Onun fotoğrafı, siyah beyaz çekilmiş. Sonradan
renklendirilmiş. Pastel. Bir de sarmaşık gülleriyle çerçevelendirilmiş.
Gerçek-dışı bir uçuculuk var, her şeyde. Resimli-süslü kamyon
kasalarını, eski berber aynalarını, 'Dünya Güzeli Züleyha'yı, 'Ağlayan Çocuk'u hatırlatıyor. Aile albümünün kanayan yanında. Mağlupların başucunda duruyor. Müslüm Baba. Varoşların Azizi.Nereye
gitse, ardında bir yetim ordusu. Müslüm Gürses, hiçbir starın
sevilmediği gibi seviliyor. Onu sevenler, kaybedecek bir şeyi olmayanlar
çünkü. Feryat figân, kan gülleri; vereceğini yalnız kendi etinden,
kendi canından artıranların korkunç aşkıyla seviliyor. Şu dünyada en
ufak hükmü bulunmayan; suretleri en çok sabıka kayıtlarına yakışan
karaşın kavruk adamlar, tekinsiz mahalle aralarının hapçı kızları. Onun
babası olduğu cumhuriyet, nüfusu gittikçe artan üçüncü sayfa
kahramanlarının cumhuriyeti. Orada âdetler farklı. Şiddet farklı.
Babanın konserleri, topluca kendinden geçme ayinleri. Tuhaf kültlerin
ancak gizli kameraya gelebilecek tapınma görüntüleri. Basbayağı dini
arınma ritüelleri, jiletin kollarda, göğüslerde bıraktığı izlerle son
bulan.
Müslüm Gürses, televizyona çıktığında kitlesi onu takip ediyor.Yol
gösterenlerin el kol hareketiyle alkışlamaya, gülmeye, oturup kalkmaya
hazır temiz orta sınıf seyircilere alışık koltuklara yığılan yetimler,
denetimsiz bir coşkuyla sıkı bir nümayişe çeviriyorlar Babalarının
programını. Birlikte söylüyorlar:
"İtirazım
var bu dertli şansıma/Dertlerin cümlesine/Talihin böylesine/hayatın
sillesine itirazım var/ben hep yenilmeye mecbur muyum?/Ben hep ezilmeye
mahkûm muyum?" Onları denetleyebilen tek kişi, Gürses. Kimileyin küçük
bir baş işaretiyle, kimileyin ellerini kaldırıp her birinin sırtını tek
tek sıvazlar gibi yaparak. Asla otoriteryan bir tavırla değil. Lider
gibi değil. Ermiş gibi.
Varoşların kötü
çocukları Müslüm Gürses'i dost muhabbetinde sarhoş olup şarkı söyleyen
ağabeylerini dinler gibi dinliyor. Şarkılarını müthiş gırtlak
oyunlarıyla ya da tertemiz akademik bir tavırla söylemiyor elbet. Her
dizede hâkimiyetini kaybediverecek, sonunu getiremeyecekmiş gibi
söylüyor. Her an hata yapıverecekmiş gibi. Hayranlarının hayatına
tutulan ayna. Ayağı kaydı kayacak. Müziğin hep gerisinde kalıyor, son
anda yetişiyor. Kafası iyi. Öyle iyi ki kimseye ders verecek, erkeklik
taslayacak, yerli yersiz böbürler sallayacak hali yok. Ne kadar itirazı
olsa da hali yok. Kafası nal, yüreği mangal. Kırılgan mı kırılgan bir
adam.Az konuşuyor. Çok bildiği, çok
hazmettiği düşünülüyor, bu yüzden. Dilinin peltekliği, zor konuşuyor
olması, yıllar önce geçirmiş olduğu ağır bir trafik kazasına yoruluyor.
Yaralı.
Müslüm'ün babalığı, babanın hayat
kurtaramadığı, aileyi doyurup ayakta tutamadığı, iktidarının sarsıldığı
bir dünyanın babalığı. Çocukları ona can verebilmek, kendilerine
benzeyen bu uçucu, bilge adamı ayakta tutabilmek için her şeyi yapmaya
hazır. Müslüm Baba, konuşurken birden 'ha ha ha' diye gülüveriyor. Oraya
çıkarılmış bir bebek gibi. Sık sık gülüyor. Kitlesinin şefkatini
kazanmakta hiç zorlanmadığı aşikÉr. Tevazu oyununda da rakip tanımıyor.
Karşısındakinin övgülerini bir çırpıda müstehcen kılabilen bir
kıvraklığı var, tevazuunun. O, gerçekten de halk arasında 'baba adam'
tabir edilen türden.
Onun Baba olduğu dünya, insanların kelebek gibi yaşayıp kısacık ömürlerini bir çırpıda tükettikleri bir dünya.O, vakitsiz ölenlerin babası. Kalbi çatlar, o babaların. Verem olurlar.Kan tükürürler. Hızla yaşlanıp hızla göçerler.
Müslüm Baba'nın İsviçre'de kalp krizi geçirdiği haberinin de yakıcı bir
inandırıcılığı yok muydu? Sonunda kalp spazmı geçirmiş olduğu, 'dimdik
ayakta' olduğu haberiyle derin bir nefes aldık. Zaten o da 'Biraz
rahatsızlandık, ortalık çalkalandı', demiş. Sonra da eklemiş, "Ölüm
arada bir gelip yokladı, ama gördüğünüz gibi yırttım. Kolay değil bu
dünyayı terk etmek."
Müslüm Gürses'in
serüveni melodramın ağdasına, bütün damardan insanlık hallerine açık
olduğu için, büyüleyici. O, bu toplumun sahip çıkamadığı, hepimizin
çocukluğunun ya da gençliğinin ıstırap ikonasının; dünyanın en güzel
gözlü kör kızının sevgilisi. Hepimizin gözü önünde düşmüşken kaldırdığı
eşiyle birlikte en alttakilerin fotoğrafında köşede duran dalgın adam,
o.
Lahmacunlu imparatorluğu; kamera
gördükçe duygulanıp gözyaşlarını yumruğuyla silen gönül adamı
numaraları; gerektiğinde şehirli kadınları hırpalayan naylon
delikanlılığı; muktedir sofralarında siyasetler üstü çiğ köfte yoğurma
gayretleri ile İbrahim Tatlıses ve onu takip eden güneydoğulu rakipleri,
Müslüm Gürses'in babalığını rüyalarında bile göremezler. Onun,
cazibesini toplumun her kesimine açma
çabalarında insanın içini burkan da bu zaten. Türk popuna açık bir
'sound'a yönelme kararı, her söylediği şarkıya bir 'damardanlık' katıyor
olmasına karşın, yetimlerle arasına bir mesafe koyma niyetini
düşündürüyor. Teoman'ın 'Paramparça'sını da söyleyecekmiş. Babanın
kendini 'havaalanında kaybolmuş bir bavul'a, 'sonbaharda boş bir yüzme
havuzuna' benzeteceğini düşünmek çoğu seveninin yüreğini dağlıyordur
mutlaka.
Ama belki de yorulmuştur.
Jiletlerin ışıltısından, kanla tartılan babalığından bitkin düşmüştür
belki. Rutubetli atölyelerin kavruk çırakları onun 'Usta'sını
söyleyedursun, onun itirazı çoktan ürkütücü bir racona nefes vermiş
olsun, popüler kültürün dayattığı kurallara direnmek çok güç. Yıllar
önce babalık imgesi üstüne yazdığım bir yazıda gölgesi hâlâ üstümüzden
eksik olmayan Demirel'le Müslüm Gürses'i karşılaştırmış, şöyle
bağlamıştım:
"Her durumda, kabul görmüş
baba imgesi, bireyin intiharı oluyor. Demirel'in artık aşina olduğumuz
için sineye çekebildiğimiz zulmüne yıllarca evlat yetiştiremedik. Müslüm
Baba'yı izlerken çekilen jiletler de mazlumun kendi bağrında parlıyor.
Babasının iktidarsız itirazını izlerken kendisine acıyıp hayatına jilet
atan
evlatla, babasının itirazsız iktidarı karşısında çaresizliğe kapılıp
hayatını suskunluğa kilitleyen evlat, aynı resimde kanıyor."
Yoksul külhaniler yine davranacak jiletlerine. Onlar 'evlatlıktan sessizce çekilmesini' bilmediği için aralarından baba seçtikleri usulca vedalaşıyor işte kendileriyle.
Yıldırım Türker
14.01.2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder