4 Ekim 2014 Cumartesi

yağmur kaçağı, attila ilhan, sesler ve düşler


Yağmur Kaçağı
Attila İlhan
-Sesler ve Düşler-


turab ol karış tozlara incinme gönül incinme, özlem taner


"Herkes kemâlini söyler
İncinme gönül incinme"


kuyumcu, meseller, soren kierkegaard


Genç aşkın bilgeliğiyle ahmaklığın karışıklığını ne ile kıyaslamalıyız?

Değerli taşlarla ilgili bilgisini öyle ileri bir düzeyde geliştirmiş bir kuyumcu hayal edin ki, bütün hayatını gerçek olanla sahte olan arasındaki ayırma adanmış olsun; bu adamın bir çocuğun sahte ve gerçek taşlarla oynadığını ve her ikisinden de eşit oranda zevk aldığını gördüğünü varsayalım -içten içe taşlar arsındaki mutlak ayrımın burada çözümlenmiş olduğunu görerek titrer; ama yine de çocuğun mutluluğunu, oyundan aldığı zevki görür; bunun karşısındaki belki de alçakgönüllü hale gelir ve bu "titreten" görüntüye dalar gider.

Kuyumcu
Meseller
Soren Kierkegaard

3 Ekim 2014 Cuma

kochegar (2010), aleksey balabanov


Kochegar (2010)
Aleksey Balabanov


"Her dilin
 kendine özgü suskunluğu vardır."
Elias Canetti


yunus emre & akbank, özge temaşa, hüsrev hatemi


1970'li yılların ilk yarısında bir gün...Karşımda bir İstanbul efendisi var.Tasavvufa özel ilgisi olmayan bir mülkiyeli.Altmış beşini aşmış.Bana, "Geçenlerde Akbank'ın yaptığı Yunus Emre Sempozyumu'na katıldım." dedi.Benim cevabım çok yersiz ve istihza ile şaka arası bir cümle oldu:
"Banka tarafndan mı, Yunus Emre tarafından mı katıldınız?"

Hüsrev Hatemi
Özge Temaşa

bülbül havalanmış yüksekten uçar, abdal


Bülbül Havalanmış Yüksekten Uçar
Grup Abdal
Açık Deniz/Ülke Tv/ Canlı



the band's visit, bikur ha-tizmoret (2007)


Bikur Ha-Tizmoret (2007)
The Band's Visit

"Beni unutmak kolay"


denizini yitiren denizci, yukio mişima


Bir amip olsaydım, sürekli bölünebilir bir tek hücreli olsaydım, çirkinliği yenerdim, diye düşünürdü.Oysa insan, hiçbir şeyi yenebilecek oranda ufak ya da büyük değildi.
---
Noboru düşlerinde bile ağlamazdı. Çünkü yufka yürekli olmamak yiğitliğin şanındandı.Denizin yıpratmasına direnen, gemi gövdelerini yiyip bitiren midyelere, yosunlara dudak büken, cam kırıkları, eski pabuçlar, dişsiz kırmızı tarak, şişe kapakları, prezervatifler arasından limanın dibindeki çamur birikintisinin üzerine ve pırıl pırıl inen büyük demir çapa -Noboru yüreğini böyle tanımlamayı, böyle düşlemeyi severdi.Günün birinde göğsüne çapa dövmesi vurduracaktı.
---
Ama yıllar geçtikçe Ryuji bu büyülü diyarlara kayıtsızlaştı.Bütün denizcilerin paylaştığı o tuhaf duyguya kapıldı:Ne karanın ne denizin malıydı.Belki de karadan nefret eden birinin karayı hiç bırakmamsı gerekirdi.Kıyıdan kopup yabancılaşma ve uzun süreli seferler, giderek insanı karadaki yaşantıyı düşlemeye zorlar, onu nefret ettiği bir şeyi özlemenin anlamsız acılarına sürüklerdi.
---
Gerçek tehlike yaşama eyleminin ta kendisidir.Hiç kuşkusuz, yaşamak, varoluşun farklılaştığı bir kargaşadır.Fakat varoluşu her an aslında olduğu düzensiz haline çözümleyip ortaya çıkan endişeden hareketle, her an ilk kargaşayı yeniden yaratmaya çalışan kaçık bir eylemdir yaşamak.Bu denli tehlikeli başka bir iş daha olamaz.Varoluşun kendinde hiçbir korku ya da hiçbir örtülü yan yoktur, bu korku ve tedirginliği yaratan yaşamak eylemidir.Ve toplum kökende anlamsızdır; kadın erkek bir arada yıkanılan Roma hamamları gibidir.Okul da, toplumun minyatürüdür: Bu yüzden bize boyuna buyruk veriyorlar.Bir avuç kör adam, bize ne yapmamız gerektiğini söylüyor, sınırsız yeteneklerimizi paramparça ediyor.
---
Eğer düşündünüz ve çok sayıda şeyi yapmamıza izin verildiği sonucuna vardıysanız yanlış yerdesiniz.Esas izin veren, göz yuman bizleriz.Öğretmenler, okullar, babalar, toplum -bütün bu süprüntü yığınlarına biz göz yumuyoruz.Güçsüz olduğumuz için değil.Göz yummak bizim özel ayrıcalığımız ve eğer acıma duygusuna kapılırsak, bunlara göz yumacak kadar insafsız olmazdık.Sonuç olarak demek istiyorum ki, sürekli olarak göz yumulmaması gereken şeylere göz yumuyoruz.Aslında hoş görülebilecek pek az şey var- örneğin deniz.
---
Yazdıkları bu yasa kitabı, bence bir çeşit masal: güzel, ölümcül bir masal.Bir bakıma anlaşılabilir bir şey bu.Ne de olsa şimdiye kadar masalla avutulan, savunusuz, saf sevimli çocuklardık.

Denizini Yitiren Denizci
Yukio Mişima

l'age des tenebres, days of darkness (2007)


L'age Des Tenebres  (2007)
Days of Darkness


ali nizâmi beyin alafrangalığı ve şeyhliği, abdülhak şinasi hisar

Ali Nizami Beyin kendisi de acaba bu kırk çift ayakkabıdan bir çiftini giydiği zaman hangi hayırlı veya hayırsız, hangi mutlu veya ümitsiz yollarda yürüyerek acaba hangi hayat cilvelerine varıyor ve hangi selamet noktalarına erişiyordu?Ve acaba böyle bir halâs noktasına erişebiliyor muydu?Böyle bir kurtuluş noktasına eriştiği var mıydı?
---
Siz bütün kainatın esaslı sırrını bulup asıl hikmetini söylediğinizi umarsınız.Halbuki ifade ettiğiniz ancak kainatın bir tek köşesinde, bir an için açmış bir tek ve muvakkat hakikatten ibarettir.İşte, muvaffak olunca, sanat da, en yüksek felsefe gibi, bunu mükemmel gibi gösterir.
---
Ali Nizami Bey ihtimal ki hastalanmış olduğu günlerde her şeyin o düşünmek istemediği faniliği ona iç yüzünden görünmüştü.O, vaktiyle , hiç hatırlamak istemediği ölümle bir an göz göze gelmiş olduğu içindir ki ruh rüştüne ererek böyle uhrevi bir tevekkülle selamete erişmişti.Demek ki onda ya hiç yeryüzüne çıkmamış yahut kurumuş, susmuş sanılacak ırmaklar, hassasiyetinin tabakalarında, alttan alta devam ettikleri için, insanlığın maziden gelen bu kör kuvvetleri ve ırkının en iptidai tabiatları tehlike anında birden coşarak, taşarak ve onun imdadına koşarak bütün kuraklığını eritmiş, kendisinden o kadar uzak gözüken ve kendisinin o kadar mahrum göründüğü bir şarklı ve müslüman tevekkülü ona büyük bir teselli ve tam bir deva, şifa ve inşirah olmuş, İbsen'in diyeceği gibi "Hayatı bir yalan" olmuş ve kendisini kurtarmıştı.


Ali Nizâmi Beyin Alafrangalığı ve Şeyhliği
Abdülhak Şinasi Hisar