gözlerin oyunu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gözlerin oyunu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Mart 2018 Pazar

gecikmiş karşılaşmalar, elias canetti, gözlerin oyunu

Çizim: Erdem Çolak
Gecikmiş karşılaşmalar, yaşamımda hep olağandışı rol oynamışlardır.Kitaplar konusunda olduğu gibi yerler konusunda, insanlar, resimler konusunda da böyledir bu.Tüm yaşamımı orada geçireceğimi yazgım önceden belirlemişçesine özlediğim kentler vardır.Bu kentleri ziyaret etmekten kaçınmak için türlü bahanelere sığınırım, göz göre göre kaçırdığım her yeni fırsat, onların önemini artırır ve sanki yalnız ve yalnız onlar için yaşıyormuşum, bu yerler olmasaydı çoktan göçüp gidecekmişim duygusuyla dolmama neden olur.Kendilerinden söz edilmesinden müthiş hoşlandığım kişiler vardır, dinlerim, okurum, onlar hakkında kendilerinden daha çok şey biliyorumdur sanki, ama resimlerine bakmaktan sakınırım, neye benzediklerini anlama girişimlerinde hiç bulunmam.Öte yanda yıllarca aynı sokakta gördüğüm kişiler vardır, tek bir sözcük bile etmem onlara, yanlarından tıpkı onların bana yaptığı gibi sessizce geçer giderim; soran gözlerle birbirimize bakarız, ama ikimiz de dudaklarımızı sımsıkı kapalı tutarız.Bunlarla ilgili olarak olası ilk konuşmamızı belleğimde oluştururum, müthiş şaşırtacak birçok özellik yaratırım kafamda, bunu büyük bir hevesle yaparım üstelik.Nihayet, haberleri olmadan yıllardır sevdiğim kişiler vardır; yaşım ilerler, o utkulu anı, duygularımı seslendirmeyi düşlemeyi hiç bırakmamama karşın, sevgimi onlara söyleme tasarılarım giderek daha aldatıcı hale gelir.Gelecekle ilgili bu titiz, ayrıntılı hazırlıklarım olmasa yaşamak olanaksız gelecek bana sanıyorum, üstelik bunların, ansızın hiç beklenmedik anlarda başıma gelen ve beni anında çarpan şaşırtıcı olaylardan daha az önemli olmadığını adım gibi biliyorum.

Elias Canetti
Gözlerin Oyunu

22 Ocak 2017 Pazar

kimse sizin kadar büyük bir öfkeyle yazamaz, gözlerin oyunu, elias canetti


En çok hangi yazarı seviyordu?
Bir an duraksamadan, "Dostoyevski" dedi."Benim ilk öğretmenim oydu."
"Yazdıklarınızı ona pek gösteremezdiniz."
"Hayır, gösteremezdim.Hem zaten bir yararı olmazdı."
"Neden?"
"Çünkü yazdıklarım tıpkı onunkiler gibi.Onları kendisinin yazmadığını fark edemezdi.Bir yerden kopyaladığımı sanırdı."
"Kendinize pek değer vermiyorsunuz, öyle değil mi?"
"Hayır, hiç vermiyordum.Ama sizinle durum farklı olur.Kimse sizden kopya çekemez.Kimse sizin kadar büyük bir öfkeyle yazamaz."

Gözlerin Oyunu
Elias Canetti

21 Ocak 2017 Cumartesi

yüksek bilgelik, sonne, gözlerin oyunu, elias canetti

...
Beni bir keşif yolculuğuna çıkarıyormuş gibi konuşuyordu.Ben karşısında bir yazar olarak değil de, bir başka kişi olarak dinliyordum onu; dinliyor ve öğreniyordum.Önüme serdikleri öylesine şaşırtıcıydı ki, neredeyse bunları yazanın ben olduğuma inanamıyordum.Bir sınıfta öğrencilere eski çağlardan kalma bir metni açıklar gibi en küçük ayrıntıyı bile kaçırmamış olmasına hayret ettim.Kitabımla benim aramda böylece yarattığı uzaklık, el yazmasının çekmecemde durduğu dört yıldan daha büyüktü.En ince ayrıntılarına kadar iyi tasarlanmış, kendi içinde haklılığını ve onurunu barındıran büyük bir yapıt duruyordu karşımda.Sonne'nin fikirlerinin her biri büyülüyordu beni, hepsi ayrı ayrı şaşırtıyordu, tek dileğim, konuşmasına hiç son vermemesiydi.

Yavaş yavaş Sonne'nin sözcüklerinin ardında yatan niyeti fark etmeye başladım; kitabın çok zor günler geçireceğini biliyor, kaçınılmaz saldırılara karşı beni silahlandırmaya çalışıyordu.

Gözlerin Oyunu
Elias Canetti

fritz wotruba üzerine, elias canetti, gözlerin oyunu


Wotruba'ya en çok stüdyosundayken kendimi yakın hissediyordum.Viyana Belediyesi Stadtbahn metro köprüsünün altındaki kapalı yerlerden ikisini onun emrine vermişti.Birinde - ya da iyi havalarda dışarda- taşını yontardı.Onu ilk ziyaretimde, uzanmış bir kadın figürü üzerinde çalışıyordu.Taşa güçlü darbeler indirirken, taşın sertliğinin onun için ne büyük anlam taşıdığını görebiliyordum.Ansızın figürün bir yanından öbür yanına fırlıyorve yontma kalemini yepyeni bir öfkeyle taşa indiriyordu.Ellerinin onun için çok önemli olduğu, bu ellere müthiş bağımlı olduğu açıkça ortadaydı; ama gene de taşı ısırıyor sanırdınız.Siyah bir panterdi o, taşla beslenen, pençelerini geçirip taşı ısıran bir panter.Bir sonraki saldırısının hangi zamanda hangi noktaya yöneleceğini asla bilemezdiniz.Bana bir panteri anımsatan en çok bu sıçrayışlarıydı, ancak bunlar uzak bir noktadan başlamıyordu, figürün bir yerinden diğerine sıçrıyordu


İlk ziyaretim sırasında şarkıcı Selma Kurtz'un mezarına konacak bir heykel üzerinde çalışıyordu.Sıçramalar yukarıdan doğru geliyordu; belki bu yüzden elimde olmaksızın ağaçtan kurbanı üzerine atlayan bir panteri düşündü.Kurbanını parçalıyor gibiydi.Ama insan graniti paramparça edebilir mi?Kendini işine büyük bir ciddiyetle vermiş olmasına karşın, ne ile savaşmakta olduğunu bir an olsun unutmadım.Uzun süre izledim onu.Bir kez olsun gülümsemedi.Kendisini izlediğimin farkındaydı, ama bakışında hiçbir hoşnutluk okunmuyordu.Granitle son derece ciddi bir iş yapmaktaydı.Kendisini gerçekte olduğu gibi göstermekte olduğunu anladım.Öylesine güçlü bir yapısı vardı ki, mesleklerin en zorunu seçmişti.Ona göre sertlik ve güçlük aynı şeydi.Ansızın geri sıçradığında, taşın kendisine karşı-saldırıda bulunmasını bekliyor gibiydi, ve bu bekleyiş içinde savunmaya geçiyordu.Karşınızda gerçekleşmekte olan şey bir cinayetti.Ona göre öldürmenin bir gereklilik olduğunu anlamam uzun zaman aldı.Bu belli belirsiz izler bırakan gizli bir cinayet değildi; geride bir anıt kalıncaya dek sürdüyordu öldürmeyi Wotruba.Genellikle cinayetini tek başına işliyordu; ancak bazen, başkalarının yanında da bu işi yapmanın gereğini hissediyordu, ama bunu yaparken hiçbir şekilde yöntemini değiştirmiyor, kendisi değişmiyor, tümüyle kendisi olarak, bir aktör değil, bir cani olarak kalıyordu.Bu konuda ne denli ciddi olduğunu anlayacak birine gereksinim vardı.

Sanatın oyun olduğu söylenir, onunki oyun değildi, yaptıklarıyla bütün kenti, hatta dünyayı doldurabilirdi.Ben oraya bir yontucu için önemli olan şeyin, yapıtı çürümeye karşı koruyacak öğe olarak taşın sürekliliği olduğu genel görüşü ile gitmiştim.Onu çalışırken anlatılması olanaksız hareketleri içinde gördüğümde, Wotruba için taşın en büyük öneminin sertliğinde yattığını, bunun dışında hiçbir şeyin onu ilgilendirmediğini anladım.Taşla çarpışmak zorundaydı Wotruba.İnsanların bir lokma ekmeğe muhtaç oldukları gibi taşa gereksinimi vardı onun.Ama bu var olan en sert taş olmalıydı, Wotruba bu sertliği canlandırıyor, büsbütün ortaya çıakrıyordu.
...
Taşın ne olduğunu ilk kez onunla yaptığım tutkulu konuşma sayesinde öğrendii söylemem garip gelebilir.Başkalarına karşı acıma duygusu yoktu Wotruba'da, bunu da beklemiyordum zaten.Sevecenlik, saçmaydı ona göre.Yalnızca iki şey onu ilgilendiriyordu: taşın gücü ve sözcüklerin gücü, her iki durumda da söz konusu olan güçtü, ama bu gücün öğeleri öylesine alışılmamış bir bileşim ortaya koyuyorlardı ki, insan bunu doğanın bir gücü olarak kabul ediyordu, ve bir fırtına ne kadar eleştiriye açıksa, bu güç de o kadar eleştiriye açıktı.

Elias Canetti
Gözlerin Oyunu