Eski Su Şarkısı - Haydar Ergülen
16 Ekim 2018 Salı
ku(r)şun lezzeti, selçuk altun
Orada insanat yılda iki kez gazete okuduktan sonra kusar ve iyileşmeye çabalardı.
Die Fliegenpein, Elias Canetti
"Yaşamı bir kentte ıskalamışsan, diğerlerinde de ıskalarsın" buyuran neo-Bizans şairi Kavafis'e kanığımdandır; varsıl ve bir başıma olduğum halde İstanbul'dan firar edemedim.
---
Kesin dönüş uçağının tekerlekleri toprağı sıyırdığında elimde Edirne kökenli yazar Elias Canetti'nin aforizma kitabı vardı.İlahi bir gücün mü buyruğuyla, "Bir ülke ki insanatı kulaklarını örtmenin dışında çırılçıplak gezer.Ve orada tüm ayıp, kulak içinde ikamet eder." cümlelerinin altını kurşunkalemle çizmişim.
---
Babanız kendisiyle barışmasının acısını günde üç paket sigara içerek çıkarıyor.
---
Volga, Volga, Volga
Kaç satırlık bir veda pusulası yazacağımı ve yazdıklarımın eline geçip geçmeyeceğini bilmiyorum.Tek bildiğim, "artık dayanamayacağımdır" Güzelim!
İki gizemli sapkınlığım vardı; önce İstanbul'un saklı geçmişine sonra münzevi bir estete aşık oldum.Onlara kavuşmak yerine ortak tuzaklarına düştüm.Beni hedefe ulaştırmayan çabalarım yüzünden pişman değilim.Arkamdan hiç olmasa "sığ bir kadındı" denmeyeceğini biliyorum Güzelim!
Bizans'la ilgili dev kaynaklarım, son kez, bak nasıl işe yarayacak.Bir "ev kazası" sanılması için önce kitaplık rafını devireceğim.Armağanın seccadenin üzerinde kitaplardan mürekkep bir küçük labirent kuracak, sonra meyhoş başımı hava almayacak şekilde içine hapsedeceğim.Nobelist yazar ve hısmım Elias Canetti'nin, "Yeryüzü beş dakika içinde çöle dönüşecek olsa, tutunulası tek kitaplar var" dediğini de anımsatırım Güzelim!
---
Telefonda annem, "Oğlum, Mehmet İsa Efendi'yi anımsar mısın?" demişti.
"Anne ben bu ıssız sokağa anımsamak değil, unutmak için sığındım" diyemezdim maalesef.
---
Emo gece misafir odasında yattı.Heybetli yatağımı ikizlerle paylaştım.Celal sağımda, Zülal solumda başparmakları ağızlarında uykuya daldılar.Minik ayaklarıyla bedenimi tekmelerlerken Derik'teki sıcak yaz gecelerini anımsadım.(Evlerinin düz damında yatan yerlilere imrenir, yatak odamın tavanında seğirten kertenkelelerin uyurken ağzıma girmemesi için dualar bestelerdim.)
---
'Yaş otuz beş yolun yarısı eder' dizesinin şairi Cahit Sıtkı kırk altı, 'Her ölüm erken ölümdür' buyuran Cemal Süreya elli dokuzunda giderken benim beklemeye hakkım yok.
---
"Yaşamı, satılık olmayan şeyleri aramaktan ibarettir."
"Romanlarını yazmaz yürürdü."
"Kan görmeye tahammülü kalmayan kaplan."
"Karmaşık bir durum: Ölümsüzlüğe önce bir köpeğin ulaşması."
"Yalnızca renkler aşkına bile ebediyen yaşamak."
"Tanrı yakın tarihten ders almamızdan hoşlanmaz."
"Ya her şeye rağmen, Tanrı'dan da saklanabilen sır varsa?"
"Hiçbir engel ırmaklar denli kışkırtıcı değildir."
Elias Canetti
---
Bir kurşunun insanın bedenine verdiği acının lezzetini hep merak etmişimdir.
---
Ülkenin kısmen ıskalanmış şairi Güven Turan'ın 101 Bir Dize adlı şiir kitabını henüz bitirmiştim.Her biri şiir kıvamında on dize* seçtim.
*
1) Bir mürdüm eriğinin buğusunu siliyorum, bir fırtına açılıyor.
2) Kendi sesinden tanır kışın geldiğini kavak ağacı.
3) Dayanmış sarmaşıklarına, ayakta durmaya çalışıyor ahşap köşk.
4) "Dur orada, aşma çizgiyi" diyor açıkdenize fener.
5) Sen aşksın, bilirsin, yalnızlığın gözleri ne renk?
6) Hüzün gelir çöker çimenlere...Kırağı.
7) Ah bu ayrılık; tırnağın arasına saplı kıymık...
8) Rüzgârın söylediğiyle yetin, söz dilsiz.
9) Takılıp kaldın kentlere; sevda bekleme.
10) Bütün gece yandı lambam; tek seyircisi sendin penceremin ayışığı.
---
Havaalimanına seğirttiğim sabah bezgin duvara,
"Butterflies die fast/Does hope die last?" (Hızlı ölür kelebekler/Umut mudur son ölen?)
dizeleri nakşedilmişti.
---
"Zavallı koyun sürüsü...
Çobanı da o besler,
köpeği de, kurdu da..." Türk Atasözü
Selçuk Altun
Ku(r)şun Lezzeti
sinema hikayeleri, alexander kluge
Bu noktada izleyicilerden biri (anlaşılması güç ve kısık sesle konuşuyordu, bu da sözünün bölünmesinin kolay olduğu anlamına geliyordu) "körü körüne mutluluğun" "körü körüne mutsuzluğun" antitezi olduğunu söyleyerek yanıtladı."Körü körüne mutsuzluk" anı bırakmadan sonlanır (tıpkı savaşta hücuma kalkan, sürekli emir almanın ıstırabından kurtulmaktan başka hiçbir şey istemeyen, bilinçsizce ve durmaksızın koşan, ama kurtarıldıktan sonra tüm bunları unutan askerler gibi).Rem Koolhaas'a göre ne Coney İsland'ın otomatları ne de daha sonra "filizlenen sinema" "körü körüne mutluluk" vermeye yetecek güçte bir umut doğuramazdı.Oysa sürpriz anları, başka dünyalara dair ani içgörüler ve filmin akla getirdiği anılar "körü körüne mutluluğu" ima eder ve bununla ilgili söylentiler kulaktan kulağa yayılır.Böylesi "körü körüne mutluluk" anlarının olabileceği iması bile yeni bir medyanın haklı çıkarmaya yeterlidir.
---
...Aslında büyük sergilerin filmlerinin (örneğin Başkan McKinley'in öldürüldüğü Buffalo'daki Panamerikan Sergisi gibi) veya katil Czogolch'un idamı ve Amerikan gemilerinin Havana Limanı'nda batması gibi olayları konu alan filmlerin sinematografik röprodüksiyona olan talebi karşılayamayacak kadar nadir oldukları anlaşılmıştı.Profesör Hansen'e göre, eldeki hammadde -gerçeklik- sinematografik gereksinimi karşılamaya yetmiyordu.Kurmaca konulardaki enflasyonun nedeni buydu.
---
"Ölü bir yıldızın bedeninden birçok ruh beslenir."
...İmparatorluk sarayında geçen bir filmde oynayan 200 figüran için üzerinde Muhafız Süvari Alayı arması olan iç çamaşırları dikilmişti.
-Filmde iç çamaşırları hiçbir zaman görünmüyor.
-Yüzlerindeki gururlu ifadelerde görünüyorlar.
---
...Yönetmenler ve dramaturglar bu "savaş enkazının" izleyicide bir hayranlık uyandırdığını fark ettiler.Daha evvel ulaşılmaz olan güçlü bir isim ve servet sahipleri, artık yakından görülebiliyordu.Bu, para karşılığında onur kırıcı işlerde (uşak,kahya,kart oyuncusu,yaşlı kadınların refakatçisi olarak) çalışmaya hazır oldukları anlamına geliyordu.Günlük hayatta özgür bir kadının kendisine bu atıl insan yığınından hayat arkadaşı seçtiği oluyordu: gelenek (kadın) ve yeni edinilen zayıflık (subaydaki) birbirine muhtaç oldukları için, güçlü bir birlik oluşturuyordu.
Sinemayı ele geçiren bu fantezi akıntısına kapılanların çoğu, gerçek hayatlarıyla uyuşmasa bile bu olasılıkla oynuyorlardı.Ernst Lubitsch buna "gözden düşmenin dramatürjisi" demişti.Die Bergkatze'de, bir soyguncu çetesinin başına geçen Avusturya-Macaristan teğmeni ve önce çeteyi yöneten , sonra da teğmen ile evlenen genç kadın konu edilir.Bundan böyle, zayıflık gösteren hiçbir adam kendini vurmak zorunda kalmayacaktı.
---
Bugünün hatası yarının kalitesidir.
---
Faşistler mutluluk vaatlerinde hep cömert olmuştur.
Ve çekici felaket tasvirlerinde açık yürekli.
---
...Kaufman çekim için akordeon, trompet ve iki piyanodan oluşan dört kişilik bir orkestra istemişti.Civar kasabalarda orkestraya bir de keman katılmıştı.1917 yılına kadar perdelere hakim olan melodramlardaki gibi, film sahnelerine eşlik eden müzik.
İlk olarak "dönüşümlerin" sekansları: beyin, kaslar, sinirler, eller veya ayaklar hareket etmektedir.Elbiseler, elektrikli ışıklı, tahıl, dokuma, et ürünleri, hatta para üretilir.Bu üretimlerin her birinin dönüş yolu gösterilir.Örneğin, yirmi dakika önce kesilen ineğin hatırası.Şimdi mezbahadayız, organları tekrar içine dolduruluyor.İneğin vücut parçaları tekrara birleştiriliyor.Derisi üzerine çekiliyor.Geri geri giden inek (yalnız veya sürüsüyle) mezbahayı terk ediyor.Kır yollarından köyüne, otlağına yol alıyor.Mutlu inekler.
Alexander Kluge
Sinema Hikayeleri
Lemis Yayın
barakmuslu mezarlığı, attila ilhan
barakmuslu mezarlığı
kuş uçmaz kervan geçmez karanlık tuttu yolları
gözün gönlün kararmış sen nasıl gecesin hey gidi
buğdaysız çavdarsız kara ekmeğe benzersin
yıldızların hani yıldızların çiçeklerin nerdeler
kalbin neden durmuş rüzgârı kesilmiş değirmen
gibi
suya indi çakallar suya indi söğüt dalları
barakmuslu mezarlığı kımıldanır için için
barakmuslu mezarlığı'nda seyran seyran ölüler
kuş uçmaz kervan geçmez karanlık tuttu yolları
gözün gönlün kararmış sen nasıl gecesin hey gidi
ben ne inim ne cinim ben bir garib âdemim
barakmuslu köyünden selâmsız oğlu bekir
yıkılası hânede sekiz boğaz avcuma bakar
ben kendimi toprak bilirim toprak beni baba bilir
benim köyümde avrat bile toprak gibi sevilir
ben ne inim ne cinim ben bir garib âdemim
nideyim bû mezarda babam yok yalnız anam var
dedem yok bu mezarda fukara ninem yatar
söyleyin dağlar taşlar ben selâmsız oğlu bekir
iki gözüm iki ateş parçası iki taş parçası iki elim
yıkılası hânede sekiz boğaz avcuma bakar
gece düşer barakmuslu mezarlığı dirilir
barakmuslu mezarlığı'nda seyran seyran ölüler
bir giden bir daha dönmez gitti gider
sen harami yusuf her yaranda bir çiçek açmış
sen hasretli şâkir mapuslarda ölen şâkir
evlâdım kadir nasıldı o seni dağda mı vurdular
ya hüsne gelin yar yoluna serden geçmiş
fâdime'm sıtmalar girdi kanına fâdime’m
barakmuslu mezarlığı cümlenize mekân oldu
barakmuslu mezarlığı’nda koyun koyuna girdiler
bir giden bir daha dönmez gitti gider
barakmuslu mezarlığı cümlenize mekân oldu
iki elim kızıl kanda selâmsız oğlu bekir'im
hem babam hem dedem yâdellerde kurban oldu
herkesin kökü toprakta bir ben köksüz gibiyim
şavkın yok ateşin yok sen nasıl gecesin hey gidi
gözün gönlün kararmış tadın tuzun kalmamış
yıldızların hani yıldızların çiçeklerin nerdeler
ben ne inim ne cinim selâmsız oğlu bekir'im
benim babam benim dedem yâdellerde öldüler
bir giden bir daha dönmez gitti gider
neylersin oğlum bekir bak işte ben dedenim
benim mezarını yoktur dardanos şehitlerindenim
kül oldu yirmi-üç baharım kıvırcık bir mart günü
başımı ayrı gömdüler gövdemi ayrı gömdüler
ya gâzi ya şehid diye geldik şehid olduk
iki gözümle gördüm topların ölüm tükürdüğünü
tövbeler olsun göklerin veremli gibi öksürdüğünü
neylersin oğlum bekir şehidlik alın yazısı
benim dedemin de tarabulus'tan geldi künyesi
biraderim İsmail vurulmuş akar kanları
ah şipka’nın balkanları ah şipka'nın balkanları
ninen köyde uyudu biz gâzâ'da uyuduk
kırıldı kanadımız kaldık çöllerde
ya gâzi ya şehid diye geldik şehid olduk
ben Sakarya'da bir kavak ağacıyım yel eser
inilerim
sakarya ığranıp gider ben Sakarya'yı beklerim
selâmsız duran çavuş barakmuslu’dan
ah başıma gelenler yapraklarım gözlerim
ben Sakarya'da bir kavak ağacıyım yel eser
inilerim
benim mezarım yoktur ben üçüncü taburdan
bir kahbenin kurşunu geldi gelip ciğerimi deldi
at ölür meydan kalır yiğit ölür şan kalır
ben öldüm selâmsız çavuştan bir garib kavak
kaldı
telli kavak telli kavak ne uzarsın boyuna
suya indi çakallar suya indi söğüt dalları
söğüt yaprağı narin gözlerim yanıyor gözlerim
kuş uçmaz kervan geçmez karanlık tuttu yolları
ben ne inim ne cinim siz kimsiniz kimsiniz
derviş gibi nerden gelip böyle nereye gittiniz
barakmuslu mezarlığı kımıldanır için için
benim dedem benim babam yâdellerde öldüler
yüreğimi zehir ettin sen nasıl gecesin hey gidi
kapkara gözü yaşlı mezar taşma benzersin
yıldızların hani yıldızların çiçeklerin nerdeler
ben ne inim ne cinim selâmsız oğlu bekir’im
yâdelde ölmek istemem dedem gibi babam gibi
iki elim kızıl kanda sekiz boğaz avcuma bakar
ağlar mı şipka’nın balkanları ben ağlarım
babam duran çavuş'tan kavak ağacından dilerim
telli kavak amanın telli kavak derdime bir çâre
yüreğimde bir yılan çöreklenmiş yatar
barakmuslu köyündenim selâmsız oğlu bekir'im
ben bu köyde doğmuşum bu köyde ölmek isterim
Attila İlhan
kızıl ot, boris vian
...Bir tutkusu olsun isterdi.Önce görmeliydi, bu düşüncelerini berraklaştıracaktı.Kabinin kapısını açtı, bir ayağını içeri attı ve eldivenli elleri çubukların üzerinde kasıldı.Motorun titreşimini parmaklarında hissediyordu.Kendisine ait olmayan bir ağdaki örümcek gibi gördü kendini.
---
Bazılarında bir kesinlik, özleri çoktan yitip gittiği için yeniden hissedilmesi imkansız olan ve hatırlayanların konuşmalarıyla veya fotoğraflarıyla sonradan biçimlenen, uydurma çocukluk izlenimlerinin sabitliği vardı.
---
Oldukça yağlı, küçük bir oğlan çocuğu olduğumun ve, tombul yanaklarımla çevrili ağzımdaki küçümseyici kıvrımın bana sadece çişimi tutuyormuşum havası verdiğinin hiç mi hiç farkında değildim.
---
Korktuğum, utandığım , hayal kırıklığına uğradığım için, kayıtsız kahramanları oynamak istedim.Bir kahramandan daha yalnız ne vardır?
"Bir ölüden daha yalnız ne vardır?" dedi Bay Perle ilgisizce.
---
"Denizde," dedi Sandre, çeşitlilik vardır.Birbirine benzeyen iki dalga yoktur.Burada hep aynı.Evler ve evler.Beceremiyoruz.
---
"Bu, bir esrarın yerine kelime koymaktır."
---
"Tüm öteki Galyalılar gibisiniz," dedi Lazuli."Göğün başınıza yıkılmasından korkuyorsunuz.Bu yüzden, daha önce davranıyor ve kapanıyorsunuz."
---
"Tüm bunlar, hayal kırıklıkları" dedi Wolf."Çünkü devam etmiyor."
"İnsanın içinde kalıyor," dedi Lazuli.
"Ama devam etseydi bile," dedi Wolf."Sonu aynı olurdu."
---
"Dine karşı, küçük çocuklara yakışır bir hıncınız var," dedi.
"Sizin de küçük çocuklara yakışır bir dininiz var," dedi Wolf.
---
"Önemli olan nokta," dedi Bay Brul kelimeleri özenle birbirinden ayırarak, "varoluşunuzdan duyduğunuz tiksintiye tahsilinizin nasıl katkıda bulunduğunu tanımlamak.Zira, sizi buraya getiren neden de bu, öyle değil mi?
---
"Hepimiz yıpranıyoruz..." dedi.
"Evet, kuşkusuz" diye cevapladı Wolf, "ama tam olarak bu şekilde değil.Biz yaprak döküyoruz...yıpranmamız içten geliyor.Daha az çirkin bir şey."
"Yıpranma bir kusur değildir," Bay Brul.
"Kusurdur," diye cevapladı Wolf."Yıpranmaktan utanmalıyız."
"Ama" diye karşı çıktı Bay Brul, "bu herkes için geçerli."
"Yaşamış olduktan sonra, yıpranmak o kadar önemli değil" dedi Wolf."Benim karşı olduğum şey, yaşama yıpranarak başlamak.Bakın, Bay Brul, benim görüş açım gayet basit; havanın, güneşin ve otların olduğu bir yer varolduğu sürece, orada hiç bulunmamış olmaktan üzüntü duyulmalı.Özellikle gençken."
---
"Yaz bir kenara," dedi Wolf, "artık hiçbir şey arzulamamanın iki hali vardır: istediğine sahip olmak ya da ona sahip olunamadığı için bezmiş olmak."
---
"Kendini benim yerime koy, ben ol," dedi Lil."Mutlu olurum ben, sadece ikimiz."
"İmkansız bu" dedi Wolf."Öldürüp, ona bürünmek için derisini yüzmedikçe, bir başkası olunamaz."
"Yüz beni," dedi Lil.
"O zaman," dedi Wolf, daha çok senim olmaz."başka bir deri içinde yine ben olur."
---
"Hoşuma gidern bir kadın gördüğüm zaman," dedi Wolf, "bunu ona söylemek asla aklıma gelmez.Zira, eğer ben onu arzuluyorsam, benden önce bir başkası da bu arzuyu duymuş olmalı d,ye düşünürüm...ve bnim kadar sevilmeye değer olduğu şüphe götürmeyen birinin yerini almaktan tiksinirim."
"Gurur bunun neresinde?" dedi Aglae."Sevgili genç adam, burada söz konusu olan, çekingenlikten başka bir şey değil."
"Ben anlıyorum ne demek istediğini onun," diye açıkladı Heloise."Eğer siz beğeniyorsanız başkaları da beğenir diye düşünmek ne fikir ama...Bu, kendi yargınıza evrensel kural paysi vermek ve kendi zevkinize mükemmellik unvanı atfetmek olur"
"Demek ki öyle düşünüyordum," diye kabul etti Wolf, "ve her şeye rağmen kendi yargımın, bir başkasınınki kadar iyi olduğuna inanıyordum."
---
Aslında yedi yaşındayken olduğu gibi, zayıf bedenim uyum sağladığı yasaklardan memnun olurken, ruhum onlara karşı mücadele edermiş gibi yapıyordu.
---
"Evlenmeden önde" dedi Wolf, "tutku duyabileceğim kadınlara rastladım, ama korku refleksi devreye girdi.Sonra, tam anlamıyla zavallılık olan...bir sebebim daha vardı...acı verme kaygısı.Ne güzel değil mi?Fedakarlık söz konusuydu.Kime?Kimin için?Bundan kim faydalanıyordu?Hiç kimse.Gerçekte bu, fedakarlık değil, kolay çözümdü."
---
Arzularıma direnebildim her zaman.
Ama onları tükettiğim için ölüyorum.
Kızıl Ot
Boris Vian
29 Ağustos 2018 Çarşamba
equus (1977), sidney lumet
Daha sonra, daima kucaklaştıklarını söylüyor.Hayvan terli alnını onun yanağına dayıyor ve bir saat boyunca öylece duruyorlar karanlıkta...Tıpkı sevişen bir çift gibi ve tüm bu saçma şeyler yüzünden, ben durmaksızın atı düşünüyorum...Çocuğu değil de atı ve onun ne yapmaya çalıştığını.Atın o koca kafası daima gözümün önüne geliyor; çocuğu zincire vurulmuş ağzıyla öpüşü...Metalin arasında kıpırdayan dudakları, gebe kalmakla ya da çiftleşme isteğiyle ilgisi olmayan bir arzu bu.Peki nasıl bir arzu olabilir?Artık bir at olmak istemiyor mu?Nesiller boyu süren dizginlenmişliğinden sonsuza kadar kurtulmak mı istiyor yoksa?Bir atın, bizim hayal edemediğimiz bazı anlarda, kendi çektiği acıları ve gündelik yaşamındaki itilip kakılmaları hesap ederek tüm bunlardan kederlenmesi mümkün müdür?Bir at neden kederlenir ki?Görüyorsunuz ya cevap bulamıyorum.Aslında sormam gereken şu: bir taşra hastanesinde çalışan işi başından aşkın bir doktorun böyle sorular sormasının faydası ne?Aslında bu soruların hiç bir faydası yok.Hatta işin doğrusu bu sorular insanı altüst ediyor.
Mevzu şu ki o atın kafası benim omuzlarımın üzerinde duruyor...eski bir lisanın içinde, eski varsayımlara zincirlenmişim...Bunlardan bir sıçrayışta kurtulup toynaklarımı orada olduğunu umduğum yeni bir patikaya basmak istiyorum.Patikayı göremiyorum çünkü eğitimli, sıradan kafam yanlış yere bakıyor.Zıplayamıyorum çünkü gemlerim ve gücüm müsaade etmiyor.Ya da bir başka deyişle, beygir gücüm çok düşük.Kesin olarak bildiğim tek şey bu.Nihayetinde, bir atın düşünüşü bana çok yabancı.
Çok tuhaf bir rüya gördüm.Rüyamda, Homer dönemi Yunanistan'ında bir başrahiptim.Altın bir maske takıyorum, sakallı, soylu biriyim.Maskem, Miken'de bulunan Agamemnon'un maskesi gibi.Büyük, yuvarlak bir taşın yanında duruyorum, elimde keskin bir bıçak var.Aslında çok önemli bir kurban törenini yönetiyorum burada...Ekinlerin ya da askeri bir harekatın kaderi buna bağlı.Argos ovasında, uzun bir sıraya dizilmiş yaklaşık 500 kız ve erkek çocuğu kurban ediyoruz.Argos olduğunu biliyorum, çünkü toprak kızıl.İki yanımda iki yardımcı rahip duruyor.Onlar da Miken'de bulunan yamuk yumuk, patlak gözlü maskelerden takmış.Bu rahipler muazzam kuvvetli ve yorulmak nedir bilmiyorlar.Her çocuk bir adım öne çıktığında, yakalayıp taşın üzerine atıyorlar.Daha sonra, beni bile şaşırtan bir cerrahi beceriyle bıçağı çocuğa saplıyorum ve karnına kadar ustaca yarıyorum, kumaş kesen becerikli bir terzi gibi.İç organları ayırıp, bağırsakları söküyorum ve yere attığımda, bağırsaklar sıcak sıcak tütüyor.Sonra diğer iki rahip, hiyeroglif okur gibi, kesikleri inceliyor.Görünen o ki, ben başrahibim.Bu konumda olma nedenim ise,parçalama sanatındaki eşsiz becerim.Diğerlerine yabancı olan şey ise onlardan farklı olarak, büyük bir tiksinti hissetmem.Ve hissettiğim bu tiksinti, her kurbanda artıyor.Maskenin ardındaki yüzüm gittikçe soluyor.Tabii ki, profesyonel görünmek için, iki misli çabalıyorum.Benim için tek önemli olan, parçalamak ve kesmek.Çünkü biliyorum ki, eğer diğer iki rahip rahatsızlığımdan kuşkulanırsa ve ben herhangi bir şekilde, bu tekrarlanan, kokuşmuş işin hiçbir iyi tarafı olmadığnı ima edersem bir sonraki kurban ben olurum.Sonra, tabii ki, kahrolası maske yüzümden kaymaya başlıyor.İki rahip de dönüp solgun yüzüme bakıyor.Sarı renkli patlak gözleri, ansızın kanla doluyor.Bıçağı elimden kapıyorlar ve uyanıyorum.
Atı ilk gördüğümde, onun ağzına baktım.Ağzında bir zincir vardı.''Acıyor mu?'' diye sordum ve o....Ve at dedi ki....Ondan sonra hep aynıydı.Ne zaman bir nal sesi duysam, dönüp bakıyordum...Bir kır yolunda...herhangi bir yerde...sadece atların tenlerini ve boyunlarını büküşlerini izlemek için.Terleri o büklümlerden süzülüyordu.''dizginler'' kelimesi gibi...''üzengiler''...''böğürler, '' ''yükleyicisinin böğrüne inat, mahmuzlarını şakırdatması''....Sadece bu sözler bile bana kendilerini bize nasıl veriyorlarsa öyle hissetmemi sağlıyordu.Kendimi de öyle hissetmemi.Istedikleri zaman bizleri teperek paramparça edebilirler, ama yapmıyorlar.Onları tüm gün dizginlere bağlamamıza izin veriyorlar, kati bir alçakgönüllülükle.Bize tüm güçlerini veriyorlar,Bizse onları sadece kırbaçlıyoruz.Sonsuza dek koşacaklar.Ölene dek dörtnala gidecekler, ta ki biz onlara ''dur'' diyene dek.Bizim için yaşıyorlar...Tüm hayatlarını...sadece bizim için.Yıllar var ki kimseye söylemedim.Annem beni anlayamaz.O binicilik sanatından hoşlanıyor...melon şapkalar, binici pantolonları.Amcamın atlar için özel kostümü vardı, diyor.Fakat bunun anlamı nedir ki?Atlar giyinik değildir.Onlar çıplaktır.Görüp görebileceğin en çıplak şeylerdir onlar; bir köpekten, kediden, herhangi bir şeyden daha çıplak.Bitkin, uyuz, yaşlı bir atın bile kendi hayatı vardır.Başında melon bir şapkayla korkunç görünür.Lanet şovlarda yürüyüşlerini sınıyorlar, buna nasıl cüret edebiliyorlar?Kimse anlamıyor. Hiçkimse.Kovboylar hariç. Onlar anlıyor.Onlar özgür. Onlar sadece asılıyorlar, önlerindeki geniş yeşil düzlük boyunca.Bahse girerim bütün kovboylar kimsesizdir.
Normal olan, bir çocuğun gözündeki güzel gülümsemedir.
Normal olan ayrıca, milyonlarca yetişkinin gözlerindeki donuk bakışlardır.
İkisi de hem güç verir hem öldürür; tıpkı Tanrı gibi.
Normal, sıradanı güzel yapan şeydir.Normal ayrıca öldürücü bir ortalamadır
Normal olan zorunludur...Sağlığın ölüm saçan Tanrısı.Ve bende onun rahibiyim.
Benim ellerimde, kendine saygılarını sunar...çlink-çlonk'unda çırılçıplaktır.Equus.Al beni.Hoo, yavaş, sakin, oğlum, sakin.Equus, Tanrıköle.Sadık ve hakiki, işte böyle.O iyidir.Equus, FIeckwus'un oğlu.Neckwus'un oğlu.Yürü.İşte gidiyoruz.Equus'la gezintiye çıkan kral, atların en kudretlisi.Sadece ben binebilirim ona.Boynu benim bedenimden çıkar ortaya.Karanlığı aşar.Equus, Tanrıköle.Şimdi kral sana emrediyor.Bu gece, hepsinin üzerine doğru süreceğiz...Melon şapka'nın sahibinin üzerine...Binici Pantolonu'nun sahibinin üzerine...sana kibirleriyle gösteriş yapan herkesin üzerine...kibirlerinden dolayı sana birincilik rozeti takanların üzerine.Haydi, Equus, yakalayalım onları.Yürü! devam, devam!İşte bu, devam et.Kovboylar şapkalarını çıkarmış, bizi izliyorlar.Kim olduğumuzu biliyor onlar. Bize hayranlar.Önümüzde eğiliyorlar. Haydi, göster onlara.Eşkin!Ve Yüce Equus hepsine başkaldırdı.Düşmanları dört bir yana dağıldı.Düşmanları devrildi.Dön! Ayaklarının altında ez onları!Rüzgarda dimdik. Benim yelem, rüzgar da bile dimdik!Ben çıplağım, çıplağım.Çıplaklığımı hissediyor musun?Beni üzerinde hissediyor musun?Üzerinde! Içinde olmak istiyorum.İçinde olmak istiyorum, ve sen olmak.Sonsuza kadar tek bir kişi.Seni seviyorum!Uzaklara götür beni. Bizi bir vücut yap.Amin.
iliştirildiğini mi sanıyorsunuz?Ona bir bakın.Benim arzum bu çocuğu coşkulu bir eş, duyarlı bir vatandaş, birleştirici ve soyut bir Tanrı'ya tapan biri yapmak olabilir.Yine de, benim başarım, bir hayalet yaratmaya benzer.Onun vücudundaki kurdeşenleri dökeceğim.Uçuşan yelelerin zihninde açtığı kamçı izlerini sileceğim.Ve işim bittiğinde, onu bir kızağa bindirip şaşkın bir haldeyken,
maddeleşmiş dünyanın kucağına göndereceğim ve o bir daha hiçbir hayvan postuna dokunmayacak.Neyse ki, muteber bir kişilikten başka hiçbir şey hissetmeyecek.. Fakat korkarım ki, tutkusu çoğalmayacak.Gördüğünüz gibi tutku, bir doktor tarafından yok edilebilir.Yaratılamaz.Bir daha dörtnala gitmeyeceksin, Alan.Atlar güvende olacak.Haftalığını biriktirip scoter'ının yerine bir araba alacaksın ve görkemli haftasonlarını arabanı tımar ederek geçireceksin.Koşa koşa bahisçilere gidecek ve 50 penini ihtiyar atlara yatıracaksın...onların sana bir zamanlar, küçük kazançlardan ya da küçük kayıplardan çok daha fazla şey ifade ettiğini unutarak.Bununla birlikte, artık acı içinde olmayacaksın...Acıdan tamamen arınacaksın.Ve şimdi mağaranın dışına taşan Equus'un sesi benim için asla dinmiyor.Neden ben?''Önce bana hesap ver.''Nasıl verebilirim ki?Bu yerde ne yaptığımı bile bilmediğim çözümlenemez bir duygu içindeyken.Halen çözümlenemez, geri dönüşü olmayan şeyler yapıyorum.Ve elimde bir bıçakla karanlıkta oturmuş insanların kafalarına saplıyorum.Benim karanlığın ötesini görmeye bu zavallı çocuğun bana ihtiyaç duyduğundan daha fazla ihtiyacım var.Bu nasıl bir öte? Bu nasıl bir karanlık?Buna Tanrının emri diyemem!O kadar ileri gidemem!Yine de bu karanlığa çokça biat ediyorum.Şimdi o keskin zincir benim ağzımda ve asla çıkmayacak.
Ne iş yaptığını biliyorum...
Elinde iğnenle, insanlara hakikat uyuşturucuları zerk ediyorsun...
Equus (1977)
Sidney Lumet
köroğlu destanı & çamlıbel, pertev naili boratav
Pertev Naili Boratav
aşık sümmani'den bir hatıra
İTÜ Konservatuvar Öğrencileri - Şeytan Bunun Neresinde?
Son çağların iki büyük aşığından biri olan ve Doğu Anadolu'da tesiri hala yaşayan Aşık Sümmani, bir gün Kağızman kasabasının Kötek nahiyesine geldi.Birkaç gün burada misafir oldu.Aylardan Ramazan gün de arefe idi.Bu köyde Rıza diye bir de hoca vardı.Köylüler Sümmani'ye:
-Sümmani sazını indir hele!Bu cemaat seni dinlemek için toplanmış.
Hoca bu söze fena halde kızar:
-Bak bak, demezler ki hoca bu aziz günde getir kitabı bize vaaz et!Saz da cehennemin nişanesidir.Derler ki Sümmani saz çal!
Bunun üzerine Sümmani ah çekip gözlerinden nisan yağmuru gibi yaş dökerek:
-Hocam, hocam!Madem ki sen sazı sevmezsin, bu saz bizim elimizde bizim sanatımızı ispat edici bir nesnedir.Madem sazı sevmezsin sana sazsız olarak on altılık bir semai okuyacağım, dedi ve şunları söyledi:
Zeminde kur gönül tahtı, gözetme burcu sarayı
Kaçıncı Bâbda âlimsin, bilirsin ilmi imlayı
Ne kafeste mahpus etmiş ârifler dâr-ı dünyâyı
Hemen bir sen mi bilirsin hocam şeriatı garrayı
Bizi halk eyleyen Hallak bilir âlâyı ednâyı
Aşık Sümmani
Kaynak: Abdulkadir Erkal
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)