julius fuçik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
julius fuçik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Kasım 2023 Salı

Darağacında Röportaj - Julius Fuçik

...

Almanlar sistemli bir yöntemle inim inim inletirler insanları.
Bu nedenle oldum olasıya etkili sonuç alırlar.Küstahça gururları onları öyle bir duruma sokar ki, kendilerinin dışında her şeye karşı bir can alıcı gibi olurlar.
Onların bulunduğu yerde mantık hak getiredir.
Güçlerinin yettiği her yerde kıllarını bile kıpırdatmadan zulümlerini sürdürürler.

...

Ben de kaç kez kendi filmimi gördüüm bu duvarlarda.Icığını cıcığını biliyorum artık onun.Şimdi elimden geldiğince anlatmaya çalışacağım bunu.Anlatacaklarım bitmeden ip boğazıma geçse de, bu filmi "mutlu son"la sonuçlandıracak milyonlarca insan kalacak yeryüzünde.

....

Hey dostlar, canlar, sizleri gördüm mü dünyalar benim oluyor.Ama böyle bir arada değil.Bir arada olduk mu ya tahtalı köyü boylarız ya da kodesi dosdoğru.İki şey var önümüzde:Ya gizliliğin, illegalitenin kurallarına uyacaksınız ya da bir iş görmekten uzak duracaksınız.Çünkü hem kendinizin hem de başkalarının başını derde sokmuş olursunuz.

...

Beni gördükleri falan yok.İstediğim gibi ateş edebilirim, ama tabancalarını silahsız üç erkekle iki kadına çevirmiş öyle duruyorlar.Önce ben ateş edecek olsam, benden önce bizimkiler can verecek.Tabancayı kendime sıksam, kurşuna dizmeler alıp yürüyecek bu sefer.Üstelik ilk kurban bizimkiler olacak.Ateş mateş etmezsem, altı ay, bilemedin bir yıl kalırlar içerde.Sonra bir devrim falan olur çıkarlar.

...

Ama bir konuşacak olsaydım...Yo, yo, korkmayın, konuşmayacağım.İnanın bana.Ne de olsa ölüm uzaklarda bir yerlerde değildir herhalde.Şimdi bütün bu olanlar bir düş.Korkulu, hastalıklı bir düş.Hababam iniyor sopalar.Sonra kafamdan boca ediyorlar suyu.Vur Allah vur..."Konuşsana be!Konuş diyorum!Konuş!" Dan dun yine girişiyorlar.Ölemiyorum bir türlü.Hey anam-babam, ne diye bunca sağlam, dayanıklı yarattınız beni?

...

Kapının kilidi gıcırdıyor.İki adam hazırola geçiyor put gibi.Üniformalı iki SS içeri girip benim giydirilmemi emrediyor.Pantolonumun her bacağında, ceketimin her kolunda bunca acı sızı saklı olduğunu şimdiye dek hiç bilmiyordum.

...

Her şeyi bildiğinize göre ne diye konuşayım?Boşu boşuna bir ömür sürmedim ben.Boş, saçma bir hayat yaşamadım.Ölürken de buna gölge düşürmeyeceğim.

...

Ölmedi sandığımız nice insan bir de bakıyorduk ki ölmüş gitmiş.Ama öldüğüne inandığımız birisinin yaşıyor olması binde bir görülen bir şeydi.

...

Hücremiz kuzeye bakıyor.Sırf bazı yaz akşamlarında güneşin battığını görebiliyorum.O da o gün hava pırıl pırıl açıksa.Ah baba, ah, güneşin doğuşunu bir yol olsun görmeyi ne kadar isterdim!

...

"Mahpus damlarına düşmüş canlar
Ömür çürütenler buz gibi zindanlarda
Nice ırak yollar da olsa aramızda
Değiyor saçlarınız saçlarımıza"

...

Hey kokmuşlar, bir arkadaşın hayatı pahasına yaşanılan hayat da hayat mıdır yani?

...

Bu davranışla bana hiçbir kötülüğü olmamıştı onun.Ben zati düşmüştüm Gestapo'nun eline.Derdime kim dert katabilirdi daha?Üstelik tam tersi oldu.Bütün aramalar taramalar onun vermiş olduğu somut bilgilere dayanıyordu.Onun Gestapo'ya söyledikleri bir zincirin ucu gibiydi tıpkı.Zincirin öbür halkaları benim elimdeydi.Gestapo'nun isteği zinciri son halkasına kadar ele geçirmekti.Eğer sıkıyönetimden sonra benimle birlikte bizden bir yığın insan sağ kalabilmişse bu nedenledir.Gelgelelim, o görevini yerine getirseydi bizlerden hiçbirini suçlamayacaklardı.Biz onunla çoktan ölmüş olacaktık, ama öbürleri sağ salim kalıp çalışmalarını sürdüreceklerdi.Ödlek insanlar ölürken yalnız hayatlarını değil, başka şeylerini de yitirirler.O da öyle oldu.Daha başka şeylerini de yitirdi.Şanlı, şerefli bir devrimci ordusunu bırakıp kaçtı.En rezil düşmanın karşısında bile küçülttü kendisini.Daha sonra bazı şeyleri az buçuk onarmaya çalıştıysa da hiçbir arkadaşının güvenini kazanamadı.Hapishanede de olsan, başka yerde de olsan, bundan daha berbat ne olur ki?

...

Usanmayın.Zaman gelecek, bugünlere "mazi" denecek.Büyük bir dönemden, tarihi yaratan birtakım adsız kahramanlardan söz edilecek.Adsız kahraman diye bir şey olmadığını herkes bilse ne iyi olurdu.Bir zamanlar onlar da bizim gibi insandı.Adları, sanları, kendilerine göre bir görünüşleri vardı.Umut içinde yaşıyorlardı.Gönülleri bin bir istekle doluydu.En geride çarpışmanın çektiği acı, adı oldum olasıya dillerde dolaşan en ilerde çarpışanın çektiği acıdan daha az değildi.Gönül isterdi ki, dostlarımız gibi, ailemizdeki insanlar gibi, kendimiz gibi yakın olalım onlara.

...

Kitaplarımdan başka hiçbir şeyim yoktu hayatta, onun da Gestapo okudu canına.

...

Ne belalı günlerdi o günler.Ama Lido bir gün boş vermedi, yılmadan usanmadan çalıştı.Parti'nin "Üst kesimindekilerle" ilişkileri o kuruyordu.Gözünü budaktan esirgemeyerek en tekinsiz işlere girdi.İzi yitirilmiş kişilerle ilişkiler kurup canı tehlikede olanları kurtarmaya çalıştı.Direnmelerin pörsüdüğü yerlere bir yılan balığı gibi sokulup  o eski gamsız kasavetsiz haliyle işler becerdi.Ama onun bu aldırışsız halinin altında büyük bir sorumluluk duygusu yatıyordu.

...

Rus bolşevikleri iki yıl yasadışı çalışan birisinin dört dörtlük bir devrimci olacağını söylemişlerdi bir zamanlar.Ama onlar için mesele kolaydı.Moskova'da tehlike içinde misin, çek git Petrograd'a.Oradan da Odesa'ya.Hiçbir allahın kulunun seni tanımadığı milyonluk kentlerde kaybol git.Ama bizde bir Prag vardı.Bir sürü kışkırtıcının bir aray  geldiği bu kentte insanların yarısı bilir, tanırdı seni.Yıllar boyu dayandık durduk orada.Gestapo'ya yakayı ele vermeden beş yıl yasadışı eylemlerde bulunan arkadaşlarımız çıktı yine de.Çünkü çok şey öğrenmiştik.Çünkü düşman güçlü de, hain de olsa zır cahildi.Yıkıp yok etmekten başka bir bildiği yoktu.

...

"Sen benim yakaladığım en büyük balıksın" diyordu.Beni genellikle ağır toplardan biri olarak nitelendirdikleri için, koltukları kabarıyordu.Belki de bu nedenle ömrüm bir parça daha uzamış oldu.

...

Yanlışlıkla tutuklanan PTT görevlisi, aşağıda salıverileceğini beklerken, adının çağrıldığını duyup arasına katıyorlar.Sonra da kurşuna diziyorlar bir güzel.Aradan iki gün geçince görüyorlar ki, ad benzerliği olmuş meğer.Kurşuna dizilecek başkasıymış.Tabii o da kurşuna diziliyor.Böylece düzeltiliyor yanlış.

...

Renek (Josef Teringl): Sapına kadar inanmış biri.Canını verir şöyle.Petschek adliye sarayında olup bitenlere, bizim ordaki direnişimize o da katıldı.Yedikleri içtikleri bir giden canciğer arkadaşı Pepik Bervida da has, yiğit bir adam.

Doktor Milos Nedved: Gencecik.Filinta gibi yakışıklı.Saygıdeğer.Tutuklu arkadaşlarına ettiği yardımı Osvecum'da canıyla ödedi.

Arnost Lorenz: Kimseyi ele vermedi.Konuşmadı.Bu nedenle karısını kurşuna dizdiler.Bir yıl sonra "400"ün "hausarbeiter"lerini, birlikte çalıştığı tüm arkadaşlarının canını kurtarmak için tek başına idama gitti.

...

Benim rolüm de sonuna yaklaşıyor artık.Bu sonu yazamıyorum tabi.Çünkü bilmiyorum.Bu bir rol değil, yaşamanın ta kendisi.

Yaşamak denilen şeyde seyirci falan yok öyle.

İşte perde açılıyor.

...

Julius Fuçik
Darağacında Röportaj

18 Mayıs 2020 Pazartesi

Numara 400, Julius Fuçik - Darağacında Röportaj, Yar Yayınları



Numara 400 (Günlük) – Julius Fučík

24 Nisan 1942 günü Çekoslovak gazeteci ve komünist parti üyesi Julius Fučík, Nazi işgali altındaki Çekoslovakya’da, Nazi gizli polisi Gestapo tarafından gözaltına alınarak Prag’daki Pankrác Hapishanesine gönderildi. Burası Hitler Almanya’sına gönderilmeden önce sorgulanacağı ve işkence göreceği bir duraktı.

Fučík işte bu süreçte Darağacında Röportaj (Darağacından Notlar) – “Reportáž psaná na oprátce” adlı eserini zor koşullar altında, sigara kağıt parçalarına yazarak oluşturdu. Bu notlar Kolinski ve Hora adlı iki gardiyanın yardımıyla dışarı çıkarıldı.

Fučík’in 1943’te idam edilmesini izleyen yıllarda bu notlar kitap haline getirildi, 70’i aşkın dile çevrildi ve büyük yankı uyandırdı.

Bu notlarından iki tanesini sizlerle paylaşıyoruz.

NUMARA 400


Kefeni yırtmak, ölümden dönüp iyileşmek, insanda tuhaf tuhaf duygular uyandırıyor. Hem o kadar tuhaf duygular ki, anlatılmıyor bunlar, tanımlanmıyor. İyi bir uyku çekmişsin, tatlı bir hava… Ohh, ne güzeldir dünya… Ama bir de ölümlerden döndükten sonra böyle bir şeyi düşün… Hava çok çok daha tatlı gelir. Hiç bunca esaslı uyku çekmemiş gibi olursun. Hayat sahnesi öyle şakır şakır bir ışık içinde görünür ki gözlerine, sanki bir ışık yönetmeni bütün parlak ışıkları bir anda yakmış, sahneyi ışığa boğmuştur tüm. Gözlerin hem mikroskop, hem teleskop gibi görür dünyayı artık. Kefeni yırtmak, ölümden dönmek, baştanbaşa bir bahardır ki, göre göre usandığın şeylerde bile sana ummadığın mutluluklar, sevinçler tattırır.

Bunun bir lokma süreceğini, seni çepçevre saran şeyin Pankrac hapishanesinin hücresi olduğunu bilsen de yaşarsın bu duyguları.

Ama bir gün birtakım insanların önüne getirecekler seni. Sorgu için çağıracaklar. Üstelik sedyeye falan koymadan. Her ne kadar yürüyeceğini aklın kesmese de yürüyeceksin.

Koridorda bir merdiven var. Dört bacak değil de iki bacak sürünüyorsun yanlara tutunup. Aşağıda, seni arabaya kadar götürecek hapishane arkadaşların bekliyor. Sonra gelip giriyorsun gezici hapishaneye. Oturuyorsun. İçerde, on, on iki kişiyle karşılaşıyorsun. İlk görüyorsun hepsini. Gülümsüyorlar sana. Sen de onlara gülümsüyorsun. Biri, bir şey fısıldıyor yavaşça. Kim bu, tanımıyorsun. Bir başkasının elini sıkıyorsun. Kimin elini sıkıyorsun, bildiğin yok. Sonra bakıyorsun, araba Petschek adliye sarayının o koca sundurmasının altına girivermiş. Arkadaşların indiriyorlar seni. Duvarları çıplak geniş bir salona giriyorsunuz. Sıkış sıkış dizilmiş beş beyaz sıraya, birtakım adamlar oturmuş. Elleri dizlerinde, gözlerini çıplak duvardan ayırmıyorlar hiç. Kıllarını kıpırdatmadan duruyorlar öyle işte dostum, senin yeni dünyanın bir parçasıdır burası. Adına “sinema” diyorlar.

MAYIS 1943

Bugün 1 Mayıs 1943. Özel olarak görevliyim. Bu arada yazı da yazabiliyorum. Bir an için de olsa sosyalist bir gazeteci olarak bir kez daha yeni dünyaların savaş güçlerinin geçit törenlerini anlatan yazılar yazabilmek ne büyük mutluluk!

Benim öyle havalarda dalgalanan bayraklardan söz edeceğimi falan sanma sakın. Dinlendikçe insanı kendinden geçiren, yüreklendiren bir takım olmuş şeyleri de anlatacak değilim. Bugün her şey olduğundan daha sadeydi. Eski yıllarda olduğu gibi binlerce insanın sıralar halinde Prag caddelerinden bir sel gibi akışını ya da Moskova’daki Kızıl Meydan’da milyonlarca insanın uçsuz bucaksız bir deniz gibi dalgalandığını görmüyordum artık. Burada öyle yüzlerce, milyonlarca insan yok. Burda görsen görsen birkaç dost, arkadaş görürsün yalnız. Ama yine de bunun az buz şey olmadığını bilirsin. Çünkü buradaki tören ölüm sınavı geçiren, yok olup gitmeyecek, üstelik çelik gibi sertleşmiş güçlerin töreni. Bilirsin, sivil elbiselerle savaşılmaz siperlerde.

Icığını cıcığını anlatıyorum her şeyin. Sen ki bunları bizimle yaşamıyor, okuyorsun yalnız. Anlar mısın, anlamaz mısın, bilmem. Ama anlamaya çalış, n’olur. Bana inan. Bir güç yaşıyor burda.

Komşu hücrenin iki tiktaklı sabah selamı bugün daha okkalı, daha törensel. Duvar daha sert geçiriyor sesi bugün.

Elimizden geldiğince iyi giyiniyoruz. Bütün hücredekiler öyle. Sabah kahvaltısında çakı gibiyiz. Hücrelerin açık kapıları önünden ekmek, siyah kahve ve su servisi geçiyor. Skorepa yoldaş iki yerine üç ekmek veriyor bize. Yüreği iyilik dolu bir insanın elle tutulur, gözle görülür selamı bu. 1 Mayıs selamı. Ekmeği alırken parmakların bir başkasının parmaklarını sıkıyor gizlice. Konuşmak yasak. Bakışların bile gözaltında.

– Ama dilsizler parmaklarıyla ne güzel anlaşırlar, değil mi?

Kadınlar yarım saatlik gezinti için bizim hücrenin altındaki avluya çıkıyorlar çabuk çabuk. Masaya çıkıp demir parmaklıklardan aşağı bakıyorum. Olur ya görürler belki. Evet, görüyorlar, yumruklarını kaldırıp selam veriyorlar. Ben de aynısını yapıyorum. Bugün aşağıdaki avluda bir cıvıl cıvıllık, her zamankinden başka bir şeyler var. Kadın gardiyanın gördüğü yok hiçbir şeyi. Görmezlikten geliyor belki de. O da bizim bu yılki 1 Mayıs törenimize katılmış oluyor.

Şimdi sıra bizde. Yarım saatliğine avluya çıkıyoruz. Ben yaptırıyorum bugün cimnastiği. Bugün 1 Mayıs canlar! Öbür günlerde olduğu gibi başlamayacağız bugün. Gözetleyiciler afallasın varsın! N’olacak? Birinci hareket: Bir, iki, bir, iki, çekiç sallama hareketi. Öbürü orakla ot biçmek…

Çekiç ile orak… Şöyle bir parça kafalarını çalıştırırlarsa; anlar bunu canlar! Sağa sola bakıyorum: Gülümsüyorlar. Canla başla yapıyorlar hareketleri. Anladılar. İşte, dostlar, 1 Mayıs gösterimiz bu bizim. Oynadığımız bu sözsüz oyun ölüme giderken bile bağlı kalacağımız 1 Mayıs andı.

Hücrelere dönüyoruz. Saat dokuz. Kremlin’in saati onu vuruyor şimdi. Kızıl Meydan’da geçit başlıyor. Yürüyoruz seninle baba. Aha Enternasyonal başladı söylenmeye. Bizim hücreden tut da, dünyanın dört bir yanında yankılanıyor ses. Şarkılar söylüyoruz. Devrimci marşlar birbirini izliyor. Yalnız kalmak istemiyoruz. Yalnız değiliz. Dışarda göğüslerini şişire şişire şarkı söyleyen, ama bir yandan da bizim gibi kavga verenlerle yan yanayız.

“Mahpus damlarına düşmüş canlar
Ömür çürütenler buz gibi zindanlarda
Nice ırak yollarda olsa aramızda
Değiyor saçlarınız saçlarımıza”


Evet, değiyor saçlarınız saçlarımıza. Biz Hücre 267’nin tutukluları, 1943 1 Mayıs töreninin artık sona erdiğini düşünüyorduk kendi kendimize. Ama sona ermiş miydi gerçekten? Kadınlar bölümünün koridorundaki görevli kadının öğleden sonra avluda dolaşarak hücrelerdeki erkek tutukluları yüreklendirmek için söylediği yiğitçe şarkılara ne demeliydi peki.

Hele o bana kağıt kalem getiren, bir yaramazlık olmasın diye koridoru gözleyen, çek polisleri gibi giyinmiş adam? Bir başkası daha var ki, benim yazıp çizdiklerimi dışarıya kaçırıyor gizli gizli. Ola ki bir gün herkes okur. Öğrenir her şeyleri. Lamı cimi yok, bu kağıt parçaları için kelleyi verebilirler onlar. Demir parmaklıklar arkasındaki bugünle, özgür bir yarın arasında ilişki kurdukları için canlarına okunabilir. Ama onlar öyle yürekten, öyle içten sürdürüyorlar kavgalarını! Herkesin bir yeri var kendine göre. Herkes kendi savaş alanında ellerindeki bütün olanakları kullanarak çaba gösteriyor. Hepsi de öylesine sade, kasıntısız ve telaşsız ki, bir ölüm-kalım savaşı verdiklerine asla inanmazsın. Üstelik bu savaşta yenmekten çok yenilmek var onlar için.

Julius Fuçik
Darağacında Röportaj
Yar Yayınları
Çeviri: İrfan Yalçın

Not: Yar Yayınları’nın Darağacında Röportaj (Darağacından Notlar) kitabından alıntıdır
.