30 Temmuz 2017 Pazar

the postman's white nights (2014), andrey konçalovski


The Postman's White Nights (2014)
Andrey Konçalovski


                    

                       
    
                                


                              

ilk kitap: körleşme, sözcüklerin bilinci, elias canetti


...Odanın manzarasına hayran kalmıştım; bir oyun alanının ötesinde, başpiskoposluğa ait büyük bahçenin ağaçları görünüyordu.Vadinin öte yanında, sırtın karşısında etrafı duvarlarla çevrili olan Steinhof Akıl Hastanesi vardı.Kararımı ilk başta vermiştim; odayı mutlaka tutmalıydım.
...
Altı yıl yaşadığım bu odaya Therese'nin kişiliğinden başkaca şeyler de borçluyum.İçinde 6000 akıl hastasının yaşadığı Steinhof'u her gün görmek, benim için itici bir güç oluyordu.Bu odada yaşamasaydım, "Körleşme"yi hiçbir zaman yazamazdım, bundan kesinlikle eminim.

Ama daha çok vardı "Körleşme"ye; henüz her hün laboratuvara giden ve yalnızca akşamları yazma olanağı bulabilen bir kimya öğrencisiydim.Ayrıca yanlış bir tasarım uyandırmak ve ancak 3,5 yıl sonra oluşturabildiğim Therese tipinin, konuşma biçiminin dışında, dış görünüş bakımından da ev sahibi kadına benzediği gibi bir izlenime yol açmak istemem.Ev sahibi kadın, postanedeki işinden emekli olmuştu; kocası da posta idaresinde çalışmıştı; yetişkin iki çocuklarıyla birlikte yaşıyorlardı.Therese'nin yalnızca ilk konuşması gerçeğe uygun olup, ötekilerin tümü kurmacadır.
...

Elias Canetti
İlk Kitap: Körleşme
Sözcüklerin Bilinci

körleşme, elias canetti

...
Therese ona, sanki karşısında hava varmış gibi davranıyordu; sanki taş varmış gibi diye düzeltti düşüncelerinin burasında.Korkusu, yerini yavaş yavaş güçlü bir huzur duygusuna bıraktı.Taş karşısında dikkatli davranacaktı Therese.Kim, taşa vurup kendini yaralayacak denli aptal olabilirdi?Kien bedenindeki köşeleri düşündü.Taş olmak iyiydi, taşın köşeleri ise daha da iyiydi.Görünüşte sonsuzluğa dikilmiş olan bakışları, kendi bedeninin ayrıntılarını gözden geçiriyordu.Kendini bu denli az tanıdığı için pişmanlık duydu.Bedeninin nasıl göründüğü konusunda pek az bilgisi vardı.Yazı masasının üstünde bir ayna bulunsun isterdi.Şu anda öğrenmek tutkusuna boyun eğse, anadan doğma soyunur ve kendini eksiksiz bir denetimden geçirirdi; kemiklerini birer birer inceleyip kışkırtırdı.Bedeninde bir sürü gizli kalmış yerin, sert ve sivri uçların, köşelerin varlığını sezmekteydi.Şişlikler, ayna yerini tutuyordu.Bu Therese olacak yaratık, bir bilgin karşısında hiçbir çekinme duymuyordu.Kien sanki herhangi bir insanmış gibi, ona elini kaldırmak küsthlığından bulunmuştu.Böylesini terbiye etmek için yapılması gereken şey, karşısında taş kesilmekti.Taşın sertliği, kadının tasarılarını parpamparça ederdi.
...

Körleşme
Elias Canetti

can, andrey platonov


Gülçatay annemdir, dağ çiçeği.İnsanlara henüz küçüklerken, tüm iyi şeylere benzedikleri sıra verilir isimleri.
---
-Babanız sizi seviyor mu?
-Hayır, yabancıları sever o, annemle beni sevmek istemiyor.
---
Köhne Derya Nehri'nin kuru yatağına varan Nazar Çağatayev lığın içine ön ayaklarına dayanarak insan gibi oturmuş bir deve gördü.Deve zayıftı, hörgüçleri çökmüştü, kara gözleriyle akıllı, üzgün bir insan gibi ürkek ürkek bakıyordu.Çağatayev yanına geldiğinde deve ona ufak bir ilgi bile göstermedi; rüzgarların sürüklediği ölü otların hareketini takip etmekteydi: Yaklaşıyorlar mıydı yanına, yoksa geçip gidiyorlar mıydı önünden?Tozun üzerinde ilerleye ilerleye ağzına kadar yanaşan küçük bir ot sapını dudaklarıyla çiğneyip yuttu.İleride yuvarlak bir perekati-pole sürükleniyor, deve bu büyük canlı otu ümitle aydınlanan gözleriyle takip ediyordu, ne var ki perekati-pole geçip gitti yanından; o zaman deve gözlerini yumdu, çünkü nasıl ağlanacağını bilmiyordu.
---
Seni sevemeyecek kadar güçsüzüm artık.
---
Bu yapmacık oyun uzamış, ebedi bir hal almıştı ve artık kimse gülmek istemiyordu, kalmamıştı gülecek hal.Issız çöl toprağı, deve, hatta acınası avare otlar -tüm bunların ciddi, yüce ve muzaffer olması gerekmez miydi?Sefil varlıkların içinde kutlu, gerekli ve zorunlu bir göreve adanmışlık hissi yaşar, yoksa ne diye böyle güçlüklere katlanıp bir şeyler beklesinler?Çağatayev devenin karnına sokulup kıvrıldı ve sıradışı gerçekliğe şaşırarak uyuyakaldı.
---
"Seni yalnız bırakmayız!" dedi Çağatayev kaplumbağaya.
Her canlının üzerinde kutsal bir varlıkmış gibi titriyordu ve yüreği öylesine yoksuldu ki teselli verebilecek bir şeyi farketmemesi olanaksızdı.
---
Deve eti almışlardı yanlarına ama Çağatayev pek iştahsız yiyor, kederli bir hayvanla beslenmek zoruna gidiyordu.
---
"Halk yakınlarını kendi de gömebilir, bu iş için sana ihtiyaç yok."
"Hayır, gömemez, bilirim ben."
"Neden gömemezmiş?"
"Ölüleri diriler gömmeli, burada diri yok, vadesini uykuda dolduran ölmemişler var.Mutlu edemezsin onları, acılarının farkında bile değiller artık, ıstırap çekmiyorlar, çekmişler çekeceklerini."
---
...Belki de bu sesler çok daha yakından, Çağatayev'in bedeninin içinden, ruhunun ağır nabzından geliyor, ona şimdilerde unuttuğu, acıyla büzüşen kalbinde boğulan o asıl hayatı anımsatıyordu.
---
"Neden ölmek istediniz?" diye sormuştu ihtiyarlara Çağatayev.
"Ruhumuz uyuştu yaşamaktan." demişti Sufyan, "kemiklerimiz kurudu, büküldü, damarlarımız büzüştü: Gerinmek istiyor bu kemikler, bırak yağmur ıslatsın, rüzgar kurutsun, solucanlara yem olsunlar, mani olmayayım artık onlara..."
---
"Yanımızda sıkılmıştı," dedi Aydım boşluğa bakarak."Ölür artık, sıkılmaz bundan sonra."
---
Sese kulak verdi ve acıdı vücuduna, kemiklerine; bir zamanlar annesi kendi bedeninin yoksulluğundan bir araya getirmişti onları, hem aşk ve tutkudan ya da zevkten de değil, sırf yaşam öyle gerektirdiği için.Başkasının malı gibi hissetti kendini Çağatayev, yoksulların şimdi boşa harcanmaya çalışılan son mülkü gibi ve öfkeye kapıldı.
---
Yaşlar gözlerimize dayansa da ağlamayacağız, gülümseyeceğiz sevinçten, derin yüreğimize erişemeyecek kimse; aydınlık günlere kavuştuğunda yüreğimiz insanların ve cümle hayatın huzuruna kendisi çıkacak, ellerini uzatacak onlara, ki yakındır o aydınlık günler: Göğsümüzde ruhumuzun çırpınışını duyuyoruz, yardımınıza koşmak için...
---
Ben artık başkasının gücüyle yaşıyorum evlat, kendiminkini bitirdiğim çok oldu...
---
"Acı ve keder daha çalar kapımızı nasıl olsa, fakat acımız eskisi gibi zavallı olmasın artık, başka türlü oluversin.Acımız kertenkelenin, kaplumbağanın acısına benziyordu."

Can
Andrey Platonov

iktidarın iç organları, kitle ve iktidar, elias canetti


Dişler ağzın silahlı gardiyanlandır. Ağız gerçekten de bütün hapishanelerin prototipi olarak dar bir yerdir. Oraya giren her şey kaybolur, pek çok şey de hâlâ canlıyken girer oraya. Çok sayıda hayvan avını yalnızca ağzına aldığında öldürür, bazılan o zaman bile öldürmez. Ağzın bir avı beklerken açılmaya bu kadar istekli oluşu, kapanma, tek hamleyle kapanma kolaylığı, hapishanenin en korkulan özelliklerinden birini anımsatır. Ağzın hapishaneler üzerinde gizli bir etkisinin olduğunu varsaymak yanlış olamaz. İlkel insan balinaların yanı sıra ağzına sığabileceği başka hayvanlann da varlığını kesinlikle biliyordu. Bu korkunç mekânda, oraya yerleşecek zaman kalsa bile, hiçbir şey gelişemez.Kısırdır ve orada hiçbir şey kök salamaz. Ejderhaların ağzı virtüel olarak yok edilince, insanoğlu onun yerini simgesel olarak alacak hapishaneler kurdu. İşkence odalan olarak kullanıldığı zamanlarda hapishaneler pek çok açıdan düşman bir ağzı andırır. Cehennem deyince göz önüne aynı görünüm gelir. Öte yandan hapishaneler giderek sertleşti.Dişlerin pürüzsüzlüğü dünyayı fethetti; hücrelerin duvarlan pürüzsüz hatta pencere deliği bile küçüktür. Mahkûm için özgürlük sıkılmış dişlerin arasındaki açıklıktır ve bunlar artık hücresinin duvarlarıyla temsil edilmektedir.

Elias Canetti
İktidarın İç Organları
Kitle ve İktidar

rick and morty, s01e06 finali, look on down from the bridge, mazzy star


Rick and Morty
S01eE06 Finali
Look on Down From the Bridge-Mazzy Star



mehmed agâh bey, kahve falı, reşad ekrem koçu, tarihimizde garip vakalar


Dünyanın en meraklı kahve falcısı, Darüşşafaka Lisesi resim muallimiyken ölen Mehmed Agâh Bey'di.Bu zat, kendisi için baktığı yüzlerce falın, fincanlardan resimlerini yapmış, falın söylediklerini de kenarlarına yazarak yüz küsur sahifelik harikulade enteresan bir kitap bırakmıştır.Elyazması olan bu eşsiz eser veresesi elindedir.

Reşad Ekrem Koçu
Tarihimizde Garip Vakalar

molla rüstemoğlu, reşad ekrem koçu, tarihimizde garip vakalar


15. asırda Bursa'da Molla Rüstem ölürken on dört yaşındaki oğluna 100 yıl ömür düşünmüş ve her gününe 100 florin (altın) hesap ederek 3.600.000 altın gibi muazzam bir miras bırakmıştı.Bu mirasyedi çocuk, babasından sonra ancak yedi yıl yaşadı ve bütün paralarını yedi.Yalınayak, perişan, kebapçı çırağı oldu ve sefalet içinde bir hamam külhanında öldü.Bu parayı nasıl harcadığına bir misal zikrederler:

Bir gün 100 florine bir tazı satın alır.Bir bağda tavşan olduğunu haber verirler, haberciye 100 florin verir, fakat tazı tavşanı tutmaz, Molla Rüstemoğlu da tazıyı bir kılıçta ikiye böler.

Tarihimizde Garip Vakalar
Reşad Ekrem Koçu

cellatlar ve idam cezaları, reşad ekrem koçu, tarihimizde garip vakalar


Osmanlı tarihinde en namlı cellatlar, 17. asırda Kara Ali, onun yamağı Hamal Ali ve Kara Ali'den sonra başcellat olan Süleyman'dır.Evliya Çelebi, Kara Ali'nin portresini şöyle çiziyor:

"Bu kolun üstad-ı kamili Kara Ali'dir ki bazularını sıvayıp ateştabını kemerine bendedüp, sair işkence edecek aletlerini kemerine asıp, el ve ayak kıracak baltaları iki yanına takıştırıp, sair yamakları dahi aletleriyle kemerlerini süsleyip yalınkılıç merdane cümbüş ederek geçerler ki, neuzübillah hiçbirinin çehresinde nur kalmamış zehir adamlardır."

Fakat, şairin şu sözü ne kadar doğrudur:

Hükm-i sultan olmaz ise gelmez hata cellattan.

Cellatlar ve İdam Cezaları
Reşad Ekrem Koçu
Tarihimizde Garip Vakalar

maymunların idamı, reşad ekrem koçu, tarihimizde garip vakalar


Eski yelken ve kürek devri gemiciliğinde, her gemide birkaç tane talimli maymun bulunurdu.Bunlar, açık denizde gemilerin direklerinin ta tepesine tırmanarak korsan gözcülüğü yaparlardı; gayet keskin olan gözleriyle ufukta bir gemi gördükleri zaman bağırarak haber verirler, gemiciler de bir korsan cengine hazır bulunurlardı.İstanbul'un yelken, halat, makara, kürek, zift, varil lenger, hülasa bütün gemi teçhizat ve levazımının satıldığı yer, Galata'da, iki köprü başı arasındaki sahaydı.Gazi Köprüsü başında Sokullumehmetpaşa Camii (Azapkapısı Camii) civarında da bir sıra maymuncu dükkanları vardı; tersane gemileri ve sair tüccar gemileri için talimli maymunlar burada satılırdı.III. Murad'ın hocası Abdülkerim Efendi gayet mutaassıp, asabi, her aklına geleni yapan, padişah üzerindeki nüfuzuna dayanarak hiç kimseden korkmayan bir adamdı.Güzel konuşur, camilerde vaaz ettiği aman dinleyicileri kendisine meftun ederdi.Bir gün, hoca efendi bir kitapta "Maymun fuhşa alet olur." diye bir bend okumuş, asabiyetinden ateş kesilmişti; hemen arkasına binlerce insan toplayarak Azapkapısı çarşısına gitmiş, maymuncu dükkanlarını basmış, ne kadar maymun varsa yakalatıp biçare hayvanları oradaki ağaçlara astırarak idam ettirmişti.Halk da pek haklı olarak bu mutaassıp hocaya "Maymunkeş" lakabını takmıştı.

Maymunların İdamı
Reşad Ekrem Koçu
Tarihimizde Garip Vakalar