24 Ekim 2021 Pazar

"Ben, ölümden korkmanın ayıp olduğu dönemleri de seviyorum" - Ahmet Altan / Kıraathane Röportajından

Ahmet Altan - Kıraathane Röportajından
-Ben, ölümden korkmanın ayıp olduğu dönemleri de seviyorum-

Bir babanın ne kadar önemli olduğunu ben hapishanede anladım.Ben babalığı falan geçtim, ben dedeliği de geçtim, ben artık öbür tarafa doğru gidiyorum; bu yaşta bile bir baba o kadar önemli ki, hapishanede nasıl durduğumu babamın bana çocukluğumda öğrettiklerine borçluyum.Bana anlattıklarına borçluyum ve hapishanede çok sık babamı düşündüm; bana verdiği nasihatleri...Çok sevdiğim hikâyeler var, defalarca yazdığım hikâyeler var.Onlar hep aklıma geldi.Bunu bir daha anlatayım.Hem en sevdiğim hikâyelerden biri; sürekli yazıyorum ve sürekli anlatıyorum.Bunu, ben çok ufakken babam bana anlatmıştı ve hiç unutmadım.Buradan bir ihtiyar ukalalığıyla şunu da söyleyebilirim: Çocuklara biraz bunları anlatmak lazım küçükken, hayata dayanmaları için.Tamam, biliyorum her şey değişiyor ama insanları gittikçe daha belkemiksiz hale getirmenin lüzumu yok.Bazen acılar gelir ve vurur.Bir insanın buna direnebilmesi için sağlam bir belkemiği olması gerekir ve o belkemiği biraz çocukken olan bir şey.Bu biraz ne anlattığınla, ne okuduğunla ilgili.Ben çok küçük bir çocuktum babam bana Pautus'u anlattığında...Bunu defalarca anlattım, defalarca yazdım.Çünkü bu benim hapishanede duruşumu belirleyen hikâyelerden biriydi.Babam bana hep böyle şeyler anlattı.Mesela bir tanesini hiç unutmuyorum:

Roma imparatoru Kartaca elçisiyle konuşurken...Şöminenin başında konuşuyorlar.Roma imparatoru Kartaca elçisine diyor ki: "Size işkence yaptırırım." Kartaca elçisi hiçbir şey söylemeden elini ateşe sokuyor ve konuşmaya böyle devam ediyor.

Bu hikâyelerle büyüdüğün zaman, hapishaneler filan o kadar da korkutucu gelmiyor.Yani oraya giriyorsun ve orada nasıl durman gerektiğine dair çocukluğundan öğrendiğin örnekler var.Ve onlar gibi durmalısın...Ve onlar gibi durmaya çalışıyorsun.Başarıyorsun ya da başarmıyorsun ama nasıl durman gerektiğine dair sana bir örnek vermişler.Bu sadece hapishane olmayabilir.Buna benzer dertler ve acılar var hayatta.İnsanların bunlara karşı daha dirençli ve sağlam durabilmeleri için çocukken biraz böyle hikâyeler dinlemeleri gerek.Mesela görüyorum, çok korkuyorlar.Bu kadar hapishaneden ve acıdan korkmaları beni biraz utandırıyor.Her konuşacak olan adam konuşmuyor.Çünkü Silivri soğukmuş.Bir daha söylüyorum, Silivri soğuk değil.Eğer o kadar korkuyorsanız başka bir neden bulun.Kaloriferler çok iyi yanıyor, yemekler çok iyi.Tavsiye ederim yani.

Pautus Romalı bir komutan.Ayaklanıyor, yakalanıyor, idama mahkûm oluyor.Eski Roma'da halkın aristokratlara dokunabileceğine dair bir duygu olmasın diye aristokratlar idama mahkum olduğunda, onları öldürtmüyorlar.Aristokratları bir odaya koyuyorlar.Bir masa, üstünde bir bıçak, aristokrat içeride kapıyı kapatıyorlar.Kapıda karısı, çocukları, annesi, babası, bütün ailesi, yakınları, kardeşleri bekliyor.Bekledikleri, yere düşen bir bedenin sesi.O düşme sesini bekliyorlar.O büyük bir acı ama insana da bir onur.Fakat Pautus içeride dolaşıyor.Adım seslerini duyuyorlar, düşen bir beden sesini duymuyorlar.Bu, yakınları için çok utandırıcı bir gerçek.Bir erkek -burada seksist bir vurgu yapıyorum- içeriye girmiş,  kendisini öldürmesi bekleniyor, karısı kapıda ve adam kendisini öldüremiyor...

Şimdi bu çağda bunlar küçümseniyor ama ben ölümden korkmanın ayıp olduğu dönemleri de seviyorum.Mesela o eski Roma ölümden korkmanın ayıp olduğu bir dönem.Osmanlının kabadayıları için de böyledir.Yani bu kadar rahat korkuyorum denmesi beni biraz şaşırtıyor.Ben öyle büyümedim.Öğrendiğim hikâyeler de öyle değil.Neticeyi anlatalım, sana vahşi gelen hikâyeyi:

Pautus yürüyor ve utandırıyor onu sevenleri.Karısı kapıyı açıyor, içeri giriyor, bıçağı alıyor, karnına saplıyor.Çıkarıp kocasına veriyor ve diyor ki: "Pautus, non dole" (Bak acımıyor) 

Bunu karına yaptırtmazsın.Ayaklanıyorsan, bu işlere giriyorsan, edebinle o bıçağı sokacaksın yani.Bu da zaten hayatla ilgili tercihlerini belirler.

Şartlar kötü olabilir ve bu şartları değiştirmeye de senin gücün yetmiyor şu sırada.İstediğin kadar git şikayet et.Benim söylemek istediğim şey şu, şartları değiştiremezsin ama değiştirebileceğin şeyler var; kendi davranışların.Konuşursun, yazarsın, bir şey söylersin.Korkmayı bu kadar sıradanlaştıramazsın.Korkmak bu kadar sıradan, bu kadar rahatlıkla kabul edeceğimiz bir şey değil bence.Ama dediğim gibi belki ben eski bir kuşaktım.Mesela ben şu lafa tahammül edemem ben: Yargıçlar adil karar vermiyorlar, niye ?Çünkü başka yere tayin olmaktan korkuyorlarmış.Şimdi bu, adamı öfkelendirir.Sen başka yere tayin olmaktan korkan bir adamsan yargıç olma.Sen korktuğun için başkasının hayatını mahveden bir karar veriyorsun ve böyle bir karar, adam başka yere tayin olmaktan korktu diye bir mazeret buluyor.Korkunun bu derece utanç verici bir mazeret olmasını nasıl kabul ediyorsunuz?Ben etmem.Hapishaneye girdim, çıktım, bir daha da girerim.Etmem, olmaz, yani utanç vericidir bir insan için.Herif bir yerden bir yere tayin olmaktan korkuyor diye binlerce insanın hayatını mahvediyor ve o tayin olma korkusu da, "çok haklı bir mazereti var" diye kabul görüyor.El insaf, tabii ki memleketimiz böyle olur. 

Korkan birini anlıyorum.Ben insanın korkmasına karşı değilim.Tabii ki korku çok insani bir şey ve korkabilirler.Ama söylemek istediğim şey şu: Bu övünülecek bir şey değil.Artık bunu övünülecek bir hale getirmeyin bu bir.İki: Bunu bir yargıç mazereti haline getirmeyin.Yani "o, bir yerden bir yere tayin olmaya ne kadar korkuyormuş".Ben böyle kaç tane konuşma dinledim hapishanede."Ah canım!Onun için de doğru karar veremiyormuş!" Doğru karar verememek ne demek biliyor musun?Masumlar hapise giriyor demek.Yani herif, bir yerden bir yere gitmekten çok korktuğu için -zavallı!- birilerinin hapse girmesi, bunu nasıl bir toplum doğal kabul edebilir ki?Nasıl bunu böyle rahat rahat konuşabilirler ki?Ama işte "coğrafi bilmem ne garanti sağlanmalı hakime." Bundan korkan adamın yargıç olmaması gerekiyor.Toplumun ona şunu söylemesi lazım: "Git! Yargıç değilsin! Bırak cübbeni filan, çık" Tayin olmaktan korkan adamdan yargıç olmaz.Korkuyorsanız korkun da, korkuyu bu kadar sıradalaştırmayın.Yani neredeyse övünülecek bir şey."Aaaa çok iyi bir çocuktur, çok korkar!"  Hayır, o iyi bir şey değil o korkmak.Biraz da korkmamayı dene.Korkmayan adamlar var.Sürekli halde bir "korkmayan adamlar" olmasını istiyorsunuz.E sen de korkma!Neden korkuyorsun?Hapishaneden mi?Beni dinleyenlerin çoğunun babasından bile belki daha yaşlıyım.O kadar da korkacak bir şey yok.Girdim, yattım, çıktım, girdim, bir daha yattım, çıktım, bir daha girer bir daha yatar çıkarım.Belki de çıkmam.Bu kadar da korkmayın.Dostoyevski'nin bir lafı var, diyor ki: "Her zaman cehalet vardı ama ben insanlığın cehaletiyle bu kadar övünülmesini ilk defa görüyorum." Cehaletle övünülüyor, korkuyla...Bunlar çok övünülecek şeyler değil.Yüceltilecek şeyler değil.
 

Ahmet Altan - Kıraathane Röportajından
- Edebiyat devam etti ama ben klasiklerde kaldım. -
&
Kaçış Edebiyatı

Thomas Mann 'Büyülü Dağ'ı yazıyor galiba.Gelip diyorlar ki Herman Hesse'nin kitabı çıktı.Günlüğüne şöyle yazıyor: "Bir insan kitap yazarken, başka birini kitap yazdığını öğrenmek ne kadar acı bir gerçek" Bütün yazarlarda bu var, ben yazıyorum işte, başkaları niye yazıyor gibi.Anlatıyorum, her şeyi biliyorum, her şeyi anlatıyorum.Tabii çok kuvvetli yazarlar var ama benim sevdiğim türde -yani ben hala o insanı anlatan, derinliği anlatan, insanın içindeki o kıpırtıları, değişimleri anlatan, ilişkileri anlatan kitapları seviyorum.Benim için roman bu.Yani klasiklerde kalmışım.İnsanlar ve edebiyat gitmiş ama ben klasiklerde kalmışım.Orada kaldım, çünkü kaldığım yeri seviyorum.Denemelerde bununla ilgili yazı da yazdım: 20. yüzyıl çok korktu 19. yüzyıldan.20. yüzyılın yazarları, 19. yüzyılın yazarlarından çok korktular ve bence o korku hala devam ediyor.Yani öyle büyük, aşılması zor zirvelerle çıktı ki 19. yüzyılda klasik yazarlar, bunların üstesinden gelmek çok zor.O zaman, bu dağların, bu zirvelerin etrafından dolaşan, işte modernizm dediğimiz, postmodernizm dediğimiz yeni patikalar aradılar.Ama bana sorarrsan onlar hala patika, öbürleri de hala zirve.Çok zekice şeyler buluyorlar.Zekâ çok ön plana çıktı.Yani Tolstoy belki de çok zeki bir adam değildi.Tolstoy'un konuşmalarına ya da hayatına baktığında, şöyle demiyorsun: "Ne kadar zeki bir adam" Hatta şöyle bile diyorsun: "Aptal mı, neler söylüyor." Ama çok büyük bir yeteneği var.Zekâ ve yetenek farklı şeyler.Yeni edebiyatta çok zekâ var bence.Buluşlar var, ki genellikle buluş üstüne gidiyorlar.Ama derinlik, Tolstoy'da olan derinlik ya da Dostoyevski'de olan derinlik, Balzac'ta olan derinlik, Proust'ta olanlar -modernlerden sayılmasına rağmen- derinlik bu yeni edebiyatta yok.Bir tür kaçış edebiyatı gibi geliyor bu.Yazarlar, yazarak edebiyattan kaçıyorlarmış gibi bir duyguya kapılıyorum.Ben dediğim gibi, edebiyat devam etti ama ben klasiklerde kaldım.Ben onları severim.Ben insanı severim.Ben kitapta insan görmek isterim ve onu iyice görmek isterim.Ona bir dokunmak isterim yani.


Ahmet Altan - Kıraathane Röportajından
- Biz buradan girdiğimiz gibi çıkmayacağız. -


Ahmet Altan - Kıraathane Röportajından
- Hayal, kurtarıcı bir şey -


Ahmet Altan - Kitap Sohbeti
Hapiste Yazılan Üç Kitap
Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi
&
Yasemin Çongar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder