4 Temmuz 2015 Cumartesi

kötülüğün sıradanlığı, hannah arendt

Nazi hiyerarşisinin vicdanla ilgili sorunları çözme konusunda en yetenekli üyesi Himmler'di. Hitler'in 1931'de SS'e yaptığı bir konuşmadan alınan şu meşhur "Sadakatim Onurumdur" gibi sloganları -Eichmann'ın "kanatlı kelimeler", hâkimlerin "boş laflar" dediği sloganları- buldu ve Eichmann'm hatırladığı kadanyla "sene sonuna doğru", muhtemelen Noel ikramiyesiyle birlikte dağıttı."


Kötülüğün Sıradanlığı
Hannah Arendt

kahpe felek sana nettim neyledim, doğadaki insan, serdar kılıç


Kahpe Felek Sana Nettim Neyledim / Serdar Kılıç / Doğadaki İnsan


    Sivas/Divriği-Bekir Tektaş-Osman Özdenkçi
---

Kahpe Felek Sana Nettim Neyledim
Attın Gurbet Ele Parelerimi
Akıbeti Beni Sılamdan Ettin
Kestin Mümkünümü Çarelerimi

 Aman Aman Dağlar Duman Geçti Zaman Ben Varamam
 Aman Aman Dağlar Duman Halim Yaman


Ben Kemlik Görmedim Hüsnü Aladan
Gözlerim Mektubun Gelsin Sıladan
Ölürüm Kurtulamam Ben Bu Yaradan
Dost Olan Bağlasın Yarelerimi

 Aman Aman Dağlar Duman
Geçti Zaman Ben Varamam
 Aman Aman Dağlar Duman Halim Yaman

Şu Dağların Arkasını Bilirim
İflah Olmam Ben Bu Dertten Ölürüm
Vadem Yeter Çöl Gurbette Kalırım
Yine Ben Sarayım Yarelerimi

 Aman Aman Dağlar Duman
Geçti Zaman Ben Varamam
 Aman Aman Dağlar Duman Halim Yaman 

 

rüya poetikası, tarkovski'nin rüya mantığı, filmler ve rüyalar, thorsten botz-bornstein

Bergson, "Bir açıklama gerektiren, rüya değil, uyanıklık halidir" demiştir.Uyanık geçirdiğimiz gündelik hayatın kaotikliğiyle kıyaslandığında, rüyalar yadırgatıcı değil, bilakis açık ve blirgindir.Tarkovski'nin filmlerinde sürekli kullandığı ve bize -burada ismini zikretmenin hiç de yanlış olmayacağı- Gaston Bachelard'ın bazı düşüncelerini anımsatan suya benzerler.Bachelard şunu fark etmiştir: Aynalar fazlasıyla uygar, fazlasıyla 'el altında hazır', fazlasıyla geometrik nesnelerdir; rüya hayatı kendiliğinden uyum gösteren birtakım rüya aletleri oldukları ayan beyan ortadadır.Bachelard'ın suyun daha da yadırgatıcı  yansımasına ihtiyaç duyduğumuz sonucuna ulaşmasının nedeni budur.Kendi yüzümüzün aynadaki yansıması, tam da bilimsel açıklığından ötürü, rahatsızlık verici bir kuşku duymamıza yol açar ve bizi ayna imajını "gerçek" olarak kabul etmekten caydırır.Buna karşılık, yüzümüzün sudan yansıyan imajını "gerçek" olarak kabul etmeye çok daha fazla meyilliyizdir."Tuhaf", yadırgatıcı bir hale gelmiş olan yüzümüz, birdenbire daha az yadırgatıcı görünür ve biz de bu imajı bizatihi gerçekliğin bir temsili olarak kabul etmeye hazırızdır.Bu bakımdan, sırsız bir ayna olarak suyun yansıtması, tıpkı rüya gibi, gerçekliği yadırgatıcı hale getirerek daha az yadırgatıcı kılar."Rüya" Maurice Pinguet'in söylediği gibi, "tüm yalanların kaynağıdır; ama rüya görenler tıpkı yazarlar gibi, "yalnızca başkalarının yalanlarından ötürü suçluluk duyar, çünkü kendi yalanları bir oyunun masumiyetine sahiptir...Bachelard, "suya meyleden varlık, başı dönen varlıktır.Ölüp ölüp dirilir her an" diye yazar.

Rüya Poetikası
Tarkovski'nin Rüya Mantığı
Filmler ve Rüyalar (Tarkovski, Bergman, Sokurov, Kubrick ve Wong Kar-Wai)
Thorsten Botz-Bornstein

sarardım ben sarardım, nida ateş & hüseyin turan


Sarardım Ben Sarardım / Nida Ateş & Hüseyin Turan


Sivas - Muzaffer Sarısözen
--
Sarardım Ben Sarardım,
Senin İçin Sarardım.
Baş Yastıkta Göz Yolda,
Her Geçene Sorardım.

Al Dağlar Yeşil Dağlar, Gurbette Yarim Ağlar
Açtı M’ola Şu Sivas’ın Gülü Yaprağı,
Çekti Bizi Gurbet Elin Suyu Toprağı.

Kayalardan Kayarım,
Bulamadım Ayarım.
Ben Bu Dertten Ölürsem,
Kaderime Sayarım.

Al Dağlar Yeşil Dağlar, Gurbette Yarim Ağlar
Açtı M’ola Su Sivas’ın Gülü Yaprağı,
Çekti Bizi Gurbet Elin Suyu Toprağı. 


reddediyorum, per petterson


Vicdan ile tekerlek arasında doğrudan bir benzerlik olduğuna inanıyor musun?
Nasıl yani?
Şöyle, vicdan bir tekerlek hatta daire testere gibidir, keskin dişlileriyle ruhumuzda döner durur, canımızı delicesine yakar, eğer çok kötü bir şey yaparsan etrafı kan götürür, ancak yaptığın kötülükler arttıkça testerenin dişleri körelmeye başlar, ruhun hissizleşir ve hiçbir şey koymaz sana, öyle biri olmuşsundur.
---
Fredrik bana iki kez neden kendimi sığınakta bulduğumu sordu.Evet böyle derdik, kendimizi orda bulmak, sanki amatör bir golf oyuncusu tarafından gelişigüzel atılmış golf toplarıydık, sanki havada bir yarım daire çizere uçmuş ve bir golf çukurunda, bir ormanda veya burada bulmuştuk kendimizi.
---
Fredrik aptal biri değildi, sadece biraz deliydi o kadar, bence mantıklı konuşmuştu.Ancak odunluğa girmezden önceki dönemi her aklıma getirmeye çalıştığımda  tüm düşünceler, anılar ve sözcükler çözülüp beynimin değişik köşelerine akıyor ve tıpkı kapanmış fabrikaların boş binaları gibi oralarda unutuluşa terk ediliyor, bir daha da bir araya gelemiyorlardı.

Reddediyorum
Per Petterson

abdülbaki gölpınarlı, fıkralarla eski ramazanları anlatıyor...


Abdülbaki Gölpınarlı, fıkralarla eski ramazanları anlatıyor...


rastlantı, ferit edgü, doğu öyküleri

-Bir tekne kiralamak istiyordum.
-Bunu niçin istiyorsun? diye sordu.
-Yolculuk her zaman çekmiştir beni, dedim.
-Hiç, bir kaptan öldürdün mü? diye sordu.
-Bu saçma soru da nerden çıktı? dedim.Ben dürüst bir insanım.
-Dürüst olabilirsin, dedi.Ama isteğin, benim sorumdan daha saçma.Gördüğün gibi, 
burda bir dağ başındayız.Burda tekne ne arar?Buralarda yanlışlıkla tekne arayan bir kişi, 
olsa olsa kaptanını öldürüp buralara kaçan bir denizci olabilir.
...

Rastlantı
Ferit Edgü
Doğu Öyküleri

gülendam, erdal çelik, 1993



Gülendam / Erdal Çelik



bu, ferit edgü, doğu öyküleri

-Bu ne bu?
-Kar.
-Böyle kar hiç görmemiştim.
-Burda daha neler göreceksin.
-Neymiş göreceklerim?
-Kurt, köpek.
-Başka?
-Ayı, tilki.
-Başka?
-İşin rast giderse, bir insanoğlu.
-Bu karda mı?
-Bu karda, eğer yolunu bulabilirsen.Ya da o yolunu yitirmişse.Artık bahtına...

Bu
Doğu Öyküleri
Ferit Edgü 



5 Nisan 2015 Pazar

wittgenstein'in yeğeni, thomas bernhard

Ludwig kendisini utanmaz filozof yaptıysa, Paul da utanmaz deli yapmıştı, kaldı ki sadece Ludwig gibi felsefesini yazıp yayımlayana filozof denir diye bir şey de yok, yaptığı felsefelerden hiçbirini yayımlamayan hatta hiçbir şey yazıp yayımlamayana da filozof denir.Yayımlamak sadece ortaya çıkarır ve ortaya çıkanın ilgi görmesini sağlar çünkü ortaya çıkan şey yayımlanmadan önce ne ortaya çıkabilir ne de ilgi uyandırabilir.Ludwig, (felsefesini) Yayımlayan'dı, Paul ise (felsefesini) Yayımlamayan ve tıpkı Ludwig'in sonuç olarak doğuştan (felsefesini) yayımlayan olması gibi, Paul da doğuştan (felsefesini) Yayımlamayan'dı.
---
Getirdikleri para bir yana bırakılırsa ödüller dünyanın en çekilmez şeyidir, daha önce Almanya'da da başımdan geçmişti, ödüller insanı yüceltmez, ilk ödülümü alırken de aynı şeyi düşünmüştüm, tam tersine alçaltır, hem de utanç verici biçimde.Sadece getirdiği parayı düşündüğüm için katlandım bu işe daima, sadece bu nedenden çeşit çeşit eski püskü belediye saraylarına ve bütün o zevksiz tören salonlarına adımımı attım.Kırkıma kadar.Bu ödül törenlerinin alçaltıcılığına katlandım.Kırkıma kadar.O belediye sraylarında, tören salonlarında üzerime işettim, çünkü bir ödül töreni insanın üzerine işenmesinden başka şey değildir.Ödül törenlerini daima akla gelebilecek en büyük alçalma olarak algıladım, yücelme olarak değil.Çünkü ödül insana daima bu alandaki en yetersiz kişiler tarafından verilir, insanın üzerine işemek isteyen ve verdikleri ödülü kabul ettiniz mi de bol bol işeyenler tarafından.Üzerinize işemekte de kesinlikle haklıdırlar, çünkü onların verdiği ödülü alacak kadar adileşmiş, alçalmışsınızdır.
---
Ödül kabul etmek zaten sapıklık, demişti o sıra dostum Paul bana, devlet ödülü kabul etmekse sapıklıkların en büyüğü.
---
Büyük kentten ayrıldıktan sonra taşrada ruh zenginliklerini korumak isteyenlerin, Paul'un dediği gibi, müthiş bir potansiyelle donanmış, yani inanılmaz bir beyin tözü depolamış olmaları gerekir ama onlar da er ya da geç durgunlaşır, büzüşürler ve büzüşmenin farkına varıldığında çoğu kez artık çok geç kalmışlardır, önüne geçilmez biçimde çürür giderler, ne yaparlarsa yapsınlar iflah olmazlar.
---
Viyana kahvelerinden hep nefret etmemin nedeni, oralarda her zaman benzerlerimle burun buruna gelmemdir, işin gerçeği bu, hiç durmadan kendimle burun buruna gelmeyi de istemem doğrusu, hele kendi kendimden kaçmak için gittiğim kahvelerde hiç, ama işte tam da oralarda kendimle ve benzerlerimle burun buruna geliyorum.Kendime bile katlanamıyorum, vızırdanıp duran, bir şeyler yazan koca bir sürüye nasıl katlanayım.Edebiyattan kaçınıyorum elimden geldiğince, çünkü elimden geldiğince kendimden kaçınıyorum.
---
İnsanların yüzde doksanı gibi ben de hep bulunmadığım yerde, az önce bırakıp kaçtığım yerde olmak istiyorum.Bu ölümcül çekim son yıllarda iyileşeceğine kötüledi, giderek daha kısa aralarla Viyana'ya oradan geriye Nathal'e, Nathal'den başka bir büyük kente, Venedik ya da Roma'ya gidip dönüyorum, ya da Prag'a gidip geliyorum.Şurası gerçek ki, kısa süre önce terk ettiğim yerle varmak üzere olduğum yer arasında sırf arabanın içinde otururken, evet sırf arabanın içindeyken mutluyum, araba yolculuğu sırasında mutluyum, varacağım yere vardığım an dünyanın akla hayale gelebilecek en mutsuz insanıyım, neresi olursa olsun varacağım yere varıyorum ve mutsuzum.Aslında dünyanın hiçbir yerinde rahat edemeyen, sadece bulundukları yerden başka bir yere giderken, iki yer arasında mutlu olan insanlardanım.
---
Ölenler kafalarını içeri çeker, yaşayanlar ve ölümü düşünmeyenlerle işleri olsun istemezler.

Wittgenstein'in Yeğeni
Thomas Bernhard