Her şey düzenlenmiş, ayarlanmış, yapay, her şey bir oyun, hiçbir şey içten değil ya da başka bir deyişle her şey sanat.Öyleyse: geciktirimi, kesinsizliği uzatma sanatı, daha iyisi: esrime, coşum durumunda olabildiğince uzun kalma sanatı.
---
Milyonlarca televizyon seyircisinin açgözlülükle seyrettikleri ölen Somalili çocuklar artık ölmüyorlar mı?Ne oldular acaba?Şişmanladılar mı, yoksa zayıfladılar mı?Somali diye bir ülke var mı hala?Dahası hiç var olmuş muydu?Bir serabın adı olmasın sakın?
---
Yapacağımız tek şey, seçmediğimiz insanlık durumuna karşı başkaldırıdır.
---
Hızın derecesi unutmanın yoğunluğuyla doğru orantılıdır.Bu denklemden değişik doğal sonuçlar çıkartabiliriz, örneğin şu: Çağımız hız iblisine teslim ediyor kendini ve bu nedenle kendi kendini kolayca unutuyor.Oysa bu savı tersine çevirip şöyle söylemeyi yeğliyorum: Çağımızda unutma arzusu bir saplantı haline gelmiştir, bu nedenle, bu arzuyu tatmin etmek için hız iblisine teslim olmuştur çağımız; kendi anımsamak istemediğini bize anlatmak için hızını artırır; çünkü kendinden bıkmıştır; kendinden tiksinmektedir; belleğin küçük titrek alevini söndürmek istemektedir.
Bir şeyi okurken içinizden okuyunuz, sesli okursanız sesinizin devamı gelmeyebilir.
---
Kişi, her sabah ve her akşam tekrar tekrar zihnini öldürüp, kaybedecek bir şeyi yokmuş gibi yaşarsa, savaş yolunda özgür benliğini bulur görevini yaşamı boyunca lekesiz yerine getirir.
---
Miğfer hakkında:
Olağan koşullarda ağır olduğu düşünülür ama, kale gibi yerlere saldırırken, ok, mermi, kaya ve kütük gibi şeylerin atılması durumunda hiç de ağır olmadığını anlarsınız.
---
"Sanat kişiyi kurtarır" sözü başka yörelerin sözüdür.Bizim ailemizde sanat kişiyi mahveder.Hangi konuda olursa olsun, bir sanatı olan kişi sanatçıdır, savaşçı değildir."şu adam savaşçıdır!" dedirtmek için titizlenmeniz gerekir.Bir parça bile sanattan anlamanın savaşçılığa zarar vereceğini kavradığınız anda, tüm sanatlar yararlı olur.
---
Büyük komutanların sözleri arasında pervasızca söylenmiş sözler de vardır.Pervasızca dinlememek gerekir.
Köyümde açmıştır şimdi nar çiçekleri özlem özlem
Yüreğimden sevda sevda türküler söylesem sana
Tel örgüler arasından ulaşır m'ola
O en güzel yarınlara erişir m'ola...
Kör baskılar, karanlıklar, demir kapılar, taş duvarlar
Olsa da dört bir yanımda söylerim türkümü sana
Kuş sesinden, dağ yelinden ulaşır sana
Ulaşır sana o en güzel yarınlarda erişir sana...
...Yaşlı, yalnız bir insanım.Çalışmaya başladığımda otuz üç yaşındaydım.Böylesine uzun bir ömrü tüketmeme karşın hangi yalnızlıklarla akşam saatleri sokağa çıkıldığını, yollara düşüldüğünü henüz öğrenebilmiş sayılmam.
"Sevgili generalim Cevdet Bey,
pardon Cevat Bey ve kadirşinas yalakaları; şunu iyi bilin ki, gösteriş budalası
insanlardan, gösterişli laflardan, gösterişin kendisinden hiç hoşlanmam, bu
bir! Kibirden, kendini beğenmişlikten, bütün bu dağları ben yarattım
havalarından, süslü kişiliklerden nefret ederim, bu iki! Yalakalardan,
yalakalıktan, yalakaca edilmiş laflardan ve davranışlardan da nefret ederim bu
üç! Dördüncüsü; gerçeği, içtenliği, samimiyeti çok severim.Ve Dostoyevski'nin
dediği gibi: gerçeğin, her şeyin üstünde, zavallı egoların bile üstünde
tutulmasını isterim.Arkadaşlığın karşılıklı, açık sözlü ve yalansız olanı için
canımı veririm.Evet buna bayılırım sayın generalim!Arkadaşlık, hassaslık ve
incelik isteyen bir iştir. Öyle kabalığa, özensizliğe, alaycılığa gelmez!…Daha
ne söyleyecektim?Neyse, niye uzatıyorum ki…Yine de şerefinize sayın generalim! Güle
güle gidin İstanbul’a.O kahpe Bizans’ı bizim içi fethedin.Ordan da sürün atınızı
Batı’ya, Viyana’ya! Nobel’di, Oscar’dı, ne bulursanız getirin Ankara’ya! Şerefinize
sayın generalim, şerefinize!