2 Aralık 2012 Pazar

amedee ya da ondan nasıl kurtulmalı, absürd tiyatro


Ölüler korkunç kindar olurlar.Hayattakiler çok daha çabuk unuturlar
---
Yarın, yarın...Senin verdiğin sözleri, senin 'yarınlarını' bilirim ben...Bütün bir ömür senin yarınlarınla geçti gitti...Karar vermen gereken gün yarın değil artık, bugün.Anlaşıldı mı?
---
-Uygunsuz bir insanım ben, yirminci yüzyılda yaşamak için yaratılmamışım.
-Çok önceleri doğmuş olman gerekirdi...ya da çok çok sonra.
---
 Bütün sesler bizim yankımız.Her şey bizi yanıtlıyor.
---
Hiç sporla uğraşmadım.Ağır işlerde de çalışmadım hiç.Ufak tefek işleri bile beceremem.Benimkisi masa başı işi, ben bir entellektüelim.
---
Körsün sen, gerçeği allayıp pulluyorsun !

Amedee ya da Ondan Nasıl Kurtulmalı
Eugene İonesco

Absürd Tiyatro, Hamit Çalışkan


el haimoune, çöl gezginleri, 1986

'Çöl Üçlemesi'nin ilk filmi.Gölgesinde kalmasına rağmen Bab'aziz'den daha sağlam bir yerde durur.Nacer Khemir, kader tarafından incitilen insanların çöldeki arayışlarına hallaci bir şahitlik getirmiştir...

Bir süredir ölümün elini tutmaktayım.
Fakat hâlâ yapmam gereken bir şey var,
Seni bekliyordum.
---
"Beni kınama, kınanmak benden uzaktır.
Allah'ım beni koru, ben yalnızım.
Bu hitabımın hükmünü isteyenler
Okuyun ve bilin ki ben şehidim!"
----
Geçip gidiyorlar!
Gezginlerin hayatı sonsuz bir dolaşmadır.
Kumdan başka bir şey görmezler.
Tozdan başka bir şeye neden olmazlar.
---
- Bize neler öğreteceksin?
- Dilbilgisi, tarih...
- Bahçenin tarihi mi?
- Hayır, ülkelerin.
- Köyümüzün tarihi mi?
---
Belki de mutluluk onlarla yurtları arasında bir engeldir.
---
Lanetle ilgili bir kitabım var.Hayatımı şifresini çözmek için harcadım...Kimse kaderin tecellisini göremeden o kitaba dokunamaz.
---
- Gezginler kim?
- Çocuklarımız.
- Ne yapıyorlar?
- Yalnızca Allah bilir.
---
Yeteri kadar hikayemiz olduğunu bilmiyor musun,
yoksa daha fazlasını mı eklemek istiyorsun?
---
Benim yaşımdaki biri hiçbir yere gidemez.Buralar ölmek için güzel bir yer.
---
Kaderin incittiği bu kimselere karşı anlayışlı ol.
Onları, sonsuzca dolaşan çocuklarının acısıyla başbaşa bırak.

El Haimoune (1986)
Nacer Khemir


hikmet kıvılcımlı sempozyumu, 17-18 ocak 2013

KONUŞMACILAR
Alişan Özdemir: Kıvılcımlı ve Diyalektik
Ayhan Bilgen: Siyasetin Toplumsallaşmasında Dine Yaklaşım ve Kıvılcımlı Dersleri
Birol Dinçel: Çağdaş Sosyoloji Kuramlarına Katkıları Ekseninde Kıvılcımlı ve Sosyolojisi
Demir Küçükaydın: Kıvılcımlı’nın Marksizm'in Gelişimine ve Derinleşmesine Yaptığı Katkılar ve Bu Katkıların Eleştirel Değerlendirmesi

Eser Sandıkçı: Kıvılcımlı’nın “Kadın Sosyal Sınıfımız” Adlı Çalışmasının Feminist Okuması
H.Neşe Özgen: Kıvılcımlı'nın Kürt Analizlerinde Kürtler ve Türkiye Solunun Rolü
İhsan Eliaçık: Kuran'ın Tefsirinde Kıvılcımlı'nın Katkıları
İsmail Beşikçi: Hikmet Kıvılcımlı, Kürtler ve Kürdistan
Kurtuluş Kayalı: Karşılıklı İlişkileri Bağlamında Hikmet Kıvılcımlı ve Memleket Sosyal Bilimcileri Üzerine Bazı Düşünceler
Latife Fegan: Kıvılcımlı Yurtdışı Arşivinin Hikayesi
Mehmet Akyol: Kıvılcımlı’nın Düşünceleri Doğrultusunda Sendikal Hareketin Yeniden Yapılandırılması
                                                                                                     Metin Kayaoğlu: Kıvılcımlı’ya Karşı Kıvılcımlı
                                                                                                     Mustafa Şener: Kıvılcımlı, Kemalizm ve MDD

18 Kasım 2012 Pazar

ulrike meinhof


Kadınların, çocukların ve yaşlıların üzerine napalm bombaları yağdırmak değil, buna karşı çıkmak canilik oluyor...Köyleri haritadan sildiren ve kentleri bombalatan politikacıları onaylamak değil, bu politikacılara pudding ve lor peyniri atmak kabalık oluyor.

Ulrike Meinhof

futbolun tekniğe sığmayan dili: özkan sümer


 *** Özkan sümer, zannedersem Zonguldak'ta antrenörlük yaparken, takımın bitmek bilmez gol sıkıntısini çözmek üzere, zamanın kalburüstü forvetlerinden biri, Ayhan olabilir ismi, epey de bir para dökülerek alınır.Ama futbol iste, bekleneni veremez."Bu maçta patlayacak, olmadı diğerinde patlayacak" derken, neredeyse ligin sonu gelir.Ayhan bir türlü patlayamaz.Son maçlardan birine çıkarken Ayhan, Özkan Sümer'in yanına gelir:

”Hocam” der, “gerçi şimdiye kadar pek iyi gitmedi, ama merak etmeyin, bu maçta yüzünüzü güldüreceğim.”

Sümer bir öksürür ve yapıştırır:

- Oğlum Ayhan, ben ligin başından beri sana gülüyorum zaten.

*** Bir maç esnasında maçın sonlarına doğru yedek kulübesinden birisine ısınması için el eder.İlgili futbolcu (Küçük Soner olabilir) ısınmak için oturduğu yerden kalktığı anda Özkan hoca şöyle bir cümle kurar: "ulan amına koyim sen de işe yarasan zaten yedek kalmazdın ya, neyse"

dünyanın sonu, samuel beckett



Bir zamanlar dünyanın sonunun geldiğini sanan bir deli tanırdım.Resim yapardı.Çok severdim onu.Onu görmeye akıl hastanesine giderdim.Elinden tutup pencereye sürüklerdim.Baksana! İşte! Boy atmış onca buğday! Orada da! Bak! Balıkçı yelkenlileri! Bütün bu güzellikler! Elimden sıyrılır, korku içinde köşesine dönerdi.O sadece küller görmüştü..Bir tek o kurtulmuştu.Unutulmuştu...

Samuel Beckett

bir acıya kiracı, metin altıok, yunus dişkaya

Yunus Dişkaya-Bir Acıya Kiracı


sen ey kendiyle yetinen;
fosforun yeri gece.
ne yapar gecesiz ateşböceği?
belki anlamsız ve delice
kumrunun inanılmaz yuvası
bir direğin tepesinde.
ama boşluktur biraz da
bir kuşu biçimleyen.
bence böyle seni bilemem.

sen ey kendiyle yetinen;
ne derlerse desinler
su eğimine gidecek.
sen şaraba banılmış ekmek;
deltasıyız bütün sözlerin
ve söz sonunda bak nasıl
senle bana gelecek.

sen yarım kalmış bir aşkın
kaçınılmaz sürgünü,
katlanan göğsündeki kayaya
sen orda şimdi bir hüznü köpürt,
ben bir çocuğa su vereyim burda.
ben ki kiracıyım bir acıya

sen imzalarsın sabah akşam
defterini bensizliğin,
bense kanla öderim
kirasını kaldığım evin.
bir takvimi tersten açardık
eğer isteseydin.

sen ey kendiyle yetinen;
artık suyumuz bulanık,
bir güneş bile olsa sonunda
yolumuz kırık, önümüz karanlık
ve ağır tuğrası alnımızda
padişah yalnızlığın
ama yine de umudumuz kalabalık

Metin Altıok

biz içindeyken yetişemiyoruz. keçecizade izzet molla'dan...

Bir ramazan günü, iftardan sonra topluca teraviye kalkılmış.Ama imam iki secdeyi bir edecek kadar hızlı kıldırıyormuş namazı.Daha beş dakika olmadan, onuncu rekat tamamlanmış.Tam o sırada aceleyle dışarıdan gelen birisi, "hazır abdestim varken, ben de cemaate yetişeyim" diyerek safa gireceği sırada, cemaat selam verince, İzzet Molla adama dönmüş:
"Be adam" demiş, "Biz içindeyken yetişemiyoruz.sen dışarıdan geldiğin halde, nasıl yetişeceksin?"

sefiller, nihat genç


Dün öğrendim bir hafta önce ölmüş, kimsesizler mezarlığına kaldırılmış hurdacı Özcan ağbi. Özcan ağbi elli kilo var yok Ankara’nın en hırpani adamı, suratı eski tozlu kısmen kurtlanıp yırtılmış kararmış eski kağıtlar gibi. İki büklüm sakallı bir sinek kadar zayıf, tam bir dilenci. Bu yazın meşhur elli derece sıcağında dahi çıkartmadı kirden kararmış paltosunu yağlanmış bir kat tozlu kalın ciltli kitaplar gibi. Ne zaman sahafa gitsem kalın paltosu içine sivrisinek kadar küçücük başını çekmiş, sigarasını içiyor oluyordu.

Daha iki hafta önce Kızılay’da yıkılan Fransız Kültür inşaatının cadde tarafı kaldırımında yere birkaç kağıt mendil koymuş satıyordu. Eski topçu menecer arkadaşlarla önünden geçiyorduk, çömeldim, kulaktan kulağa sağda solda bir şey var mı diye konuştuk, arkadaşlar bir yazarın bir dilenciyle kulaktan kulağa böyle hararetli dakikalarca ne konuşur sorusuna, bizim de menejerlerimiz bu hurdacılardır, şakayla karışık geçiştirdim.

Hangi işi yapsa sırtındaki palto ve ağzındaki marlboro sigarası üniforması gibiydi, hangi iş, her iş’in bir fırıldağı, her fırıldağın bir nam salmış ustası vardır, hurdacıdan ne bekliyorsunuz tiyatroya kokteyle giden beyler gibi giyinemezdi, çek senet tarih imza kravat banka kredileriyle çalışamazdı.

Özcan ağbi öldü onu tanıyanların hafızasında meşhur kaskatı kirli paltosu ve fırıldak dümen hikayeleri hiç ölmeyecek. Hurdacılığında kitaptan anlarım havasıyla ağır bilmiş konuşup kılığından çok başka bir soyluluk verirdi, en çok da bir zamanlar neymişiz havası, insan hayal edemeyeceği yere palavralarıyla kestirmeden gidebilirdi, ağzın laf yapabiliyorsa bir hurdacıyı soylu bir İngiliz lorduna dönüştürebilirdi, bu lafların ne kadarını yiyorsan o kadar kerizinden müşteri namzeti değilse dinleyicisi olabiliyordun.

Sahaflara, sabahları sokak sokak topladığı kitapları çuval hesabı torba hesabı üç-beş liraya satardı. Müşteriliğin de bir ahlakı vardır, Özcan ağbi’den kitap almaz satmasını bekler sonra sahaftan alırdım. Bir roman dolduracak kadar öğleye doğru henüz kapısı açılmamış sahaf önlerinde sıkılmışlığım laflamışlığım çoktur, konuşmaları 60’lı yılların Türk sineması saflığında kalmış, yarısı palavra, yarısı sıkı hikaye, yarısı boş hayaller, yarısını yemiş yarısını yutmuşumdur, yarısı kaymış bir hayatın iltihabı, uflar puflarla zehir gibi çaylarla deşip irin irin patlatmak gibi, ama neyi anlatsa hala fare avlayan bir sinsi tezgah kurgusu çakal tuzağı kokusu doluydu.

7 Kasım 2012 Çarşamba

fahriye abla, özdemir erdoğan


 
Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,
Hâlâ dağları karlı Erzincan'da mısın?

                                                                                             Ahmet Muhip Dıranas