tarihimizde garip vakalar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tarihimizde garip vakalar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Temmuz 2017 Pazar

mehmed agâh bey, kahve falı, reşad ekrem koçu, tarihimizde garip vakalar


Dünyanın en meraklı kahve falcısı, Darüşşafaka Lisesi resim muallimiyken ölen Mehmed Agâh Bey'di.Bu zat, kendisi için baktığı yüzlerce falın, fincanlardan resimlerini yapmış, falın söylediklerini de kenarlarına yazarak yüz küsur sahifelik harikulade enteresan bir kitap bırakmıştır.Elyazması olan bu eşsiz eser veresesi elindedir.

Reşad Ekrem Koçu
Tarihimizde Garip Vakalar

molla rüstemoğlu, reşad ekrem koçu, tarihimizde garip vakalar


15. asırda Bursa'da Molla Rüstem ölürken on dört yaşındaki oğluna 100 yıl ömür düşünmüş ve her gününe 100 florin (altın) hesap ederek 3.600.000 altın gibi muazzam bir miras bırakmıştı.Bu mirasyedi çocuk, babasından sonra ancak yedi yıl yaşadı ve bütün paralarını yedi.Yalınayak, perişan, kebapçı çırağı oldu ve sefalet içinde bir hamam külhanında öldü.Bu parayı nasıl harcadığına bir misal zikrederler:

Bir gün 100 florine bir tazı satın alır.Bir bağda tavşan olduğunu haber verirler, haberciye 100 florin verir, fakat tazı tavşanı tutmaz, Molla Rüstemoğlu da tazıyı bir kılıçta ikiye böler.

Tarihimizde Garip Vakalar
Reşad Ekrem Koçu

cellatlar ve idam cezaları, reşad ekrem koçu, tarihimizde garip vakalar


Osmanlı tarihinde en namlı cellatlar, 17. asırda Kara Ali, onun yamağı Hamal Ali ve Kara Ali'den sonra başcellat olan Süleyman'dır.Evliya Çelebi, Kara Ali'nin portresini şöyle çiziyor:

"Bu kolun üstad-ı kamili Kara Ali'dir ki bazularını sıvayıp ateştabını kemerine bendedüp, sair işkence edecek aletlerini kemerine asıp, el ve ayak kıracak baltaları iki yanına takıştırıp, sair yamakları dahi aletleriyle kemerlerini süsleyip yalınkılıç merdane cümbüş ederek geçerler ki, neuzübillah hiçbirinin çehresinde nur kalmamış zehir adamlardır."

Fakat, şairin şu sözü ne kadar doğrudur:

Hükm-i sultan olmaz ise gelmez hata cellattan.

Cellatlar ve İdam Cezaları
Reşad Ekrem Koçu
Tarihimizde Garip Vakalar

maymunların idamı, reşad ekrem koçu, tarihimizde garip vakalar


Eski yelken ve kürek devri gemiciliğinde, her gemide birkaç tane talimli maymun bulunurdu.Bunlar, açık denizde gemilerin direklerinin ta tepesine tırmanarak korsan gözcülüğü yaparlardı; gayet keskin olan gözleriyle ufukta bir gemi gördükleri zaman bağırarak haber verirler, gemiciler de bir korsan cengine hazır bulunurlardı.İstanbul'un yelken, halat, makara, kürek, zift, varil lenger, hülasa bütün gemi teçhizat ve levazımının satıldığı yer, Galata'da, iki köprü başı arasındaki sahaydı.Gazi Köprüsü başında Sokullumehmetpaşa Camii (Azapkapısı Camii) civarında da bir sıra maymuncu dükkanları vardı; tersane gemileri ve sair tüccar gemileri için talimli maymunlar burada satılırdı.III. Murad'ın hocası Abdülkerim Efendi gayet mutaassıp, asabi, her aklına geleni yapan, padişah üzerindeki nüfuzuna dayanarak hiç kimseden korkmayan bir adamdı.Güzel konuşur, camilerde vaaz ettiği aman dinleyicileri kendisine meftun ederdi.Bir gün, hoca efendi bir kitapta "Maymun fuhşa alet olur." diye bir bend okumuş, asabiyetinden ateş kesilmişti; hemen arkasına binlerce insan toplayarak Azapkapısı çarşısına gitmiş, maymuncu dükkanlarını basmış, ne kadar maymun varsa yakalatıp biçare hayvanları oradaki ağaçlara astırarak idam ettirmişti.Halk da pek haklı olarak bu mutaassıp hocaya "Maymunkeş" lakabını takmıştı.

Maymunların İdamı
Reşad Ekrem Koçu
Tarihimizde Garip Vakalar

tersane mandaları,reşad ekrem koçu,tarihimizde garip vakalar


Tersane havuzlarına gemi alınınca, havuzların suyu, makinelerle değil, gayet büyük bostan dolaplarıyla boşaltılırdı; havuzların yanı başında bulunan bu dolaplara da "havuz dolabı" adı verilirdi ve dolaplara mandalar koşulurdu.Dolaplara da kadimden beri Kürt neferler nezaret ederdi, bunlara "mandacı", ağalarına da "manda ağası" denilirdi.Türkiye'de mükellefiyet-i askeriyenin kabulünden çok sonraları dahi tersanede bu dolaplar ve mandalar kullanılmıştır.Vatandaşlara askerlik mükellefiyetinin kabulünden sonra, kurası tersaneye düşen efrattan bedel verecekler için, para bedeli yerine mandalı bedel kabul edilmişti; yani askerliğini bahriyede yapacak olan bedelliler, kendi yerlerine havuz dolaplarına bir manda gönderirlerdi.Sahibinin yerine hizmet müddetini dolduran mandaların boynuzları yaldızlanır, terhis kağıtları da sırmalı kordonlarla boynuzlarının arasına asılır, sahibine merasimle teslim edilir, kasabasında, köyünde de davul zurnalı bir merasimle karşılanırdı...

Tersane Mandaları
Reşad Ekrem Koçu
Tarihimizde Garip Vakalar

12 Aralık 2015 Cumartesi

geçmiş zaman yandaşları, necdet sakaoğlu, #tarih dergisi, reşad ekrem koçu


Topkapı Sarayı'nın eski müdürü Tahsin Öz tarafından, müze arşivinde bulunan kıymetli bir vesika vardır ki dalkavuk esnafının mahiyetini gereği gibi aydınlatmaktadır.l. Sultan Mahmud devrine ait olup kime hitap ettiği belli olmayan bir vesika bir dilekçedir.Bugünkü dille içeriği şudur:

"Devletli inayetli, merhametli efendim.Kimsesiz dalkavuk kullarının arzuhalidir.Her sene Ramazan-ı Şerif geldiğinde İstanbul'da davetli davetsiz iftarlara gideriz.Ulemanın, ricalin devletin sair büyüklerinin mevki sahiplerinin, büyüklerin sofralarında çeşit çeşit yemekler, türlü türlü reçeller, süzme aşureler, şerbetler, tavukgöğüsleri, elmaspareler, helvalar, kaymaklı baklavalar, ekmek kadayıfları, hoşaflar yer ve içeriz.Üstüne göbek tütünü ve kahveyle ikram görürüz.Lakin içimizde bazı terbiyesizler bulunup edebe uymayan hareket ve tavırlarıyla velinimetlerimiz efendilerimizi gücendirmekte, zararı da hepimize dokunmaktadır.Dalkavukluk sağlam bir nizama bağlanmazsa cümlemizin açlıktan öleceğimiz aşikardır.Kadim nizam ve kanuna göre yeniden bir nizama bağlanmamızı, içimizden uygunsuzların tard edilmesini, tavır ve hareketleri hepimizin makbulü olan Şakir Ağa'nın kahya tayin olunmasını eline memuriyetini bildiren bir vesika ihsan buyurulmasını niyaz ederiz.Emr ü ferman devletli, inayetli efendim sultanım hazretlerinindir.İmza: Dalkavuk kulları"

Bu vesikanın altına da şu dikkate değer satırlar yazılmıştır:

"Dalkavuklar kibar ve rical huzurlarına girdiklerinde etek öperler.Oturacakları yer trabzan yanındaki küçük minderdir.Vazifeleri, hane sahibi olan zatın mizaç ve tabiatına uygun şekilde konuşmak, zikri müstekreh (çirkin) tabirlerden ve küfürlerden gayretle sakınmaktır.Hane sahibi ne söylerse fevkalade yardakçılıkla tasdik edecekler ve asla aykırısında söz söylemeyeceklerdir.Verilen ihsanı gizlice alacaklardır.Verilen paranın çokluğu ile meslektaşları arasında övünmeyeceklerdir.

Reşad Ekrem Koçu
"Dal" gibi eğilip bükülenler dolamasız kavuk giyenler
Dilcilere göre dal sıfatı ile kavuk isminden kurulu "dal-kavuk" çevresine tülbent sarılmamış kavuk demekmiş.Mecaz anlamda ise meddahla, musahiple meslektaş zenaatkarlara ad olmuş.Bize göre bu hüner sahiplerine, dolamasız kavuk giydikleri için değil, efendilerinin karşısında ağzı sola açık Arap ünsüzü "dal" gibi iki büklüm olmalarındandı.Türkçe'de "dal" iki büklüm olmuş kambur anlamındaydı."Kamet-i dal" eski bir deyimdi.Çıplak anlamıyla "dal", dal fes, dal kılıç, dal gibi deyimlerinde doğrudur.Dal'ın iki büklüm, kambur anlamına geldiğini bilmemiz için sıbyan mektebinde Elifba okumamız; "elif uzunca be karnı açık te ona benzer...dal beli bükük zel ona benzer..." tekerlemesini ezberlememiz gerekirdi.
---
Çalışmakla, tahsille başka meslekler kazanılırdı ama dalkavukluk bir bakıma Allah vergisiydi.
---
Ne kadar yetenekli, olsalar da dalkavuklar zelil adamlar kabul edildiklerinden, bunların, esnafın ve askerinkine benzer serpuş külah giymelerine izin verilmeyerek içi boş, dışı sarıksız kavuk giymeleri yeterli görülmüş.Serpuşlara sarılan tülbent veya çemberler, bir sınıfı veya rütbeyi temsil ettiğinden dal-kavuğun, giyenin kimliğini boşalttığı varsayılmış.Bu da bir sav. 
---
Dalkavuklar hükümdarların gözüne girer hatta bazen güzel nükteler yanında iğneleyici sataşmalardan da çekinmezlermiş.Batı saraylarında daha çok cüceler ve sakatlar krallara dalkavukluk yapmaktaydılar.
Dalkavuklara ve şaklabanlara aşırı düşkün olan lll. Murad'ın meclisinde maskaranın biri yapacaklarını yapmış ve işini bitirip gideceği sırada, kendisine ihsanda bulunulurken, "Yok hünkarım bugün altın istemem, yüz değnek isterim." der.Sebebi sorulunca, "Hele ellisini vurun, ondan sonra sual buyurun " deyince padişah, "Vurulsun!" diye ferman eder ve elli değnek vurulur.Elli olunca maskara, "Durun! Bir ortağım var ellisini de ona vurun!" der.Ortağının kim olduğu sorulunca "Her gün beni davete gelen Bostancıdır.Ben ihsan alıp giderken -Seni ben getirdim aldığının yarısı benimdir" der ve elimden alır.Değneklerin yarısının da onun hakkı olmak lazım gelir, cevabını verir.
---
19. yüzyıl mirasyedilerinden Veli Efendi-zade Mehmed Efendi dalkavuklarına kış günü yaz oyunu, yazın kış oyunu oynattırırmış: Ortalık buz tutmuşken kendisi tandır başında kürklü börklü salep içerken, pencereler açtırır, yazlık entarili ayakları çıplak  tir tir titreyen dalkavuklarına dondurma yalama yarışı yaptırır; yaz günü, ince patiska entari yalın ayak bahçede oturur, buzlu şerbet içerken kat kat kalın kürkler, yün çoraplar giydirilmiş dalkavuklarına kaynar salep ikram ettirirmiş.

Bir yaz günü dalkavuk esnafından beş on âmâyı yalısına getirtmiş.Bunlara "lağ cengi" (laf atışması) yaptırarak eğlendikten sonra, "hadi namaz vakti" demiş.Tembihli uşaklar: "Namaza buyurun diyerek körleri koltuklayp yalının önündeki rıhtımda saf tutturmuşlar.Kayığa binmiş bir uşak da imam olmuş."Allahü Ekber!" deyince biçare körler secdeye gidince denize yuvarlanmışlar.

Yine bir kış günü sözde Boğaz'da balığa çıkmış.Kendisi sarılmış sarmalanmış.Dalkavuğunu denize düşersen boğulmaz yüzersin aldatmacasıyla soydurup iç donuyla karşısına oturtmuş.Dalkavuk, soğuktan mosmor olmuş.Beyefendi: "Hatırın için daha dolaşsak derim ama burnumun ucu çok üşüdü" deyince dalkavuk cevabı yapıştırmış: "Devletli efendim ben de sıcak bir yer kaldı, burnunu k..ıma sok" demekten çekinmemiş.
---
"Dalkavuğun burnuna fiske vurma, fiske başına 20 para, başına kabak vurma, her seferinde 20 para, tokatlama tokat başına 30 para, oturduğu minder veya sedirden aşağı yuvarlama 34 para, yüzüne mürekkep veya kömür vurma 37 para, ellerini ve ayaklarını domuz topu bağlama 40 para, bir salkım üzümün sapıyla beraber yedirilmesi 40 para, kafasına yumruk indirme yumruk başına 40 para, çıplak başınıtokatlama tokat başına 45 para, elinde beş on kıl kalmak ve dişlerini leylek gibi çatırdatmak şartı ile sakal zelzelesine 60 para, sakal boyamasına 60 para, merdivenden aşağı yuvarlama 180 para, sakalının yarısı veya cümlesi arpa boyunca kırkılırsa latifeyi yapan, dalkavuğun üç aylık nafakasını verir bu nafaka ayda 30 kuruştan 90 kuruştur.Eyerinin bir tarafında üzengi bulunmayan haşarıca bir ata bindirilip temaşasından hoşlanırsa 300 para, sakız (bostan) dolabına bağlanarak su içinde bir miktar durdurulmak şartıyla bostan kuyusunda bir devrine 600 para.Birden fazla her devirde ayrıca 100 para verilir.


Dalkavuk boğulur ölürse cenaze masrafı latifeyi yapana aittir.Kuyruğu dışarıda kalmamak üzere bir fındık sıçanını ağzının içine kapatma 100 para." (R. Ekrem Koçu, Tarihimizde Garip Vakalar, 1958) ...






Necdet Sakaoğlu
Osmanlı Biat Kültürünün Yıldız Oyuncuları
Geçmiş Zaman Yandaşları
#tarih Dergisi 
Kasım-2015