bozuntusuna aşıktı.Adam şiirlerinde hep aşktan, gökyüzünden, yıldızlardan söz ediyordu.Kızcağız fena kazık yedi!Adam üç yüz bin frangını çarptı."
---
Şimdilik, Odette'i armağanlara boğarak, ona çeşitli yardımlarda bulunarak, kendi şahsının, zekasının dışında birtakım avantajları kullanıyor, ona kendisini kişiliğiyle beğendirmenin yorgunluğundan kurtulabiliyordu.
---
Ama Swann kendine dert icat etmeyi bilmiyordu.Üzüntüleri kendisine dışarıdan gelmiş olan bir acının hatırasından, devamından ibaretti.
---
...Hemen ardından, öfkeyle ekledi
"İnanılır gibi değil, pis hayvan!" Mme Verdurin farkında olmadan, belki aynı kendini haklı çıkarma içgüdüsüyle, -tıpkı Françoise'ın Combray'de tavuk bir türlü ölmezken yaptığı gibi- zararsız bir hayvanı ezmekte olan bir köylünün can çekişen hayvanın son çırpınışlarına tepki olarak söyleyeceği kelimeleri kullanıyordu.
---
On beş gün boyunca müziğin m'sinden anlamayan biriyle Wagner dinlemek de çekilmez!
---
Çünkü kendi hesaplarının aksine, Odette'in rızası, Swann'ın bütün duygularını değiştirirdi.Bir şeye sahip olan herkes gibi Swann da ondan bir an vazgeçse ne olacağını görmek için onu zihninden atar, ama zihnindeki diğer her şeyi o varken olduğu haliyle bırakırdı.Oysa bir şeyin yokluğu bununla sınırlı kalmaz, basit, kısmi bir eksiklik değildir, diğer her şeyin altüst olmasıdır; önceki durumda kestirilmesi mümkün olmayan yeni bir durumdur.
---
Gözyaşlarının sebebini merak bile etmez, gözlerini silip gülerek, "Pek hoş doğrusu, sinir hastası oldum" derdi kendine.Sonra, ertesi gün bir kez daha Odette'in ne yaptığını öğrenmeye çalışmak, onunla görüşebilmek için araya nüfuzlu kişiler koymak gerekeceğini düşünür, içini büyük bir yorgunluk kaplardı.Bu aralıksız, hiç değişmeyen, sonuç vermeyen, zorunlu faaliyet hali Swann için o kadar dayanılmazdı ki, günün birinde karnında bir şişlik fark edince, bunun belki de bir tümör olduğunu, artık hiçbir şeyle ilgilenmek zorunda kalmayacağını, onu hastalığın yöneteceğini, fazla gecikmeyecek olan ölüm anına kadar hastalığın elinde bir oyuncak olacağını düşünüp gerçek bir mutluluk duydu.Zaten o dönemde, kendine açıkça itiraf etmemekle birlikte ölmeyi sık sık istemesinin sebebi, ıstırabının yoğunluğundan çok, çabasının tekdüzeliğinden kaçma ihtiyacıydı.
---
Ara ara, sabahtan akşama kadar dışarıda, sokaklarda, caddelerde gezen Odette'in bir kazada acı çekmeden ölmesini diliyordu.Odette sağ salim eve döndüğünde de, insan vücudunun bu kadar çevik ve sağlam olmasına, etrafında kol gezen (ve kendi gizli arzusu doğrultusunda hesabını yapmaya başladığından beri Swann'a sayılamayacak kadar çok görünen) bütün tehlikeleri durmadan atlatıp üstesinden gelerek, insanlara her gün, neredeyse hiç zarara uğramadan yalan söyleme ve zevk peşinde koşma imkanı tanımasına şaşıyor, hayran oluyordu.Bellini tarafından yapılan portresini çok sevdiği, karılarından birine çılgınca aşık olunca, Venedikli biyografi yazarının safça ifadesiyle, zihnini bu esaretten kurtarabilmek için onu hançerleyen Fatih Sultan Mehmet'e derin bir yakınlık besliyordu.Sonra, bir tek kendisini düşündüğü için kendine kızıyor, kendisi Odette'in hayatına zerrece değer vermediğine göre, kendi çektiği acıların da merhameti katiyen hak etmediğini düşünüyordu.
---
...Aradan aylar geçtikten sonra, bu eski hikaye hala yepyeni bir ifşaat gibi allak bullak ediyordu Swann'ı.Hafızasının o müthiş yeniden üretme gücüne hayrandı.Çektiği işkenceyi hafifletebilecek tek şey, yaşla birlikte verimliliği azalan bu üretecin güçten düşmesiydi.Ne var ki, Odette'in cümlelerinden birinin Swann'a acı gücü tükenmeye yüz tuttuğunda, zihninin o ana kadar pek üzerinde durmadığı, neredeyse yeni bir cümle gelip diğerlerinden nöbeti devralıyor, taptaze bir güçle saldırıyordu Swann'a.
---
Françoise çok üşüdüğü için hareketsiz duramadığından, birlikte Concorde Köprüsü'ne, Seine Nehri'nin donmuş halini görmeye gittik; çocuklar da dahil herkes, sanki Seine karaya vurmuş savunmasız, parçalara bölünecek olan bir balinaymış gibi, korkusuzca nehre yaklaşıyordu.Champs-Elysees'ye geri döndük; kıpırtısız atlıkarıncayla karları temizlenmiş yolların siyah ağına takılmış, elinde adeta duruşunu açıklayan fazladan bir buz parçası tutmakta olan heykelin bulunduğu beyaz çimenlik arasında, ıstıraptan bayılmak üzereydim.
---
Gilberte'ten ayrı olduğum her an, onu görme ihtiyacı içindeydim, çünkü sürekli onun görüntüsünü kafamda canlandırmaya çalışa çalışa sonunda hiçbir şey göremez oluyor, aşkımın neye tekabül ettiğini tam olarak bilemiyordum.
---
O zamanlarki hayatımızı oluşturan, birbirine bitişik izlenimlerin ince bir dilimidirler; belirli bir görüntünün hatırası belirli bir anın özleminden ibarettir ve evler, yollar, caddeler de, heyhat, seneler gibi uçup gider.

Marcell Proust
Swann'ların Tarafı
Kayıp Zamanın İzinde
Çeviri: Roza Hakmen