..
Hücrenin kapısı itilerek kapatılmıştı üzerime, itilerek evet, çünkü akıl almayacak kadar kalın olan bir kapının çarpılarak kapatılması olanaksızdır.
...
Bir örümcek gittiği yere iplikçiği öre öre sürüyüp götürür ardından, bu ipliğe güvenerek tehlikeye atabilir yaşamını, düşmeyi ve düşerken kendini tutmayı göze alabilir.Biz düştüğümüzde bizi tutacak iplik nerede?
...
Muhallebi çocuğu, muhallebi çocuğu!Rüzgar ağlarını parçalamıştı örümceğin, ama örümcek bir karınca hamaratlığıyla bir yenisini örmüştü ve beni, altmış iki kiloya yakın ağırlıktaki insanı, uçuruma her yuvarlanışımda iplikçikleriyle yakaladı.Ona teşekkür ettim, ama o hiç aldırmadı.
...
Doğru, nefret ediyordum ondan, çünkü ne diye bu peruk -adama bu ismi vereceğim, daha sade böylesi- önüm sıra yürür benim, serçe yavruları henüz uçmak nedir bilmeden dam oluklarından yere düşüp can verirken o sürdürür yaşamını.
(Karahindiba)
---
...
"Bilmiyor değilim, bilmiyor değilim" dedi solgun yüzlü genç."Annem her sabah söyler, 'paltonu giy, kasım ayındayız' der.Ama nereden bilecek paltomun olmadığını.Yaşamıyor ki artık."
Genç adam, için için yanan izmariti aldı ve sallana sallana yürüyüp indi tramvaydan.Sis vardı dışarıda.Öğlesonrası ve kasım vardı.Ve çok solgun genç bir adam, ağzında sigara izmariti, ıssız öğlesonrası içinden yürüyüp gitti.Açlık çekiyordu.Paltosu yoktu.Annesi ölmüştü ve aylardan kasımdı.Ve tramvayda ötekiler oturuyordu ve nefes almıyordu hiçbiri.Gözaltı torbaları, usulcacık ve üzgün titriyordu.Ve biletçi kocaman kocaman çarpık yüzler çiziyordu cama.Kocaman kocaman çarpık yüzler.
(Sesler Havada - Gecede)
---
Bizler bağlanma nedir, derinlik nedir bilmeyen bir kuşağız.Bizim derinliğimiz uçurumdur.Mutluluk nedir, yurt nedir ve veda nedir bilmeyen bir kuşağız.Bizim güneşimiz avuç içi kadardır, sevgimiz kıyıcı ve gençliğimiz gençlikten uzak.Ve sınır nedir, engel nedir ve kollanıp gözetilme nedir bilmeyen bir kuşağız - çocukluğun parmaklıklı kafesinden, bizi horlayanların bizim için hazırladığı bir dünya içine savrulup atılmışız.
(Veda Nedir Bilmeyen Kuşak)
---
...Onlar da bizim gibidir.Yurtlarında ölecekler güvencesini verecek kimse yoktur kendilerine.Huzur tanımazlar ve gece dinlencelerinden yoksundurlar.
(Trenler, Öğlesonraları ve Geceler)
---
...
Bir zamanlar bir kardeşi vardı.İki dosttular kardeşiyle.Ama sonra bir demir parçası, iğrenç bir böcek gibi havada vınlayarak kardeşinin üzerine geldi.Savaş vardı çünkü.Ve demir parçası bir yağmur damlası gibi yapışıp kaldı kardeşinin derisine: Birden kan, gelincik gibi çiçek açtı karda.Gökyüzü lacivert taşıydı, ama çığlığı kabullenmedi.Ve kardeşinin son çığlığı vatan olmadı.Anne de, Tanrı da olmadı.Onun son çığlığı buruktu ve keskin: Lanet olsun! Yavaşcacık: Lanet olsun! Ve çığlık ağzını kapadı.Bir daha hiç açılmamak üzere.Bitti.
(Bitti Bitti)
---
Mammut Gömütlüğü'ndeki, içinde ölülerin ölümlerini hayal ederek zaman geçirdiği, bütün ölümleri boyunca martıları, kızları, gemi direklerini, duvarları, mayıs akşamlarını ve deniz rüzgarlarını hayal edip durduğu, kuşların renkli cıvıltılarıyla dolup taşan dünyanın dünyanın bu en bakımlı balta girmemiş ormanıdır.Mammut Gömütlüğü'nde ölülerin, kurtbağırlarından bir çitle çevrilmiş bir alan içinde saf saf tıkılan, bir nişan gibi çuhaçiçekleri ve gül fidanlarıyla ödüllendirilen ölülerin yaşayanlara göz kulak olduğu, çalışan erkeklerin ve doğum yapan kadınların alın terlerini ve çığlıklarını paylaşmak zorunda kaldıkları yoksul bir askeri gömütlük değildir -ah, buradaki ölüler ölmüş olmalarının keyfini çıkaramazlar!Oysa Ohlendorf'ta- burada çene çalıp durur ölüler, ölümsüz yaşamdan konuşurlar!Çünkü yşamı unutmazlar hiç -kenti kentlerini akıllarındn çıkaramazlar.
(Kent, Kent: Gökyüzü ve Yeryüzü Arasında Anne - Hamburg)
---
Biz bowling oyuncuları
Ama toplar da bizi
Devrilen kukalar da
Ve gümbür gümbür öten
Oyun yeri, yüreklerimiz
(Bowling Oyunu)
---
Haftada bir salı vardır.
Yılda elli
Ve savaşta bir yığın.
...
Frtiz Baba'nın tenekeden bir kupası vardı.Şişlo Berta'nın mermileri Paris'e ulaştı.Savaşta herkesin babası askerdir.
(Bu Salı)
---
...
Evet ölüleri yiyor da fareler.İnsanları yiyor.Hep insanları yiyerek yaşıyorlar.
Kim diyor?
Öğretmenimiz söyledi.
Sen de şimdi fareleri bekliyorsun burada, öyle mi , diye sordu adam.
Yo, fareleri değil, dedi Jürgen.Sonra usulcacık: Kardeşim kardeşim burada yatıyor da.İşte burada.Jürgen elindeki sopayla birbiri üzerine çökmüş duvarları gösterdi.Evimize bir bomba düştüHemen ışık söndü bodrumda.Kardeşim de kayboldu.O kadar bağırdık, hiç.Benden çok küçüktü kardeşim.Dört yaşındaydı daha.Hâlâ burada olcacak.Benden çok küçüktü o.
Adam yukarıdan darmadağın saçlarına bakıyordu oğlanın.Sonra birden: Peki, öğretmeniniz size farelerin geceleri uyuduğunu söylemedi mi, diye sordu.
Hayır, diye fısıldadı Jürgen.Ansızın pek yorgun bir ifade belirdi yüzünde.
Hele bak, dedi adam.O nasıl öğretmenmiş öyle, bunu bilmiyor.Fareler gece oldu mu uyur.Geceleyin korkmadan eve gidebilirsin.Fareler geceleri uyur hep.Ortalık kararır kararmaz başlarlar uyumaya
Jürgen, elindeki sopayla küçük küçük çukurlar açıyordu yıkıntıda.Küçük küçük yatak bunların hepsi, diye düşünüyordu.Küçük küçük yatak hepsi.
(Ama Fareler Uyurlar Geceleyin)
---
Küçük kızın ayakları var, bir elin parmakları gibi incecik.Kışın parmaklar gibi.Öylesine ince, öylesine kırmızı, öylesine mor, öylesine ince.Sol iki üç dört yürüyor ayaklar.Küçük kız boyuna diyor ki ve Bay Fischer kızın yanı başında yürüyor, kız boyuna diyor ki: Ah, sevgili Tanrım, çorba ver bana, ah, sevgili Tanrım, çorba ver bana.Bir kaşıkçık n'olur.Bir kaşıkçık n'olur.Kızın annesinin saçları var, ölü saçları artık.Hanidir ölü.Kızın annesi diyor ki: Sevgili Tanrı sana çorba veremez, sana çorba veremez.Neden vermezmiş?Kaşığı yok da ondan.Kaşığı yok da.Küçük kız parmak bacaklar üzerinde yürüyor, incecik ve mor kış bacakları üzerinde, annesinin yanında.Bay Fischer kızın yanı başında yürüyor.Annesinin saçları ölü saçları artık.Saçlar annesinin başına artık bir yabancı ki.Ve küçük kız annesinin çevresinde, Bay Fischer'in çevresinde dans eder gibi dönüyor.Kaşığı yok ki.İşte böyle, dans eder gibi dönüyor küçük kız.Ve Bay Fischer arkalarından yürüyor, onların yanı başında dünya dalgasında yalpalayıp duruyor.Ama Teğmen Fischer komut veriyor: Sol iki hey de aaman piyade yaman, Bay Fischer, sol iki ve küçük kız şarkı söylüyor arada: Kaşığı yok ki.Kaşığı yok ki.Ve ikidir Bay Fischer serilip kaldı yerde şimdiye değin.Açlıktan serilip kaldı.Ve öteki Fischer komut veriyor: Hey de aman hey de aman piyade piyade piyade...
...
Bir ben.Ben hâlâ yoldayım.Hâlâ hâlâ yolda.Ta ne vakittir ta ne vakittir ta ne vakittir yolda ta yolda.Yol uzun.Yolu ve açlığı tüketemeyeceğim galiba.Her ikisi de bir uzun ki.
(Uzun Uzun Yollar Uzunluğunca)
---
Savaş bitince, asker evine döndü.Ama ekmek bulamadı yiyecek.Derken birine rastladı, ekmek vardı elinde.Adamı vurup öldürdü.
Kimseyi öldüremeyeceğini bilmiyor musun, dedi yargıç.
Neden öldürmeyeyim, diye sordu asker.
...
Bir zaman iki adam vardı.İki yaşındayken elleriyle birbirlerine vurmuşlardı.
On iki yaşına geldiklerinde sopalarla yaptılar ayn şeyi ve birbirlerine taşlar attılar.
Yirmi iki yaşına geldiklerinde, silahlarla birbirlerine ateş ettiler.
Kırk ikisine geldiklerinde, bombalar yağdırdılar birbirlerinin üzerine.
Altmış iki yaşına geldiklerinde birbirlerine bakterilerle saldırdılar.
Seksen iki yaşına geldiklerinde, bu dünyadan göçüp yan yana gömüldüler.
Yüz yıl sonra solucanın biri iki adamın mezarlarında karnını doyururken, içlerinde birbirinden ayrı iki insanın yattığını hiç fark etmedi.Toprak aynıydı çünkü.Hep aynı toprak.
(Okuma Kitabı Öyküleri)
---
I
Ne tuhaf, diye düşündü lise son sınıf öğrencisi Hans Hellkopf savaşta, bizim tabur komutanı bana hep lisedeki bir öğretmenimizi anımsatıyor.
II
Ne tuhaf, diye düşündü lise sınıf öğrencisi Hans Hellkopf savaştan sonra, bizim öğretmen bana hep tabur komutanımızı anımsatıyor.Saçlardan olacak herhalde.
III
Ne tuhaf, dedi lise öğretmeni Dr. Olaf yanındaki meslektaşına, bizim son sınıf öğrencilerini bahçeden dersliklere girerken gördüm mü, aklıma hep savaştaki taburumuz geliyor.O körpe ve pırıl pırıl yüzlerden olacak herhalde.Yüzlerden mi, dedi meslektaşı.Çizmelerden, sevgili dostum, çizmelerden.
(Tuhaf)
---
Acaba hiç içeri girdiniz mi?Bağışlayın, girmediniz tabii.Ama inanın bana, hiç de o kadar zor değil içeri girmek.Bunun tersi, yani içeriden dışarı çıkmak çok daha zordur genellikle.Mahkeme sırasında öğrendiğime göre, sözde sarhoşluğa benzer bir durumdayken, bir yerde, bir tarihte, biri hakkında çirkin bir söz sarfetmişim de bu sözde bir bit yeniği varmış.Asla yapılmayacak bir şey hani.Nitekim, Danimarka devletinde bir bit yeniği olduğunu söyleyen Hamlet de böyle bir şeyin söylenmemesi gerektiğini bizzat yaşamış, görmüştü.
(Ching Ling, Sinek Hanımefendi)
---
Öyle bir kahkaha ki, dev bir kelerin İlkçağ'da çıkardığı seslere benziyordu.
(Şişifoş ya da Dayımın Garsonu)
Wolfgang Borchert
Ama Fareler Uyurlar Geceleyin
Toplu Öyküler
Yapı Kredi Yayınları
Çeviren: Kâmuran Şipal
Hücrenin kapısı itilerek kapatılmıştı üzerime, itilerek evet, çünkü akıl almayacak kadar kalın olan bir kapının çarpılarak kapatılması olanaksızdır.
...
Bir örümcek gittiği yere iplikçiği öre öre sürüyüp götürür ardından, bu ipliğe güvenerek tehlikeye atabilir yaşamını, düşmeyi ve düşerken kendini tutmayı göze alabilir.Biz düştüğümüzde bizi tutacak iplik nerede?
...
Muhallebi çocuğu, muhallebi çocuğu!Rüzgar ağlarını parçalamıştı örümceğin, ama örümcek bir karınca hamaratlığıyla bir yenisini örmüştü ve beni, altmış iki kiloya yakın ağırlıktaki insanı, uçuruma her yuvarlanışımda iplikçikleriyle yakaladı.Ona teşekkür ettim, ama o hiç aldırmadı.
...
Doğru, nefret ediyordum ondan, çünkü ne diye bu peruk -adama bu ismi vereceğim, daha sade böylesi- önüm sıra yürür benim, serçe yavruları henüz uçmak nedir bilmeden dam oluklarından yere düşüp can verirken o sürdürür yaşamını.
(Karahindiba)
---
...
"Bilmiyor değilim, bilmiyor değilim" dedi solgun yüzlü genç."Annem her sabah söyler, 'paltonu giy, kasım ayındayız' der.Ama nereden bilecek paltomun olmadığını.Yaşamıyor ki artık."
Genç adam, için için yanan izmariti aldı ve sallana sallana yürüyüp indi tramvaydan.Sis vardı dışarıda.Öğlesonrası ve kasım vardı.Ve çok solgun genç bir adam, ağzında sigara izmariti, ıssız öğlesonrası içinden yürüyüp gitti.Açlık çekiyordu.Paltosu yoktu.Annesi ölmüştü ve aylardan kasımdı.Ve tramvayda ötekiler oturuyordu ve nefes almıyordu hiçbiri.Gözaltı torbaları, usulcacık ve üzgün titriyordu.Ve biletçi kocaman kocaman çarpık yüzler çiziyordu cama.Kocaman kocaman çarpık yüzler.
(Sesler Havada - Gecede)
---
Bizler bağlanma nedir, derinlik nedir bilmeyen bir kuşağız.Bizim derinliğimiz uçurumdur.Mutluluk nedir, yurt nedir ve veda nedir bilmeyen bir kuşağız.Bizim güneşimiz avuç içi kadardır, sevgimiz kıyıcı ve gençliğimiz gençlikten uzak.Ve sınır nedir, engel nedir ve kollanıp gözetilme nedir bilmeyen bir kuşağız - çocukluğun parmaklıklı kafesinden, bizi horlayanların bizim için hazırladığı bir dünya içine savrulup atılmışız.
(Veda Nedir Bilmeyen Kuşak)
---
...Onlar da bizim gibidir.Yurtlarında ölecekler güvencesini verecek kimse yoktur kendilerine.Huzur tanımazlar ve gece dinlencelerinden yoksundurlar.
(Trenler, Öğlesonraları ve Geceler)
---
...
Bir zamanlar bir kardeşi vardı.İki dosttular kardeşiyle.Ama sonra bir demir parçası, iğrenç bir böcek gibi havada vınlayarak kardeşinin üzerine geldi.Savaş vardı çünkü.Ve demir parçası bir yağmur damlası gibi yapışıp kaldı kardeşinin derisine: Birden kan, gelincik gibi çiçek açtı karda.Gökyüzü lacivert taşıydı, ama çığlığı kabullenmedi.Ve kardeşinin son çığlığı vatan olmadı.Anne de, Tanrı da olmadı.Onun son çığlığı buruktu ve keskin: Lanet olsun! Yavaşcacık: Lanet olsun! Ve çığlık ağzını kapadı.Bir daha hiç açılmamak üzere.Bitti.
(Bitti Bitti)
---
Mammut Gömütlüğü'ndeki, içinde ölülerin ölümlerini hayal ederek zaman geçirdiği, bütün ölümleri boyunca martıları, kızları, gemi direklerini, duvarları, mayıs akşamlarını ve deniz rüzgarlarını hayal edip durduğu, kuşların renkli cıvıltılarıyla dolup taşan dünyanın dünyanın bu en bakımlı balta girmemiş ormanıdır.Mammut Gömütlüğü'nde ölülerin, kurtbağırlarından bir çitle çevrilmiş bir alan içinde saf saf tıkılan, bir nişan gibi çuhaçiçekleri ve gül fidanlarıyla ödüllendirilen ölülerin yaşayanlara göz kulak olduğu, çalışan erkeklerin ve doğum yapan kadınların alın terlerini ve çığlıklarını paylaşmak zorunda kaldıkları yoksul bir askeri gömütlük değildir -ah, buradaki ölüler ölmüş olmalarının keyfini çıkaramazlar!Oysa Ohlendorf'ta- burada çene çalıp durur ölüler, ölümsüz yaşamdan konuşurlar!Çünkü yşamı unutmazlar hiç -kenti kentlerini akıllarındn çıkaramazlar.
(Kent, Kent: Gökyüzü ve Yeryüzü Arasında Anne - Hamburg)
---
Biz bowling oyuncuları
Ama toplar da bizi
Devrilen kukalar da
Ve gümbür gümbür öten
Oyun yeri, yüreklerimiz
(Bowling Oyunu)
---
Haftada bir salı vardır.
Yılda elli
Ve savaşta bir yığın.
...
Frtiz Baba'nın tenekeden bir kupası vardı.Şişlo Berta'nın mermileri Paris'e ulaştı.Savaşta herkesin babası askerdir.
(Bu Salı)
---
...
Evet ölüleri yiyor da fareler.İnsanları yiyor.Hep insanları yiyerek yaşıyorlar.
Kim diyor?
Öğretmenimiz söyledi.
Sen de şimdi fareleri bekliyorsun burada, öyle mi , diye sordu adam.
Yo, fareleri değil, dedi Jürgen.Sonra usulcacık: Kardeşim kardeşim burada yatıyor da.İşte burada.Jürgen elindeki sopayla birbiri üzerine çökmüş duvarları gösterdi.Evimize bir bomba düştüHemen ışık söndü bodrumda.Kardeşim de kayboldu.O kadar bağırdık, hiç.Benden çok küçüktü kardeşim.Dört yaşındaydı daha.Hâlâ burada olcacak.Benden çok küçüktü o.
Adam yukarıdan darmadağın saçlarına bakıyordu oğlanın.Sonra birden: Peki, öğretmeniniz size farelerin geceleri uyuduğunu söylemedi mi, diye sordu.
Hayır, diye fısıldadı Jürgen.Ansızın pek yorgun bir ifade belirdi yüzünde.
Hele bak, dedi adam.O nasıl öğretmenmiş öyle, bunu bilmiyor.Fareler gece oldu mu uyur.Geceleyin korkmadan eve gidebilirsin.Fareler geceleri uyur hep.Ortalık kararır kararmaz başlarlar uyumaya
Jürgen, elindeki sopayla küçük küçük çukurlar açıyordu yıkıntıda.Küçük küçük yatak bunların hepsi, diye düşünüyordu.Küçük küçük yatak hepsi.
(Ama Fareler Uyurlar Geceleyin)
---
Küçük kızın ayakları var, bir elin parmakları gibi incecik.Kışın parmaklar gibi.Öylesine ince, öylesine kırmızı, öylesine mor, öylesine ince.Sol iki üç dört yürüyor ayaklar.Küçük kız boyuna diyor ki ve Bay Fischer kızın yanı başında yürüyor, kız boyuna diyor ki: Ah, sevgili Tanrım, çorba ver bana, ah, sevgili Tanrım, çorba ver bana.Bir kaşıkçık n'olur.Bir kaşıkçık n'olur.Kızın annesinin saçları var, ölü saçları artık.Hanidir ölü.Kızın annesi diyor ki: Sevgili Tanrı sana çorba veremez, sana çorba veremez.Neden vermezmiş?Kaşığı yok da ondan.Kaşığı yok da.Küçük kız parmak bacaklar üzerinde yürüyor, incecik ve mor kış bacakları üzerinde, annesinin yanında.Bay Fischer kızın yanı başında yürüyor.Annesinin saçları ölü saçları artık.Saçlar annesinin başına artık bir yabancı ki.Ve küçük kız annesinin çevresinde, Bay Fischer'in çevresinde dans eder gibi dönüyor.Kaşığı yok ki.İşte böyle, dans eder gibi dönüyor küçük kız.Ve Bay Fischer arkalarından yürüyor, onların yanı başında dünya dalgasında yalpalayıp duruyor.Ama Teğmen Fischer komut veriyor: Sol iki hey de aaman piyade yaman, Bay Fischer, sol iki ve küçük kız şarkı söylüyor arada: Kaşığı yok ki.Kaşığı yok ki.Ve ikidir Bay Fischer serilip kaldı yerde şimdiye değin.Açlıktan serilip kaldı.Ve öteki Fischer komut veriyor: Hey de aman hey de aman piyade piyade piyade...
...
Bir ben.Ben hâlâ yoldayım.Hâlâ hâlâ yolda.Ta ne vakittir ta ne vakittir ta ne vakittir yolda ta yolda.Yol uzun.Yolu ve açlığı tüketemeyeceğim galiba.Her ikisi de bir uzun ki.
(Uzun Uzun Yollar Uzunluğunca)
---
Savaş bitince, asker evine döndü.Ama ekmek bulamadı yiyecek.Derken birine rastladı, ekmek vardı elinde.Adamı vurup öldürdü.
Kimseyi öldüremeyeceğini bilmiyor musun, dedi yargıç.
Neden öldürmeyeyim, diye sordu asker.
...
Bir zaman iki adam vardı.İki yaşındayken elleriyle birbirlerine vurmuşlardı.
On iki yaşına geldiklerinde sopalarla yaptılar ayn şeyi ve birbirlerine taşlar attılar.
Yirmi iki yaşına geldiklerinde, silahlarla birbirlerine ateş ettiler.
Kırk ikisine geldiklerinde, bombalar yağdırdılar birbirlerinin üzerine.
Altmış iki yaşına geldiklerinde birbirlerine bakterilerle saldırdılar.
Seksen iki yaşına geldiklerinde, bu dünyadan göçüp yan yana gömüldüler.
Yüz yıl sonra solucanın biri iki adamın mezarlarında karnını doyururken, içlerinde birbirinden ayrı iki insanın yattığını hiç fark etmedi.Toprak aynıydı çünkü.Hep aynı toprak.
(Okuma Kitabı Öyküleri)
---
I
Ne tuhaf, diye düşündü lise son sınıf öğrencisi Hans Hellkopf savaşta, bizim tabur komutanı bana hep lisedeki bir öğretmenimizi anımsatıyor.
II
Ne tuhaf, diye düşündü lise sınıf öğrencisi Hans Hellkopf savaştan sonra, bizim öğretmen bana hep tabur komutanımızı anımsatıyor.Saçlardan olacak herhalde.
III
Ne tuhaf, dedi lise öğretmeni Dr. Olaf yanındaki meslektaşına, bizim son sınıf öğrencilerini bahçeden dersliklere girerken gördüm mü, aklıma hep savaştaki taburumuz geliyor.O körpe ve pırıl pırıl yüzlerden olacak herhalde.Yüzlerden mi, dedi meslektaşı.Çizmelerden, sevgili dostum, çizmelerden.
(Tuhaf)
---
Acaba hiç içeri girdiniz mi?Bağışlayın, girmediniz tabii.Ama inanın bana, hiç de o kadar zor değil içeri girmek.Bunun tersi, yani içeriden dışarı çıkmak çok daha zordur genellikle.Mahkeme sırasında öğrendiğime göre, sözde sarhoşluğa benzer bir durumdayken, bir yerde, bir tarihte, biri hakkında çirkin bir söz sarfetmişim de bu sözde bir bit yeniği varmış.Asla yapılmayacak bir şey hani.Nitekim, Danimarka devletinde bir bit yeniği olduğunu söyleyen Hamlet de böyle bir şeyin söylenmemesi gerektiğini bizzat yaşamış, görmüştü.
(Ching Ling, Sinek Hanımefendi)
---
Öyle bir kahkaha ki, dev bir kelerin İlkçağ'da çıkardığı seslere benziyordu.
(Şişifoş ya da Dayımın Garsonu)
Wolfgang Borchert
Ama Fareler Uyurlar Geceleyin
Toplu Öyküler
Yapı Kredi Yayınları
Çeviren: Kâmuran Şipal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder