12 Aralık 2015 Cumartesi
lujin savunması, nabokov
Ne gariptir ki, Lujin hayatı boyunca ondan daha az kitap okuduğu, liseyi hiç bitirmediği ve satrançtan başka hiçbir şeye ilgi duymadığı halde, kadın onun içinde kendisinde olmayan bir kültür hayaletinin gezindiğini hissediyordu.Kitapların kendilerini okumadığı halde her nasılsa Lujin'in hayatının bir parçası haline gelmiş kitap isimleri ve karakterler vardı.Konuşması beceriksizce ve şekilsiz, gülünç kelimelerle doluydu-fakat konuşmasının da içinde bir yerlerde zaman zaman, capcanlı ve ince manalarla yüklü oldukları halde, Lujin'in dile getiremediği başka türlü kelimelerin ipuçlarını veren gizemli bir tonlama geziniyordu.Cahilliğine, kelime bilgisinin kıtlığına rağmen, Lujin kendi içinde belli belirsiz algılanabilen bir titreşimi, bir zamanlar duyduğu seslerin gölgesinde barındırıyordu.
Lujin Savunması
Vladimir Nabokov
ko to tamo peva (1980), slobodan sijan
Güneş yükseliyor
Cumartesi sabahı
Bir ses duyuyorum

Ordan burdan fakir insanlar
Güneşin doğmasını bekliyor
Belgrad'a, Belgrad'a
Krstic'lerle
Hazırlanıyor insanlar
Hepsi bir sebepten yolculuk yapıyor
Ama talihsizler
Bahtım kara
Çocukluktan beri.
Tüm kederimle söylerim şarkımı
Ah anacığım, keşke
Tüm bunlar bir rüyadan ibaret olsa

Öğretmenimiz öldü
1941 baharındayız
Şer musallat oldu bu baharda
Ah anacığım
Neler oluyor?
Bu acıklı şarkıyı çalmalıyım
Ölüm bize geliyor
Artık burada huzur kalmadı.
Çockluktan beri
Bahtım kara
Tüm kederimle
Söylerim şarkımı
Anacığım, keşke
Tüm bunlar bir rüyadan ibaret olsa.

Bu çılgın korkunç savaşı
Herşeyi yıkıp
Yeni bir düzen kurmak için
Tüm dünya titriyor
Herşey yıkılıyor
Pazar günü kayboldu
Faşist hayvarlar herşeyi yok etti
Bahtım kara
Çocukluktan beri.
Tüm kederimle
Söylerim şarkımı
Ah anacığım, keşke
Tüm bunlar bir rüyadan ibaret olsa
"Ah gonca güller
Kalbimdeki acıyı hissedin
Ve ağlayın ki
Istırabım dinsin."
Kalbimdeki acıyı hissedin
Ve ağlayın ki
Istırabım dinsin."
Ko to Tamo Peva (1980)
Slobodan Sijan
geçmiş zaman yandaşları, necdet sakaoğlu, #tarih dergisi, reşad ekrem koçu
Topkapı Sarayı'nın eski müdürü Tahsin Öz tarafından, müze arşivinde bulunan kıymetli bir vesika vardır ki dalkavuk esnafının mahiyetini gereği gibi aydınlatmaktadır.l. Sultan Mahmud devrine ait olup kime hitap ettiği belli olmayan bir vesika bir dilekçedir.Bugünkü dille içeriği şudur:
"Devletli inayetli, merhametli efendim.Kimsesiz dalkavuk kullarının arzuhalidir.Her sene Ramazan-ı Şerif geldiğinde İstanbul'da davetli davetsiz iftarlara gideriz.Ulemanın, ricalin devletin sair büyüklerinin mevki sahiplerinin, büyüklerin sofralarında çeşit çeşit yemekler, türlü türlü reçeller, süzme aşureler, şerbetler, tavukgöğüsleri, elmaspareler, helvalar, kaymaklı baklavalar, ekmek kadayıfları, hoşaflar yer ve içeriz.Üstüne göbek tütünü ve kahveyle ikram görürüz.Lakin içimizde bazı terbiyesizler bulunup edebe uymayan hareket ve tavırlarıyla velinimetlerimiz efendilerimizi gücendirmekte, zararı da hepimize dokunmaktadır.Dalkavukluk sağlam bir nizama bağlanmazsa cümlemizin açlıktan öleceğimiz aşikardır.Kadim nizam ve kanuna göre yeniden bir nizama bağlanmamızı, içimizden uygunsuzların tard edilmesini, tavır ve hareketleri hepimizin makbulü olan Şakir Ağa'nın kahya tayin olunmasını eline memuriyetini bildiren bir vesika ihsan buyurulmasını niyaz ederiz.Emr ü ferman devletli, inayetli efendim sultanım hazretlerinindir.İmza: Dalkavuk kulları"
Bu vesikanın altına da şu dikkate değer satırlar yazılmıştır:
"Dalkavuklar kibar ve rical huzurlarına girdiklerinde etek öperler.Oturacakları yer trabzan yanındaki küçük minderdir.Vazifeleri, hane sahibi olan zatın mizaç ve tabiatına uygun şekilde konuşmak, zikri müstekreh (çirkin) tabirlerden ve küfürlerden gayretle sakınmaktır.Hane sahibi ne söylerse fevkalade yardakçılıkla tasdik edecekler ve asla aykırısında söz söylemeyeceklerdir.Verilen ihsanı gizlice alacaklardır.Verilen paranın çokluğu ile meslektaşları arasında övünmeyeceklerdir.
Reşad Ekrem Koçu
"Dal" gibi eğilip bükülenler dolamasız kavuk giyenler
Dilcilere göre dal sıfatı ile kavuk isminden kurulu "dal-kavuk" çevresine tülbent sarılmamış kavuk demekmiş.Mecaz anlamda ise meddahla, musahiple meslektaş zenaatkarlara ad olmuş.Bize göre bu hüner sahiplerine, dolamasız kavuk giydikleri için değil, efendilerinin karşısında ağzı sola açık Arap ünsüzü "dal" gibi iki büklüm olmalarındandı.Türkçe'de "dal" iki büklüm olmuş kambur anlamındaydı."Kamet-i dal" eski bir deyimdi.Çıplak anlamıyla "dal", dal fes, dal kılıç, dal gibi deyimlerinde doğrudur.Dal'ın iki büklüm, kambur anlamına geldiğini bilmemiz için sıbyan mektebinde Elifba okumamız; "elif uzunca be karnı açık te ona benzer...dal beli bükük zel ona benzer..." tekerlemesini ezberlememiz gerekirdi.
---
Çalışmakla, tahsille başka meslekler kazanılırdı ama dalkavukluk bir bakıma Allah vergisiydi.
---
Ne kadar yetenekli, olsalar da dalkavuklar zelil adamlar kabul edildiklerinden, bunların, esnafın ve askerinkine benzer serpuş külah giymelerine izin verilmeyerek içi boş, dışı sarıksız kavuk giymeleri yeterli görülmüş.Serpuşlara sarılan tülbent veya çemberler, bir sınıfı veya rütbeyi temsil ettiğinden dal-kavuğun, giyenin kimliğini boşalttığı varsayılmış.Bu da bir sav.
---
Dalkavuklara ve şaklabanlara aşırı düşkün olan lll. Murad'ın meclisinde maskaranın biri yapacaklarını yapmış ve işini bitirip gideceği sırada, kendisine ihsanda bulunulurken, "Yok hünkarım bugün altın istemem, yüz değnek isterim." der.Sebebi sorulunca, "Hele ellisini vurun, ondan sonra sual buyurun " deyince padişah, "Vurulsun!" diye ferman eder ve elli değnek vurulur.Elli olunca maskara, "Durun! Bir ortağım var ellisini de ona vurun!" der.Ortağının kim olduğu sorulunca "Her gün beni davete gelen Bostancıdır.Ben ihsan alıp giderken -Seni ben getirdim aldığının yarısı benimdir" der ve elimden alır.Değneklerin yarısının da onun hakkı olmak lazım gelir, cevabını verir.
---
19. yüzyıl mirasyedilerinden Veli Efendi-zade Mehmed Efendi dalkavuklarına kış günü yaz oyunu, yazın kış oyunu oynattırırmış: Ortalık buz tutmuşken kendisi tandır başında kürklü börklü salep içerken, pencereler açtırır, yazlık entarili ayakları çıplak tir tir titreyen dalkavuklarına dondurma yalama yarışı yaptırır; yaz günü, ince patiska entari yalın ayak bahçede oturur, buzlu şerbet içerken kat kat kalın kürkler, yün çoraplar giydirilmiş dalkavuklarına kaynar salep ikram ettirirmiş.
Bir yaz günü dalkavuk esnafından beş on âmâyı yalısına getirtmiş.Bunlara "lağ cengi" (laf atışması) yaptırarak eğlendikten sonra, "hadi namaz vakti" demiş.Tembihli uşaklar: "Namaza buyurun diyerek körleri koltuklayp yalının önündeki rıhtımda saf tutturmuşlar.Kayığa binmiş bir uşak da imam olmuş."Allahü Ekber!" deyince biçare körler secdeye gidince denize yuvarlanmışlar.
---
"Dalkavuğun burnuna fiske vurma, fiske başına 20 para, başına kabak vurma, her seferinde 20 para, tokatlama tokat başına 30 para, oturduğu minder veya sedirden aşağı yuvarlama 34 para, yüzüne mürekkep veya kömür vurma 37 para, ellerini ve ayaklarını domuz topu bağlama 40 para, bir salkım üzümün sapıyla beraber yedirilmesi 40 para, kafasına yumruk indirme yumruk başına 40 para, çıplak başınıtokatlama tokat başına 45 para, elinde beş on kıl kalmak ve dişlerini leylek gibi çatırdatmak şartı ile sakal zelzelesine 60 para, sakal boyamasına 60 para, merdivenden aşağı yuvarlama 180 para, sakalının yarısı veya cümlesi arpa boyunca kırkılırsa latifeyi yapan, dalkavuğun üç aylık nafakasını verir bu nafaka ayda 30 kuruştan 90 kuruştur.Eyerinin bir tarafında üzengi bulunmayan haşarıca bir ata bindirilip temaşasından hoşlanırsa 300 para, sakız (bostan) dolabına bağlanarak su içinde bir miktar durdurulmak şartıyla bostan kuyusunda bir devrine 600 para.Birden fazla her devirde ayrıca 100 para verilir.
Dalkavuk boğulur ölürse cenaze masrafı latifeyi yapana aittir.Kuyruğu dışarıda kalmamak üzere bir fındık sıçanını ağzının içine kapatma 100 para." (R. Ekrem Koçu, Tarihimizde Garip Vakalar, 1958) ...
Necdet Sakaoğlu
Osmanlı Biat Kültürünün Yıldız Oyuncuları
Geçmiş Zaman Yandaşları
#tarih Dergisi
Kasım-2015
dönme dolap, behçet necatigil
Nerden niçin mi geldim
Bilmeden bir şey diyemem, ya siz?
Hem hiç önemli değil
Geldim, yer açtılar, oturdum
Girip çıkanlar vardı
Zaten ben geldiğimde.
Başka şeyler de vardı, ekmek gibi, su gibi
Gülüşler öpüşler ne bileyim hepsi.
Doğrusu anlamadım bir düğün-dernek mi
Sonra da kimileri düşünceli, durgundu
Gidenler neye gitti doğrusu anlamadım
Zaten ben geldiğimde.
Bir luna-park mı bir konser bir gösteri
Bilmem pek anlamadım önüm kalabalıktı
Sıkıştığım yerde vakit çabuk geçti
Bak dediler baktım pek bir şey göremedim
Hem her yer karanlıktı
Zaten ben geldiğimde.
Benim tek düşüncem büzüldüğüm köşede
Nasıl kalkıp gideceğim kalk git dediklerinde
Çünkü çıkmak sıkışık sıralardan mesele
Kalkacaklar yol vermeye bakacaklar ardımdan
Az mı söylendilerdi şuracığa ilişirken
Zaten ben geldiğimde.
Behçet Necatigil
(Türk Dili, sayı 111, 1 Aralık 1960;
Bütün Eserleri 2 Şiirler 2: Dar Çağ, Cem Yayınevi, İstanbul
1982, ss. 56-57)
pola x (1999), leos carax
Beni endişelendiriyorsun, Pierre.
Görünüşün, konuşman...Seni zar zor tanıyorum.
Dünyanın kötü gerçeklerini dünyanın yüzüne vurma ihtiyacı, neredeyse dünya kadar eskidir!
Musil'in ne dediğini biliyorsun:
"Bir devir, o devrin cefası çekilmeden değiştirilemez."Dünyanın kötü gerçeklerini dünyanın yüzüne vurma ihtiyacı, neredeyse dünya kadar eskidir!
Musil'in ne dediğini biliyorsun:
Dikkatli ol!
Olgun bir eser yazmayı hayal ediyorsun...Ama çekiciliğin toyluğunda yatıyor.
Tanrı'nın bildiği bir ateşi yakmayı...Göz kamaştıran bir bulut gibi yükselmeyi....
...ve herkesi dehşete düşürüp hayran bırakmayı hayal ediyorsun.
...ve herkesi dehşete düşürüp hayran bırakmayı hayal ediyorsun.
Ama sen bu iş için yaratılmamışsın, Pierre!
Buna kendin bile inanmıyorsun.
Pola X (1999)
Leos Carax
ali rıza aydın, baudelaire
Ali Rıza Aydın
Virâneye dönmüş evlerin pancurlarının ardında
Gizli zevklerin saklandığı eski varoşlar boyunca
Acımasız güneş indirdiğinde peş peşe darbelerini
Kente ve kırlara, çatılara ve buğdaylara
Yürürüm düşlerimde tek başıma kılıç oynatarak
Ve kokusunu alarak her köşede yeni bir uyağın
Kaldırım taşlarına takılır gibi tökezleyerek sözcüklerde
Kimi zaman da çarparak nicedir düşlediğim dizelere...
Charles Baudelaire
bir kadeh rakı, ahmet erhan
Burda, bir Ahmet Erhan var uzakta
Defterini dürmüş ve Bingöl'de bir dağ köyü kadar yalnız
Aylardır aramadınız, yolları da kapanmadı
Ayakizleri betonlarınızın üzerinde saklıdır
Burda, bir Ahmet Erhan var uzakta
Taşikardi, ülser ve panik ataklı anksiyeteyle dalaşır
Aşağıeğlence'den çıkın, Etlik İlkokulu'nun altında
Ankara'da, bir belediye otobüsü yalnızlığını yaşar
Görseniz bir yerlerden hatırlarsınız mutlaka
Elleri artık titriyor, eski gibi değil
Başını sanki dünyayı taşıyormuşçasına yorgun tutuyor...
Burda, bir Ahmet Erhan var uzakta
Gözleri şehrinizin bütün dumanlarıyla kaplıdır
-Bir kadeh rakının kırk yıl hatırı vardır.
Aylardır aramadınız, yolları da kapanmadı
Ayakizleri betonlarınızın üzerinde saklıdır
Burda, bir Ahmet Erhan var uzakta
Taşikardi, ülser ve panik ataklı anksiyeteyle dalaşır
Aşağıeğlence'den çıkın, Etlik İlkokulu'nun altında
Ankara'da, bir belediye otobüsü yalnızlığını yaşar
Görseniz bir yerlerden hatırlarsınız mutlaka
Elleri artık titriyor, eski gibi değil
Başını sanki dünyayı taşıyormuşçasına yorgun tutuyor...
Burda, bir Ahmet Erhan var uzakta
Gözleri şehrinizin bütün dumanlarıyla kaplıdır
-Bir kadeh rakının kırk yıl hatırı vardır.
Ahmet Erhan
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)