özcan alper etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
özcan alper etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ocak 2024 Pazartesi

Linç Filmleri Festivali - Tanıl Bora


İnsan Hakları Belgesel Film Günleri’nin 14.’sü, şu günlerde sürüyor. Türkiye’de istikrarla, özenle sürdürülen kıymetli işlerden. Filmlerin 10-17 Aralık arasında çevrimiçi gösterime sunulduğu Hafta’nın bu yılki teması: “İşkence ve kötü muamele yasağı.”[2]

2019’daki 10. İnsan Hakları Belgesel Film Günleri’nde gösterilen bir film vardı: Terminalde Ölüm.[3] İsrail’de 2016’da gerçekleşen bir linç vakası. Beerşeba terminalinde otobüs bekleyen Eritreli gencin, “teröriste benziyor” diye linç edilerek öldürülüşünü gösteriyor. Hem İsrail örneğinde sıradan-gündelik ırkçılığı ve “terörist” heyûlasını, hem de linç ‘fenomenini’ konu etmesi bakımından, müstesna bir iş.

İnsan Hakları Belgesel Günleri misali, veya kadın filmleri festivali, işçi filmleri festivali misali, bir linç filmleri festivali veya … günleri de tertip edilebilir, memleketimizde.

2022 yılının üzerinde en fazla konuşulan iki filminin, Emin Alper’in Kurak Günler’i ve Özcan Alper’in Karanlık Gece’sinin, linçle ‘yakından’ ilgili filmler olduğunu hatırlayalım. Kurak Günler dramatik doruk noktasına linç girişimiyle yükseliyor, Karanlık Gece tamamen bir linç vakası etrafında dönüyor.

***

Sinemamızda klasik denebilecek linç filmi, Vurun Kahpeye’dir. Halide Edip’in aynı adlı romanından (1926), üç defa sinemaya uyarlandı: 1949’da (yönetmen Ömer Lütfi Akad; Sezer Sezin ve Kemal Tanrıöver), 1964’te (yönetmen Orhan Aksoy; Hülya Koçyiğit-Ahmet Mekin) ve 1973’te (yönetmen Halit Refiğ; Hale Soygazi-Tugay Toksöz). Roman, edebî kanonun mümtaz bir parçasıdır. Millî Mücadele döneminde, İstanbullu Aliye öğretmenin, ilk görevinde bir taşra kasabasında başına gelenleri anlatır. Kuvayı Milliye’yi destekleyen aydınlanmacı Aliye, Kuvayı Milliye’ye muhalif, hilafetçi, yobaz prototipi Hacı Fettah’la ihtilâf halindedir. Fettah’ın “kahpe” çamuru attığı genç öğretmen (bir Kuvayı Milliye subayıyla aşk ilişkisi vardır), bir linç saldırısının kurbanı olur.

Linç sahnesinde (Orhan Aksoy çekimini örnek alıyorum), Aliye öğretmenin haykırışı dikkate değerdir: “Daha düne kadar düşmanın adamlarıydılar… Beni değil asıl bunları öldürün. Bana değil, Fettah’a, Hüseyin’e vurun!” Bu sözler romandan alınmadır. Romanda, etraftan Aliye’yi kurtarmaya çalışanlardan da, “Önce bu hınzırları gebertelim,” diye bağıranlar çıkar. Can havliyle söylenmiş sözlerdir elbette; yine de bir haklı linç fikrini sezdirirler izleyiciye. Asıl gebertilecekler, asıl vurulacaklar vardır.

Klasik linç filmimizin, linçi bir skandal olarak ele alan klasik filmin, bir linç saldırısını bizzat bir barbarlık, bir insanlıktan-çıkma olarak görmekten önce, onun haklılığını, kime kıydığını kollayan bir tutuma göz kırptığını söyleyebiliriz, yani. Burada skandal, bizatihi linçten ziyade, lincin onu hak edenler yerine, hak etmeyenleri hedef almasındadır. Bu sahneyi, “Türkiyelinin linç karşısındaki davranışları” töresinin belirtilerinden biri sayabiliriz.

***

Güncel iki linç filminden önce kısaca, Bilge Olgaç’ın Kerem Korcan’ın aynı adlı romanından (1967) uyarladığı Linç filmini not edelim (1970). Hapishanede geçen bu filmin kahramanı Arap Kadir, gerek müdür ve gardiyanların uyguladığı, gerek mahpusların birbirlerine uyguladığı zorbalıklara karşı durur. Filmin sonunda, gardiyanların kışkırttığı mahkûmlar Kadir’i linç ederek öldürürler. Bu film, -tıpkı roman gibi-, linçi sorunsallaştırmakta Vurun Kahpeye’den ileridir. Linçi bizzat insanlık dışı bir hadise olarak resmeder.

***

Günümüz linç filmlerine, Karanlık Gece’ye ve Kurak Günler’e gelelim. Önce, bu iki filmde linçin bariz kötülük olarak resmedildiğinin altını çizmek gerekir. Faillerin-kurbanların kimliklerinden, ‘sicillerinden’ bağımsız olarak böyledir.

Sonra, bu filmlerde linçin saiklerine bakalım. Niçin linç ediyor, ediliyorlar? Özcan Alper’in Karanlık Gece’sinde, köye yeni atanmış orman muhafaza memuru Ali’nin linç edilmesinin “niçin”leri çoğuldur. Kimsenin takmadığı yasal hükümleri doğayı koruma azmiyle bilfiil uygulamaya kalkışarak avcılara müşkülat çıkarttığı için… Bu çıkıntılığından ötürü bizzat bir memur arkadaşı onu “terörist” diye bile yaftaladığı için… Yakışıklılığıyla, ekolojizmiyle, kendi başına takılmasıyla falan, “şehirli zibidi” olarak kendisine gıcık olunduğu için… Saikler çoğul olmak yanında çelişkilidir de. Ali, köyün güzel kızıyla görüştüğü, böylece ‘kadınlarımızı elimizden alıyor’ rivayetini kışkırttığı için hedef olmak yanında; o “şehirli zibidi” imgesinin refakatçisi olarak, “ibnelik”le de ‘itham’ edilir.

Saiklerin çoğulluğu, linç edilmeyi ‘hak ettirecek’ sebeplerin çokluğu olarak görülmemeli. Film, linçi mazur göstermeye yanaşmaz. Bu sebepler, avcıların işini zorlaştırması dışında, ‘mevhum,’ yani evhama dayalı, rivayet makinesiyle çoğaltılmış sebeplerdir. Linçin kurbanına değil, faillerine ait sebeplerdir. Karanlık Gece, linçin sebebini kurbanın yaptıklarında (“suçunda”) değil, linç edenlerde aramamız gerektiği açıkça ‘söyler’ bize. Linçte, “niçin yapmışlar?” sorusunun yanlış bir soru olduğunu, dahası skandal bir soru olduğunu söyler.

Nefret söylemi, hınç ve hasetin birbirine dolandığı bir dikenli çalı topağı, yuvarlana yuvarlana, çalı çırpıyı, çeri çöpü toplayıp büyüye büyüye gelir ve linç felâketini yaratır.

***

Kurak Günler’de de linçin çoğul dinamiğini görürüz. Genç savcı Emre ile yerel gazeteci Murat, idare-i maslahatı kurcaladıkları için nefret uyandırırlar. Savcı, bir Roman’ın şahitliğiyle eşraftan birini tutuklatmaya kalkar; yani adeta insan-altı gibi görülen, eşit addedilmeyen Roman kadını eşit hukuk öznesi gibi görerek, imtiyazlı/makbul vatandaşlık sözleşmesini ihlâl eder. Emin Alper eşitlik korkusu kavramıyla mühürlüyor bu durumu. Yerel gazeteci, yerel güç odağı ve iktidar partisi mensubu belediye başkanına muhalefetiyle zaten bozgunculuk timsalidir. ‘Dahası,’ savcı ve gazetecinin eşcinsel oldukları ‘şüphesinin’ dikenli çalı topağı, yuvarlanıp geliyordur.

Karanlık Gece’de avcıların ve heteroseksüel erkeklerin hissettiği tehdit, Kurak Günler’de daha güçlü bir saiktir. Ekolojik yıkımın yol açtığı susuzluk, büyük bir felâket olarak kasabanın üzerinde asılıdır. Büyüyen tehdit algısının tedirginliğiyle, belediye başkanının afakî ve hamasî “çözeceğiz” vaadine bağlanmak, bu vaatlerin yersizliğini anlatan gazeteciye inanmaktan daha iç rahatlatıcıdır. Tehdit algısının daralttığı ruhlar ve zihinler, “bozguncuların” üzerine boşalır. Günah keçisidirler. Tıpkı Karanlık Gece gibi, Kurak Günler’de de, sebebi, linç edilenlerde değil linç edenlerde aramak gerektiğini görürüz.

Kurak Günler’de linçi tetikleyen an, bir zafer anı. Seçim zaferi kutlamasında ortaya çıkan kirli neşe, linç güruhuna yakıt olur. O anın özgüveniyle haplanmışçasına, zaferin tadını linçle çıkarmaya girişirler. Zevkin doruğunu, nefret performansında bulurlar; belki de en iyi tanıdıkları, içinde kendilerini evlerinde hissettikleri duygu, nefrettir. Linç sefasıdır…[4] Kutlama sevincinin nefret cinnetine dönüşmesi, Kurak Günler’in linçin duygulanım ekonomisiyle ilgili güçlü katkısıdır.

***

Linç güruhu, dedik. Özellikle Kurak Günler, linçin güruhlaştırıcı dinamiğini irkilterek gösterir. Epeydir artık “grup, topluluk” anlamına kullanılır hale gelen güruhun, insanı sürü hayvanına dönüştüren bir ‘deneyim’ olarak, tam da linç pratiğinin meydana getirdiği bir hal olduğunu gösterir.[5] İnsan bir kitle hali olarak güruh, linçin öznesi değil, nesnesidir de; hem linç eden güruhtur, hem de linç, güruhlaştırır.

***

Karanlık Gece, linçteki saklı suç ortaklığını gösterir. Ortak sır olarak kaldığı müddetçe, linçteki suç yok hükmündedir. Bilinç dışında, kâbuslarda saklandığı yerden çıkarıldığı, çıkarılmaya cesaret edildiği zaman, yani kendisiyle yüzleşildiğinde, sorun olur. Güruhun anonimliğinin örttüğü perde kalkıverecektir çünkü.

Güruhun anonimliğinin örttüğü perdenin bir an kalkması, işte, Kurak Günler’de linç kurbanlarının kurtulmasını sağlar. Ki, Kurak Günler’i linç filmleri içinde müstesna kılan bir yanı da, linç saldırısına uğrayanların kurtulması - en azından kurtulmuş görünmesi. Savcı ve gazeteci, kuşatıldıkları evden çıkıp, güruhun içinden yürüyerek çıkıp arabalarına giderler. Güruh donakalır. İkilinin kalabalığın arasından geçerken onların yüzlerine, gözlerine bakması, kişileri güruhun anonim parçası olmaktan bir an çıkartır, onları kişi yapar. Bakan gözün –itibardan düşmüş de olsa- savcı olması, güruhun anonimliğinin korumasını kaldırarak ceza tehdidini yakına getirir.[6] Linçi ‘kolaylaştıran’ hatta mümkün kılan cezasızlık emniyeti, bir anlığına, sallantılı hale gelir.

Linç kurbanlarının rollerinden dışarı çıkmasının, -üstelik bunu daha anlaşılır bir tepki olan karşı-şiddete de başvurmadan yapmasının-, şaşırtma etkisi de başlı başına dikkate değer. Karanlık Gece’deki avcılar, av hayvanlarını Freiwild olarak görüyorlardı. Düz çevirisiyle ve orijinalinde “avlanması serbest yaban hayvanı” demek olan bu Almanca kavram, zaman içinde dönüşüp, “korumasızca keyfî muameleye tabi insan” anlamını kazanmıştır. Linç kurbanları Freiwild’dir,avlanması serbest yaban hayvanı gibidirler. Freiwild olsa olsa kaçmayı deneyebilir, pençe atabilir, ısırabilir, ama neticede avlanması ‘haktır,’ tabiatın ve törenin icabıdır. Linç güruhu, linç kurbanlarını da öyle görür. Kurak Günler’de Emre ile Murat’ın linç güruhunun arasından sakince yürümesi, Freiwild statüsünü ‘tanımamanın,’ onu sarsmanın bir jesti, aynı zamanda…

***

Linçin korkunçluğunu, karanlığını, barbarlığını gösteriyor bu filmler; her şeyden önce, kesinlikle kurbana değil faile bakmak gerektiğini gösteriyor; “bunu hak edecek ne yapmışlar?” sorusunu teklif dahi edilemez saymak gerektiğini gösteriyor.

Tanıl Bora
Kaynak: Birikim Dergisi: https://birikimdergisi.com/haftalik/11576/linc-filmleri-festivali-1

[1] Bu yazı, 18-22 Ekim’de düzenlenen Ulusal Psikiyatri Kongresi programında, Ayşe Devrim Başterzi ve Emin Alper’le beraber katıldığımız “Kurak Günler: Medeniyet Kaybından Linç Girişimine Yıkılan, Yozlaşan, Çöken Yanıklar’ı Anlamak” başlıklı panelde konuştuklarımıza dayanıyor. Ayşe Devrim ve Emin’in görüş ve yorumlarından bol bol yararlandım. Teşekkür borçluyum.

[2] https://tihv.org.tr/duyurular/tihv-14-insan-haklari-belgesel-film-gunleri-yola-cikiyor/

[3] https://bianet.org/yazi/lince-beraat-228362

[4] “Linç sefası,” Todd McGowan’ın Irkçı Fantezi kitabının bir alt bölümünün başlığıdır: “Linç festivali ırkçı fantezinin uç noktasıdır.” (çev. Erkal Ünal, Axis Yayınları 2023, s. 202.)

[5] https://birikimdergisi.com/haftalik/7484/guruh

[6] Buna da panelimizde Emin Alper dikkat çekti.

Karanlık Gece (2022) - Özcan Alper









Karanlık Gece (2022) - Özcan Alper

17 Mart 2022 Perşembe

14 Ocak 2022 Cuma

Vanya Dayı - Anton Çehov


...

ASTROV:

Öyle...On yıl içinde başka biri olup çıktım.Neden biliyor musun?Çok çalıştım dadı.Sabahtan akşama kadar durup dinlenmeden, bütün gün ayaktayım...Geceleri de şimdi gelip hastaya çağıracaklar korkusuyla uyuyabilirsen uyu.Seninle tanıştığımızdan bu yana bir tek boş günüm olmadı.Yaşlanmaz mı insan?Zaten yaşam dediğimiz şeyin kendisi de öylesine sıkıcı, aptalca ve kirli ki...Yutuyor insanı.Çevren tuhaf kişilerle dolu, baştan aşağı tuhaf kişilerle.Onlarla birkaç yıl birlikte yaşayınca da, farkına varmadan tuhaflaşıyorsun sen de.Kaçınılmaz bir yazgı bu.

...

Bizden yüz, iki yüz yıl sonra yaşayacak olanlar, kendileri için yollar açtıklarımız bizi hayırla anacaklar mı acaba?Yok dadı, anmayacaklar!

MARİNA:

İnsanlar anmazsa, Tanrı anar.

...

ASTROV:

Daha uzun süre kalacaklar mı?

VOYNİTSKİ:

Yüz yıl! Profesör buraya yerleşmeye karar verdi.

...

VOYNİTSKİ:

Profesör eskisi gibi sabahtan gece yarılarına kadar çalışma odasına kapanıp yazıyor."Aklımızı zorlayıp, alnımızı kırıştırıp, durmadan kasideler yazıp duruyoruz, ama ne kendimize ne de kasidelerimize bir övgü işittiğimiz var." Zavallı kağıtlar! Yaşamöyküsünü yazsa, daha iyi ederdi.Ne yüce bir konu!Emekli bir profesör, anlarsın ya, kadidi çıkmış ukala dümbeleği, bilgin bir çiroz...Damla illeti, romatizma, migren, kıskançlık ve çekememezlikten karaciğeri büyümüş...Bu çiroz balığı, ilk karısının yurtluğunda oturuyor şimdi, canı hiç istemediği karısının yurtluğunda oturuyor şimdi, canı hiç istemediği halde oturuyor, çünkü kentte yaşamaya kesesi elverişli değil.Durmadan bahtsızlıklarından yakınır, gerçekteyse olağanüstü bahtlıdır.

Düşün bir, ne baht ama!Sıradan bir kilise kayyumunun oğlu, bir papaz okulu öğrencisi, akademik kariyer, kürsüler elde ediyor, "ekselans" diye hitap ediliyor kendisine, senatör damadı oluyor, vs... vs... Fakat bütün bunlar önemli değil.Sen asıl şu işe bak: Adam tam yirmi beş yıl, sanattan zerre kadar anlamadan sanat üstüne yazıp çizmiş.Yirmi beş yıl gerçekçilik, doğalcılık ve bunlar gibi bir sürü saçmalık üstüne başkalarının düşüncelerini geveleyip durmuş; yirmi beş yıl, akıllıların zaten çoktandır bildiği, aptalları ise ilgilendirmeyen konularda okuyup yazmış, demek oluyor ki yirmi beş yıldır havanda su demekte.

...

MARİLYA VASİLYEVNA:

Nedense ben konuştuğum zaman rahatsız oluyorsun.Bağışla Jan, ama şu son yıl içinde öyle değiştin ki, seni tanıyamaz oldum...Kesin görüşleri olan bir insandın sen, parlak bir kişiliktin.

VOYNİTSKİ:

Ya, evet! Parlak bir kişiliktim, hiç kimseyi aydınlatmayan...

...

MARİLYA VASİLYEVNA:

...Görüş denilen şeylerin, kendi başlarına ölü harflerden başka bir şey olmadıklarını unutmamalıydın...Eylemde bulunmak gerekirdi...

...

YELENA ANDREYEVNA:

Bugün de hava pek güzel...Sıcak değil...

VOYNİTSKİ:

Tam insanın kendini asacağı bir hava...

...

ASTROV:

Ostrowski'nin oyunlarından birinde pala bıyıklı ve yeteneği kıt biri vardır.İşte o benim.Eh, kalın sağlıcakla bayanlar, baylar...

YELENA ANDREYEVNA:

Sizin orman sevginizden söz ettilerdi bana.İnsan bu yolla da çok yararlı işler yapabilir gerçekten, fakat asıl görevinize engel olmuyor mu bu?Doktorsunuz.

ASTROV:

Asıl görevimizin ne olduğunu Tanrı bilir.

...

VOYNİTSKİ:

Yüzünüzü, davranışlarınızı dışardan görebilseniz...Yaşamaya üşeniyorsunuz sanki!Ah, nasıl bir üşengeçlik bu!

...

SONYA:

Söyleyin bana Mihail Lvoviç...Diyelim ki bir kız arkadaşım ya da küçük kız kardeşim olsa ve siz onun...diyelim ki sevdiğini öğrenseniz...Ne yapardınız?

ASTROV:

Bilmem.Sanırım hiçbir şey.Onu sevemeyeceğimi anlamasını sağlardım, kafamın yeterince dolu olduğunu...

...

YELENA ANDREYEVNA:

...Düşünsene, ne biçim bir yaşamı var bu doktorun!Çamurdan geçilmez yollar, ayazlar, kar fırtınaları, aşmak zorunda olduğu uzak mesafeler...Halk kaba, yabanıl; yoksulluk, hastalık almış yürümüş...Böyle bir ortamda her gün çalışan, didinen insanın, temiz ve ayık olarak kırk yaşlarına ulaşması güçtür.

...

SONYA:

Bir kadın güzel değilse, "Çok güzel gözleriniz var, çok güzel saçlarınız var..." derler.

...

VOYNOTSKİ:

Gecelerimizi şimdi bütün benliğimle hor gördüğüm dergileri, kitapları okuyarak mahvettik.

...

VOYNOTSKİ:

Hayatım yok olup gitti! Yetenekli, akıllı, gözü pek bir insanım ben...Eğer normal yaşamış olsam, bir Schopenhauer, bir Dostoyevski çıkabilirdi benden...Saçmalamaya başladım!Aklımı kaçırıyorum!..Anneciğim, ümitsizlikten boğuluyorum! Anneciğim!

...

ASTROV:

Bizden yüz yıl, iki yüz yıl sonra yaşayıp da hayatımızı böyle aptalca, böyle tatsız yaşadığımız için bizi hor görecek olanlar, belki de mutlu olmanın yolunu bulacaklardır...Bize gelince...Seninle benim içinse tek bir umut kaldı: Mezarlarımızda yatarken hayaller, bir ihtimal hoş hayaller görmek...

Evet kardeş.Tüm bu bölgede, aklı başında aydın, dürüst iki kişi vardı sadece: Sen ve ben.Fakat on yıl içinde günlük yaşamın tekdüzeliği, bu iğrenç hayat içine çekip yuttu bizi, çürümüş buharlarıyla kanımızı zehirledi, biz de herkes gibi sıradan, bayağı kişiler olup çıktık.

...

ASTROV:

Kalın lütfen.Anlasanıza, bu dünyada yapacak hiçbir şeyiniz yok, yaşamınızın hiçbir amacı yok, sizi oyalayacak hiçbir şey yok ve eninde sonunda duygularınza teslim olacaksınız.Kaçınılmaz bir şey bu.Ne olur, Harkov'da, Kursk'ta, ne bileyim bir başka yerde değil de burda, doğanın koynunda olsun bu...Hem de şiirsel olur, çok güzel olur doğrusu...Buralardaki fidanlıklar tam Turgenyev zevkine uygun, yarı harap çiftlikler vardır.

...

SONYA:

Yaşayacağız Vanya Dayı,Çok uzun günler, boğucu akşamlar geçireceğiz.Alınyazımızın bütün sınavlarına sabırla katlanacağız.Bugün de, yaşlılığımızda da, dinlenmek bilmeden, başkaları için çalışıp didineceğiz.Ecel gelip çatınca da uysalca öleceğiz ve orda, mezarın ötesinde, çok acı çektik, gözyaşı döktük, çok acı şeyler yaşadık diyeceğiz...Tanrı da acıyacak bize ve biz seninle canım dayıcığım, parlak ve güzel, sevimli bir hayata kavuşacağız ve burdaki mutsuzluklarımıza sevecenlikle, hoşgörüyle gülümseyeceğiz ve dinleneceğiz...İnanıyorum buna dayıcığım, bütün kalbimle, tutkuyla inanıyorum.

...

Dinleneceğiz!Melekleri dinleyeceğiz, elmas gibi yıldızlarla kaplı gökleri göreceğiz.Dünyanın tüm kötülüklerinin, tüm acılarımızın, dünyayı baştan başa kaplayacak olan merhametin önünde silinip gittiğini göreceğiz ve hayatımız bir okşama gibi dingin, yumuşak, tatlı olacak.İnanıyorum, inanıyorum buna.

...

Vanya Dayı
Anton Çehov
Çeviren: Ataol Behramoğlu
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları