"Basit
sesler, doğal olarak gırtlaktan çıkar, ağız doğal olarak az çok
açıktır; ama sesleri eklemlemeyi sağlayan dilin ve damağın
değişiklikleri dikkat ve alıştırma ister; bunlar istemeden yapılamaz,
bütün çocukların bunları öğrenmeleri gerekir, birçoğu da kolayca
öğrenemez bunu. Çığlıklar ise basit seslerden oluşur."
J. J. Rousseau
Dillerin kökenini incelediği o
şahane yapıtında J. J. Rouseau dillerin gereksinimlerden değil, güçlü
duygulanımlardan doğduğunu söyler. İlk sesleri insanlardan çekip alan
açlık ya da susuzluk değil, aşk, nefret, acıma ve öfkedir der.
Sesler yok olmuyor. Geniş ovalarda yankılanıyor. Rüzgârın taşıdığı.
Kılıç şakırtıları, nal sesleri, gövdesi yarılan bir adam. Mızrak
saplanmış bir atın acıyla kişnemesi. Atın yıkılışıyla bize doğru
yükselen toz bulutu. Terimizle karışan tozun gövdemizi çamura bulayışı.
Aynı nehir akıyor, aynı tomruklar takılıyor kayalara. Kızıl ve eflatun
karışımı ufuk, birbirine sarılan iki siluet o zaman da vardılar.
Tepenin üzerinde bir deve kervanı. Göç var. Derken bir silah sesi,
bir daha. Öndeki deve silueti devriliyor. Düşmüyor ama, diz çöküyor,
secde ediyor adeta. Ardından peş peşe silah sesleri!..
Sesler yok olmuyor . Olaylar, insanlar gelip geçiyor ama onların
sesleri baki kalıyor. Baki kalan bu kubbede bir hoş sadadır bunun için
mi denmiştir? Öyleyse, birtakım Japon bilim adamları kubbedeki sesleri
duymamızı sağlayacak o makineyi icat ettikleri gün duyacağımız sesler
acı içindeki inlemeler, ulumalar, çığlıklar ve avazlardır elbette, hoş
sadalar değil. Eşinden ayrılan yaralı ördeklerin, oğlunu yitirmiş
babaların, Aslı'sından ayrılıp yanan Keremlerin dertli iniltileri
bulacak kulaklarımızı.
O acıyla inlemeleri biz en çok türkülerde duyarız. Hele de bağlamanın
teline vurulduğu ilk andan, aşığın tiz bir ahla başlayıp nefes
alamayacakmış gibi bitirdiği bozlaklarda. Bir ayrılık, bir yoksuzluk,
biri de ölümdür anlattıkları. Seher yelinden haber sorar "O ne dedi sen
ne dedin varınca?" diye. Diyar diyar gezerken çan sesleri arasından
sitem eder ecele: Var git ölüm bir zaman da gene gel..1
Bozlak , bozulamak'tan gelir. Hem de Türkçenin bütün lehçelerinde.
Bozulamak ise devenin acı acı bağırması, daha doğrusu bozulamasıdır.
Deve başka türlü bir ses bilmez. Yalnızca acı acı bozular. Birbirinden
çok uzakta yaşayan göçebeler dertli dertli feryat eden aşığın bu söyleme
şekli ile devenin bozulaması arasında bir benzerlik görmüşlerdir.
Bozlak demişlerdir. Deliboran bozular, Karacaoğlan, Abdallar 2, Muharrem
ustayla oğlu hep bozularlar.
Bilmem duymayan var mıdır, herhangi bir hayvanın, insan da dâhil acı
ile inlemesini. İster Ulysses Gaze'deki 3 ulumayı duyun, ister
Gabbeh'teki 4 yaşlı adamın üzüntülü feryadlarını, ister bir belgeselde
yavrusu ölmüş bir kurdun, aslanın, ayının, devenin belki içli içli,
belki böğüre böğüre ağlamasını. Tarifsizdir.
Geçtiğimiz günlerde yine acıyla bozuladı develer. Anadolu'da
göçerliği devam ettiren son Yörük topluluğu olan Sarıkeçililer’in
develerine silahlı saldırı düzenlendi. 6-7 yaşlarındaki bir deve ölürken
biri ağır olmak üzere 5 deve yaralandı.