nabokov etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
nabokov etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Haziran 2022 Cumartesi

Hayatın En Yakın Benzeri - James Wood


"Sanat, hayatın en yakın benzeridir; insanın hayat deneyimi yelpazesinin genişlemesine, kişine öteki insan hemcinsleriyle, kendi payına düşen ilişkiler dışında 
başka ilişkiler kurmasına katkıda bulunur."

George Eliot, "The Natural History of German Life"

(Alman Hayatının Doğal Tarihi)

...

Bir romanın içinde -dalından koparılmamış o büyük Neden? sorusunun kıs kıs gülerek havada asılı durduğu bir bahçede- her şeyin düşünülebileceği, dile getirilebileceği fikrinin, benim için romanın dışındaki resmi Hıristiyanlığın gerçek korkularıyla tersinlemeli bir şekilde simetrik bağlantıları vardı: Dostoyevski'nin dediği gibi Tanrı yoksa "her şeye izin" vardır fikriyle.Tanrı'yı çeker alırsanız her şey olabilir: Kaos ve karmaşa hüküm sürer; insanlar her türlü suçu işleyecek, her şeyi düşünecektir.Tencerenin kapağı olarak Tanrı'ya ihtiyacınız var.Hıristiyanlığın alışılmış geleneksel çizgisi budur.Oysa roman daha sağduyulu görünen bir şeyler söyler: "Ortalıkta Tanrı varken bile her zaman her şeye izin veriliyordu, Tanrı'nın bunlarla bir ilişkisi yok."

...

Roman bu seküler unutuş ölçeği kanalına girdiği zaman kahramanlarının sonsuza kadar yaşamasını ister.Niçin ölmeleri gerektiğini anlayamaz.Hatırlayın, Cervantes ölüm döşeğinde yatan, son anda seyyar şövalyelikten vazgeçen Don Quijote'ye nasıl istemeyerek ve neredeyse üstünkörü bir biçimde veda eder.Don Quijote, Sancho Panza'yı çağırır, ondan kendisini bağışlamasını ister."Ölmeyin efendim"di gözü yaşlı Sancho'nun yanıtı.Don Quijote üç gün daha yaşadı, vasiyetini yazdırdı, sonra "yanında bulunan ve ağlayıp inleyen insanların arasında ruhunu teslim etti, yani kısacası öldü."O kullanılan dilin yoksulluğu, neredeyse acemiliği, hiç genleşip duygusallaşmaması çok dokunaklıdır, sanki Cervantes'in kendisi bu olaya şaşırmıştır, kendi yarattığı kişinin ölümü karşısında öylesine kederlenir ki dili tutulur sanki.

...

Öykü anlatıcısına otoritesini kazandıran şey ölümdür.Bir öyküyü, der Walter Benjamin, aktarılabilir kılan şey ölümdür.Bir romancı olan karım geçenlerde annesini yeni kaybeden bir arkadaşına şunu yazdı: "Bir hayat öyküsünün, örüntüsü olmamak gibi bir tuhaflığı var ya da daha doğrusu hayat sona erinceye kadar hayatın şimdisi dışında bir şeyi yok, ölümden sonra birden bütün yörünge görünü hale geliyor."Son iki yılda hem annesinin hem de babasının ölümüne tanık olmuş biri olarak kendi deneyiminden söz ediyordu.Kendi babasının ölümünden sonra Kanadalı bir romancının ona söylediği sözü alıntıladı: Babası öldükten sonra bu kadın romancı birden babasını bütün yaşlarındaki haliyle özlemeye başlamış.Kendisi dokuz yaşında olduğu zamanki babasını, on yaşlarında bir yeniyetme olduğu zamanki babasını, yirmi sekiz, otuz beş vb. yaşında olduğu zamanki babasını özlüyormuş.

...

Romancı araya girip söz almalı mı yoksa geri çekilip kişiliğini gizlemeli, soğuk bir kayıtsızlık mı sergilemeli?Nabokov, roman kahramanlarım benim kölelerimdir demeyi severdi, bir roman kahramanı sokakta karşıdan karşıya geçtiyse o geçirttiği için geçerdi.Ama Flaubert gibi, gözünü Emma Bovary'nin ruhunun içine dikmiş, o zavallı değersiz Charles Bovary'nin cesedini açtıkları zaman içinde "hiçbir şey bulamadılar" gibi dümdüz bir yorumda bulunan ve "kişilerüstü" kalmayı başaran birinin, bir yazarın, o her şeyi bilen, düşük çeneli Henry Fielding'den ya da denemecimsi ahlakçı George Eliot'tan daha az tanrıcılık oynadığını kim söyleyebilir?

...

Tarihin "kusurları"ndana biri gerçek insanların ölmesidir.Ama kurmaca bize, kabul edilebilir dirilişlere, dinsel olmayan çeşitli geri dönüşlere tanıklık etme olanağı sunar.İtalo Calvino, Palomar adlı romanının sonunda kurmaca ölüm cezasıyla ve yeniden dirilişle oynarken kitaba adını veren başkahramanın ölümünün üzerinde ironik bir şekilde düşündüğü zaman şöyle der:

"Bir kişinin hayatı olaylar toplamından oluşur, bu olayların en sonuncusu bütünün anlamının değişmesine yol açabilir, buna yol açmasının nedeni daha önceki olaylardan daha önemli olması değildir, olayların bir hayata dahil edildiği zaman, zamandizinsel olmayan, bir iç mimariye uygun düşen bir sıra izlemesidir.

Bay Palomar ölü olmanın nasıl bir şey olacağını öğrenmek ister, Calvino'ysa bunu öğrenmesinin zor olacağını bize hatırlatır çünkü ölü olmanın en zor yanı bir insanın hayatının artık "bütünüyle geçmişte kalmış" olduğunun fark edilmesidir, "artık ona hiçbir şeyin eklenmesine olanak yoktur, o kapalı bir bütündür." Calvino'nun eklediğine göre Bay Palomar, bütün insan varlığının ve zamanın kendisinin sona erdiğini hayal etmeye başlar."Zaman sona ermek zorundaysa, tek tek anlar olarak anlatılabilir," diye düşünür Bay Palomar, "o tek tek anları da öylesine uzatabilirsiniz ki artık o anların ucu görünmez olur.Kendini hayatının her anını anlatmaya adamaya karar verir, bütün hepsini anlatıncaya kadar da ölü olduğunu düşünmeyecektir.Tam o anda ölür," diye yazar Calvino.

Kitabın son cümlesidir bu.

...

Sanat gibi edebiyat da zamanın gönül eğlencesine taş koyar -alışkanlığın salonlarında birer uykusuzluk hastasına dönüştürür bizi, şeylerin hayatını ölümden kurtarmamızı önerir.Canlı modelden karakalem resim öğreten ressam Oskar Kokoschka için bir öykü anlatılır.Öğrenciler sıkılmış, uyuşuk uyuşuk çiziyorlarmış, Kokoschka modelin yanına gidip kulağına bir şey fısıldamış, adama birden yere yıkılmasını söylemiş.Kokoschka yüzükoyun yerde yatan adamın yanına gitmişi kalbini dinlemiş, adamın öldüğünü duyurmuş.Sınıftakiler neye uğradıklarını şaşırmışlar.Daha sonra model ayağa kalkmış, bunun üzerine Kokoschka şöyle demiş: "Şimdi bu adamın bir ölü olmadığını, canlı olduğunu bilerek çizin bakalım!"Kurmacada canlı bir insan gövdesinin resmi neye benzeyebilirdi acaba?Kurmaxa gerçekten canlı olan bir insan gövdesi resmi yapardı ama bu öyle bir resim olurdu ki biz bir gövdenin aslında her zaman ölmekte olan bir gövde olduğunu görebilirdik; kurmaca hayatın üzerine ölümlülüğünün gölgesinin düştüğünü bilir, böylece Kokoschka'nın hayat bağışlayıcı estetiğini ölüm bilinci içeren bir fizikötesine dönüştürürdü.

...

Sergey Dovlatov'un İnostranka (Yabancı Kadın) adlı romanının kadın kahramanı Marusya Tataroviç, Rusya'yı terk edip New York'a gelmekle bir hata yaptığı sonucuna varır ve dönmeye karar verir.Kendisi Rusya'yı 1979'da terk eden ve romanda kendisi olarak yer alan Dovlatov kadınla konuşup onu bu kararından vazgeçirmeye çalışır.Oradaki hayatın nasıl bir şey olduğunu unuttun sen, der: "Kabalıkları, yalanları." Kadın şu yanıtı verir."Rusya'da insanlar kabalık ediyorsa, hiç değilse Rusça konuşarak ediyorlar." Ama Amerika'da kalır.Bir zamanlar Almanya'da Samuel Beckett'ın Alman yayıncısına yazdığı mektupları içeren küçük bir sergi görmüştüm.Üzerine kısa notların yazıldığı pek çok kart vardı, tarih sırasına göre dizilmişlerdi, en sonuncu not Beckett'ın ölümünden yalnızca bir ay önce yazılmış bir nottu.Beckett, yayıncısına Almanca yazmamış, Fransızca yazmıştı, kuşkusuz kendine yurt edindiği bir dille; ama hayatının son yılında İngilizceye geçti."Yurduna döndü" diye düşündüm.

...

James Wood
Hayatın En yakın Benzeri
Can Yayınları
Çeviri: Ülker İnce

5 Şubat 2021 Cuma

Karanlıkta Kahkaha, Nabokov

...

Başlangıçta bebek, kırmızı ve havası kaçmaya başlamış balon gibi kırış kırıştı.Ama zamanla yüzü gerginleşti, bir yıl sonra da konuşmaya başladı.Şimdiyse, sekiz yaşında ve çok daha sessizdi, çünkü annesi gibi içine kapanıktı.Neşesi bile annesine çekmişti -kendine özgü, göze batmayan bir neşe...Sanki varolduğundan sessiz bir keyif duyuyor, hatta hafiften eğlenerek yaşadığına biraz şaşıyor gibiydi.Evet, evet, niteliği böyleydi -ölümlü neşe.

...

Altı ay önce, Margot'suz bir dünyada, ideal bir eş olarak yaşıyordum.Kader her şeyi nasıl da altüst etti!Başka erkekler ufak tefek kaçamaklar yaparak mutlu evliliklerini sürdürebiliyorlar.Oysa benim hayatım anında yıkıldı.

...

Yaşamın gülünçleştiğini, çaresizce karikatüre yaklaştığını görmek çok hoşuna giderdi.

...

Bir gün çok büyük bir ressam, çok yüksek bir iskelenin üstünde çalışıyormuş.Bitirdiği freskleri daha iyi görebilmek için geri geri gitmeye başlamış.Öyle bir yere gelmiş ki, bir adım daha geri atsa düşecek.Onu ikaz etmek için bağırsa dengesini yitirip ölüme atlayacağından korkan yardımcısı, aklını kullanarak, bir kova dolusu pis suyu şaheser freskin üstüne boşaltmış.Çok komik!Ama, kendinden geçmiş ustanın boşluğa yuvarlanmasına izin vermek -hele de seyirciler kovayı beklerken- çok daha komik olmaz mı?Böylece, Rex'in anlayışına göre, karikatür sanatının temelinde (yapay ve yeniden aldanma etkeninin yanısıra) bir yanda zalimlik, bir yanda inanma saflığı arasındaki karşıtlık yatıyordu.Gerçek hayatta, kör bir adamın bastonunu takırdatarak, yeni boyanmış bir banka oturmaya kalkışmasını, onu engellemeyi aklından geçirmeyerek seyredebilen Rex'in tek yaptığı, çizeceği yeni karikatürün konusunu yakalamaktan başka bir şey değildi.

...

Vladimir Nabokov
Karanlıkta Kahkaha

21 Aralık 2019 Cumartesi

çehov üzerine, vladimir nabokov, rus edebiyatı dersleri


...



Yeni tanıştığı radikal gazeteci ve hikaye yazarı Korolenko'ya "Hikayelerimi nasıl yazarım biliyor musunuz?" demişti."İşte şöyle!"

"Masasına baktı" diyor Korolenko, gözüne çarpan ilk nesneyi alıp -kül tablasıydı bu- önüme koydu ve şöyle dedi: "İstiyorsan, yarın bir hikayen olacak.Kül tablası isminde."

O anda kül tablası büyülü bir dönüşüm geçiriyormuş gibi geldi Korolenko'ya: "Bazı belirsiz durumlar, henüz somut biçim kazanmamış serüvenler, kül tablasının etrafında billurlaşmaya başlamıştı bile."

...

Hiçbir yazar böylesine hazin karakterleri, Çehov kadar az vurguyla yaratmamıştır."Arabada" adlı öyküden yaptığımız şu alıntı özetliyor bu karakterleri: "Ne tuhaf, diye düşündü; Tanrı niçin zayıf, mutsuz, işe yaramaz insanlara bu kadar hoş bir tabiat, mahzun, hoş, nazik gözler bahşediyor -niçin bu kadar çekiciler?"


...

Aynı muhteşem hikayede (Çukurda), kıza Rusya'da nerelere gittiğini anlatan bir berduş köylü vardır.Köylünün dediğine göre bir gün, muhtemelen siyasi görüşleri nedeniyle Moskova'dan sürgün edilmiş bir beyefendi onunla Volga Nehri üzerinde bir yerde karşılaşınca, üzerindeki paçavralara ve yüzüne bakıp gözyaşlarına boğularak "Vah," demiştir, "ekmeğin kara, günlerin kara."

...
Nükteci insanlar için, Çehov'un kitapları hüzünlü kitaplardır; şöyle ki, ancak mizah anlayışı olan okurlar onlardaki hüznü takdir edebilir.Sesi kıs kıs gülmeyle esneme arası çıkan yazarlar vardır -bunların çoğu profesyonel mizahçılardır mesela.Bir de kıkırdamayla hıçkırarak ağlama arası bir şey olanlar vardır -Dickens bunlardan biridir.Ayrıca yazarın, güzel bir trajik sahnenin ardından tamamen teknik bir rahatlama sağlamak amacıyla bilinçli olarak başvurduğu o berbat türde mizah vardır -ama gerçek edebiyata yabancı bir numaradır bu.Çehov'un mizahı yukarıdakilerden hiçbirine dahil değildi; tamamen çehov tarzıydı.Ona göre hadiseler aynı anda hem komik hem de kederliydi, ama kederli tarafı görmeden eğlenceli tarafı da göremezdiniz; çünkü ikisi birbiriyle bağlantılıydı.

...



Gogol gibi bir söz mucidi değildir Çehov; günlük giysileri içinde gider partilere.Böylece Çehov, bir yazarın söz tekniğinde fevkalade bir canlılık bulunmadan veya cümlelerini eğip bükmeye fevkalade önem vermeden de mükemmel bir sanatçı olabileceğinin iyi bir örneğini teşkil eder.Turgenyev oturup bir manzarayı tartışmaya koyulduğunda, ifadelerinin pantolon ütüsü gibi düzgün olmasına dikkat eder; bacak bacak üstüne atarken gözü çoraplarının rengindedir.Çehov bunlara aldırmaz; bu hususlar önemsiz olduğundan değil -çünkü bazı yazarlar için, doğru terkip mevcut olduğunda bunlar doğal ve çok güzel bir biçimde önemlidir -ama Çehov'un terkibi sözel inceliklere hayli yabancı olduğundan.Bir parça kötü grameri yahut gazeteden alınmış gibi duran gevşek bir cümleyi önemsemezdi hatta.İşin büyülü kısmı Çehov'un, akıllı bir aceminin kaçınacağı kusurlara müsamaha göstermesine, kelimeler içinde sokaktaki adamı, tabiri caizse sokaktaki kelimeyi görmekten hayli memnun olmasına rağmen, sanatsal güzellik aktarımı hususunda zengin nesrin ne olduğunu bildiklerini sanan birçok yazara baskın çıkmayı başarmasıdır.

...

Çehov'un ince mizahı, yarattığı hayatların griliğine sinmiştir.



...

Çehov'un hikayelerinde sürekli tökezlemeler görürüz ama bu tökezlemeler, yıldızlara bakan birinin tökezlemeleridir.Mutsuzdur bu adam ve başkalarını da mutsuz eder; kardeşlerini, en yakınındakileri değil, en ırağındakileri sever.Uzak bir ülkedeki zencinin  hali, bir Çinli hamal, Urallar'daki bir işçi ona, komşusunun kara bahtından ya da karısının sorunlarından daha keskin bir manevi acı verir.

...

Daha da ileri gidip Dostoyevski'yi ya da Gorki'yi Çehov'a tercih edenlerin asla Rus edebiyatının ve Rus hayatının temellerini, daha önemlisi evrensel edebiyat sanatının temellerini kavrayamayacağını söyleyeceğim.Ruslar tanıdıklarını Çehov'u sevenler ve sevmeyenler olarak ikiye ayırmayı oyun edinmişlerdi.Sevmeyenler makbul insanlar değildi.


...

Öykü gerçekten sona eriyor sayılmaz.Çünkü insanlar yaşadıkça dertleri, düşleri ve umutları da olası ve kesin bir sonuca bağlanamaz.

...


Avrupalı yazarlar arasında iyiyle kötüyü, kötünün geleneksel şiirde olduğu gibi tek bir bülbül, iyinin ise doğada olduğu gibi birkaç taneyi birden öttürmesiyle ayırt edebilirsiniz.

...

Çehov'un kitaplarının (sıkıntılı çevirilerinin bile) mümkün olduğunca çok okunmasını ve okurken tıpkı yazarın arzuladığı şekilde hayaller kurulmasını içtenlikle tavsiye ederim.Yanağından kam damlayan Golyat'lar çağında, narin Davut'lara dair bir şeyler okumakta fayda vardır.Tüm o kasvetli manzaralar, iç karartan çamurlu yolların kıyısındaki kurumuş söğütler, gri göklerde kanat çırpan gri kargalar, sıradan bir köşe başında akla geliveren olağanüstü hatıra -totaliter devletlere tapanların bize vaat ettiği o güçlü, mağrur dünyaların parıltısı içinde, bu hazin donukluğun, bu tatlı güçsüzlüğün, Çehov'un yarattığı bu güvercin grisi dünyanın kıymetini bilmek gerekir.

Vladimir Nabokov
Anton Çehov Üzerine
Rus Edebiyatı Dersleri
İletişim Yayınları


nabokov ve yalınlık, rus edebiyatı dersleri

...
Eğitimcilerin değil de, eğiticilerin -kitapların içinden seslenmeyip de kitaplardan söz eden kişilerin- yazdığı o berbat ders kitaplarını görmüşsünüzdür belki; kuşkusuz görmüş olacaksınız.Size büyük bir yazarın asıl amacının, gerçekten de büyüklüğünün başlıca ipucunun 'yalınlık' olduğunu söylerler.Bunlar öğretmen değil, bozguncu.Böyle yoldan çıakrılmış kız ya da erkek öğrencilerin, şu ya da bu yazara dair yazdıkları sınav kağıtlarını okurken -belki de okuldaki ilk yıllardan anımsanan- 'biçemi yalın' ya da 'biçemi açık ve yalın' ya da 'biçemi güzel ve yalın' ya da 'biçemi oldukça güzel ve yalın' gibisinden deyimlerle sık sık karşılaşırdım.Ama 'yalınlığın' boş laf olduğunu unutmamalı.Hiçbir büyük yazar yalın değildir.Saturday Evening Post yalın olabilir.Gazete dili yalın olabilir.Upton Sinclair yalın olabilir.Annemiz yalın olabilir.Dergiler yalın olabilir.Lanet okuma yalın olabilir.Ama Tolstoy'lar, Melville'ler yalın değildir.

Vladimir Nabokov
Rus Edebiyatı Dersleri
İletişim Yayınları

20 Aralık 2019 Cuma

dostoyevski üzerine, vladimir nabokov, rus edebiyatı dersleri


1848'de birkaç Avrupa ülkesinde gerçekleşe ayaklanmalardan sonra, Rusya'da bir gericilik dalgası ortaya çıkmıştı; telaşa kapılan hükümet, muhaliflerin hiçbirine aman vermiyordu.Petraşevskiciler tutuklandı; tutuklananlar arasında Dostoyevski de vardı."Suç planlarına dahil olmaktan, Belinski'nin (Gogol'e yazdığı) yazdığı, Ortodoks Kilisesi'ne ve Yüce İktidar'a yönelik saygısızca ifadelerle dolu mektubu çoğaltmaktan ve özel matbaaları kullanarak diğerleriyle birlikte, hükümet karşıtı yazıları dağıtmaya teşebbüsten" suçlu bulundu.Petro ve Pavel Kalesi'nde yargılanmayı bekledi; kalenin komutanı, atalarımdan General Nabokov'du.

...

Dostoyevski Sibirya'daki dört esaret yılını, katiller ve hırsızlarla birlikte geçirdi; sıradan mahkumlarla politik mahkumlar arasında hiçbir fark gözetilmiyordu.Bu yılları "Ölüler Evinden Anılar" (1862) kitabında betimledi.Anlattıkları hoş şeyler değildir.Yaşadığı tüm aşağılamaları, zorlukları ve aralarında yaşadığı suçluları ayrıntılı olarak betimlemiştir.Dostoyevski bu ortamda aklını tamamen yitirmemek için, bir tür kaçış yolu bulmak zorundaydı.Kaçış yolunu işte o yıllarda geliştirdiği nevrotik Hristiyanlıkta buldu.Aralarında yaşadığı mahkumlardan baılarının, canavarlıklarının yanında zaman zaman insani özellikler göstermesi tabiidir.Dostoyevski bu belirtileri toplayıp, üzerlerine basit Rus insanının çok yapay ve patolojik bir idealizasyonunu inşa etti.Sonraları sapacağı manevi yolun ilk adımıydı bu.

...

"Duygusal" ile "duyarlı"yı ayırt etmemiz lazım.Duygusal biri boş zamanlarında gayet gaddar olabilir.Oysa duyarlı biri asla zalim değildir.
...
Duygusal etki, onun hoşlandığı türden bir çelişkiye yol açıyordu: erdemli insanları acınası vaziyete düşürmek ve bu vaziyetin içinden merhametin son bir nebzesini bulup çıkarmak.

...

Bütün karakterlerin "günahın içinden gelerek İsa'yı bulma"larından, yahut Rus yazarı İvan Bunin'in dobra dobra söylediği gibi, "İsa'nın her tarafa dökülüp saçılma"sından pek hoşlanmıyorum.

...

Edebiyatla uğraşmanın bir yönteminden daha bahsedeceğim; bu en basit ve belki en önemli yöntemdir.Bir kitaptan nefret etseniz bile, nefret ettiğiniz yazardan farklı ve daha iyi bir bakış açısı yahut daha iyi ifade biçimleri tahayyül ederek, yine sanatsal bir haz alabilirsiniz.

...

Dostoyevski'nin fiziksel çile ve aşağılanmanın namuslu kişiyi geliştireceğine tutkuyla inanmasının kökeninde, kişisel bir trajedi yatıyor olabilir.Sibirya'da mahpusken, içindeki özgürlük aşığından, isyankardan, bireyciden bir şeyler kaybettiğini, en azından hevesinin törpülendiğini hissetmiş olmalıdır; fakat oradan "daha iyi bir adam" olarak döndüğünü inatla savunmuştur.

...


Fare Deliğinden Notlar (1864) Üzerine
(Yeraltından Notlar)

Alçalmışlıktan keyif almak, Dostoyevski'nin gözde temaları arasındadır.

...

Fare-adamın isyanı yaratıcı bir dürtüye değil, kendisinin bozuk ahlaklı, ahlaki açıdan güdük biri olmasına dayanmaktadır; tabiat yasaları, yıkamayacağı taştan bir duvardır onun gözünde.Fakat burada yine bir genellemeye, bir alegoriye saplanırız; çünkü belirgin bir amaç, belirgin bir taş duvar çağrışımı yoktur ortada.Bazarov (Babalar ve Oğullar) bir nihilistin yıkmak istediği şeyin, köleliğe de cevaz veren eski düzen olduğunu biliyordu.Buradaki fare ise, kendisinin icat ettiği, taştan değil kartondan yapılma dünyaya garezini dile getirmektedir sadece.

...

Yedinci bölümün başında Dostoyevski'nin tarzının iyi bir örneğini buluruz; Garnett'in çevirisini gözden geçiren Guerney bu kısmı çok güzel aktarmıştır.

"Fakat bunların hepsi tatlı hayallerden ibaret.Söylesenize, insanların kötülük yapmasının gerçek çıkarlarını bilmemelerinden ileri geldiğini ilk ortaya atan kimdir, aydınlanan insanın gerçek çıkarını görünce, kötülük yapmayı hemen bırakıp iyi ve onurlu biri olacağını, çıkarının sadece iyilik yapmakta olduğunu anladığı ve hiç kimse de kendi çıkarlarına aykırı davranmayacağı için hep iyilik yapmak zorunda kalacağını ilk kim uydurdu?Hey gidi saf çocuk!Temiz yürekli bebek!Dünya kurulalı beri insanların yalnız kişisel çıkarlarını düşünerek hareket ettikleri görülmüş müdür?Peki göz göre göre, yani gerçek çıkarının nerede olduğunu bildiği halde bunu umursamadan, hiç kimsenin ve hiçbir şeyin onları zorlamadığı başka, tehlikeli bir yolu tutan ve kaderin kendilerine çizdiği yoldan yürümek varken, kasten yapar gibi yeni, çetin, saçma, karmakarışık bir yol keşfetmekte inat eden milyonlarca örneğe ne demeli?İnatçılık ve dik kafalılık onlara çıkarlarından daha tatlı geliyor anlaşılan."

Vladimir Nabokov
Çeviren: Yiğit Yavuz
Rus Edebiyatı Dersleri
İletişim Yayınları

19 Aralık 2019 Perşembe

turgenyev, babalar oğullar & bazarov üzerine, vladimir nabokov, rus edebiyatı dersleri


O günlerde Rusya koskoca bir rüyaydı: Kitleler uykudaydı -mecazen.Entelektüeller gecelerini uykusuz geçirirlerdi - fiilen; oturup konuşarak yahut sabahın beşine kadar düşünüp durduktan sonra yürüyüşe çıkarak.Kendini -soyunmadan- yatağa atmalar -ve- öylece-pinekleyip-oturmalar ya da elbisesini üstüne geçirivermeler falan vardı bolca.Turgenyev'in genç kızları genellikle yataktan hemen kalkıp tel çemberli eteklerini giyerler, yüzlerine soğuk su çarpıp, güller gibi taze halleriyle bahçeye koşarlar; oradaki çalılıkta kaçınılmaz buluşma gerçekleşir.

...

Turgenyev, Babalar ve Oğullar'da, 1840'ların iyi niyetli, beceriksiz ve zayıf insanlarıyla, devrimci yeni "nihilist" gençlik arasındaki  ahlaki çatışmayı sergiler.Bu genç neslin temsilcisi olan Bazarov, saldırgan şekilde materyalisttir; onun için ne din, ne estetik ya da ahlaki değerler söz konusudur."Kurbağalar"dan başka hiçbir şeye inanmaz; onların da tek anlamı, kendi pratik bilimsel deneylerinin sonuçlarıdır.Ne ayıp, ne utanç bilir.Tam anlamıyla etkin bir adamdır.Turgenyev Bazarov'u hayli takdir etse de, bu genç adam aracılığıyla pohpohladığını düşündüğü radikaller öfkeliydiler ve Bazarov'u, kendi karşıtlarını memnun etmek üzere çizilmiş bir karikatür  olarak değerlendirmişlerdi.Turgenyev'in, tüm yeteneğini tüketmiş, bitik bir adam olduğunu beyan ediyorlardı.Turgenyev ne diyeceğini bilemez haldeydi.İlerlemeci topluluğun sevgilisiyken, iğrenç bir umacıya dönüşmüş olarak bulmuştu kendini.Turgenyev çok kibirli biriydi; sadece şöhret değil, şöhretin dışsal belirtileri de çok önemliydi onun için.Çok gücenmiş, hayal kırıklığına uğramıştı.O sırada yurtdışındaydı ve hayatının geri kalanını yurtdışında geçirip sadece arada bir, kısa süreliğine döndü Rusya'ya.



Vladimir Nabokov
Çeviri: Ayşe Nihal Akbulut
Rus Edebiyatı Dersleri
İletişim Yayınları

17 Aralık 2019 Salı

gogol üzerine, vladimir nabokov, rus edebiyatı dersleri



Gogol Şeytan'ın varlığına, Tanrı'nın varlığına nazaran çok daha ciddi şekilde inanıyordu.

...

İnsan görüşüyle bir böceğin çok yüzlü gözünün algıladığı resim arasındaki fark, en iyi filtreyle yapılmış bir yarımton resimle, sıradan gazete baskılarında gördüğümüz, iri taneli filtrelemeyle elde edilmiş resimler arasındaki farka benzer.Gogol'ün eşyayı görme biçimiyle, ortalama okur ve yazarların eşyayı görme biçimini de aynı kıyaslamaya tabi tutabiliriz.Onun ve Puşkin'in ortaya çıkmasından önce, Rus edebiyatı yarı kör haldeydi.Sadece aklın yönlendirdiği anahatları algılayabiliyordu.Renklerin kendisini göremiyor, bir köpek misali, Avrupa'nın antik dönemden kalma basmakalıp isim-sıfat bileşimlerini kullanmakla yetiniyordu.Gökyüzü maviydi, şafak kırmızı, yapraklar yeşil, güzelin gözleri kara, bulutlar griydi, vs. Sarıyı ve menekşe rengini ilk gören Gogol (ondan sonra da Lermontov ve Tolstoy) olmuştu.Gökyüzünün gün doğumunda soluk yeşil, bulutsuz bir günde koyu mavi olması, 18. yüzyıl Fransız edebiyat ekolünün katı, basmakalıp renk şemalarına alışmış "klasik" tabir edilen yazarlara, sapkın bir saçmalık gibi gelirdi.Demek betimleme sanatının asırlar içindeki gelişimi, görüntü açısından, çok yüzlü gözün tek parça ve muazzam derecede karmaşık bir organ haline gelmesi, ölü ve donuk "kabul görmüş" renklerin yavaş yavaş gölgelenmeye başlayarak, şaşırtıcı hayranlık verici yeni uygulamalara imkan tanınması sürecinde izlenebilir.Rusya'dakiler bir kenara, herhangi bir yazar daha önce o çarpıcı anı, ağaçların altındaki toprakta güneşle gölgenin yarattığı hareketli şekilleri ya da gün ışığı yapraklar üzerine düştüğünde meydana gelen renk oyunlarını fark etmiş miydi, bilmem.Manet'in tabloları o günlerin uzun favorili cahillerini nasıl şaşırttıysa, Ölü Canlar'da Plüşkin'in bahçesinin betimlenişi de Rus okurunu öyle şaşırtmıştı:



...

Absürd, Gogol'ün gözde perisidir; fakat "absürd" derken, yabansı veya gülünç olanı kastetmiyorum.Absürd olanın tonları ve seviyeleri, trajik olanınki kadar çoktur ve üstelik, Gogol söz konusuyken absürd,  trajiğin sınırlarında dolaşır.Gogol'ün karakterlerini absürd konumlara yerleştirdiğini öne sürmek yanlış olur.Bir insanın yaşadığı dünyanın tümü absürd ise, onu absürd bir konuma yerleştiremezsiniz; yani "absürd"ten anladığınız, bir kıkırdama ya da omuz silkme ise.Ama kastınız acınası bir durum, insanlığın hali ise; bu kadar acayip olmayan dünyalarda yer alan ulvi emellerle bağlantılı şeyler, en derin acılar, en güçlü tutkularsa kastınız, o zaman elbette ihtiyacınız olan yarık oradadır ve Gogol'ün karabasanımsı, sorumsuz dünyasının orta yerinde kaybolmuş acınası bir ademoğlu, bir tür ikincil karşıtlıkla "absürd" olacaktır.

...

Gogol'ün tarzının dokusundaki boşluklar ve delikler, alsında yaşamın kendi dokusundaki kusurları ima eder.Çok yanlış olan bir şeyler vardır ve herkes, onlara çok mühim görüne meşguliyetlere sahip yumuşak huylu deliler iken, absürdce mantıklı bir kuvvet, onların beyhude işlerine devam etmelerini sağlamaktadır; hikayenin gerçek mesajı budur.Bu apaçık beyhudelik, beyhude alçakgönüllülük ve beyhude tahakküm dünyasında, tutkuyla, arzuyla ve yaratıcı çabayla erişilebilecek en yüksek paye, terzileri de müşterileri de kendine hayran bırakacak yeni bir paltodur.
...
Çok sayıda ülkeye gittim; tesadüf ettiğim, Gogol'ü hiç duymamış bazı kişilerin tutkulu düşlerini, Akaki Akakiyeviç'in paltosuna benzer şeyler süslüyordu.

...

Toparlarsak hikaye şöyle ilerler: Lakırdılar, lakırdılar, lirik bir dalga, lakırdılar, lirik bir dalga, lakırdılar, lirik bir dalga, lakırdılar, fantastik bir zirve, lakırdılar, lakırdılar ve tekrar hepsinin çıktığı karmaşaya dönüş.Elbette sanatın bu en üst noktasında, edebiyatın derdi, mazlumlara acımak yahut zalimleri lanetlemek değildir.Edebiyat şimdi insan ruhunun gizli derinliklerine hitap etmelidir ki, buralarda diğer dünyaların gölgeleri, isimsiz ve sessiz gemilerin gölgeleri misali geçip gider.

Vladimir Nabokov
Çeviren: Yiğit Yavuz
Nikolay Gogol
Rus Edebiyatı Dersleri
İletişim Yayınları

8 Temmuz 2018 Pazar

gogol'ün paltosu, vladimir nabokov, rus edebiyatı dersleri

...
Absürd, Gogol'ün gözde perisidir; fakat "absürd" derken, yabansı veya gülünç olanı kastetmiyorum.Absürd olanın tonları ve seviyeleri, trajik olanınki kadar çoktur ve üstelik, Gogol söz konusuyken absürd, trajiğin sınırlarında dolaşır.Gogol'ün karakterlerini absürd konumlara yerleştirdiğini öne sürmek yanlış olur.Bir insanın yaşadığı dünyanın tümü absürd ise, onu absürd bir konuma yerleştiremezsiniz; yani "absürd"ten anladığınız, bir kıkırdama ya da omuz silkme ise.Ama kastınız acınası bir durum, insanlığın hali ise; bu kadar acayip olmayan dünyalarda yer alan ulvi emellerle bağlantılı şeyler, en derin acılar, en güçlü tutkularsa kastınız, o zaman elbette ihtiyacınız olan yarık oradadır ve Gogol'ün karabasanımsı, sorumsuz dünyasının orta yerinde kaybolmuş acınası bir ademoğlu, bir tür ikincil karşıtlıkla, "absürd" olacaktır.
...
Çok yanlış olan bir şeyler vardır ve herkes, onlara çok mühim görünen meşguliyetlere sahip yumuşak huylu deliler iken, absürdce mantıklı bir kuvvet, onların beyhude işlerine devam etmelerini sağlamaktadır; hikayenin gerçek mesajı budur.
...
Çok sayıda ülkeye gittim; tesadüf ettiğim, Gogol'ü hiç duymamış bazı kişilerin tutkulu düşlerini, Akaki Akakiyeviç'in paltosuna benzer şeyler süslüyordu.
...
Akaki Akakiyeviç'in boyun eğdiği süre., yani paltonun yapılması ve giyilmesi, aslında onun soyunması ve adım adım, çırılçıplak bir hayalete dönüşmesi sürecidir.Hikayenin en başından itibaren, Akakiyeviç gerçekleştireceği doğaüstü yüksek atlayışa hazırlanır; onun ayakkabıları eskimesin diye sokakta parmak uçlarına basarak yürümesi veya sokağın ortasında mı kaldığının ayırdına varamaması gibi görünüşte zararsız ayrıntılar, kâtip Akaki Akakiyeviç'in yavaş yavaş erimesine sebep olur; öyle ki hikayenin sonuna doğru, kâtibin hayaleti, onun varlığının en elle tutulur, en hakiki paröçası haline gelir.
...
Son derece önemli bir bilgi, hikayenin temel yapısal fikri, burada Gogol tarafından maskelenmektedir (çünkü aslında hakikatin kendisi bir maskedir).Akaki Akakiyeviç'in paltosuz hayaleti sanılan adam, aslında onun paltosunu çalan kişidir.Ama Akaki Akakiyeviç'in hayaleti sadece paltosuzluğuyla göze çarpmış olduğu için, şimdi hikayenin en tuhaf paradoksuna düşen bir polis memuru, hayaleti tam da antitezi olan kişiyle, yani paltoyu çalan şahısla karıştırmaktadır.Demek hikaye tam bir fasit daireyi tasvir ediyor: Fasit bir dairedir bu; zaten tüm daireler fasittir; elmalar, gezegenler, yahut insan çehreleri kisvesine bürünmüş olsalar da.

Toparlarsak hikaye şöyle ilerler: Lakırdılar, lakırdılar, lirik bir dalga, lakırdılar, lirik bir dalga, lakırdılar, lirik bir dalga, lakırdılar, fantastik bir zirve, lakırdılar, lakırdılar ve tekrar hepsinin çıktığı karmaşaya dönüş.Elbette sanatın bu en üst noktasında, edebiyatın derdi, mazlumlara acımak yahut zalimleri lanetlemek değildir.Edebiyat şimdi insan ruhunun gizli derinliklerine hitap etmektedir ki, buralarda diğer dünyaların gölgeleri, isimsiz ve sessiz gemilerin gölgeleri misali geçip gider.
...

Vladimir Nabokov
Rus Edebiyatı Dersleri  / Nikolay Gogol - Palto (1842)
İletişim Yayınları
Çeviri: Yiğit Yavuz

betimleme ve görme biçimleri, vladimir nabokov, rus edebiyatı dersleri


...
İnsan görüşüyle bir böceğin çok yüzlü gözünün algıladığı resim arasındaki fark, en iyi filtreyle yapılmış bir yarımton resimle, sıradan gazete başlıklarında gördüğümüz, iri taneli filtrelemeyle elde edilmiş resimler arasındaki farka benzer.Gogol'ün eşyayı görme biçimiyle, ortalama okur ve yazarların eşyayı görme biçimini de aynı kıyaslamaya tabi tutabiliriz.Onun ve Puşkin'in ortaya çıkmasından önce, Rus edebiyatı yarı kör haldeydi.Sadece aklın yönlendirdiği anahatları algılayabiliyordu: Renklerin kendisini göremiyor, bir köpek misali, Avrupa'nın antik dönemden kalma basmakalıp isim-sıfat bileşimlerini kullanmakla yetiniyordu.Gökyüzü maviydi, şafak kırmızı, yapraklar yeşil, güzelin gözleri kara, bulutlar griydi, vs.Sarıyı ve menekşe rengini ilk gören Gogol (ondan sonra da Lermontov ve Tolstoy) olmuştu.Gökyüzünün gün doğumunda soluk yeşil, bulutsuz bir günde koyu mavi olması, 18. yüzyıl Fransız edebiyat ekolünün katı, basmakalıp renk şemalarına alışmış "klasik" tabir edilen ayzarlara, sapkın bir saçmalık gibi gelirdi.Demek betimleme sanatının asırlar içindeki gelişimi, görüntü açısından, çok yüzlü gözün tek parça ve muazzam derecede karmaşık bir organ haline gelmesi, ölü ve donuk "kabul görmüş" renklerin yavaş yavaş gölgelenmeye başlayarak, şaşırtıcı hayranlık verici yeni uygulamalara imkan tanınması sürecinde izlenebilir.Rusya'dakiler bir kenara, herhangi bir yazar daha önce o çarpıcı anı, ağaçların altındaki toprakta güneşle gölgenin yarattığı hareketli şekilleri ya da gün ışığı yapraklar üzerine düştüğünde meydana gelen renk oyunlarını fark etmiş miydi, bilmem.Manet'in tabloları o günlerin uzun favorili cahillerini nasıl şaşırttıysa, Ölü Canlar'da Plüşkin'in bahçesinin betimlenişi de Rus okurunu öyle şaşırtmıştı:



Vladimir Nabokov- Rus Edebiyatı Dersleri
Ölü Canlar - Gogol

puşkin şiiri


O meşhur haklara pek kıymet biçmem ben,
Çoklarının ki onlardır başını döndüren.
Gücenmem tanrılara da bahşetmediler diye bana
Vergilere itiraz etme bahtiyarlığını ya da
Çarların bitmek bilmez savaşlarına;
Ve vız gelir bana esasen basın özgür mü
Budalanın gözünü boyarken yahut hassas sansür
Dergi yazılarında sıkıştırırken maskarayı köşeye.
Bütün bunlar, bilirsiniz işte, yine sözcükler, sözcükler,
                                                                                  sözcükler.
Başka daha iyi hakları şair önemser
Başka, daha iyi bir özgürlük gerekir ona
Çara tabi yahut halka bağlı olmuşsun -
Fark eder mi bizim için?Canları sağ olsun.
                                                                    Kimseye
Hesap vermemek - bir tek ve yalnız kendine
Hizmet etmek, hoş tutmak gönlünü ve iktidar için ya da bir
uşak kaftanı
Bükmemekte mesele ne boynunu ne fikrini ne vicdanını;
Kendi keyfin için diyar diyar gezinmek,
İlahi güzelliklerine doğanın hayret ederek,
Ve sanat ve ilham yaratıları karşısında
Titreyip coşmalı insanın sarsılan ruhu.
- İşte mutluluk burada! İşte hak bunda...

Çeviren: Yiğit Yavuz
Rus Edebiyatı Dersleri/Vladimir Nabokov

(Şiiri, Rusça aslından çeviren Günay Çatao Kızılırmak)

3 Kasım 2017 Cuma

maşenka, vladimir nabokov


"Bir yazarın biyografisinin en güzel tarafı, 
onun maceralarının değil, üslubunun öyküsü olmasıdır."



"Ama bugün ilkbahar ve satılık mimozalar var.
Her küfede satılıyorlar.
Onlardan getiriyorum sana.
Ama hayaller gibi çabuk kırılırlar."


Maşenka, Vladimir Nabokov

29 Temmuz 2017 Cumartesi

infaza çağrı, vladimir nabokov


"Ama yanlış anlama" dedi Cincinnatus ve bir kahkaha patlattı.Kalktı ve sabahlığını, gece takkesini, terliklerini çıkarttı.Keten pantolonuyla gömleğini çıkarttı.Bir perukmuşçasına başını çıkarttı, pantolon askılarıymışçasına kürek kemiklerini çıkarttı, göğüs zırhıymışçasına göğüs kafesini çıkarttı.Kalçalarını ve bacaklarını çıkarttı, demir kolluklarını andıran kollarını çıkarttı ve bir köşeye attı.Kendinden arda kalan ne varsa havada hemen hiç iz bırakmadan çözünüp eridi.Cincinnatus önce serinliğin keyfini çıkarttı; sonra gizli ortamına gömülüp özgürce, mutluluk içinde...
---
Kimileri kalemlerini patates soyar gibi kendilerine doğru yontarlar, kimileri de bir sopayı sivriltircesine kalemi kendilerinden öteye açarlar.Rodion bu sonunculardandı.Birkaç bıçaklı ve tirbuşonlu eski bir çakısı vardı.Tirbuşon çakının yanında yatardı.
---
"Bugün sekizinci gün" diye yazdı Cincinnatus boyunun üçte birinden fazlasını yitirmiş olan kalemle "ve ben yalnızca hayatta olmakla kalmıyorum, yani özbenliğimin küresi hala varlığımı sınırlandırıp gölgede bırakmakla kalmıyor, herhangi bir ölümlü gibi öleceğim zamanı da bilmiyorum ve kendime herkes için geçerli bir formülü uygulayabiliyorum: Bir geleceğin olasılığı kendi kuramsal erişilmezliğine ters orantılı olarak azalır.
---
Belki gelecek yüzyılın bir vatandaşı, zamansız bir konuk (ev sahibi henüz yataktan kalkmamış!) belki de yalnızca umarsızca şenlikli, sırıtkan bir dünyada bir karnaval maskarası olarak acı dolu bir yaşantı sürdürdüm -bu acıyı sana tanımlamak isterdim- ama zamanımın yetmeyeceği korkusunu içimden atamıyorum.
---
Bildiğim bir şey var, bildiğim bir şey var, bildiğim...Daha çocukken, beni ve yüzlerce başka çocuğu, yaşıtlarımın hiç zorlanmadan, acı çekmeden dönüşüverdikleri yetişkin birer kukla olarak güvenli var olmayışa hazırladıkları kocaman, kanarya sarısı, soğuk bir evde yaşarken; daha o zaman, o kahrolası günlerde, bez kitaplar, alacalı bulacalı okul gereçleri, ruhu donduran cereyanlar arasında bilmeden biliyordum, şaşmadan biliyordum, kişi kendini nasıl bilirse öyle biliyordum, bilinmesi olanaksız olanı biliyordum -üstelik bugünden daha büyük bir açıklıkla bildiğimi bile söyleyebilirim, çünkü hayat beni yıprattı: Sürekli tedirginlik, bilgimi gizlemek, yalan içinde yaşamak, korku, düşkırıklığı yaratmamak, avaz avaz ilan etmemek için bütün sinirlerimin acılı zorlanışı...Bugün bile belleğimde bu çabanın başlangıcının-yani bana doğal görünen şeylerin gerçekte yasak, olanaksız olduklarını, onları düşünmenin bile suç sayıldığını anlamama neden olan ilk olayın- kazındığı bölgede bir sızı duyarım.
---
Öyle gevşedim, öyle pelteleştim ki işimi bir meyve bıçağıyla bitirebilecekler.
---
Birden Cecilia C.'nin gözlerindeki anlatımı ayırt etti -bir an, yalnızca bir an- ama sanki gerçek (her şeyin kuşku konusu olduğu şu dünyada) kuşku götürmez bir şey dışa vurmuştu, sanki bu korkunç yaşamın bir köşesi kıvrılmış ve bir an astar görünmüştü.
---
...hani gecenin bir yarısında haykırarak uyanırsın ve dadının "Şışşt, şışşt" diyerek geldiğini duyduğunda bile haykırmayı sürdürürsün ya, işte böyle korkmalısın Marthe, beni pek az sevsen de anlamalısın, hiç değilse bir an anla, sonra dilersen yine unut.
---
"Duymuş olmalısın" dedi Cincinnatus, "yarından sonra beni yok edecekler.Artık başka kitap almayacağım."
"Almayacaksın" dedi kütüphaneci.
Cincinnatus sürdürdü: "Bir iki zararlı gerçeği kökleyip ayıklamak isterdim.Biraz zamanın var mı?Kesin bilgi sahibi olduğum şu anda şunu söylemek isterim...Beni öylesinw bunaltan o bilmezlik ne hoşmuş...Kitaplara paydos..."
---
-Şu küçük ciltler...Arapça, değil mi? Ne yazık ki doğu dillerini öğrenecek zamanım olmadı!
"Yazık" dedi kütüphaneci.
-Boşver, ruhum bu açığı kapatır.
---
Uyumaya çalıştım, uyuyamadım, yalnızca iliklerime dek üşüdüm ve şimdi güneş doğuyor.
---
Her şey yerine oturdukça beni uyuttu, her şey.

İnfaza Çağrı
Vladimir Nabokov

28 Temmuz 2017 Cuma

rua, dam, vale, vladimir nabokov


Bir yolculuğun ilk bölümü hep ayrıntılı ve ağırdır.Orta saatleri uykuludur, sonu hızlıdır.
---
Hayal gücünüzün bundan çok daha fazla para edeceğini düşünüyor musunuz? diye sordu Dreyer, gözünde muzip bir parıltıyla."Başkalarının hayal gücüne çok saygı gösteririm, çok değer veririm.Sözgelimi, birisi bana gelip dese ki: "Sevgili Herrr Direktor, biraz hayal kurmak istiyorum.Bana hayal kurmam için kaç para verirsiniz?-belki o zaman pazarlığa otururum onunla.Oysa siz, sayın mucit, hemen pratik konuların uygulanmasına, fabrika üretimine falan giriyorsunuz.Uygulamadan kime ne?Kurulmuş bir hayale inanmak boynumun borcudur-ama o hayalin gerçekleşmesine inanmak?Poh!"
---
Bu tür korkakların mutsuzluğu katmerlidir, çünkü korkaklıklarının bilincindedirler ve ondan da korkarlar.
---
Bundan sonra parola şu olacaktı: sade ve sıradan.Aranılan yöntem çok doğal, çok temiz olacaktı.Aracı olmayacaktı.Zehir bir madam'dı, tabancaysa pezevenk.İkisi de ihanet edebilirdi ona.Borgia'larla ilgili çok kötü romanlar almaktan vazgeçmeliydi.Bazılarının düşündüğünü sandıkları gibi sigara çakmağıyla adam öldüremezdi.

Rua, Dam, Vale
Vladimir Nabokov

6 Mayıs 2017 Cumartesi

cinnet, vladimir nabokov


Ona baktıkça, içimdeki her şey parçalara ayrılıyor ve parçalar bir binanın onuncu katından hızla aşağı savruluyordu sanki.Bir mucizeye bakıyordum.Mükemmelliği, sebepsizliği ve hedefsizliği, içimi garip bir hayranlıkla dolduruyordu.
---
Evvelce bahsetmiş olabilirim, savaşı Astrakhan yakınlarında bir balıkçı köyünde sıkılmakla geçirdim, kitaplar olmasaydı o kasvetli yılları sağ çıkarır mıydım bilmiyorum.
---
Böyle epey bir zaman devam ettiler, bir kağıtlardan bir benden bahsederek, sanki odada değilmişim veya bir gölge, bir hayalet ya da dilsizin tekiymişim gibi; daha önceleri aldırmadığım o şakacılıkları da şimdi bana anlamlarla yüklüymüş gibi geliyordu, sanki gerçek vücudum çok uzaklardaydı da, buradaki sadece onun bir yansımasıydı.
---
Sincapları da severim.Bir ormanın sincaplarla dolu olması iyidir.Arazi sahiplerine karşı oldukları için severim onları.Köstebekleri de.
---
Genelinde...dünya, bilirsin, rezil bir yer.
---
Sanırım Pascal'da bir yerde, bilgece bir düşünce vardır: birbirine benzeyen iki insanla tek tek karşılaşmak merak uyandırmaz, ama ikisi bir arada epey heyecan yaratırlarçPacal'ı hiç okumadım, bu alıntıyı da nereden yürüttüğümü hatırlamıyorum.Ah, nasıl da bayılırdım gençliğimde böyle maymunluklara!Şu ya da bu aşırma vecizeyle gösteriş yapan bir tek ben değildim maalesef.Bir keresinde St. Petersburg'da bir partide şöyle deyivermiştim: "Turgenyev der ki, bazı hisler, ancak müzikle ifade edilebilir." Birkaç dakika sonra başka bir konuk gldi, konuşmanın ortasında tam da aynı lafı söyleyiverdi, bir konser programından araklamıştı bu lafı, onu o konserde sahne arkasında müzisyenlerin dinlenme odasına giderken görmüştüm.Şüphesiz gülünç duruma düşen ben değil oydu, yine de bu olay bende rahatsız edici bir his bıraktı. (ona sinsice ilahi Viyabranova'yı nasıl bulduğunu sorarak biraz olsun avundumdu) ve böylece yüksek entellik taslama işini bir kenara bırakmaya karar verdim.
---
Eğer eylem doğru tasarlanır ve uygulanırsa, yaratıcı sanat öyle güçlüdür ki, hemen ertesi sabah suçlu gidip teslim olsa bile, kimse ona inanmaz, sanatın yaratımı hayatın gerçekliğinden çok daha fazla asli hakikat barındırır çünkü.
---
Bir sanatçı yosmaları ve asmaları olmadan yaşayamaz.Puşkin'in bir yerlerde dediği gibi -demediyse de demeliydi.Çektiğin cefalar ve hayat biçiminin genel berbatlığından ötürü yeteneğin ölüyor, nasıl denir, can çekişiyor; hatta, nasıl şu karşı parktaki renkli fıskiye kışın fışkırmıyorsa, seninki de fışkırmıyor.
---
İntihar kendine düşkünlüğün en fena biçimi.Yapılacak tek şey şehidin kaprisine boyun eğmek ve ölmekle iyi, yararlı-kaba, cismani bir yarar belki, ama yine de yararlı bir iş yaptığını anladığımızı ona hissettirerek olaya neşeli bir hava katmak.
---
Heyhat, hikayem yozlaşıp günlüğe dönüştü.

Vladimir Nabokov
Cinnet

10 Nisan 2016 Pazar

sebastian knight'ın gerçek yaşamı, vladimir nabokov

Ülkedeki her insan, eğer zorba değilse tutsaktı.İnsan ruhu ve insan ruhuna ilişkin her türlü hak kişinin elinden alındığından, insanı yönetip, yönlendirmekte bedensel acıların çektirilmesi yeterli sayılageldi...Zaman zaman devrin denen bir olay olur, tutsaklar zorbaların yerini alırdı, sonra yine tersi, bu hep böyle giderdi...Karanlık bir ülke, cehennem gibi bir yer, beyler.Kesin olarak bildiğim bir şey varsa o da yaşamım boyunca sürgünlüğümün özgürlüğünü anavatan deneno berbat soytarılığa değişmeyeceğimdir...
---
Sebastian için öylesine üzüldüm ki, ona gerçek bir şeyler, kanatları, yüreği olan bir şeyler söylemek istedim, ne var ki arayıp da bulamadığım o kuşlar ancak çok sonra, tek başıma kalıp da artık sözcüklere gerek duymadığımda geldiler, birer birer omuzlarıma, başıma kondular.
---
Sana anlatılanın aslında üç aşamalı olduğunu unutma; önce anlatan tarafından biçimlendiğini, sonra dinleyen tarafından yeniden biçimlendiğini, öyküdeki ölmüş adamın her ikisinden de sakladığı şeyler olduğunu.
---
Öykülerden ilki (Bay Goodman bu öykünün "savaş sonrası üniversiteli yaşamının"  en tipik örneklerinden biri olduğu kanısında) Sebastian'ın Londra'dan gelen bir kız arkadaşına Cambridge'in görülecek yerlerini gezdirmesiyle ilgili."Bu da rektörün penceresi" dedi; sonra pencere camını taşla kırarak ekledi: "Bu da rektörün kendisi." Sebastian'ın Bay Goodman'la matrak geçtiğini söylemeye gerek yok; öykü üniversitenin kendisi kadar eskidir.


İkinci bir öyküye bakalım.Almanya'ya yaptığı kısa bir yolculuk (1921-1922) arasında Sebastian bir gece sokaktaki bağırış çağırışlardan rahatsız olarak gürültü çıkaranlara aralarında bir yumurta da olmak üzere çeşitli şeyler atmış.Derken polis kapıyı çalmış ve yumurta dışında attığı her şeyi kendisine geri vermiş.

---
Bilimsel bir kesinlikle konuşmak istiyorum.Gerçeği ararken yolumun üzerine çıkan bir deste süprüntü gözümü köreltti diye gerçeğin tek bir kırıntısından bile yoksun kalmaya razı olamam.Sebastian Knight'dan söz eden kim?Eski sekreteri.Birbirleriyle dost muydular?Hayır-Yakında göreceğimiz gibi.İstekli ama güçsüz bir Sebastian'la zalim, yorgun bir dünya arasındaki karşıtlıkla gerçek ya da olası bir yan var mıdır?Tek bir şey bile yoktur.Acaba başka türden bir uçurum, çatlak ya da kopukluk mudur söz konusu olan?Evet.
---
Sebastian hangi çağda doğmuş olursa olsun, kukla seyrederken ertesi gün gideceği dişçiyi düşünen bir çocuk gibi eşit derecede neşeli ve mutsuz, sevinçli ve duyarlı olacaktı.
---
Çevremin renklerine uyma konusunda giriştiğim, korkunç başarısızlıklarla sonuçlanan çabalarımda yalnızca renkkörü bir bukalemuna benzetilebilirdim.
---
Çoğu beyinlerin pazar tatili vardır, benimkine ise yarım günlük bir tatil bile çok görülüyordu.Kötü olan sadece bu sürekli uyanıklık durumunun kendisi değil, doğurduğu sonuçlarıydı da.
---
 Clare onun yaşamına kapıyı vurmadan girdi; kişi kendi odasına benzerliğinden ötürü nasıl yanlış bir odaya girerse öyle...Çıkış yolunu unutup o odada kaldı, usul usul orada bulduğu tuhaf yaratıklara alıştı, şaşılası biçimlerine karşın onları sevip okşadı.Mutlu olmak ya da Sebastian'ı mutlu etmek gibi bir amacı yoktu.
---
 Kapı açılır.Sebastian çalışma odasında, yerde kolları iki yana açık, uzanmış yatmaktadır.Clare ise masadaki daktilo edilmiş kağıtları derleyip toplamaktadır.İçeriye giren kişi kalakalır.

"Hayır, Leslie" der Sebastian yattığı yerden."Ölmedim.Bir dünya kurmayı daha yeni bitirdim, Tanrı gibi yedinci günde dinleniyorum."
---
Mutluluk en tamam olduğu anda bile kendi geçiciliğinin maskarası olmaktan ileri gitmiyor ki.
---
Doktor, kalbimin bedenime göre çok küçük olduğunu söylediğinde haklıydı.
---
Clare'e gelince, o iyi niyetli saflığıyla Sebastian'ın yaşamının gün ışığıyla bezeli bir köşesinde eğlenip durmuştu, oysa Sebastian orada bir an bile durmamıştı.Şimdi Clare geride kalmıştı, ona yetişmeye çalışsın mıydı yoksa onu geri çağırmaya mu kalkışsındı bilemiyordu.
---
"Lokantalardaki insanların" diye yazar Sebastian Knight Kayıp Eşya'da, "kıpır kıpır çevrede dolanan, kendilerine yemek getiren, paltolarına numara veren, kendilerine kapıyı açan esrarengiz insanlara hiç dikkat etmediklerini düşündükçe hep üzülürüm.Bir keresinde bize şapkalarımızı veren kadının kulaklarına pamuk tıkalı olduğunu söylemiştim.Şaşırmış görünmüş ve kadını görüp görmediğini bile hatırlamadığını söylemişti.Acele bir yere yetişmesi gerektiği için taksi şoförünün tavşan dudağını göremeyen kişi benim gözümde kendine saplantılı bir manyaktan başka bir şey değildir.Çoğu zaman kalabalığın arasındaki çikolata rengi bir kızın belli belirsiz aksayan ayağına dikkat edenin ben, sadece ben olduğumu fark ettiğimde körlerle deliler arasında yaşadığımı düşündüğüm olmuştur."
---

Yaşam böyle sürüp gidecek.Bürodaki çocuklarla şakalaşıp midem ekşiyinceye kadar öğle yemeklerinin tadını çıkaracak, romanlar okuyacak, şiir yazacağım, bir gözüm hep tahvil fiyatlarında olacak -genel olarak her zaman davrandığım gibi davranmayı sürdüreceğim.Ama sensiz mutlu olacağım anlamına gelmiyor bu.
---
So, son.Hepsi gündelik yaşamlarına (Clare de mezarına) geri dönüyor -ama baş oyuncu kalıyor; çünkü ne kadar çabalarsam çabalayayım rolümden sıyrılamıyorum.Sebastian'ın maskesi yüzüme yapışıyor, benzerlik silinip gitmeyecek.Ben Sebastian'ım ya da Sebastian ben ya da belki biz ikimiz ikimizin de tanımadığı bir başkasıyız.

Sebastian Knight'ın Gerçek Yaşamı
Vladimir Nabokov