müslüm gürses etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
müslüm gürses etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

5 Mart 2013 Salı

isyankar sokakların günahkar çocuğu, müslüm gürses, tayfun er

İsyankar Sokakların Günahkar Çocuğu

 

İstanbul'a kar yağmayınca, Türkiye'ye kar yağmadığını sanan basın Müslüm Gürses'in gücünü 1989'daki Gülhane Konseri'nde gördü. 100 bin civarındaki insanın, sadece konsere bir şarkıcıyı görmeye dinlemeye gitmesinin ötesinde o gün Gülhane'de toplumsal bir olay yaşanıyordu. Ayaklarına kapananlar, atletlerini fırlatanlar, coplara aldırmadan bir kez öpeyim diye sahneye fırlayanlarla Müslüm Gürses, bir şarkıcı kimliğinin ötesine geçip tam anlamıyla bir fenomen, bizatihi temsil ettiği değerlerle bir olay olduğunu dosta düşmana gösteriyordu.
Oysa daha 1969'da 300 bin satan "Sevda Yüklü Kervanlar" plağı vardı ama o ve dinleyicileri basının ilgi alanına girmemişti bir türlü. Yoksulluk yüzünden küçük yaşta Urfa sonrası Adana'ya göç etmesi ve sonra İstanbul'a gelmesi sadece kişisel biyografisinin ayrıntısı değildi. O gün Gülhane'de açılan pankartların birisinde yazan "İsyankâr Sokakların Günahkâr Çocukları" ifadesi sadece fanatiklerinin sosyolojik durumunu değil, özdeşleştikleri Müslüm Baba'yı da ifade ediyordu. O yüzden gencecik yaşında "baba" olmuştu çünkü o aynı zamanda ardındaki milyonlarca kitleyi temsil ediyordu.

AŞKI DA HAYATI GİBİ
"Baba" ifadesi sadece hayata karşı duruşundan değil fanatiklerinin ruh halini temsil etmesinden dolayı geliyordu. Orhan Gencebay ve Ferdi Tayfur da Anadolu'dan büyük şehirlere göçenlerin temsilcileriydi.
Müslüm Gürses de öyle ama o daha sonra yaşanan göçün artık dolmuş ve istenmedikleri şehirde büyük zorluklar çeken yeni kuşak emekçileri temsil ediyordu. Artık hayat metropollerde çok daha sertti; Gencebay hatta Tayfur bile bu sertliğin karşılığı olamıyordu. İşte Müslüm Baba tam da bu ezilmişin de ezilmişi olanların sesiydi. Hayatı, tavrı, sesi ve şarkıları bu kendisini en dibe vurmuş, yukarıya doğru çıkmayı imkânsız görenlere bir feryat çığlığı olmuştu.
Hayat arkadaşı Muhterem Nur da, Yeşilçam'ın en parıltılı dönemlerinden bir kuyruklu yıldız gibi geçmişti.
Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit ve benzerleri ayarındaydı ama bir türlü o şöhretin getirmesi gerektiği gibi hayata tutunamamıştı.
Muhterem Hanım'ın hayatı, Müslüm Baba'nın sadece eşi değil, en fanatik izleyicisinin hayatı gibi çileliydi. Baba da tercihini bu hak ettiğini bulamamış eski yıldızı severek yapmıştı. Aşkı da, hayatı ve şarkılarıyla uyumluydu.

'BABA'NIN DEĞİŞİMİ
Gencebay ve Tayfur hayranları, gitgide şehirle barışmış, ona istemeden de olsa alışmıştı. Zaten hayat Müslüm Baba'nın dönemine göre daha yumuşaktı.
Metropollerin en düşük ücretli ve en kötü işlerinde çalışanların çok daha sert ve asiydi. Onlar sadece "Batsın Bu Dünya" deyip mütevekkil bir kabul ediş ya da "susadım, çeşmeye varmaz olaydım" diye naif bir kırılganlık içinde değillerdi. Bu hayatla kavga ediyorlardı hem de çatır çatır...
Türkiye zor ve kanlı bir dönemdeydi; jiletin akıttığı kan sadece konserde kendisini "hacamat" edenlerin bireysel aşırılığı değil, her şeyin aşırısını yaşayan bir ülkenin dışavurumuydu.
Müslüm Baba, Teoman şarkılarıyla bir süre sonra bu aşırılıkla arasına bir mesafe koyuyordu. Belki de artık o Adana'dan gelen Müslüm Akbaş değildi artık. Yeni şarkıları, metropolün aşklarından hayal kırıklığı yaşayan şehirli şarkılarıydı.
Gülhane'de bedenini paralayanlarla arasındaki makas gitgide açıldı. Yine Baba idi elbette ama artık dinleyecileri değişmişti.

Tayfun Er

04.03.2013
Takvim Gazetesi

27 Kasım 2011 Pazar

kalbi kırık 'müslüm baba', yıldırım türker


Onun fotoğrafı, siyah beyaz çekilmiş. Sonradan renklendirilmiş. Pastel. Bir de sarmaşık gülleriyle çerçevelendirilmiş. Gerçek-dışı bir uçuculuk var, her şeyde. Resimli-süslü kamyon kasalarını, eski berber aynalarını, 'Dünya Güzeli Züleyha'yı, 'Ağlayan Çocuk'u hatırlatıyor. Aile albümünün kanayan yanında. Mağlupların başucunda duruyor. Müslüm Baba. Varoşların Azizi.Nereye gitse, ardında bir yetim ordusu. Müslüm Gürses, hiçbir starın sevilmediği gibi seviliyor. Onu sevenler, kaybedecek bir şeyi olmayanlar çünkü. Feryat figân, kan gülleri; vereceğini yalnız kendi etinden, kendi canından artıranların korkunç aşkıyla seviliyor. Şu dünyada en ufak hükmü bulunmayan; suretleri en çok sabıka kayıtlarına yakışan karaşın kavruk adamlar, tekinsiz mahalle aralarının hapçı kızları. Onun babası olduğu cumhuriyet, nüfusu gittikçe artan üçüncü sayfa kahramanlarının cumhuriyeti. Orada âdetler farklı. Şiddet farklı. Babanın konserleri, topluca kendinden geçme ayinleri. Tuhaf kültlerin ancak gizli kameraya gelebilecek tapınma görüntüleri. Basbayağı dini arınma ritüelleri, jiletin kollarda, göğüslerde bıraktığı izlerle son bulan.
Müslüm Gürses, televizyona çıktığında kitlesi onu takip ediyor.Yol gösterenlerin el kol hareketiyle alkışlamaya, gülmeye, oturup kalkmaya hazır temiz orta sınıf seyircilere alışık koltuklara yığılan yetimler, denetimsiz bir coşkuyla sıkı bir nümayişe çeviriyorlar Babalarının programını. Birlikte söylüyorlar:
"İtirazım var bu dertli şansıma/Dertlerin cümlesine/Talihin böylesine/hayatın sillesine itirazım var/ben hep yenilmeye mecbur muyum?/Ben hep ezilmeye mahkûm muyum?" Onları denetleyebilen tek kişi, Gürses. Kimileyin küçük bir baş işaretiyle, kimileyin ellerini kaldırıp her birinin sırtını tek tek sıvazlar gibi yaparak. Asla otoriteryan bir tavırla değil. Lider gibi değil. Ermiş gibi.