24 Ekim 2021 Pazar

Hatıratlarla Karşılaştırmalı Nutuk - Mustafa Kemal Atatürk / İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş.

Hatıratlarla Karşılaştırmalı Nutuk - Mustafa Kemal Atatürk
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş.


...

Nutuk'un okunuşu, günde 6 saatten 6 gün, toplam 36 saat 3 dakika sürdü.20 Ekim 1927 günü saat 20.15'ti.Gazi, Nutuk'un sonuna gelmişti...

...

Atatürk Nutuk'u okurken Büyük Taarruz'un anlatıldığı bölümü bitirdikten sonra Milli Mücadele sırasında kendisine verilen paranın nasıl harcadığını anlatıp artan iade edildiğini söyledi.

...

"Tarihi yaşadığımız gibi yazdık, fakat geleceğe, Cumhuriyet'e inananlarla onu koruyanlara ve yaşatacaklarına emanet etmek lazımdır..."

...

Nutuk'un ilk sistematik öz Türkçe çevirisi ise 1978'de Hıfzı Veldet Velidedeoğlu tarafından yapıldı.

...

"Burada pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım.Ulus ve ordu, Padişah ve Halife'nin hainliğinden haberli olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı yüzyılların kökleştirdiği din ve gelenek bağlarıyla içten bağlı ve sadık.Ulus ve ordu, kurtuluş yolu düşünürken bu atadan gelen alışkanlık dolayısıyla kendinden önce halifeliğin ve padişahlığın kurtuluşu ve dokunulmazlığını düşünüyor.Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinden yoksun...Bu inançla bağdaşmaz görüş ve düşüncelerini açığa vuracakların vay haline!Hemen dinsiz, vatansız, hain, istenmez olur." 

(Genel Duruma Dar Bir Çerçeveden Bakış)

...

"...İlk anda bütünüyle açığa vurmadık ve söylemedik.İleride olabilecekler üzerine çok konuşmak, giriştiğimiz gerçek ve maddesel savaşa boş kuruntular niteliği verebilirdi: dış tehlikenin yakın etkileri karşısında üzüntü duyanlar arasında ise geleneklerine, düşünme yeteneklerine, ruhsal durumlarına uymayan olası değişikliklerden ürkeceklerin ilk anda drenmelerine yol açabilirdi.Başarı için pratik ve güvenilir yol, her evreyi zamanı geldikçe uygulamaktı.Milletin gelişmesi ve yükselmesi için sağlıklı yol bu idi.Ben de öyle yaptım.Ancak bu pratik ve güvenilir başarı yolu; yakın çalışma arkadaşım olarak tanınmış kişilerden kimileriyle aramızda, zaman zaman görüşlerde, davranışlarda, yapılan işlerde beliren temelli ve ikinci derecede anlaşmazlıkların, kırgınlıkların ve giderek  ayrılıkların da nedeni ve açıklaması olmuştur.Milli Mücadele'ye birlikte başlayan yolculardan kimileri, milli yaşamın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet yasalarına kadar uzayan gelişmelerinde, kendi düşünce ve psikolojilerinin kavrama sınırı bittikçe, bana direnmeye ve karşı çıkmaya başlamışlardır.Bu noktaları, aydınlanmanız için, kamuoyunun aydınlanmasına yardımcı olmak için, sırası geldikçe, birer birer göstermeye çalışacağım.

Bu son sözlerimi özetlemek gerekirse diyebilirm ki ben, milletin vicdanında ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme yeteneğini, bir milli sır gibi vicdanımda taşıyarak yavaş yavaş bütün toplumumuza uygulatmak zorundayım."

(Milli Sır)

...

Nazariyeyi Bırak Refet, İmzanı At

..."Sivas'ta bir kongre toplanmalı ve bunun yeri ve tarihi açılıncaya kadar gizli tutulmalıdır.İstanbul'dan gönderilen ve milli bakış açısından kanaatleri şüpheli olan komutanlar kabul edilmemelidir."

Aynı zamanda, ihtiyaç hasıl olunca, Ali Fuat Paşa'nın Orta ve Batı Anadolu'daki komutan Mersinli Cemal Reşit Paşa ve Kazım Karabekir Paşa bu kararları telgrafla kabul etmişlerdir.Amasya Protokülü'nün imzasına kadar İstanbul Hükümeti'nden ayrılmak ve Anadolu'da yeni bir hükümet kurma arzusu belirmişti.Bundan başka da, Amasya Protokolü'nün üslubu, işgal kuvvetlerine karşı milli bi savunma kurmak arzusunu da ifade ediyordu.Memleketin bu kanlı durumunda protokolün üzerlerine yüklediği sorumluluk hakkında tek söz alan Ali Fuat Paşa'ya dönerek demişti ki:

"Yeni bir hükümet mi kuruyoruz?Yoksa memleketin savunmasını mı organize ediyoruz?" Ali Fuat Paşa şöyle yanıt vermişti:

"Bu noktaları düşünürken yeni bir hükümet kurmayı tasarlamadık.Fakat eğer savunma sadece bu şartlar altında mümkünse, niçin kurmayalım?"

Albay Refet de cevabında: "Bunu yalnız açık bir tartışmadan sonra yapabiliriz.Ben itiraz etttim, çünkü bundaki niyeti anladım."

Ali Fuat Paşa Albay Refet'in arkasını okşayarak demişti ki: "Nazariyeyi bırak, Refet.İmzanı at." Refet imzasını atmıştı.Herhalde, bu meselede, ikna edilmesi en güç olan kimse Albay Refet olmuştu.Refet Paşa'nın gayreti tenkitçe, kurnaz ve aynı zamanda ihtilalci ve son derece cesur bir tarafı vardı...

Halide Edip Adıvar

...

"Artık İstanbul, Anadolu'ya hakim değil, bağlı olmak zorundadır."

"Size düşen özveri pek büyüktür."

...

"Ali Kemal Bey, çekilme yazılarında, özellikle padişaha sunduğunda, "Osmanlı ülkesinin çeşitli yerlerinde birden baş gösteren ayaklanma ve kargaşalık belirtileri üzerine, ayaklanma ateşinin hemen ve yayılmadan durdurulup söndürülmesi ve yok edilmesi için önlemler almak yalnız kendi makamını ilgilendirirken, padişahtan gördüğü yakın ilgiyi ve güveni çekemeyen bazı arkadaşlarının birçok boş özürler ileri sürerek  ayaklanmanın genişlemesine yol açmaktan olduklarından" söz ettikten sonra, "Resmi görevinden çekilmekle birlikte özel olarak hizmet edeceğini ve bağlılıktan ayrılmayacağını" yazısını ekliyor ve sözlü olarak da, "Resmi görevden ayrılmamı fırsat sayan hasımlarımın saldırılarından kulunuzu koruyunuz." diye yalvarıyor."

...

Ali Galip Olayı Nedir?

Sadrazam Damat Ferit Paşa hükümeti Elazığ Valisi Ali Galip Bey'i silahlı güç kullanarak Sivas Kongresi'ni dağıtmakla görevlendirdi.O günlerde İngiliz istihbaratçılar yeraltı kaynaklarının zengin olduğu bir bölgede İngiltere'ye bağlı bir Kürdistan kurulması için raporlar yazıyor ve Kürt aşiretlerini Milli Mücadele'ye karşı kışkırtıyorlardı.Ali Galip, Sivas Valisi Reşit Paşa'yı etkilemek üzere temasa geçti ve Mustafa Kemal Paşa'yı ortadan kaldırmayı planladı.Bunun üzerine resti gören Mustafa Kemal Paşa, Ali Galip ve çevresindekilerin yakalanmalarını emretti.Ali Galip ise İngiliz bir istihbaratçı olan Binbaşı Edward William Charles Noel ve bazı Kürt aşiret üyeleriyle Malatya'da buluştu.Sivas Kongresi'nin ikinci günü bu heyetin Malatya'ya geldiğini bildiren 13. Kolordu komutanı, şehirdeki süvari alayı mevcudunun az olması nedeniyle bunları tutuklamaya cesaret edemediğini bildirdi.Oysa Ali Galip ve yanındakilerin mevcudu yalnızca 15 kişi kadardı.Bunun üzerine kaçakların süratle tutuklanmaları ilgililere bildirildi.Ali Galip Bey ve yanındakiler, Malatya'dan kaçtılar.Bu kaçış o kadar büyük bir telaşla gerçekleşti ki, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını yok etmek karşılığında aldıkları parayı Malatya'da unuttular.Kaçaklar Urfa üzerinden Halep'e oradan da İstanbul'a geçti.

...

"Refet Bey, İngilizlerden ve buradan geçen Amerikalılardan anlamış ki, "Kazım Paşa'nın da durumu tehlikelidir."Bu ne demektir?En çok sıkı durmaları gereken arkadaşların, iyilik düşünmeyecekleri besbelli olan kimselerin sözleri üzerine tehlike kuruntusuna kapılmaları ve bunu inançla söylemeleri neyi gösterir?"

...

"...Efendiler, tarih, 'geleneksel boyun kırmaktan üzüntü duymayan millet, biz yürüyelim, arkamızdan gelsin!" düşünce ve inancında bulunanların karşılaştıkları sonuçlar ve cezalarla doludur."

...

(...)

Zaferden Sonra Şekli Hükümet Cumhuriyet Olacaktır

"Mazhar not defterin yanında mı?" diye sordu.

"Hayır Paşam" dedim.

"Zahmet olacak amma, bir merdiveni inip çıkacaksın.Al gel," dedi.

Nerede ise sabah olacaktı.Fakat onun yanında iken dünya, gecesi gündüzü olmayan bir alemden ibaretti.Binaenaleyh, uyku ihtiyacı da yoktu.Hemen aşağıya indim.Not defterini alıp geldim.

O hatıra defterine ve günü gününe her hadiseyi not edişime  hem memnun olur, hem de bazen latife etmekten kendisini alıkoyamazdı.

"Hafızalarımız zayıfladığı zaman Mazhar Müfit'in defteri çok işimize yarayacak." derdi.

Defteri getirdiğimi görünce, sigarasını birkaç nefes üst üste çektikten sonra:

"Amma bu defterin yaprağını kimseye göstermeyeceksin.Sonuna kadar mahrem kalacak.Bir ben, bir Süreyya, bir de sen bileceksin.Şartım bu," dedi.

Süreyya da, ben de:

"Buna emin olabilirsiniz Paşam" dedik.

Paşa, bundan sonra:

"Öyle ise önce tarih koy!" dedi.

Koydum: 7-8 Temmuz 1919, Sabaha karşı.

Tarihi sayfanın üzerine yazdığımı görünce:

"Pekala, yaz" diyerek devam etti:

Zaferden sonra şekli hükümet Cumhuriyet olacaktır.Bunu size daha önce de bir sualiniz münasebetiyle söylemiştim.Bu bir.

İki: Padişah ve hanedan hakkında zamanı gelince icap eden muamele yapılacaktır.

Üç: Tesettür kalkacaktır.

Dört: Fes kalkacak, medeni milletler gibi şapka giyilecektir.

Bu anda gayriihtiyari kalem elimden düştü.Yüzüne baktım.O da benim yüzüme baktı.Bu gözlerin bir takılışta birbirine çok şey anlatan konuşuşuydu.

Paşa ile zaman zaman senli benli konuşmaktan çekinmezdim.

"Neden durakladın?" deyince:

"Darılma amma Paşam, sizin de hayalperest taraflarınız var." dedim gülerek:

"Bunu zaman tayin eder.Sen yaz," dedi.Yazmaya devam ettim:

"Beş: Latin hurufu kabul edilecek."

"Paşam kâfi kâfi..." dedim ve biraz da hayal ile uğraşmaktan bıkmış bir insan edası ile:

"Cumhuriyet'in ilanını başaralım da üst tarafı yeter!" diyerek, defterimi kapadım ve koltuğumun altına sıkıştırdım.İnanmayan bir adam tavrı ile:

"Paşam sabah oldu.Siz oturmaya devam edecekseniz hoşça kalım..."

Mazhar Müfit

...

Erzurum Kongresinde...

...Başkan kim olacaktı?Kazım Karabekir'e göre Mustafa Kemal olmamalı idi.Gene ona göre birçok delege de bu fikirdeydi.Rauf Orbay da bir başkasının başkan olmasını ister.İlk toplantı başkanlık, İttihatçılık ve İtilafçılık tartışmaları ile geçer.Bir hoca, ki tanınmış bir gerici idi, kongreyi açtığı vakit, Trabzonlı bir delege:

"İttihatçıların reisliğini istemiyoruz, in aşağı!" diye bağırmıştı.Hoca kürsüden indi, başkası da çıkmadı.

Daha sonra başkanlık edecek biri de "İtilafçı istemiyoruz, in aşağı!" haykırışları arasında kürsüyü bıraktı.Sonunda bir delege söz alarak:

"İşte Mustafa Kemal Paşa...İşte Rauf Bey...Ben kendi hesabıma Mustafa Kemal'i seçiyorum, siz de seçerseniz kürsüye onu davet edelim" dedi.

Hava da buna göre hazırlandığı için her taraftan:

"Hay hay..." sesleri geldi.Mustafa Kemal kürsüye çıktı.Başka esvabı olmadığı için üniformalı idi.Delegelerden bazıları bu hali sertçe tenkit ettiler."Paşalık üniformasını bırak, bizim gibi ol." diyorlardı.

Rauf Bey:

"Paşam, Erzurum valisini azletmişler.Gidecek.Ondan bir takım isteyelim." dedi.Vali redingot takımını verdi.Atatürk'ün bana anlattığına göre parasını da tam almıştır.

Falih Rıfkı Atay

...

KARAKOL CEMİYETİ NEDİR?

Karakol cemiyeti İstanbul'da 5 Şubat 1919 tarihinde Talat Paşa'nın emriyle kurulduçÖrgütün başkanı Kara Vâsıf'tı.Teşkilat-ı Mahsusa'nın eski üyeleri ve bazı aydınlar Karakol Cemiyeti'nin mensuplarıydı.Nutuk'ta adı geçen Galatalı Şevket de Karakol Cemiyeti üyesidir.Özellikle Karadeniz'de etkin bir biçimde örgütlenen Karakol Cemiyeti, başlangıçta İttihat ve Terakki'nin gücünü milli mücadeleye aktardı.Karakol Cemiyeti Bolşeviklerle Ankara Hükümeti'nden bağımsız olarak anlaşma yapınca, varlığı Milli Mücadele sırasında yürütülen dış politikaya zarar vermeye başladı.Mustafa Kemal kendisine olan sadakati ile tanınan Yahya Kaptan'ın Karakol Cemiyeti tarafından öldürüldüğü şüphesi üzerine Sivas Kongresi'nde cemiyetin feshini istedi.Bunun üzerine üyelerin bir kısmı Ankara'ya geldi ve Mustafa Kemal'in tarafına geçti, ardından da örgüt kapatıldı.

...

Biz, Erzurum'da kongre kararlarının her yerde anlaşılmasını ve birlikte uygulanmasını sağlamaya çalışırken "Karakol Cemiyeti"nin Teşkilat-ı Umummiye Nizamnamesi diye basılı birtakım kağıtların bütün orduya, komutan, subay, herkese dağıtıldığı bildirildi...

Bu yönetmeliği okuyan bana yakın komutanlar bile, bu işi benim yaptığımı sanarak iyiden iyiye kuşku ve duraksamalara düşmüşler.Benim, bir yandan kongrelerde açık olarak milli ortak çalışmala yaparken, bir yandan da gizemli ve korkunç bir komite kurmakla uğraştığım sanısına kapılmışlar.Gerçi, bu işleri ve girişimleri yapanlar İstanbul'da bulunuyorlarmış; ama her şeyi benim adıma ve hesabıma yapmakta imişler.Karakol Cemiyeti'nin genel teşkilat tüzüğüne göre, genel merkez üyeleri ve sayıları, toplanma yerleri ve nasıl toplandıkları, nasıl seçilip görevlendirildikleri kesin olarak gizli ve saklı tutulur.Bir de en ufak bir gizi açığa vuran ya da Karakol Cemiyeti^ne tehlike getiren, dahası, tehlike getirici bir kuşku uyandıran, hemen idam olunur.Genel Görevler Yönetmeliği'nde de bir "milli ordu"dan söz ediliyor ve "Bu ordunun başkomutanı ve genelkurmay başkanı, ordu, kolordu ve tümen komutanları ve kurmayları seçilmiş ve atanmış olup gizli ve saklı tutulur.Bunlar, görevlerini gizli olarak yaparlar" deniliyor.

...Efendiler, derhal komutanları uyardım; bu tüzük ve yönetmelik hükümlerini kesinlikle uygulamamaları gerektiğini ve bu girişimin kaynağını araştırmakta olduğunu bildirdim.Sivas'a varışımdan sonra, oraya gelen Kara Vâsıf Bey'den anladım ki, bu işi yapanın kendisi ve bazı arkadaşları imiş.Kesinlikle böyle bir davranış doğru değildi.Herkesi idamla korkutarak, bilinmeyen bir merkezin, bilinmeyen bir başkomutanın, bilinmeyen birtakım komutanların emirlerine uymaya zorlamak çok tehlikeli idi.Gerçekten, orduda görevli herkeste hemen birbirlerine karşı güvensizlik ve bir korku başladı.Örneğin, herhangi bir kolordu komutanının, "Benim komutam altındaki kolordunun acaba saklı ve gizli komutanı kimdir?Bu gizli komutan acaba ne zaman ve nasıl komutanlığı ele alacak ve acaba bana karşı nasıl davranacak?" gibi haklı birtakım kuruntulara kapılması beklenilmez değildi.

...

"Mazhar Müfit, hatıra defterine bu vak'ayı da yaz.Merak etme utanmazsın."

...

"Evet bir de para meselemiz var..." diye söylendi.Onun bu anını ve bu halini görüp de üzülmemenin imkanı yoktu.Bir millet mücadelesinin ve bir millet kurtuluşunun yolunda üniformasına ve kesesindeki sekiz yüz lirasına kadar maddi her şeyini kaybeden ve bütün, zeka, enerji ve mana kudretini büyük idealine yönelten bir adamın artık hiç olmazsa para konusu ile ilgisi olmamalı; bin bir sıkıntı içinde onu düşünmekten azade bulunmalı idi.

Onun içindir ki, Paşa'nın:

"Evet, bir de para meselemiz var..." deyişindeki ızdırabı hisseder etmez, onun daha çok üzülmesine, düşünmesine fırsat vermemek için:

"Paşam, siz bu mevzuularla meşgul olmayınız.Elbette bir tedbir düşüneceğiz."

Heyet-i Temsiliye teşekkül ettikten sonra Kangl'dan gelen 1000 lira bizim için bir kıymet olmuştu.Milli ihtilal hareketinin halk kesesinden çıkan ilk parası Kangal'ın bu 1000 lirasıdır.

Cevat Abbas Gürer

...

"Temsilcinin beşinci madde olarak sözünü ettiği bütün Osmanlı ülkesinin sınırları nedir?Yani savaştan önceki sınırımız mıdır?Eğer bu deyim içine Suriye ve Irak da giriyorsa Anadolu halkının Arabistan adına manda istemeye hakkı ve yetkisi olabilir mi?"

...

Mehmet Arif (Ayıcı) Bey Kimdir?

1883'te Adana'da doğduHarp Akademisi'nde Mustafa Kemal'in de sınıf arkadaşıdır.Ayrıca Bandırma Vapuru'yla Samsun'a çıkan kurmay heyetteydi.Balkan Harbi, Çanakkale Savaşı, Eskişehir-Kütahya Muharebeleri, İnönü Savaşları ve Sakarya Meydan Muharebesi'nde aktif görev aldı, büyük yararlılıklar gösterdi.Tümen komutanı olduğu yıllarda yanında hep ayı yavrusu gezdirdiği için Ayıcı Arif adıyla anıldı.1922 yılında 3. Kolordu Komutanlığı'na atanan Mehmet Arif Bey, Sakarya Savaşı sırasında İsmet İnönü ile anlaşamadı ve açığa alındı.Fakat Mustafa Kemal Paşa'nın da oluruyla Eskişehir milletvekili olarak meclise girdi.1926 yılında Mustafa Kemal'e suikast girişiminde yargılandı ve suçlu bulunarak 13 Temmuz 1926 tarihinde idam edildi.

...

"Malum şahısların kötülükleri belli olmuştur.İstanbul hükümeti... bu kötülükte ortaktır.Oradan emir beklemek, düşmana fırsat vermektir.Bu konudaki bildirimleri, hiç kimseyi duraksatmayacak biçimde yapmak, hemen emir vermek, vakit geçirmemek gerekir.Komutanı duraksayacak gibi görüyorsanız, siz, bizim Elazığ ve Malatya'daki alay komutanlarına gönderdiğimiz emirlerin yerine getirilmesini ilgililere bildiriniz.Gerçekten gerekiyorsa, komutayı uygun gördüğünüz tümen komutanlarından birisi ele alsın.Ağırdan alma zamanı geçmiştir.İşin yapıldığını bildiren karşılık telgrafınızı bekliyoruz kardeşim."

(13. Kolordu Kurmay Başkanı Halit Bey'e)

...

Tümen Kumandanı Yarbay Akif Bey'in Harput'ta bulunan bir alayı, Binbaşı İlyas Bey emrinde olarak erlerini arabalara bindirip sıkı bir yürüyüş ile Malatya'da yetişmiş ve orada toplantı halinde bulunan ve birtakım aşiretlerle Sivas'a karşı hazırlık yapmakla meşgul olan Ali Galip, Bedirhani Halil İbrahim ve İngiliz Binbaşısı Nowill Maraş-Halep istikametinde zorunlu olarak kaçmış idi.

...

Ali Galip Mustafa Kemal'in Huzurunda

(...) 3'üncü Kolordu Komutanlığı dairesi önünde otomobilden iniyorduk ve ben, Paşa'nın bir subaya şu emri verdiğini duyuyordum:

"Burada bulunan Harput Valisi Ali Galip'le onun İstanbul'dan beraber getirdiği kimseleri hemen buldurun, buraya getirin!"

Vakıanın sonu ibrete layıktır, anlatayım:

Ali Galip Bey - Birlikte getirdiği memurlrla beraber- adeta tahtelhıfz (toparlanarak) Mustafa Kemal Paşa'nın huzuruna çıkarılmıştı.Paşa, kaşları çatık ve çehresi asık bir vaziyette onları kabul etti.

Bir müddet ayakta tuttu, sonra oturmalarını emretti ve Ali Galip'i muhatap tutarak, ağır bir paylamayla konuşmasına başladı.Kelimelerin silleden farkı yoktu.Fakat bu utandırıcı, harap edici konuşma, sade bir hakaret yağmuru değildi.Ali Galip'in Sivas'ta günlerce oturarak saman altından su yürütmeye çalışmasını "bayağılıkla" tasvir ve kendisini hem azarlama hem de aşağılamakla beraber, -hayrete değer bağlantılar kurarak- milli hareketin mahiyeti, hedefi ve kutsallığı hakkında da uyarıları içeriyordu.

Süt dökmüş kedi gibi, Ali Galip Bey'in o sıradaki vaziyeti yanında aslan yavrusu sanılabilirdi.Talihsiz adam, o derece perişandı ki, boyuna ter döküyor, boyuna yutkunuyordu.Mustafa Kemal Paşa, belki yirmi dakika sert konuşmasını devam ettirdi.Sonra elinde tuttuğu iri taneli bir tespihi yanıbaşındaki sehpaya attı:

"Askerler" dedi, "mert olur, Türk askeri ise mertlerden mert ve pek civanmert olur.Siz cihanın  kabul ettiği bu kurala istisna mı teşkil ediyorsunuz?Yoksa ordudan ayrılmakla Türk askerine mahsus bütün kıymetlerden de uzak mı düştünüz?Nedir bu yaptığınız?Kime ve kimlere hizmet, yahut kime ve kimlere ihanet ediyorsunuz?Hiç düşündünüz mü?"

Ali Galip Bey, birkaç kelime söylemek istedi, fakat Mustafa Kemal Paşa izin vermedi ve hoşgörü göstermedi, kızgın kızgın ayağa kalktı:

"Size" dedi, "daha ağır muamelede bulunabilirdim.Emekli bir asker olduğunuza hürmet gösterip, bu kadarla iktifa ediyorum.Şu kadar ki, aklınızı başınıza almaz, haddinizi tanımaz, dilinizi de ksımazsanız, akıbetiniz vahim olur...Haydi buyrun, yerinize gidin.Derin derin düşünün.Harput'a mı gitmek, geri İstanbul'a mı dönmek gerektiğini kararlaştırın.Yalnız şunu unutmayın ki, Anadolu'da sizin gibilerin ve efendilerinizin düdüğü ötmez, ötemez. (...)

Reşit Paşa

...

"Maalesef, verdiğim açık talimata rağmen Halit Bey'in, kendi kendine ve askeri kıyafetiyle valiyi tutuklatmak gibi yadırganır işleri dillere destan olmuştur."

...

Doğu için ayrı, Batı için ayrı Heyet-i Temsiliyelerde ısrar ediyorlar.Bu düşüncelerinin temelinde Mustafa Kemal'in komutayı eline almasından çekinmeleri yatıyordu.

Hüsrev Gerede

...

Yahu Mazhar Müfit, Bu Konya Valisi Pek Tabansız Çıktı

"Benim odama git.Masanın gözünde üç parça şeker var.Kahveleri bari son defa ağız tadıyla içelim.Sonrasına Allah kerim," dedim.Paşa, adeta mesut oldu.Bu günlerimiz çok hazin günlerimizdir.Mustafa Kemal'in yalnız şekersiz, kahvesiz, yemeksiz değil, hatta ekmeksiz kaldığı günler dahi olmuştur.Buna rağmen azminden, irade ve enerjisinden zerrece bir şey kaybetmemiş, bilakis böyle günlerde kendisini her vakitkinden daima daha çok kuvvetli bulmuştur.Kahvenin şekerli oluşu imkânı sağlandıktan sonra Paşa, keyifle:

"Yahu Mazhar Müfit, bu Konya valisi pek tabansız çıktı!" diyerek devam etti.

Mazhar Müfit

...

Konya'ya Hakim Oldum

(...) O zaman Konya'daki komutan dahi çekilip gitmişti.Orada kabul edilmeyen bir adam şeklinde dikilen vali zulüm ediyordu.Hiç kimseyi dinlemiyor, hakkı dinlemiyor, adaleti dinlemiyor, zulme alet oluyordu.Ben Sivas'tan yalnız başıma çıktım.Efendiler, yanında bir yaver, bir çavuş, bir baston ve bir ben çıkmıştım.Bütün o sahayı beş parasız katetmek suretiyle geldim.Konya'ya üç kişiyle girdim ve Konya'ya hakim oldum.O zaman Vali Cemal Bey kaçtı ve Konya halkı beni selamlamaya geldi.

Refet Bele

...

ABDÜLKERİM PAŞA KİMDİR?

Mustafa Kemal'in "Kerim Paşa" olarak da andığı Abdülkerim Paşa 1872 yılında Selanik'te doğdu.Harp Okulu'nu ve Harp Akademisi'ni bitirdi."Öp elimi" lakabıyla anılırdı.Hatıratlarda filozof tavırlı, Melami meşrep biri olarak tasvir edilir.Bu yönü, Nutuk'ta da vurgulanmaktadır.Lakabı,  her geleni elini öpmeye mecbur etmesinden gelmektedir.Mustafa Kemal'in Selanik'ten çok güvendiği, sevip saydığı biriydi.Balkan Savaşı'nda ve I. Dünya Savaşı'nın pek çok cephesinde savaşan Abdülkerim Paşa, Mütareke sırasında Divan-ı Harb-i Örfi üyesi oldu.Sivas Kongresi sırasında telgraf aracılığıyla İstanbul Hükümeti ve Mustafa Kemal arasında arabuluculuk yapmaya çalıştı.Daha sonra Ankara'ya gelen Abdülkerim Paşa 1923 yılında vefat etti.

...

"Efendiler, adı geçen rahmetli Abdülkerim Paşa, benim çok eski bir arkadaşımdı.Çok namuslu, gayretli, temiz kalpli bir vatanseverdi.Selanik'te, ben kolağası, o binbaşı olarak aynı odada çalışmış, yıllarca özel arkadaşlık etmiştik.Rahmetlinin tavır ve durumundan bir tarikata bağlı olduğu anlaşılıyordu.Bazı tekkelere devam ettiği de görülmüştür.Ancak, herhangi bir şeyhe bağlılığını bilen yoktu.Çünkü, kendisini inançları ve vicdani değerlendirmelerinde taşıdığı manevi derece bakımından "hazret-i evvel, büyük hazret" olarak kabul ederdi ve kendi dost çevresinde yer alanlara, kendisinde, karşısındakinde gördüğü yeteneğe uygun olarak "hazret, kutup" gibi makamlar verirdi.Bana "kutbü'l-akdab (kutupların kutbu - tasavvufi bir terim) derdi.Şimdi açıklayacağım görüşmemizde de bu sözlere rastlayacağız.Kerim Paşa'nın, kendine has bir konuşma ve yazış tarzı vardı.Çok samimi ve zamanında kendisine büyük ün kazandıran yüksek bir söz söyleme ustalığıyla konuşur ve öyle yazardı.Kendisinde, inandırma güç ve kudreti olduğu da sanılır ve öyle kabul edilirdi.

...

"Cenabı Mevla, nice yüksek sebepler yaratarak ve telkin ederek bu çözülmesi güç düğümü bütünüyle çözecektir.Elbette Hüda'nın emri güzeldir ve yakındır.Yedullahi fevka eydihim (Tanrı'nın eli, onlarınkinden üstündür-Fetih Sûresi, 10. ayet) Geleceğimiz, Mevla'nın keremiyle milletçe layık olduğumuz yücelikte uğurlu ve hayırlı olacaktır.İşte bağışlayıcı ruh budur, aziz ruhum." 

Abdülkerim Paşa 

...

Efendiler, bundan sonra Ferit Paşa hükümeti ancak 3 gün dayanabilmiştir.

Kendisiyle bir daha görüşemediğim dostum rahmetli Kerim Paşa'nın bazı kimselere söylediğine göre, bu konuştuklarımızı olduğu gibi padişaha bildirmeyi başarmış ve bunun üzerine direnme gücü kırılmış.

...

"Vicdanımız sızlamadan varabileceğimiz yargılar, ancak, gerçek sonuçların alınmasına bırakılmıştır."

...

"Efendiler, Damat Ferit Paşa'dan daha akıllı olduğu söylenen Damat Şerif Paşa, pek acemice işe başlamış oluyor.O günlerde İstanbul'da bizi, başkaldırıp ayaklanmış sempi solda (simple soldat-değersiz bir asker) sayan kimi romancılar gibi, Damat Paşa da ancak bön kişileri aldatabilecek kısa aklınca, bizi aymaz ve araştırmaz bir kişi sayıyordu galiba!"

...

"Damat Ferit Paşa'dan sonra, başka bir Damat Paşa'nın çevresinde, sadrazam diye, nazır diye toplanmış birtakım beyinsizleri, alçak bir padişahın alçakça düşüncelerini kolaylıkla uygulamakta serbest bırakmayacağımızı sezdiriyoruz."

...

"Ali Rıza Paşa, bir gün Ahmet İzzet Paşa'yı ziyaret eder.Konuşma sırasında benim için birtakım yersiz sözler söyler ve bu sözlere önemli bir buluşunu da ekler: "Cumhuriyet yapacaklar, cumhuriyet!" diye bağırır.Doğrusunu isterseniz efendiler, Makedonya'da Osmanlı İmparatorluğu'nun Batı Orduları Başkomutanı Ali Rıza Paşa'nın, aslanlardan meydana gelmiş koskoca Türk ordularını bozguna uğratıp yok ettikten ve değerli Makedonya topraklarını düşmanlara bırakıp bağışladıktan sonra, devletin en sıkışık bir zamanında Vahdettin'in isteklerine hizmet etmek için gereken nitelikleri kazanmış olduğuna ve bu ünlü ordular başkomutanının, bu kez kendine en usta yardımcı olarak, eski kurmay başkanını Harbiye Nazırlığı'na getirmeyi düşüneceğine olağan gözüyle bakılabilirdi.Ama mişşi girişimlerin cumhuriyeti kurma amacı güttüğünü bu kadar çabuk ve kolaylıkla sezip anlayabilmesini beğenmemek elden gelmez."

...

Bu Zeybekler İçin Bir Adamın Hayatı, Bir Tavuğunkinden Daha Ucuzdu

(...) Ben aylarca bu insanların arasında yaşamıştım.Bu zeybekler için bir adamın hayatı, bir tavuğunkinden daha ucuzdu.

Bir gün Demirci Efe'ye bunu söylediğim zaman, güldü: "Tavuğun yumurtası var, boğazladın mı yumurtadan olursun, insanın nesi var ki..?" diye karşılık verdi.Bu kadar çabuk kuşkulanan, bu kadar kısa düşünen insanların arasında aylarca yaşamak ve sağ salim çıkmak, Allah'ın bir hikmeti olmalı...

Celal Bayar

...

Tevfik Fikret'in oğlu Haluk'un din değiştirmesinde Robert Frew etkili olmuştur.

...

"Kısaca şunu bildirelim ki, Heyet-i Temsiliye, ne üzüntüye ve bezginliğe kapılmıştır ne de kutsal görevlerinde ulusun ve yurdun esenliği için gerekenleri anlayamayacak bir bilinçsizliğe düşmüştür.Ulusun esenliği adına aldığı önlemlerde ve yaptığı bütün işlemlerde ağırbaşlılığı ve onuru, alçalmaya ve uyuşukluğa yeğlemeyi temel ilke olarak kabul etmiştir."

...

YAHYA KAPTAN SORUNU NEDİR?

Yahya Kaptan 1891 yılında Kosova'da doğdu.Gençliğinde dağlarda çetecilik yaptı.Osmanlı'nın kaybettiği Balkan Savaşı sırasında Kumanova yenilgisinin ardından Köprülü kasabasında gerçekleştirmek istenen Türk ve Müslüman katliamını çetesiyle önledi.Bu başarısı üzerine, Rumeli'de çete reislerine verilen Kaptan unvanını aldı.I. Dünya Savaşı'nda Teşkilat-ı Mahsusa'ya girdi ve Balkanlar'daki faaliyetlerine devam etti.Çetesiyle Irak'a özel bir harekat düzenlemesi için yollandı ve Lihye aşiretine karşı büyük bir zafer elde etti.Yakup Cemil'in hükümeti düşürme planlarına destek verince Musul'a sürgün gönderildi.Milli Mücadele'nin başlamasıyla Kuvay-ı Milliye reisi oldu, çetesini topladı ve İzmit bölgesine yerleşti.Ağırkapı Cephaneliği'ni bastı, silah ve mühimmatı deniz yoluyla Tavşancıl'a kaçırdı.Bölgesindelki Rum çetelerini ortadan kaldırdı.Darıca gümrüğünü basıp buradaki un çuvallarını tekneyle Anadolu'ya kaçırdı.Ardından Mustafa Kemal'in emriyle Bekirağa Bölüğü'nü bastı, Ermeni tehcirinden tutuklu Halil Paşa'yı kurtardı.Karakol Cemiyeti'nden Yüzbaşı Nail ve Binbaşı Ahmet Necati Beylerin ihanetini ortaya çıkarması üzerine Kara Vasıf, Yahya Kaptan'ın suçlanmasını sağladı.Mustafa Kemal'den Yahya Kaptan'ın tutuklanacağını gizlediler.Yahya Kaptan Tavşancıl'da İstanbul'dan gelen bir birlik tarafından kuşatıldı.Teslim olmasına rağmen 8 Ocak 1920 tarihinde vurularak şehit edildi.

...

"Efendiler, Yahya Kaptan'ın öldürüldüğüne kuşku kalmamıştı.Bu gerçek bilindikten sonra, öldürtmüş olan hükümetin, yasal kovuşturmaya girişmiş bulunması, cinayeti işleyenlerin meydana çıkmayacağına kanıt değil miydi?Ama efendiler, zaman, her şeyin, her gerçeğin, tarihin özdenlikli kucağında incelenmesini sağlayacaktır."

...

Bu Herif Zirzopun Biri

(...) Hazreti Muhammed'in ruhu Şeyh Eşref'te tecelli etmiş, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali vesair sahabei kiramı, Hazreti Ayşe ve Fatma'sı mevcut imiş.Yani yakın müritlerine bu isimler verilmiş."Şüphe yok ki bu herif zirzopun biri, fakat kendisinden aşağı kalmayanlar da çok.Sahabelerini tam tertip bulmuş.Asıl garibi, bu herife kurşun işlemediğine ve kerametlerine inananlar.Kerameti şeyhin kendinden menkul olmasına rağmen Erzurum'a kadar yayılmıi.Esir olan müfrezelerin de bu gibi telkinlerle yıprandığına şüphem kalmadı.Asıl mesele bu herifleri oynatan el nerede?...

24/25 gecesi köy sarılmış ve şeyhe teslim olması için haber gönderilmiş ise de şeyh, bir kişi kalıncaya kadar uğraşacağını bildirdiğinden 25. Kanunuevvel (25 Aralık), dört saat sonra da köy kenarına iki obüs atışla tehdit edilmiş fakat yine kafa tuttuklarından hakiki çatışma başlamıştır.Garip bir tesadüf olarak ilk atışta top ateş almamış.Şeyhin kurşun işlemez, top atsalar da ateş almaz diye propagandalarından fertleri muhafaza mümkün olmadığından fena tesir yapmış.Fakat derhal ikinci topun ateşlenmesi efsunu kırmış!..

Kazım Karabekir

...

"Efendiler, her görüştüğümüz kişi ya da kişiler, bizimle düşünce ve görüş birliği içinde ayrılmışlardı.Ama İstanbul Meclisi'nde "Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu" diye bir grup kurulduğunu işitmedik.Niçin?Evet, niçin?Buna bugün yanıt isterim!

Çünkü efendiler, bu grubu kurmayı vicdan borcu, ulus borcu bilmek durum ve yeteneğinde bulunan efendiler inançsız idiler...korkak idiler...bilgisiz idiler.

İnançsız idiler; çünkü milli isteklerin gerçekleştiğine ve kesinliğine ve bu isteklerin dayanağı olan milli teşkilattan olmayı tehlikeli görüyorlardı.

Korkak idiler; çünkü milli teşkilattan olmayı tehlikeli görüyorlardı.

Bilgisiz idiler; çünkü, tek kurtuluş dayanağının ulus olduğunu ve olacağını kavrayamıyorlardı.Padişaha dalkavukluk ederek, yabancılara hoş görünerek, yumuşak ve nazik davranarak, büyük ülkülerin gerçekleştirilebileceğine inanma bönlüğünü gösteriyorlardı."

...

"Zavallı Wilson; anlamadı k, süngü, kuvvet, şeref ve haysiyetin müdafaa edemediği hatlar, başka hiçbir prensiple müdafaa edilemez."

...

AKBAŞ BASKINI OLAYI NEDİR?

Mondros Mütarekesi'ne göre İtilaf Devletleri Türk ordusunun cephaneliklerine el koymuştu.Bunlardan biri de Fransızların kontrolündeki Gelibolu Akbaş Cephaneliğiydi.Burada Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Ruslardan ele geçirilen tüfek ve cephane bulunuyordu.İtilaf Devletleri bu silahları Bolşeviklere karşı savaşan Beyaz Ordu'ya vermeyi tasarlıyordu.Bunu haber alan Kuvay-ı Milliye güçleri cephaneliği basma kararı aldı.Dramalı Rıza Bey'in topladığı istihbarat ile harekete geçen Köprülü Hamdi Bey, 26-27 Ocak 1920 gecesi 30 askerle cephaneliği bastı, Fransızları esir aldı.Bölge halkı ve esirlerle mühimmat bir gece içinde kayıklarla Lapseki'ye geçirildi ve oradan Yenice'ye (Çanakkale'ye bağlı) taşındı.İngilizler bu baskına büyük tepki verdi.İlerleyen günlerde Ahmet Anzavur'un Yenice'ye saldırması üzerine az sayıdaki Kuvay-ı Milliye gücü, düşman eline geçmemesi için bu mühimmatı imha etti.Köprülü Hamdi, Anzavur'un çetesi tarafından şehit edildi.

...

Ayaklarımı Yerden Kaldırın ki, Yüksekten Dünyayı Daha İyi Göreyim

Yüksek akasyaların arkasından yarım ay görünüyordu.O gece, yatakta hep beyaz gömlekle Beyazıt'ta idam sehpasına gittiğimi hayal ediyor ve bir söylev hazırlıyordum.Hep aklımdan, Babillilerin ünlü kadını Kurretülyn'ın İdam edilmeden önce Farsça olarak söylediği cümle geçiyordu:

"Ayaklarımı yerden kaldırın ki, yüksekten dünyayı daha iyi göreyim."

Halide Edip Adıvar

...

İşte, Hilafet Ordusu'na buldukları komutan bu Suphi Paşa'dır.Paşa, sonraları Ankara'ya geldi.Geziye çıkıyordum.İstasyonda çok kalabalık içinde birbirimizle karşılaştık.Kendisine ilk sorum şu oldu:

"Paşam, niçin Halife Ordusu Komutanlığını kabul ettin?"

Suphi Paşa bir an duraksamaksızın:

"Size yenilmek için," karşılığını verdi.

...

Bu Serserilerin Başına ne Bir Subay ne de Hesap Memuru Konamaz

(...) Ethem'in büyük kardeşi vardır.Biri Millet Meclisi'ndedir.İkincisi Divan-ı Harp'in ve gerektiği vakit kuvvetlerin başındadır.Adı Tevfik.En sonu Ethem kuvvetlerinin ordu emri altına girmesi istendiği vakit Tevfik Bey komutanlığa verdiği cevapta, "Bizim kuvvetimiz ne tümen ne de herhangi bir ordu kuvveti haline sokulamaz, bu serserilerin başına ne bir subay ne de hesap memuru konamaz, subay gördüler mi, Azrail görmüş gibi isyan ederler, bizim birliklerimiz, Pehlivan Ağa,Ahmet Onbaşı, Sarı Mehmet, Halil Efe, Topal İsmaiş gibi adamlar tarafından idare edilmektedir.Bölük emirleri de yazdığını okuyamaz, okuduğunu yazamaz kimselerdir."

Falih Rıfkı Atay

...

1921 yılında Londra Konferansı'ma giderken ve orada tarihe geçmiş olan sözlerini söylerken Mustafa Kemal Paşa'nın cumhuriyet kurmayı amaçladığını Ahmet Tevfik Paşa elbette ki biliyordu!Nitekim Cumhuriyet kurulduktan az sonra Galatasaray Lisesi'ndeki tarih hocamızın "Büyükbaban  Cumhuriyet kurulacağını önceden biliyor muydu?" sorusunu büyükbabama ilettiğimde, ancak çok manidar ve kanımca "evet" olarak yorumlanabilecek bir tebessümle cevap vermekle yetinmişti.

Cumhuriyet kurulduğunda, büyükbabama iki yıla yakın bir zamandan beri alamamış olduğu sadrazamlık aylıklarının derhal ve defaten ödenmesi, kendisine emekli maaşı bağlanması ve birçok eski devlet adamı hakkında kovuşturma yapılırken büyükbabamın Ayazpaşa'daki konağında bir T.C. vatandaşı rahatlığı ile oturabilmiş olması ve de vefatında bir müfreze T.C. askerinin cenazesine tören kıtası olarak gönderilmesi, Atatürk'ün kendisine karşı olan gerçek hissiyatını yeterince anlatır.

Ahmet Şefik Okday

...

Mustafa Kemal artık zar atmıyordu, satranç oynuyordu.Bu oyunun da, bilmeyenlere seyri bile yorgunluk verir.

Falih Rıfkı Atay

...

REFET PAŞA, KENDİSİ YENİLDİĞİ HALDE DÜŞMANI YENİLMİŞ SAYIYORDU

"Efendiler, savaş sırasında çarpışma hatlarından kimi kısımlarının ileri geri dalgalanışı ve özellikle Afyon'un doğusundaki düşman tümenlerinin, Dumlupınar ilerisinde bıraktıkları bir alaylarının yenilip savaş dışı edilememesi yüzünden, Dumlupınar'a kadar çekilebilmeleri ve bunun ardından da, Yunan kuvvetlerinin sağlam bir savaş hattı tutmak için gerekli düzenlemeleri  yaparken ilerideki parçaların o hatta ulaşmak üzere geri yürüyüşleri, Refet Paşa'nın savaş sonucu üzerinde yanlış yargıda bulunmasına yol açtı.Gerçekten Refet Paşa, kendisi yenildiği halde düşmanın yenilip kaçtığını sandı ve bunu beş gün süren Dumlupınar Meydan Savaşı'nda düşmana son yumruğun indirilebildiğini bildiren  telgrafıyla bize de duyurdu.Biz de elbette sevinerek acillikle onu çokça övdük ve kutladık.Ama durumu iyice anlamak için telgraf başında kendisine sorduğum sorulara aldığım cevaplardan işin bildirildiği gibi olduğundan kuşkuya düştük ve duraksadık.Sonunda anlaşıldı ki, düşman amacına ve genel durumuna tam uygun olarak Dumlupınar'da, savunması kolay, sağlam ve üstün bir mevziiye yerleşiyordu.Refet Paşa ise tersine, bütün kuvvetleriyle biraz geride Aydemir, Çalköy, Selkisaray hattını tutmak zorunda kaldı.

Efendiler, durum biraz durgunlaştıktan sonra Refet Paşa'nın komutasındaki orduda kendisine karşı güven kalmadığı anlaşıldı.Durumu yerinde incelemek üzere Ankara'dan Fevzi Paşa Hazretleri, Batı Cephesi'nden de İsmet Paşa, Refet Paşa'nın karargahına gittiler.Refet Paşa'nın komutanlıkta bir süre daha bırakılması yeğlenmekte olduğundan, sorunu ona göre çözüp saptamaya çalıştılar.Ama bu durumun sürüdürülmesinin olanaksızlığı, uygun olmadığı kanısı hemen belirdi.Bunun için ben Fevzi ve İsmet Paşaları alarak Refet Paşa'nın yanına gittim.Durumu yakından inceledim ve işi hemen şöylece çözdüm.Refet Paşa'nın komutası alındaki Güney Cephesi'ni Batı Cephesi'ne bağlayarak İsmet Paşa komutasına verdim.Ankara'da bir göre verilmek üzere, oraya dönmesi gerektiğini bildirdim."

...

Yenmeyen Tavuk

O gün Duatepe'de düşmanın iniltisini sevinç gözyaşlarıyla kutluyorduk.Kolordu Kurmaybaşkanı Hayrullah (Fişek), bir akşam yemeği hazırlanmıştı.Ortada cılız bir tavuk ile dört beş dilim siyah ekmekten başka bir şey yoktu.Dünden beri ağzımıza en ufak bir lokma girmemişti.Gazi Paşa, İsmet Paşa, ben, Kazım Bey sofraya bağdaş kurduk.Hayrullah Bey (Fişek), Tevfik Bey (Kılıç), Salih Bey (Bozok) biraz uzaktaydılar.

"Erlere yiyecek ne verebildiniz?" dedi.Kazım bey şaşırdı, durakladı, kurmaybaşkanına dönerek:

"Hayrullah Bey, erlere ne verebildik?" diye sordu.

"Efendim, dün sabah tedarik ettiğimiz buğdayı kavurmaları için birliklere dağıtmıştık!.."

Mustafa Kemal Paşa biraz durakladıktan sonra ayağa kalktı ve tavuğa el atmadan yürüdü, biz de onu tekip ettik, diğer arkadaşlar da ne tavuk ne bir dilim ekmeğe el sürebilmişti.O akşam hepimiz aç yattık.

Asım Gündüz

...On gündür muharebe ediyoruz.Ordular arasında zaten mevcut olan dengesizlik büsbütün artmış bir vaziyette.Her şeyden evvel ordumuzun yeniden düzene sokulması ve kendine gelmesi için beşmon günlük bir zamana ihtiyaç var.Bunu yapabilmek için de muharebeyi kesmek ve düşmanla aramızdaki mesafeyi açarak Sakarya gerisine kadar çekilmek gerekiyor.Mustafa Kemal Paşa'dan bu esnada bir telgraf aldım.O, muharebeyi Ankara'dan günü gününe takip ediyordu.Cepheye geldiği zaman da kendisi ile mutabık kalmıştık."Zamanı geldiyse çekil," diyordu.Bunun üzerine 22 Temmuz'da orduya çekilme emrini verdim.Kuvvetlerimi muhtelif istikametten Sakara gerisine sevk etmeye başladım.

İsmet İnönü

...

Asım! Gafletlerini Ağır Ödeteceğim Onlara!

Papulas, kuşatmayı başaramayınca, yarmayı tecrübe etti.30 Ağustos gecesi baş başa olduğumuz bir anda Mustafa Kemal harita üzerinde üç noktayı işaretledi:

"Asım...Bunlar yarın sabah bir yarma teşebbüsüne girişecekler ve zannederim şu üç noktadan saldıracaklar...İşi başından hatalı tuttular.Gafletlerini ağır ödeteceğim onlara..."

31 Ağustos sabahı, 1'inci ve 3'üncü Kolorduları iç kanatlarındaki tümenleriyle Çaldağı batısındaki Sivriköy istikametinde yarma teşebbüsüne girdiler.Burası, Mustafa Kemal'in noktalarının ortası idi.Kursaklı-Şivri bölgesinde mükemmel savunmamızı bulan düşman şaşırmıştı.Karşı taarruza kalktık ve dört gün içindeki kayıplarımızı geri aldık...

Asım Gündüz

...

Sakarya Meydan Muharebesi'nde kolordu örgütlenmesi yoktu.Kolordu düzeyindeki grupların basit bir karargahı vardı.Yönetim makamı yalnız tümenlerdeydi.Cephane ve erzak kolları da tümenlerin emrindeydi.Grup kumandanları bu konularda tümenlerin durumuna etki edemiyorlardı.Bu örgütlenmenin bazı zararları görüldü.Bu nedenle Başkumandan Gazi Hazretleri, Sakarya Meydan Muharebesi biter bitmez, hemen kolordu örgütlenmesine geçilmesini ve esaslı bir kolordu karargahı belirlenmesini buyurdu.

İzzettin Çalışlar

...

Paşa Paşa, Gizli Emrim Senin Kemiklerinin Orada Gömülmesidir

(...) Mustafa Kemal cepheye gider gitmez daha önce alınan tedbirde değişiklikler yaptı.Savaş pek güç şartlar içinde, pek çetin olmuştur.Bu bir subaylar savaşı idi.Eski Afyon Milletvekili Ali Taşkapılı'dan dinlemiştim.Yedek subay olarak umumi karargahta iken, bir sabah erkenden Mustafa Kemal'i köyün sokağında dolaşırken görür.Mustafa Kemal kendisine:

"Yahu Ali Bey neden kaçağımız çok, günde ne kadar?" diye sorar.

"Bin kadar efendim."

"Geriden cepheye gelen ne kadar?"

"Sekiz yüz kadar..."

Mustafa Kemal şöyle bir hesap yaparak:

"On beş günde iki bin beş yüz...Pek fark etmez," der.

Bir defa İsmet Paşa'yı telefonla arayan Yusuf İzzet Paşa, Mustafa Kemal'le görüşmek istediğini söyler.Telefonu Mustafa Kemal'e verirler:

"Beni aramışsınız, buyurun."

"Gizli emirlerinizi bildirmediniz.Yani geri çekilme lazım geldiği vakit istikametimiz ne olacaktır?"

Pek kızan Mustafa Kemal, daha savaşa girmeden kaçmayı düşünen komutana:

"Paşa paşa, gizli emrim senin kemiklerinin orada gömülmesidir," der.

"Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır," emrini Yusuf İzzet Paşa'nın kendisi ile bu görüşmesinden sonra vermiştir.

Falih Rıfkı Atay

...

Zaferini Tebrik Ederim, Paşam !

(...) Sakarya Savaşı'nın son günlerine ait hatıralarını Atatürk'ün kendisinden dinlemiştim:

"Cephe Kurmay Başkanı odama geldi.Kemiğim kırık olduğu için yatıyordum.Bana umutsuz bir sesle son raporları okudu.Bu raporlara göre düşman taze kuvvetler alıyordu.Raporlar ara sıra kanatlanan uçağımızın görüşleri idi."Bir daha oku!" dedim.Dikkatle dinledim.Raporu veren, Yunan cephesinin bir kanadından  öbür kanadına giden (bu kanatların adlarını hatırlayamıyorum), kuvvetleri yeni kıtalar sanmış olduğunu anlamakta gecikmedim.Bu aktarma ancak bir çekilme hareketi olabilirdi.İsmet Paşa'ya "Zaferini tebrik ederim, Paşam!" dedim ve hemen karşı taarruz emri vermelerini söyledim.Bir müddet sonra Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa (Çakmak) odama geldi.Bir kolordu komutanından bahsederek, "(Kemalettin Sami) Kendisini taarruza kaldıramıyoruz.Emri doğru bulmuyor.Sedye ile de olsa telefon başına kadar gel!" dedi.Gittim.Telefonla bu komutana, "Sen olmazsan yerine bir çavuş gönderir, taarruz ettiririz," dedim.Biraz sertçe olan sesimi tanıyınca, "Ya...Böyle mi uygun gördünüz, emredersiniz!" dedi."

Falih Rıfkı Atay

...

"...Tam üç aracın hazırlığının yeter ölçüde olduğunu görmek istiyorum.Onlardan birincisi, en önemlisi ve temel olanı doğrudan doğruya ulusun kendisidir; ulusun, varlığı ve bağımsızlığı için gönlünde, vicdanında beliren ve gelişen istek ve dileklerin sağlamlığıdır.Ulus bu içten gelen isteğini ne denli çok kararlılık ve inanç gösterirse, düşmanlara karşı başarı sağlamak için o denli güçlü bir aracımız olduğuna inanırım.İkinci araç, ulusu temsil eden Meclis'in, milli isteği belirtmekte ve bunun gereklerini, inanarak uygulmakta göstereceği kararlılık ve yğitliktir.Meclis, milli isteği ne denli çok dayanışma ve birlik içinde belirtirse düşmana karşı o denli güçlü bir üstünlük aracımız olur.

Üçüncü araç, ulusun silahlı evlatlarından meydana gelip düşman karşısına çıkarılmış bulunan ordumuzdur."

...

"Benliğine sinmiş yükselme kuruntusu, ün alma tutkusu, aşırı kıskançlık, sonsuz bir bencillik etkisiyle baş olmak istediği, davranışlarından ve ast komutanların yanında söylediği arabozucu sözlerinden anlaşılıyordu.11. Tümen Komutanı... görevimden çekildiğimi işittikten sonra bana gizlice: "Ali İhsan Paşa'nın Malta'da iken kurtarılması için Ferit Paşa'ya mektuplar yazdığını ve İngiliz güdümünün kabulü konusunda açıktan açığa saatlerce kendisinin yanında konuşmalar ve tartışmalar yaptığını," söyledi.Bu sözleri (Ali İhsan Paşa'nın davranışlarına göre), dikkat çekici buldum.

...

Yunanları Mahvetmek Lazımdı, Fakat Nasıl? işte Bunu Gazi'nin Dehası Keşfetti

(...)Birçok kumandan habersidi.Taarruz kararı söz konusu olunca itiraz edenler oldu.Yunan askeri Sakarya'dan sürülmüş olmakla beraber hiçbir vakit büyük bir taarruza inanmıyorlardı.Onlar da oldukları yerde yerleşme sebeplerini hazırlamakla meşgul bulunuyorlardı.Gazi, büyük zaferin tılsımını nasıl saklamış ise onun tatbikatını da gayet gizli surette hazırlıyordu.Kumandanları toplamak için futbol maçı müsabakasını vesile yapıyor, taarruz hareketi için Akşehir'e giderken Çankaya'da ziyafet veriyormuş gibi gösteriyordu.

Asım Us

...

Yani Bir Defa Daha Toplar Konuşmalıydı

(...) Yani bir defa daha toplar konuşmalıydı.Mustafa Kemal'i yeni kurbanlar vermekten kaçınmak istemişti: darbeyi öyle bir indirmeliydi ki, ikinci bir darbeye artık gerek kalmamalıydı.Yunanla güçlü durumda olduğundan, her şey yapılacak ani baskına ve aldatmaya bağlıydı.

Bir futbol karşılaşmasını seyretmek bahanesiyle birlik komutanları, Batı Cephesi Komutanı ismet Paşa'nın genel karargahına gittiler.Geceleyin yapılan toplantıda Mustafa Kemal saldırı planını anlattı ve rolleri dağıttı.Sonra da Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa'yla birlikte Ankara'ya döndü.Cephede her şey sakindi; bir şeylerin hazırlandığını gösterir hiçbir belirti yoktu. (...)

Dagobert von Mikusch

...

Biz Mütemadiyen Dövüyoruz

...Esirler arasında Yunan Kolordusu Kumandanı General Trikopis, 2. Kolordu Kumandanı General Diyenis ile yüksek rütbeli birçok kumandan da vardı.Esir kumandan ve subayların sayısı yüzden fazlaydı.Generalleri bana getirdiler.Gayet yorgun bir haldeydiler.Dudakları şişmiş, çay ikram ettim."Beraber çay içelim" dedim.Çay içecek halleri yoktu, içemiyorlardı.Kendilerine arkadaşça, iyi muamele ettik.Hep beraber oturduk, muharebeden bahsettik.Kendilerinin iyi muharebe ettiklerini, talihin yaver olmadığını söyledim."Arkadaşça konuşalım" dedim.Muharebenin başından beri, buraya gelinceye kadar, düşmanın muhtemel hareketlerine dair zihnimden geçen ve yapmasını tahmin ettiğim teşebbüsleri birer birer Trikopis'e anlattım.Trikopis ve Diyanis ile muharebe safhalarını uzun uzadıya konuştuk, münakaşa ettik.Şimdi, bunları anlatmadan önce, esir generalleri Başkumandan'a nasıl götürdüğümü hikaye edeceğim.Konuşmalarımız bitince palaskamı, kılıcımı taktım.Kendilerine, "Sizi resmi vaziyetimle Başkumandan'a takdim edeceğim" dedim.Onları aldım, Başkumandan'ın huzuruna götürdüm.Atatürk çok onurlu davrandı.Onlarla konuştu, teselli etti.Kendileri çok duygulandılar.

General Trikopis ile muharebe hakkında konuşmaya ilk günden başladım.Bu konuşmaları aklımda kaldığı kadarıyla anlatıyorum.Kendisine sordum:

"Muharebenin başladığı ilk günü topçu ateşini niçin çabuk kestiniz?Biz, günün ortasından itibaren yalnız başımıza topçumuzu kullandık, tesir ettik.Biz cephenizi dövüyorduk ve siz mukabele etmiyordunuz.Halbuki henüz daha geri çekilmeye karar vermemiştiniz.Çünkü piyadeniz gayet sert duruyordu."

"Ben topçu subayıyım." dedi."Soruşturdum, siz de topçu subayıymışsınız.Bataryalarımız ilk saatten sonra ateş edemez hale geldiler."

"Nasıl oldu?"

"Bataryaların gözetleme noktaları çok ileride seçilmişti.Gözetleme noktaları ile bataryalar kablo ile birbirine bağlı idiler.Oradan kumanda ediliyordu.Sizin topçu ateşiniz o kadar şiddetli ve düzenli başladı ki, kendi toplarımızı isabetle kullanalım diye çok ileriye sürdüğümüz gözetleme mevkiilerinin hepsi düştü, tahrip oldu.Toplar, içinde mermi olduğu halde duruyor, fakat kumanda eden adam yok.Gözetleme mevkiilerindeki subay ve erlerin bir kısmı öldü, telefon kabloları koptu ve bu suretle ateş edemez hale geldik."

Ben bunu topçu mektebinin bir yıldönümünde topçu ve piyade muharebeleri arasındaki münasebet diye anlattım.O zamanın vasıtalarına göre kumandanların doğrudan doğruya çok uzakta gözetleme mevkiilerinde bulunmasının faydalarının ve sakıncalarının tartışıldığı bir meseledir bu.Bizim Büyük Taarruz'da Yunan ordusu topçu gözetleme mevkiilerini ileride kurmakla, fayda değil, büyük zarar görmüştür.

General Trikopis'e sordum: "Peki, bunu anladım." dedim."Biz Akşehir'e yan dönmüş vaziyette taarruz ediyoruz.Niçin Akşehir istikametine bir taarruz yapmadınız?" Trikois "Süvariniz arkamıza düştü.Telaş ettik." diye cevap verdi.

Böyle hareketlerde Fahrettin Altay'ın az bulunan bir kabiliyeti vardır.Hiç tahmin edilmeyen dağlık arazide geçitlerden süvari tümenlerini hiç kimseye duyurmadan kuzeye geçirdi ve düşmanın arkasında cirit atmaya başladı.Sadece görünüşü, düşman kumandanlarının aklını da, bütün tertiplerini de altüst etti.Nitekim Trikopis, anlattığına göre, bizim süvarimizi arkalarında görünce, tertip almaya teşebbüs bile edememiş, böyle bir şeye imkan olmadığı kanaatine varmış.Trikopis'e bundan sonra, ne kadar kuvvetle muharebe ettiğini, ne kadar takviye aldığını, niçin mukavemet edemediğini sordum.Bana dedi ki: "Kendi kuvvetlerimle muharebe ettim.Biraz takviye kuvveti aldım ama, parça parça ve geç geldi, işe yarar bir takviye kuvveti alamadım." "Niçin?" diye sordum.Yanında duran İhtiyat Kolordu Kumandanı General Diyenis'i göstererek "Buna sorun, arkadaşım bana yardım etmedi." dedi.Ben bu defa Diyenis'e dönerek sordum: "Niçin yardım etmediniz?" General Diyenis, kendi açısından niçin yardım etmediğini şöyle anlattı:

"Nasıl yardım edecektim?Ben de taarruza maruz kaldım.Taarruz benim cephede de aynı şiddetle oldu.Bütün mevzilerim düştü.Evvela kendi vaziyetimi kurtarmaya çalıştım.Benim aldığım emir oraları muhafaza etmekti.Bu sebeple emrimdeki kuvvetlerle cephemi takviye ettim ve karşı taarruzla sizin kuvvetlerinizi püskürttüm, mevzilerimi geri aldım."

İsmet İnönü

...

"Tevfik Paşa, ilkin doğrudan doğruya bana bir telgraf çekti.17 Ekim 1922 günlü olan bu telgrafta Tevfik Paşa, kazanılan zaferin, bundan böyle, İstanbul ile Ankara arasındaki anlaşmazlığı ve ikiliği kaldırmış ve milli birliğimizi sağlamış olduğunu yazıyordu.Yani Tevfik Paşa demek istiyordu ki: "Yurtta düşman kalmadı.Padişah yerindedir.Hükümet onun yanındadır.Ulusa düşen, bu makamın vereceği emirlere uymaktır.Böyle olunca elbette birliğe engel bir şey kalmamış olur." Ancak, Ankara'dan biraz daha yardım istemek akıllılığını gösteriyordu.O da Barış Konferansı'na İstanbul ve Ankara'nın birlikte çağrılması dolayısıyla, daha önce, benden çok gizli direktif almış bir kişinin elden gelen çabuklukla İstanbul'a gönderilmesini sağlamaktı.

Tevfik Paşa'ya bildirilmek üzere İstanbul'da Hamit Bey'e çektiğim telgrafta: "Tevfik Paşa ile arkadaşlarının devlet siyasetini bulandırmaktan vazgeçmemelerinin ne denli büyük sorumluluk doğuracağının apaçık belli olduğunu" bildirdim."

...

Çıkarlarını Kirli Bir Tahtın Çürümüş, Çökmüş Ayaklarına Sarılmakta Bulanlar

"Bütün çıkarlarını kirli bir tahtın çürümüş, çökmüş ayaklarına sarılmakta, yalnız bunda gören ve Tevfik Paşa ile benzeri paşalardan kurulmuş bulunan Vahdettin hükümetinin, gizli amaçlarını ne olursa olsun kabul ettirmekten başka hiçbir şeyle uğraşmadıkları anlaşılıyordu."

...

"Efendiler, 31 Ekim 1922 günü Meclis toplanmadı.O gün Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısı oldu.Bu toplantıda, Osmanlı egemenliğinin kaldırılmasının zorunlu olduğu üzerine konuştum.1 Kasım 1922 günü, Meclis toplantısında yine bu konu üzerinde uzun tartışmalar yapıldı.Meclis2te de ayrıntılı bir konuşma yapmak gereğini duydum.İslam ve Türk tarihinden söz açarak halifelikle saltanatın ayrılabileceğini, milli egemenlik katının Türkiye Büyük Millet Meclisi olabileceğini tarihsel olaylara dayanarak anlattım.Hülagû'nun, Halife Mutasım'ı asıp dünya yüzünde halifeliğe fiili olarak son verdiğini, eğer 1517'de Mısır'ı ele geçiren Yavuz, orada halife sanını taşıyan bir sığıntıya önem vermeseydi, halifelik sanının zamanımıza dek miras olarak gelemeyeceğini anlattım."

...

"Egemenlik, güçle, kudretle ve zorla alınır.Osmanoğulları zorla Türk milletinin egemenliğine el koymuşlardı.Bu yolsuzluklarını altı yüz yıldan beri sürdürmüşlerdi.Şimdi de Türk milleti bu saldırganlara, artık yeter diyerek ve bunlara karşı ayaklanarak egemenliğini kendi eline almış bulunuyor.Bu bir oldubittidir."

...

"Yoksa yine gerçek, yöntemine göre saptanacaktır; ama, belki birtakım kafalar kesilecektir.İşin bilimsel yönüne gelince, hoca efendilerin üzülmelerine ve kaygılanmalarına hiç gerek yoktur: Bu konuda bilimsel açıklamalarda bulunayım," dedim ve uzun uzadıya birtakım açıklamalar yaptım.Bunun üzerine, Ankara milletvekillerinden Hoca Mustafa Efendi: "Bağışlayınız efendim; biz sorunu başka bakımdan ele almıştık, açıklamalarınızdan aydınlandık" dedi."

...

İngilizler şu bildiriyi yayınladılar:

"Zat-ı Şahane, mevcut durum karşısında hürriyet ve hayatını tehlikede gördüğünden bütün müslümanların halifesi sıfatıyla İngiliz himayesini ve aynı zamanda İstanbul'dan başka bir yere naklini istemiştir.Zat-ı Şahane'nin arzusu bu sabah yerine getirilmiştir.Türkiye'deki İngiliz Kuvvetleri Başkumandanı Harington, Zat-ı Şahane'yi almaya giderek bir savaş gemisine kadar kendisine eşlik emtiştir.

...

"Hakimiyet ve saltanat hiç kimseye hiç kimse tarafından ilim kabıdır diye müzakere ile verilmez.Hakimiyet ve saltanat kuvvetle, zorla alınır.Türk milleti bu hakimiyeti kendi eline almıştır.Şimdi bu millete saltanatı bırakacak mısın? diye sorulmaz.Mesele emrivakidir ve mutlaka olacaktır.Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi böyle tabii görürse, uygun olur.Yoksa hakikat gene usulü dairesinde ifade olunacaktır.Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir."

...

"Refet Paşa'ya makine başında 20 Kasım 1922 günü verdiğim yanıtta, "Müslümanların Halifesi" unvanı ile birlikte "Hadimü'l-Haremeyni'ş-Şerifeyn" (Kutsal Mekke ile Medine'nin hizmetkârı) deyiminin de kullanılmasını onayladım; ama cuma töreninde Fatih'in kılığına girmesini uygun bulmadım.Redingot ya da istanbulin (siyah sof'tan dikilen erkek ceketi) giyebileceğini, askeri elbise giymesinin elbette söz konusu olamayacağını bildirdim.Yayımlanacak bildiride Vahdettin'in adı anılmaksızın eski halifenin kişiliğinin ve zamanında düşülen kötü durumun söz konusu edilmesi gerektiğiniz bildirdim."

...

"Hiç şüphe yok ki iyi bir generaldir.Ordusu da kendisine güvenmektedir.Mustafa Kemal'in çok yakın arkadaşıdır.Ama sanıyorum ki, bir sofra başında oturup yemek yemek, sohbet etmek için iyi bir sofra damı değildir.

Bu adama dikkat edin !.."

General Harington

...

...Bugünlerde Atatürk'e karşı hazırlanmış mühim bir hadise olmuştu.Seçim Kanunu'nda değişiklik yapılmak üzere, bir kimsenin mebus seçilebilmek için bir yerde en az beş sene oturmuş olmasını şart koşan bir teklif hazırlamışlar, Meclis'e vermişler...

...

"...Ali Fuat Paşa da bir süre sonra, 24 Ekim 1923'te, Meclis İkinci Başkanlığı'ndan çekilerek ordu müfettişliğine atanmasını rica etti.Fuat Paşa'ya, sanı ikinci başkan olmakla birlikte pek önemli olan Meclis Başkanlığı görevini yapmakta olduğunu söyleyerek bu görevden ayrılmamasını öğütledim.Fuat Paşa'nın rütbesi tuğgeneral idi.Komuta edeceği orduda tümgeneral rütbesinde kolordu komutanları vardı.Geçmiş hizmetlerini göz önüne alarak kendisini tümgeneralliğe yükselttik ve karargahı Konya'da bulunan 2. Ordu Müfettişliği'ne atadık."

...

Mustafa Kemal'le vedalaşırken küçük bir yanlış anlama komedisi de cereyan etti.Rauf Bey kabinenin başından çekildiğini bildirirken "Sizden" dedi, "devletin en yüce makamını güçlendirip sağlamlaştırmanızı özellikle rica ediyorum."

"Size söz veriyorum" diye cevap verdi Mustafa Kemal, "dediğinizi yapacağım."

Ruaf Bey tabiidir ki hilafeti kastetmişti.Fakat Mustafa Kemal cumhuriyeti ve devletin en yüce makamı olarak da cumhurbaşkanını düşünmüş, bundan dolayı da resmen söz vermişti. (...)

Dagobert von Mikusch

...

"Rauf Bey, düşmanların bütün yurdu işgal etmesine yol açabilecek Mondros Ateşkes Antlaşması'nın asker güdümü ile ilgili maddesini oldubitti biçiminde kabul ettiği zaman, milletin ne denli içten yaralandığını ve kaygılandığını duydu mu?Son zamana değin, cumhuriyetin ilanının ertesi günü bile, resminin altına, kendisini tutanlarca "Mondros Ateşkes Antlaşması'nı imzalayan ama Lozan Antlaşması'yla da öcünü alan Rauf Bey" sözleri yazılarak boyuna propagandası yapılan bu kişi, Türk milletinin gerçek isteklerini, içten gelen duygularını bizden daha çok anladığını, o istekler ve duygularla bizden daha çok ilgili olduğunu savlayacak kertede ileri varmamalıdır."

...

"Efendiler, yabancılar halifeliğe saldırıda bulunmuyorlardı; ama Türk milleti saldırıdan kurtulmuyordu.Halifeliğe saldıranlar, Türk'ü çekemeyen Müslüman uluslar değildi.Ama, Çanakkale'de, Suriye'de, Irak'ta, İngiliz ve Fransız bayrakları altında Türklerle vuruşan Müslüman uluslardı.Bunların, Türk milletine kolaylıkla saldırmak için, tutulması yeğ görülen halifeliğin ortadan kaldırılmasını, "Türklük için kendi kendini öldürmektir," diye nitelemeleri ve "Halifeliği ortadan kaldırmak için, biz Türkler girişimlerde bulunuyoruz" sözleriyle cumhuriyetin amacını açıklayıp ilan etmeleri elbette etkisiz kalmadı."

...

TERAKKİPERVER CUMHURİYET FIRKASI VE EN HAİN KAFALARIN ESERİ OLAN PROGRAM

" 'Parti, dinsel düşünce ve inançlara saygılıdır.' sözlerini ilke edinip bayrak gibi kullanan kişilerden, iyi niyet beklenebilir miydi?Bu bayrak, yüzyıllardan beri, bilgisizleri, bağnazları ve boş inançlara saplanmış olanları aldatarak özel çıkarlar sağlamaya kalkışmış kimselerin taşıdıkları bayrak değil miydi?Türk milleti yüzyıllardan beri, sonu gelmeyen yıkımlara, içinden çıkabilmek için büyük özveriler isteyen pis bataklıklara, hep bu bayrak gösterilerek sürüklenmemiş miydi?"

...

"Mustafa Kemal, hükümet başkanı olarak, kendi davasını birlikte yürütebileceği bir ikinci aradığı vakit, aklına ilk gelen İsmet Paşa olmamıştır.Fethi Bey olmuştur.Fethi Bey, şüphe yok, Batı medeniyetçisi idi.Fakat bir devrim rejiminin dikta baskısına aklı yatmayacak kadar liberaldi.Ona göre "şeyler" zorlanmamalı idi, olmalı idi.

Falih Rıfkı Atay


HATIRATLARLA 
KARŞILAŞTIRMALI 
NUTUK

MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ KÜLTÜR A.Ş.


Hatıratlarla Karşılaştırmalı Nutuk - Mustafa Kemal Atatürk 
 İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. - Ekrem İmamoğlu Sunuş Yazısı

19 Ekim 2021 Salı

7'den 70'e Moby Dick - Herman Melville


Moby Dick - Herman Melville 

Maurice Henry

 

Maurice Henry

Hasui Kawase





Hasui Kawase

Cesc Cartoons





Cesc

Türkiye'de Özel İsimlerin Tarihi - Doğan Gürpınar


...

...İsimlerde kadim, tarihsel ve köklü bir şecere öngörüp aslında tarih ve sosyolojye de dudak bükmek aslında tarih ve sosyolojiye de dudak bükmek anlamına gelmektedir.Bugün çok bildik hale gelmiş birçok Avrupa ismi de çok eskiye uzanmayan kurgu isimler olabilmektedir.Peyami Safa için "Moda, tam sosyal ölçüde bir zevk buhranına işaret eder." Safa alışılageldik isimlerin yerlemiş ve oturmuşluğuna karşı daha dün peyda olunan isimlerden memnuniyetsizlik duyarken isim repertuarına bir durağanlık atfetmekte ve kendi dönemindeki büyük devinimi, isim sirkülasyonnıu bir sapma görerek dudak bükmektedir."Eskiden her sınıf ve zümrenin kendine göre tercihleri vardı.Avamın çocukları Ahmed'di, Mehmed'di, Hüseyin'di, Ayşe'ydi, Fatma'ydı.Esnaf çocukları İhsan'dı, Şakir'di, Nizameddin'di, Feyzullah'tı, Zehra idi, Nazmiye idi, Nuriye idi.Oysa ki sadece belli bir dönem aralığında esnafın ya da avamın çocukları X ya da Y idi.İsimler sürekli olarak sınıfsal ayrımları sabit ve altı çizili tutmak için değişmek zorundadır zaten.Bir dönemin bugünden baktığımızda çarpık bir algıyla daimi gözüken isimleri de aslında çoğu zaman çok uzun olmayan bir maziye sahiptir.Giuseppe Tomasi di Lampedusa'nın klasik romanı ve romanından Visconti'nin filme uyarladığı Leopar'da Tancredi'nin (Alain Delon) tutucu amcası Don Fabrizio Salina'ya (Burt Lancaster) dediği üzere; "her şeyin aynı kalması için her şeyin değişmesi gerekir" isimlerin de.

...

Elbette annelerinin dokuz ay karınlarında taşıdıkları çocuklarının apansız öleceği korkusu ve bu endişenin isimlere yansıması Türkiye'ye özgü değildir.Örneğin erken 20. yüzyılda bugünkü Uganda coğrafyasında da tılsım olarak konan isimlerden Kalyongera , "bu da ölecek" demekken Byarufu "bu çocuk ölümündür" anlamına gelmektedir.

...

...Türkiye sosyalizminin tarihsel simalarında Hiikmet Kıvılcımlı'nın ufakken geçirdiği ateşli hastalığı sırasında görülen bir rüyada türbesi olan Ali Baba görünür.Ali Baba çocuğun isminin Ali konulursa  iyileşeceğini söyler.Bunun üzerine uzun bir süre Kıvılcımlı gerçek ismini uzun süre bilmez ve askeri okula gidene kadar Ali olarak çağrılmaya devam eder.

...

...Bazen de ölmüş bir akrabanın ismi çocuğa verilerek o isim yaşatılırdı.Tıpkı 1881'de Selanik'te doğmuş küçük Mustafa gibi:

"Ağabeyim Mustafa doğduğu zaman babam bir kılıç getirerek başına koymuş, annemi de tebrik etmiş.Annemin sütü az geldiğinden babam Ümmügül adında bir sütnine tutmuş.Ağabeyime de ad koymak için bütün hısım akraba toplanmışlar.Birçok adlar söylemişler.Fakat babam bunların hiçbirini beğenmeyerek ağabeyimin adını Mustafa koymuş.Bunun sebebi ise babam küçükken, kardeşi Mustafa'nın salıncağını sallarken onu düşürüp ölümüne sebep olmuş."

...

Peyami Safa'nın ismini veren aslında Tevfik Fikret'ten başkası değildir.Farsça "haber" anlamına gelen Peyami'yi (peygamber=haber, mesaj getiren) aynı isimli İranlı şaire atfen yakın dostu İsmail Safa'nın oğluna Tevfik Fikret vermiştir.

...

Ressam Fikret Mualla'nın (1903-1967) da ismi şairden gelmektedir.Kız olmasını beklediği için Mualla ismini önceden belirlemiş baba, erkek olunca buna bir de Tevfik Fikret'e hayranlığından Fikret'i eklemiştir.Papazın Bahçesi'nde Fnerbahçe'nin kombine almışçasına düzenli çocuk taraftarlarından Fikret Mualla, her gün top peşinde koşturduğundan babasının onu 'adam etmek için' Tevfik Fikret'in hem okuduğu, hem de müdürlüğünü yaptığı Galatasaray'a bu güvenceyle gönderdiğini hatırlar.Yne Hıfzı Topuz'un dayısının ismini "erkeklerin Galatasaray'a, kızların Notre Dame de Sion'a gittiği aydın ailesinin Fikret hayranlığından öğrenmekteyiz.

...

1916 doğumlu Mina Urgan da anılarında isminin Mekke yakınlarındaki şeytan taşlama mahalli Mina Dağı'yla hiçbir ilgisi olmadığını vurgulama ihtiyacı duyar.İki üç yaşında kaybettiği babası şair Tahsin Nahit'in Farsça 'şarap kadehi ya da mavi' anlamına gelen bu ismi özenerek koyduğundan bahsettikten sonra da isminin soyluluğnu gözler önüne serercesine Divan edebiyatından minanın geçtiği msraları aktarır.

...

Edebiyat-ı Cedide'nin Haluk'la beraber en ünlü çocuğu, ölümüyle babasının derin ıstıraplara garkeden (Hasret beni cayır cayır yakarken/Bedenimde buzdan bir el yürüyor/Hayalin çılgın çılgın bakarken/Kapanası gözümü kan bürüyor) Recaizade Mahmud Ekrem'in oğlu Nijad'ın ismi Farsça 'nesil, soy, nesep' anlamına gelmektedir.Haluk'a da, Nijad'a da babaları tarafından büyük misyonlar yüklenecek, ülkenin geleceği ve umulan silkiniş ve yükselişi çocuklarının isimleri daha sonra tanınan bir gazeteci olacak (ve Çiğdem Talu ve Umur Talu'nun dedeleri) Ercüment (Ekrem Talu), Emced ve Piraye'dir.

...

...

Oğluna Haluk ismini veren Tevfik Fikret'in kedisine bile Farsça altın iplik anlamına gelen Zerrişte koyması müstehzi bir şekilde karşılanır.Arı Türkçenin yılmaz savunucularından ama aynı zamanda da bir kedisever olan Nurullah Ataç bu tercihi Tevfik Fikret'in dünyasına dair bir gösterge olarak ele alır.

Kediye koyduğu ada da bakın: Zerrişte...İlle Pamuk, Mestan, Sarman, Zertop desin demiyorum, başka adlar da olur.Ama Zerrişte nasıl olur?Bir deneyin, 'Gel pisipisi, Zerrişte...' Gülünç olmuyor mu?Tevfik Fikret'in kulağı Türkçeye hiç mi hiç alışık değildi de acaba kediyi sahiden böyle çağırabilir miydi?...Tevfik Fikret 'Gel pisipisi demeği şüphesiz bayağı bulurdu; hayvanı belki de "Oh! Şitap et Zerrişte!" diye bağırdı.

Tevfik Fikret'in Zerrişte'nin ölümünden sonra sahiplendiği kedisinin adı ise Rengamiz'dir.

...

...Selahattin bir tarihsel geçmiş inşa etme kaygısındaki entelektüel ve eğitimli kesimde başlayan bir ismin, kültürel farklılaşmalar dolayısıyla, sınıf değiştirdiği isimlere güçlü bir örnektir.

...

...Nitekim karşımıza Darüşşafaka mezunları arasında 1934 mezunu bir Abdülmüntakim çıkmaktadır.Müntakim "intikam alıcı" anlamında Allah'ın 'güzel' isimlerinden (esma-i hüsna) biridir.Anlaşılan Allah'ın Çanakkale Savaşı'nın cereyan ettiği bir zamanda bu vasfını kullanması beklenmiş, umulmuştur.Ancak genç Abdülmüntakim hayatı boyunca Müntekim ismini kullanacaktır.2003 yılındaki ölümünün hemen ardından bir taziyede isminin ve kendisinin acı dolu hikayesini öğrenmekteyiz: "Bir komünist öldü: Müntekim Ökmen...1915 yılına doğduğu zaman babası cephede ölmüştü, babasını hiç göremedi, mahallenin ya muhtarı, ya da imamı o'na "Müntakim" adını verdi, yani 'intikam', bu ismi hiç benimsemedi, 'intikam' bir sosyaliste yakışmazdı, bir harf değişikliğiyle adını 'Müntekim'e çevirdi, 'Müntekim'in sözlükte yeri yoktu ama intikam da değildi.

...

...Kızlar da bu furyadan nasibini almıştır.Onlara Enver ya da Niyazi adı konulamasa da II. Abdülhamid'e karşı dağa çıkan Niyazi'nin dağlarda başıboş bulup sahiplendiği geyik yavrusu da Hürriyet İlanı'nın sembolü ve kartpostalların bir başka ikonu olurken, kızlara da Meral (Geyik) ismini hediye ettiği kaydedilmektedir.

...

...Refik Halit Karay da bu dönemdeki 'öztürkçe isim' furyasını annenin yanı başındaki hastabakıcının, doktor ebenin ve 'yoo, nonoşum' diye konuşan bir 'eski mebus karısı'nın diyaloglarında bu şekilde alaya almaktadır:

"Adını da hala bulamadılar, babası aylardan beri Tarama Dergisi'ni karıştırıyor.Halbuki Ural, Erol, Güney gibi isimlerin modası geçti.Dayım oğluna Cem adını verdi, teyzemin yeni doğan kızı Zeynep...
Hastabakıcı: Amma 8 numaradakiler Tuğunç koydular.
Bayan:Onlara bakmayın siz...Çocuğun babası Türk Dil Kurumu'nda aza."

...

Dünyaca ünlü Türk matematikçi Cahit Arf (1910-1997) olgun yaşlarındaki sosyal demokrat denebilecek çizgisinden gençliğindeki milliyetçi yıllarına oldukça haşin bakmaktadır:

"Vatan millet duygum...çocukluğumda, gençliğimde çok koyuydu.Benim jenerasyonumun çocukluğunda İstiklal Harbi'ni yaşadı.Çocuk, mantıksal hesaptan ziyade duyguların tesirindedir.O dönemi yaşayan insanlarda topluma bağlılık duygusu daha koyu oluyor...Ben bilimsel kanunların yabancı isimli olmasını bile kıskanırdım çocukken, ıstırap duyardım.Adeta bir ırkçı gibiydim yani.Şimdi çok aleyhindeyim ırkçılığın, ama o zamanlar değildim.Kimse bilmez, gençken ismimi bile değiştirmeye kalktım bir ara.Daha Türkçe bir isim olsun istemiştim."

Tosun Terzioğlu'nun aktardığına göre "bu yeni ismi bir süre kullanmış bile.Hatta ona "Cahit" diyenlere kızıp, yeni ismiyle çağırmalarını istermiş.Bu ismin ne olduğunu kendisine sormuştum ama asla söylemedi.

...

...İsmet İnönü'nün de benzer denemeleri yok değildir.Korumalarından Naci Bey kızı olduğunda İnönü'den kızına isim koymasını ister.İnönü düşüneceğini söyler.Ertesi gün Naci Bey'i çağıran İnönü temkinlilikle bir isim bulduğunu ama yadırgayabileceklerini, bu ismi koymak durumunda olmadıklarını kibarca belirterek bulduğu ismi söyler: Kuş.Aile gerçekten de yadırgasa da bir kere rica edildikten sonra İnönü'nün önerisi reddedilmez.Özden Toker 'Kuş'un daha sonraları hukuk fakültesini kazandığını ve arada da İnönü Vakfı'na uğradığını ifade edecektir.Anlaşılan İsmet İnönü isim koymada, isim babalığında Atatürk gibi bir trend-setter olmaktan çok uzaktır.

...

İstanbul Üniversitesi'nde öğretim üyesi şarkiyatçı Ahmet Ateş 1944 yılında, yani II. Dünya Savaşı'nın kasvetli günlerinde ve Sovyetler Birliği Stalingrad muharebesi sonrası kuzeyde ürkütücü bir güç olarak  yeniden boy göstermişken oğlu Ertunga'ya kardeş gelince ikinci oğlunun ismini Toktamış (Ateş) koyması belki de Türkçü ve anti-komünist motivasyonla Altınordu hükümdarı Toktamış'ın Moskova'yı yağmalamasına ve binlerce Moskovalıyı öldürmesine atfendir.

...

Muhafazakar-Anadolucu (ve daha sonra Adalet Partisi'nden milletvekili) gazeteci, yayıncı, yazar ve Milli Şef döneminin keskin muhalifi Osman Yüksel Serdengeçi (1917-1983) (milliyetçi-muhafazakarların nüktedan buldukları şekilde) iki İsmet'ten yana dert yanmıştır.Eşinin adı da İsmet olan çocuksuz Serdengeçti'ye göre bir İsmet kendisini hürriyetinden, diğeri ise zürriyetinden etmiştir.

...

...Altan Öymen'in hatırladıkları da benzerdir:

"İlk sınıfta okunan alfabe kitabı, bana başka çocuklara göre çok daha ilginç geliyordu.Çünkü kitapta baştan itibaren kullanılan erkek çocuk adı Altan'dı.Resimlerde görülen şaşkın yüzlü çocuk, Suna adlı kızın karşısındaysa ve elinde top varsa, altındaki yazı "Altan ona top at"tı.Bir atın yanındaysa "Altan ata nal al"dı.Bu niçin böyleydi?Alfabe A ile başladığına göre, Alfabe kitabında geçen örnek çocuk adının da A ile başlaması normaldi.Ama bu niçin Altan'dı?Ahmet değil, Ali değil de Altan'dı.Altan adı çok yaygındı da ondan mıydı?Hayır, tam tersine.Altan adı da, babamın adı gibi hiç yaygın olmayan bir addı.Daha yeni icat edilmişti.Öyle ki, ben Alfabe kitabını görene kadar adı Altan olan başka birini bilmiyordum.Hatta var olacağını da sanmıyordum."

Öymen, bu fişler sebebiyle hem okulda "şöhret" kazanmış ancak öte yandan şöhretin bedeli olarak  teneffüslerde oyun oynarken dalga geçilmiş "Altan ata atla" veya "Altan ata ot at" şeklinde tempolar tutulmuştur.Altan Öymen'in parlak bir gazeteci olan ve erken yaşta geçirdiği kalp krizinden hayatını kaybedecek 1938 doğumlu kardeşi de, soyadlarıyla aliterasyonlu şekilde Örsan olacaktır.Öymen'lerin soyadının da hikayesi benzerdir: "Babamın 1934'teki Soyadı Kanunu'ndan sonra seçtiği soyadımız 'Öymen' de, o dönemin yeni çıkan sözcüklerden oluşmuş.Ama onun iddiası vardır.'Öy' fikir yerine kullanılsın diye oluşturulan bir sözcük, 'men' veya 'man' da adam veya insan yerine...'Öymen' fikir adamı veya fikir insanı anlamına gelir diye düşünülmüş.

...

Aysel isminin alınmasında anne babalar için önemli olan etimolojik hassasiyet değil fonetiktir.Kendisinden hemen önce popülerleşen Ayten üzerine bir doğaçlama olduğu da düşünülebilir.Ancak popülaritesi Ayten'i çok daha aşacak, sadece şehirlerde kalmayarak, hızlı bir şekilde köylere de yayılacaktır.İlhan Başgöz Kars'ın bir köyünde çocuk isimlerini gözlemlerken tam dört tane köylü kız öğrencinin isminin Aysel olduğunu saptar.Hepsinin kökeni ise köydeki öğretmenin kızı Aysel'dir.Aysel'in alt sınıflara sirayeti ve nüfuzu zamandaşı isimlere göre çok daha hızlı ve bariz olmuştur.

...

...En ilginç ve cesur olduğu kadar dönemin ruhunu anlatan bir isim ise o dönemki rütbesiyle hava muharebe yüzbaşısı Turan Çağlar'ın kızına verdiği isimdir.Kızı doğduğunda Napoli'deki NATO karargahında görev yapan Çağlar, herhalde Napoli NATO karargahında doğan ilk çocuk olduğundan, kızına Nato ismini vermiştir.Daha sonra Talat Aydemir'in darbe girişimlerine de adı karışan Çağlar 1977 yılında ise ABD'ye askeri sırları sattığı için bir suçüstü yakalama operasyonu neticesinde casusluktan tutuklanır ve mahkum olur.Kızı Nato ise bu sıradışı adını kullanmaz ve evlendikten sonraki soyadıyla kamuoyuna Lale Manço olarak malolur.

...

Sinan Cemgil'i Nurhak'ta öldürüldüğü sırada hamile olan eşi doğan oğluna Taylan Özgür'ün anısına Taylan ismini vermiştir.Bir devrimci şehidin oğlunun bir başka devrimci şehidin adını alması bir sosyalist menkıbeye el verdiği gibi yumruk yapılmış ellerle bir devrimci slogana dökülecektir: "Öldü Sinan, doğdu Taylan / Omuzladı silahını" Hollanda'dan bilgisayar mühendisliği doktora derecesi alan Taylan Jr. akabinde de Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümünde öğretim üyesi olacaktır.Ancak daha annesinden meme emerken, bir iki aylıkken adına türküler yazılan, sloganlar atılan Taylan Cemgil isminden beklentileri ve ona yüklenen ağır misyonu karşılamayacak, sosyalist görüşe ve kamusal alanda siyasi angajmana uzak saygın bir akademik kariyeri tercih edecektir.

...

"Çocuklarımızın adları siyasal tarihimizi yansıtır bizim.1970'lerde tutukluyken de, işkence görürken de, darağacına götürülürken de umutluyduk.Adını Umut koyduğumuz çocuklarımızın yirmi yıl sonra sokaklarda  vurulacağını, kuduz hayvanlar gibi sıkıştırılıp öldürüleceğini, her şeyin böyle yıkılacağını, tuzla buz olacağını bilmiyorduk." (Oya Baydar , Sıcak Külleri Kaldı)

...

İslamcı yazar Hakan Albayrak Mescid-i Aksa'yı ziyaret ettiğinde Müslüman olmayanların girdiği kapıya yönlendirilince itiraz eder.İsmi sorulunca; "Abdullah, Muhammed, Hasan gibi bir isminiz yok mu?" şüpheci cevabını alır.Müslümanlığını havada bırakan Hakan ismini Filistinli görevli beğenmez.Hatta pasaportundaki baba adı Ziya ve anne adı Gülbeyaz'ı da beğenmez.Albayrk güç bela Müslümanlar için ayrılan kapıdan girer.Ama alınacak dersler vardır: "Aslına bakarsanız, Mescid-i Aksa'nın kapısında böyle bir şey yaşamak benim için iyi oldu.O gün, 'Çocuklarım olursa onlara inşallah Ali veya Ayşe gibi İslam dünyasının her köşesinde bilinen  ve itibar gören  isimler takacağım diye kendi kendime söz verdim.İki çocuğum oldu.İkisi de kız.Büyüğü Ayşe, küçüğü - gene Ali olmadığı için- Fatma.

...

Aydın Selcen anılarında kendisinin sefaretteki içki sofralarından kolajlanmış bir kaset komplosuyla tasfiye edilmesindeki mesuliyeti dolayısıyla, metninin bir tür anti-kahramanı olarak kurguladıdğı Ahmet Davutoğlu'nun İslam'la hemhal olmuşluğunu ve zihninin dar bir İslami dünyaya gömülülüğünü anlatırken bu yargısına destek için Selcen'den yeni doğmuş kızına dair aralarında geçen bir anekdottan faydalanır:

"Kızım yeni doğmuştu.Günün sonunda büyükelçiliğin resmi araçlarından biriyle Davutoğlu ile Ali Sarıkaya'yı sefaretten otellerine bırakacaktık...Sarıkaya...'adını ne koydun?" diye sordu.'Alaz' dedim.Anlık bir sessizlik oldu.'Ne demek Alaz?' diye sordu.'Alevin en sıcak, hani şu mavileşen ucu' diye yanıt verdim.Sessizlik devam edince, 'eski Türkçe, Azerilerde de var, hatta erkek çocuklara da veriliyor bu isim' diye ekledim...Neden sonra Davutoğlu 'Allah Allah, nereden çıkarıyorsunuz bu isimleri" diye camdan dışarı bakarak kendi kendine konuşur yahut beni paylar gibi söylendi.

...

Burhan Felek; "Zeki isimli çocuk aptal oluyor, Halim Bey çok öfkeli bir adam, Atila pısırık birisi, Ayten koyu esmer bir kadın" diyerek isim-karakter uyuşmazlığını bir çelişki olarak görmektedir.

...

Doğan Gürpınar
Türkiye'de Özel İsimlerin Tarihi
Telemak Kitap

17 Ekim 2021 Pazar

Cellat - El Verdugo (1963), The Executioner - Luis Garcia Berlanga

 


 Cellat - El Verdugo (1963)
The Executioner - Luis Garcia Berlanga

Havva - Vüs'at O. Bener Öyküsü


Benim saçlarım yumuşak.Havva'nın saçları keçe gibi.Annem ustura ile iki defa kazıttı saçlarını uzasın diye, ama uzamadı, kısa kaldı.Burnu da öyle biçimsiz ki!Yamyassı.Tıpkı okul kitaplarımızdaki maymunun burnuna benziyor burnu.Hiç sevmiyorum onu.Pis, hırsız.

Annem, bu gün onu bir temiz dövdü.Tabii döver.Misafir odamızdaki güzelim halımızı kesmiş.Deli mi ne?Annem: "Kız niye kestin halıyı?" dedi.O: "Kuş var halının içinde", dedi "Beyaz kuş.Onu çıkartacaktım." Gördün işte kuşu.Bir "Töbe töbe ana" bellemiş, onu söyler.

Bari bir işe yarasa. Ne olacak görmemiş ki!Sen onu bırak, öteyi karıştırsın, beriyi karıştırsın sade.Miskin.Üstüne bir de ağır.Sekiz saatte bir bulaşığın içinden çıkamaz.Sonra da doymak bilmez.İyi vallahi!

Geçen gün de ne oldu.Annem misafirliğe gitmişti de.Evde yalnız kaldık bununla.Bizim komşu imamın oğlu Recep evimizin önünden geçti.Döndü gene geçti.Ondan sonra da oturdu karşı kaldırıma, şarkı söylemeğe başladı.Nasıl da bağırıyor pis. Bu da oturuyordu sedirde.Bir fırladı durup dururken yanımdan.Korktum. Sonra merak ettim, ne oldu buna diye.Gidip baktım arkasından. Mutfağa girmiş, pencereyi açmış el sallıyor utanmaz.Anneme söyleyeceğim ama.Görür gününü o.Lekeli entarimi sakladığım yerden çıkarıp anneme göstermesini biliyor ama.Ne yapayım.Dut lekesi işte.Çıkmadı.O kadar uğraştım.İnşallah başına bir bela gelir de kurtuluruz.Allahım şunu öldür!

Nasıl çıktı dediğim.Oh olsun!Kütük gibi şişti bacağı.Geceleyin asmadan üzüm koparmağa çıkmış, düşmüş, doğru idare lambasının üstüne.Cam kırıkları yağına girmiş hep.Aptal.

Babam da çok merhametli.Kalktı bu çirkin kızı İstanbul'a götürdü.Yalnız kaldık. Annem gizli gizli ağladı.

Bir aydır rahatız.Keşke hiç gelmese bu Havva.

Geldi ama.İyi olmuş.

Annem dün dedi ki: "On baş soğan koysam bu kızın önüne yiyebilir mi acaba?" "Koyalım anne, bakalım yiyebilecek mi?" dedim.Koyduk.Vallahi bitirdi hepsini.Şaştık kaldık.Gözlerinden zırıl zırıl yaş akıyordu da gene yiyordu.Sonra annem: "Kız sigara da içer misin?" dedi."İçerim", dedi."Al şunu iç hadi."Meğer sigaranın içine tuz koymamış mı annem.Çıtır çıtır sesler çıkmaya başlayınca korkusundan sigarayı atıp öyle bir kaçtı.Katıldık gülmekten.

Sütçü Hacı bunun için bıçak çekmiş guya Recep'e.Bir de bu çıktı.Geçen gün annemin yanında da söylemez mi!Öyle kızdı annem."Kız nasıl söz o öyle", dedi."Duymayım bir daha bak.Yoksa öldürürüm seni."Annem öyle dedi, ama o gene bana: "Valla bıçak çekti kız", diyor.

Annem bir yere gittik mi onu eve kilitler.Yoksa alır başını gider.Bir gün az daha ölüyordu.Annem çamaşırlığa kilitlemişti de.Maltızda kömür varmış.Akılsız pencereyi açıversene.Neler çektik.Sarımsaklı yoğurt yedirdik.İçim bulanıyor.Altına etmişti.

Fatmanım diyor ki: "Bu kız kedi canlı, gebermez."Haklı.Domuz gibi yiyor.Ama ne versen.İki tanecik misafir şekerini anneme söylemeden aldım diye, on değnek yedim avcuma.Onun yüzünden.Nereden de görmüş fesat.

Annem de tuhaf ama.Başını dizlerime koyuyor, öyle yatıyor.Bazan da dizime daha çok bastırıyor gibi geliyor bana.Dizim çok ağrıyor ama çekemiyorum.Yüzüme öyle tuhaf tuhaf bakıyor ki!

Sonra bir gün kapıdan dinledim.Babam anneme: "Aç ağzını tüküreceğim", diyordu.Annem de: "A! Bey olur mu öyle şey", diyordu.Sonra babam kalın kalın güldü: "Denedim seni be!" dedi. "Sen ağzını aç bakalım bir kere, tükürecek miyim?"Şaştım kaldım.

Neden böyle konuştular?Kaç kere anneme sorayım dedim, sonra vazgeçtim.Kapıdan dinlediğimi anlarlar diye.Zaten annemden ödüm kopar.Vururken sesini çıkarmayacaksın.Hele bağır.Ben bağırmıyorum ama ağlıyorum.O deli hiç ağlamaz.Avazı çıktığı kadar bağırır sade.Babam kaç kere: "Bu kız adam olmayacak, gönderiverelim köyüne gitsin." dedi.Gitse de kurtulsak ya.Annem: "Acıyorum kıza", dedi."Kimsesi yok.Hem kuvvetli. İşime yarıyor.Nasıl olsa lazım biri." Bari o kadar iyilik ediyoruz, o da uslu uslu otursa ya.Bir de tutturmuş karnım ağrıyor diye.Ağzı öyle fena kokuyor ki!Sonra iki de bir, solucan bulup beni korkutuyor.Bu yüzden iştahım kesildi.Anneme de söyleyemedim.Söylesem o da sürahimizi benim kırdığımı söyleyecek anneme.Halbuki Mestan kırdı sıçrarken.O kırmadı ama ben öyle dedim anneme.Ne yapayım ucunda sopa var sonra.

Havva üç gündür hasta.Evin içi leş gibi kokuyor.Ne yaptıksa kar etmedi.Alttan üstten gidiyor.Kimi sürgün dedi, kimi humma.Doktor da adını unuttum bir şey dedi.Allah korusun hepimiz ölürmüşüz.Sonra değil, dedi.Bereket ben okula gidiyorum.Kokudan durulmuyor yoksa.

Neyse onu kömürlüğün yanındaki odaya koydular.Babam evi badana ettirdi.Annem de günlük yaktı.Benim odamın duvarları yeşil.Ben bazan aşağıya inip penceresinden odasına bakıyorum.Çırpınıp duruyor. Kazık kadar kız ufalıvermiş.Ne oldu buna?Ama o ölmez ki.Gene iyileşir.Bacağını keseceklermiş İstanbul'da.Keşke kesselerdi.Otururdu bir köşede hiç olmazsa. Hep pis boğazı yüzünden başına bu belalar geliyor.Şimdi pişman olmuş kaç para eder.Annem sıkıştırdı da söylemiş.Çöplüğe attığımız yağ tenekesinin dibini sıyırmış, yemiş de ondan böyle olmuş.Komşular paslı tenekeden zehirlendi diyorlar. Annem: "Bir de okutsak mı acaba" diyor.

Annem bu gün ağlıyordu.Zavallı annem. Beni çok döver ama onu çok severim.Kaç bayram kendi güzel elbiselerini bozdu da bana dikti."Niye ağlıyorsun?" dedim."Havva ölecek galiba kızım", dedi. "Ona ağlıyorum." Birden benim de içim doldu.Ben de ağlamaya başladım". "Havva ölecek ha! Ölmesin anne!" "Belli olmaz kızım. Her şey Allahtan. Hadi git ağlama." Annem öyle dedi, ama ben ağladım. Sonra inip odasına penceresinden baktım.İki tarafına çırpınıp duruyordu."Allahım ne olursun ölmesin", dedim.Allahım öldürme onu! O gene çarpınıp duruyordu.Birden karnıma bir ağrı girdi.Bağırayım dedim, sesim çıkmadı.Ortalık da kararıyor.Olduğum yerde kalakaldım öyle.Neyse ki köpeğimiz geldi yanıma.Kuyruğunu sallayarak.Kafasını okşadım köpeğimizin.Sonra onunla merdiven başına kadar geldik.Karnımın ağrısı geçti.

Az sonra, annem, babam, doktor geldiler.Ben de kapı aralığından baktım.Doktor, Havva'nın koluna iğne yaptı.Havva bağırmadı.Üçü de durup beklediler.Babam çenesindeki sivilceyle oynuyordu.

Sonra annem babamın yüzüne baktı.Babam eğilip doktorun kulağına bir şey söyledi.Doktor başını salladı.Sonra Havva'nın gözleri açıldı. Annem Havva'nın yanına gitti, yatağına diz çöktü."Kızım Havva iyi misin evladım?" dedi."Bak iyileştin artık. Canın bir şey istiyor mu?Ne pişireyim sana?" Havva baştan bir şey demedi.Sonra gözünü iri iri açtı: "Baklava", dedi.Sonra da öldü.

Vüs'at O. Bener
Havva

Desclozeaux (Jean-Pierre) Karikatürleri





Desclozeaux (Jean-Pierre)