20 Mart 2022 Pazar
Turhan Selçuk Resimleriyle Bir Kitap: Hayret Bey'in Serüveni - Suat Taşer
Kafka'dan Özdeyişler - Taşrada Düğün Hazırlıkları
- Doğru yol bir ip üzerinden geçer, yükseğe değil de, hemen yer üzerine gerilmiştir ip.Sanki üzerinde yürümek değil, insanı tökezletmek içindir.
- Sen ödevsin, uzakta yakında bir öğrenci yok.
- İyi, bir bakıma iç karartıcıdır.
- Eskiden soruma neden cevap alamadığımı bilemiyordum.Bugün soru sorabileceğime eskiden nasıl inandığıma aklım ermiyor.Ama inandığım da yoktu hiç; yalnız soruyordum.
- "Belki sahip olduğum bir şey bulunmakta ama kendin yoksun" savına verdiği cevap, yalnız titreme ve yürek çarpıntısıydı.
- Kral ve kralın habercileri olmak gibi iki şıktan birini seçmeleri istenmişti.Çocuklar gibi hepsi haberci olmayı dilediler.Dolayısıyla habercilerden geçilmiyor şimdi; sağa sola koşturuyor, yeryüzünde kral kalmadığı için anlamını yitirmiş haberleri birbirlerine söylüyorlar.Bu acınacak yaşamlarına son verebilseler, memnun olacaklar ama görevde kalacaklarına bir kez ant içmişler, bunu göze alamıyorlar.
- Dünyada hemcinsini seven, dünyada kendisini seven biri gibidir; ondan ne daha çok, ne daha az haksız durumdadır bu davranışıyla.Ancak, bir soru kalıyor geriye ki, o da insanın hemcinsini sevip sevemeyeceğidir.
- Aynı insanda öyle bilgiler vardır ki, birbirlerinden tamamen farklı olmalarına rağmen aynı nesneyi ele alırlar; buradan insanın ister istemez birçok özneyi içinde barındırdığı sonucu çıkarılabilir.
- Yaşamın başlangıcında iki ödev: Çevreyi gitttikçe daraltmak ve kendini bu çevre dışında bir yerde saklı tutup tutmadığını aralıksız denetlemek.
- Her insan içinde bir oda taşır.Hatta kulakla saptanabilir bu.Diyelim gece vaktidir ve dört bir yana sessizlik çökmüştür ve hızlı hızlı biri geçmektedir ileriden; kulak kabartıldı mı, örneğin duvara iyi tutturulmamış bir aynanın tıkırdadığı işitilecektir.
- Küçük bir oğlana ölen babasından bir tek kedi kalmıştı, bu kedinin yardımıyla Londra'nın belediye başkanı oldu.Benim hayvanım, bana kalan bu miras beni nerelere götürecek kim bilir?Bana kalır mı hiç o dev gibi açılıp yayılan kent?
- İçinde üç kişi bulunan bir köy arabası bir yamacı yavaş yavaş tırmanıyordu.Karşıdan gelen bir yabancı adamlara seslendi.Kısa bir konuşmadan sonra adamın arabaya binmek istediği anlaşıldı.Arabadakiler yer açtılar ve onu da çekip aldılar yukarı.Ancak yeniden yola koyulduklarında sordular: "Siz karşıdan geliyordunuz; şimdi ise yine geldiğiniz yöne gidiyorsunuz, nasıl oluyor bu?" "Evet" diye cevapladı yabancı, "Önce ben de sizin tarafa gidiyordum ama karanlık beklediğimden erken bastırdı, ben de döndüm."
- İçinde ne var bilemem.
- Arayan bulamaz ama aramayan bulur.
- Ava gitme bahanesiyle evden uzaklaşıyor, evi göz altında bulundurma bahanesiyle en zahmetli tepelere tırmanıyor; ava gittiğini söylemeseydi, kendisini tutup alıkoyardık.
- Şaşkın şaşkın kocaman ata baktık.Odamızın tavanını delip çıkmıştı dışarı.Bulutlar o devasa silüetinin çevresinde güç bela geçiyor, yelesi rüzgarda uğuldayarak uçuşuyordu.
- Kumandanların, sanatçıların, aşıkların, zenginlerin, politikacıların, jimnastikçilerin, gemicilerin ve... oluşturduğu sis kayboluyor.
- Mehtaplı gece gözlerimizi kamaştırıyordu.Ağaçtan ağaca kuşların ötüştüğünü işitiyorduk.Kırlarda rüzgar uğulduyordu.Toz toprak içinde sürünüyorduk, bir çift yılandık.
- Üzerine çakılmak istenen çivinin ucunu duvar nasıl hissedersse, o da öyle şakağında hissetti.Yani hissetmedi denebilir.
- Akıp giden suya karşı çaydan yukarı.Çalılıklar.Öğretmenin ansızın yükselen sesi.Çocukların mırıltıları.Kırmızı eriyip giden, kendi kendisini terk eden, dehşetle donakalan güneş.Çat diye kapatılan soba kapağı.Pişirilen kahve.Dirseklerimizi masanın üstüne yaslamış bekliyoruz.Yolun bir yakasında incecik fidanlar görülüyor.Aylardan Mart.Bundan ötesi can sağlığı.Mezarlarımızdan çıkıyor, bu dünyadan biz de gitmek istiyoruz; belli bir planımız yok.
- Küçük bir kayıkta umutsuz, Ümit Burnu'nu dolaşmaya çalışıyordu.Sabahın erken saatiydi, sert bir rüzgar uğuldayıp duruyordu.Umutsuz, küçük yelkeni açıp rahatça arkasına yaslandı.Su altında kalan kısım ancak az buçuk derin olduğu sürece bu tehlikeli sularda kayaları aşarken, canlı bir yaratık gibi çevik kayıp gidene bu küçük kayıkta neden korksundu?7
- Senden kıvrılıp bir halka olmanı istemekle işe başlayacağım.Ben kıvrıl, halka ol dedim, sen dikilip havaya kalkıyorsun.Yoksa anlamıyor musun beni.Beni anladığın yok.Oysa pek anlaşılır bir dille konuştum: Kıvrıl, halka ol!Yo, yo, ne dediğimi kavrayamıyorsun.Madem öyle, ben de değnekle şuraya çizip göstereyim sana yapacağın şeyi.İlkin vücudunla kocaman bir daire ve başka daireler oluşturacaksın.Sonunda başın havaya kalkık mı kaldı, ben bir kaval üfleyeceğim, kavaldan dökülen melodiye uyarak yavaş yavaş indireceksin başını.Ben kavalı üflemeyi bıraktım mı, sen başını dairelerin en ortadakine gömecek, sessiz kalacaksın
- Beni alıp atıma götürdüler, ama henüz pek güçsüzdüm.Yaşam ateşiyle titreyen sırım gibi ata baktım.Ertesi sabah handaki uşak önüme bir at çekince, "Bu benim atım değil" dedim."Bu gece ahırımızda bir tek at vardı, o da sizinkisiydi" dedi uşak gülümseyerek, yani dik başlı bir biçimde gülümseyip beni süzerek, "Hayır" diye direttim, "bu benim atım değil".Heybe elimde düştü dönüp yukarı çıktım ve az önce terk ettiğim odama çekildim.
- Her bakımdan sürücüme güvenmeye alışığım.Bir defasında yolda gidiyorduk.Yanda ve yukarıda öne doğru hafif bir kubbe oluşturan bir duvarla karşılayıp yolculuğa ara verdik ve duvar boyunca ilerledik; duvarın orasında burasında elimizi gezdirdik, sonunda sürücüm şöyle dedi, "Bu bir alın olmalı"
- Fırtınalı bir geceydi.Küçük Cin'in çalılıktan sürünerek çıktığını gördüm.
- Kapı kapandı, göz göze geldik.
- İspirtizma oturumlarının birinde çıkagelen yeni bir ruhla şöyle bir konuşma geçti:
- Ormanda bir koşudur, bir yarıştır başladı.Her yer hayvanla doluydu.Ben de düzeni sağlamaya uğraşıyordum.
- Uyuyor.Uyandıramıyorum.Niye uyandıramıyorsun?Mutsuzluğum bu beniim, öte yandan mutluluğum.Mutsuzum; çünkü onu uyandıramıyor, ayağımı evinin yakıcı eşiğinden içeri atamıyor, evine giden yolu bilmiyor, yolun bulunduğu yönü tanımıyor, kendisinden gittikçe uzaklaşıyorum; sonbaharda bir yaprağın ağaçtan kopup kırık dökük uzaklaşması gibi tıpku; kaldı ki, ben bir ağaçta bulunmadım asla; sonbaharda bir yaprak ama hiçbir ağaçtan kopmuş değil.Öte yandan onu uyandırmadığım için mutluyum; çünkü doğruluverse, yatağından kalksa, ben yatağımdan kalksam, aslan yatağından kalksa ve kükreyişim korkulu kulaklarımdan içeri üşüşse ne yapardım?
- Tırmanış.Senait.Bir sincaptı, bir sincap, yabani bir fındıkkıran, sağa sola zıplayıp, sağa sola tırmanan bir sincap ve kabarık tüylü kuyruğuyla ormanlara ün salmıştı.Bu sincapçık, bu sincapçık hep gezinip duruyor ama ne aradığını bir türlü söylemiyordu; konuşmasını bilmediği için değil; hiç ama hiç vakti yoktu.
- Bir av köpeğiyim.Adım Karo.Herkesten ve her şeyden nefret ediyorum.Avcı efendimden, bu avcı beyden nefret ediyor, ne olduğu belirsiz bu kişi böyle bir duyguya layık olmamasına karşın ondan nefret ediyorum.
- Balzac'ın bastonuna tutunuş: Tüm engelleri aşıp geçiyorum.
- Bir hayvan; kocaman bir kuyruğu var; uzunluğu metreleri bulan tilki kuyruğu gibi tıpkı.Kuyruğu şöyle bir elime alabilsem!Ama nasıl?Hayvan durmadan deviniyor, sürekli sağa sola atıyor kuyruğunu.Görünüşü bir kanguruya benziyor; ama nerdeyse insanlarınkini andıran yassı, ufak ve değirmi yüzüyle pek orijinalliği yok; ancak ister gizlensin, ister açıkça sergileyip gıcırdatsın, dişlerinde bir anlatım gücü saklı.Bazen beni terbiye etmek istiyormuş gibi bir duyguya kapılıyorum; öyle olmasa, elimi uzatır uzatmaz kuyruğunu kaçırmasının, sonra yine sessiz durup bekleyerek beni aynı hamleye ayartmasının, derken yine sıçrayıp kendini ileri atmasının amacı ne?
- Hep kaybeder dururum yolumu; bir orman yolu, açıkça seçilebiliyor ama söz konusu yol bir gökyüzü parçasına benziyor, ormanın geri kalan kısmı sık ve karanlık.Durum böyleyken bu sürekli, bu insanı canından bezdiren şaşırmalar.Yoldan bir adım ayrılsam, anında ormanın bin adım içinde buluyorum kendimi, terk edilmiş, yalnız; hemen oraya yığılsam ve bir daha kalkmamak üzere serilip kalsam diyorum.
- Nasıl da ay ışığında soluyor orman; bazen büzülüp küçülüyor ay, sıkışıp daralıyor, ağaçların boyunu olduğundan yükseklere fırlatıyor; bazense yayılıp genişleyerek tüm yamaçlardan aşağı iniyor, ağaçları bodurlaştırıp çalılığa dönüştürüyor, kendisi küçülüyor, daha puslu hale geliyor, uzak bir ışıltıdan ayırt edilmiyor.
- Bataklık ormanların orta yerine bir nöbetçi dikmiştim.Ne var ki, şu an kimseler yoktu görünürde, sesime cevap veren yoktu.Besbelli nöbetçi yolunu şaşırmıştı, yeni bir nöbetçi dikmem gerekiyordu.Adamın zinde ve iri kemikli yüzüne baktım."Senden önceki nöbetçi kayboldu", dedim."nedenini bilmem ama, ormanın ıssızlığı nöbetçiyi ayartıp, nöbet yerinden uzaklaştırıyor.Diyeceğim, iyi kolla kendini"Adam esas duruşa geçmiş, önümde dikiliyordu.Sonra şunları ekledim sözlerime: "Ama sakınmaz ayartılara kapılırsan, olan sana olur, bataklığa gömülüp gidersin; ben de senin yerine hemen bir başka nöbetçi dikerim.Baktım o da sözüme uymadı, onun da yerine bir başkasını bulurum ve aralıksız sürer gider bu.Elime bu işten bir şey geçmese bile, bir şey de yitirmem."
- Ölmeye hazır olanlar, yerde yatıyordu; mobilyalara yaslan19ıyor, dişleri takır tukur birbirine vuruyor, yerlerinden kımıldamaksızın ellerini yoklayarak duvarda gezdiriyorlardı.
- Yazmak kendini benden kaçırıyor.Özyaşamıma ilşkin denemeler konusunda planlar hazırlayışım bu yüzden.Özyaşam öyküsü değil aslında, yalnız deneme ve elden geldiğince küçük özyaşamsal parçacıkların saptanması.Evi sağlam olmayıp, yanı başına sağlamını kurmayı tasarlayan biri gibi, böyle bir çabadan yola koyularak kendi kendimi kurmak niyetindeyim.Kim bilir, bunun için belki eski yapıdaki malzemeleri kullanacağım.Ancak çalışmaların tam bulunmayan bir ev yerine yarı viran yarı ayakta bir ev, yani bir hiç ortaya çıkarsa, işte o zaman kötü.Bunu izlese izlese bir cinnet izler, yani iki ev arasında Kazak dansı gibi bir şey; çizmelerinin ökçeleriyle Kazak'ın yerde bir çukur eşeleyip oyarak, bu çukur bir mezar oluncaya kadar oynamaya devam ederek yaptığı bir dans.
- Geri dönmem gerekmiyor artık, hücrem darmadağın oldu, bir devinim içindeyim, vücudumu hissediyorum.
Peter Handke - Kısa Mektup, Uzun Veda
Örneğin ressamın doğayı temsil eden resimlerinden birini gördüğünde, gerçekten de böyle bir manzara var mı, varsa nerededir, diye sorular sormak çocuğun aklının ucundan bile geçmiyordu çünkü onun için kopya, orijinal ile kesinkes yer değiştirmişti.Bu çocuğun aksine, çocukluğumda temsil edilen nesnenin hep gerçekte nerede olduğunu bilmek istemiştim.Örneğin evimizde, aşağı kıyısında bir dağ kulübesi olan bir buzul manzarasını gösteren yağlı boya bir tablo vardı.Bu manzara ve kulübenin kesinkes doğanın içinde bir yerde varolduğuna inanmıştım hep; hatta ressamın durmuş olduğu yeri bile bildiğimi sanırdım ve birisi bana resmin sadece hayal mahsulü olduğunu söyleyince inanamamıştım.Uzun bir süre, resmin tek başına olduğu ve resimle eşleştirecek bir şeyimin olmadığı aklıma geldiğinde soluk bile alamaz olmuştum.Okumayı öğrendiğim zaman da aynı şey olmuştu: Varolmayan bir şeyin nasıl tasvir edilebilir olduğunu aklım almıyordu.İlk okuma kitabımda tasvir edilen köy gerçek bir köydü, kuşkusuz benim köyüm değildi ama çok uzakta olmayan başka bir köydü.Ve kendi başıma okuduğum kitaplar birinci tekil şahıs ile anlatıldığı için ilk defa içinde "Ben" diye başlayan bir anlatıcının olmadığı bir kitabı açtığımda çok korkmuştum.Bu tür algılama biçimlerinin öteki deneyimlerim üstünde öyle güçlü bir etkisi vardı ki, şimdi geriye baktığımda bu biçimlerin geçerli olmadığını keşfetmenin şoku hayatımın dönüm noktasını oluşturmuş gibi görünmektedir.
Peter Handke
Kısa Mektup, Uzun Veda
Anti-Hamlet - Zafer Aracagök / Zeminsiz Üçleme
...
Gün yoktu.Gece Yoktu.
Çalışma vardı.
Yıldızların altında çalışma vardı.Ellerimizi kestiler.Gözlerimiz çıkardılar.İğdiş ettiler bizi.Hep tatmindik.Efendimiz kırbaçtı.Efendimiz acıydı.Çözümü kaybolmuş bir bilmece.Çözümü bulmak bize düşmüştü.Çözümü çalışarak bulacaktık.Bulmamak diye bir şey söz konusu değildi.
Sabah birimiz ölürdü.
Ölüye kızardık.
Niçin sözümüzü dinlemedi diye.Niçin hikayesini kalkıp kırbaç yemeden çalışan birisine anlattı diye.Yıldızlar bizi baştan çıkarırdı.Kulaklarımızı gıdıklayan otların üstünde onlara bakarken.Onları görmemek için yüzüstü yatardık.Bu defa burunlarımız gıdıklanırdı.Uyumazdık.Akreple anlatmayanları bilirlerdi.Onlara dokunmazlardı.
...
Kırrbaçla çalışan bizler vardık.Kırrbaçsız çalışanlar vardı.Çalılmayanlar vardı.Aramızdan ayrılanlara ne yaptıklarını hiç bilmezdik.Bir gün gösterdiler.Ne yaptıklarını onlara.Onları ormana götürüyorlardı.Gördük.Ölüleri suya atarlardı.Ama içinde bir yere ulaşılan hikayeler anlatanları ormana götürüyorlardı.Kimler?Kırbaçsız çalışanlar.Sürüklüyorlardı.Atlara bağlayıp yerde.Uzaktan gördük.Akşam olunca haykırışlar duyduk.Acı.Acı acı.Önce bunları öldürüyorlar sandık.Sabah kırbaçlar sırtımıza inip de çalışmaya başladığımız zaman gördük ki hala canlılar.Yemek yiyorlar.Bizim çıkardığımız sesi çıkarmaz olmuşlar.Susuyorlar.Hareketlerine bir ağırlık gelmiş."Ne oldu?" diye sormak istedik.Bizi yaklaştırmadıklarç.Gözleri kanıyordu.Burunları, kulakları, bütün organları kanıyordu."Acı çekmiyorum, acı çekmiyorum" diye bağırıyorlardı.
Ormana götürmüşlerdi.Sonra ötekiler gibi onları bir daha görmedik.Bundan sonra ormana gitmek istemez olduk.Hiçbirimiz.Hepimiz.Sonra içlerinde hep bir yerlere ulaşılan hikayeler anlatmaya başlamış olmalılar.Belki.Bize hikayeyi anlatanı tanımıştık.Üstünde sargılar vardı.Sargılarla bir yere bağlanmıştı.Artık koparılmış ek değildi.
...
Anti-Hamlet (1996)
Zeminsiz Üçleme
Kült Neşriyat
Diecisiete (2019) - Daniel Sanchez Arevalo
Necmeddin Okyay
"Mehmed Necmeddin Okyay (28 Ocak 1883, İstanbul - 5 Ocak 1976, İstanbul), Türk hattat, ebru sanatçısı, kemankeş, gül yetiştiricisi, tuğrakeş ve is mürekkebi imali , aharcılık (kâğıt perdahcısı "parlatma"), mücellidlik (cilt yapımı) gibi kitap sanatları ustası, imam ve hatip. Pek çok sanat dalında bilgisi, yetkinliği ve ustalığı ile Hezârfen unvanıyla da tanınmaktadır.Ebru sanatında Necmeddin üslubu'nu oluşturmuştur."
Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Necmeddin_Okyay
Eve Dönmek İstemiyorum (1995) - Zafer Aracagök / Zeminsiz Üçleme
dememiştir hiçkimse ama gerçekte böyledir olayların gidişi.
Çal sevgilim.Nasıl süzülür onlar kederimden
gizli ada limanlarına doğru çıkıp yola
yumuşak akşam denizinde ilerleyen
gümüş tekneli gemiler gibi, bilsen.
orda öylesine geniştir ki bahar.
Ve bulur benim yorgun belleğim orda,
ordaki ıssız yollarda
bağışlarla bekleyen unutulmuş tanrılar.
...
Sanat çoğu zaman düşünülen şeyin aksine, bu varolma anlarını değil, varolma ve yokolma anları arasında gidip gelen süreçleri gösterme biçimidir.Bu açıdan sanat ve anlama eylemi farklılıkların "ya da" ile değil "ve" ile birbirine bağlanmasıdır.
...
Kurumuş güllere cenaze töreni yapmazlardı.
...
Eve Dönmek İstemiyorum (1995)
Zeminsiz Üçleme
Kült Neşriyat
Summit of the Gods (2021) - Patrick İmbert
Kitap ve Kahraman - Zafer Aracagök / Zeminsiz Üçleme
Bu kitapta kahramanlar yoktur.Bu kitap kahramanları olmadığı için vardır.Bu kitapta kahraman olmayan kahramanlar vardır ama kahraman ya da anti-kahramanlar yoktur.Kısacası, bu kitapta kahraman kaybolmuştur ama bu kahramanın merkezini kaybetmesi yüzünden değil, kahraman ne kadar çabalarsa çabalasın merkezinden kurtulamayacağını anladığı için olmuştur.Bu yüzden bu kitapta kahraman hem vardır hem de yoktur.
Klasik anlamıyla kahraman romanın sonunda tekrar bulmak üzere merkezini kaybeden kişidir.Modernizm ile birlikte kahraman merkezini tümüyle kaybeder, daha doğrusu kaybettiğini sanar.Oysa bir merkeze sahip olmak, onu kaybetmek kadar imkânsızdır.
Kahraman modernizm öncesi romanda varolarak varoluyorduysa, modernis romanda kahraman varolmayarak ya da anti-kahramana dönüşerek varolur.
Burada kahraman bir vardır bir yoktur bir yoktur bir vardır bir vardır.
...
Eve Dönmek İstemiyorum (1995)
Zeminsiz Üçleme
Kült Neşriyat