Milliyetçiliğin "biz"i, belirli tercihlerle, deneyimlerle, edinimlerle insan/toplum tarafından inşa edilmiş bir kimlik, dolayısıyla medeni ve demokratik bir "biz" değildir.İnsanın içine doğduğu, kendi seçmediği ama dışına da çıkamayacağı (çıkması yasaklanan!), alınyazısı gibi bir "biz"dir.Milliyetçilerin en çok sevdiği "milli refleks" teriminin işaret ettiği gibi "refleks"e, güdülere indirger insan ve toplum eylemini.Düşünmenin, tartışmanın, değiştirmenin, müzakerenin karşısına, "refleks"i çıkartır.Üstelik malum, toplumsal ve siyasal ilişkiler karmaşık ve zahmetlidir, oysa refleks ne kolay!
(Sunuş)
---...Fakat unutmamak gerekir ki, milliyetçiliğin özcü bir zihniyet kalıbı olarak dahlinin, cumhuriyet ile demokrasi arasındaki ilişkiyi ve çekişmeyi deforme etme ihtimali bir hayli yüksektir.Milliyetçilik, bu etkileşimdeki "pathos" boyutunu patetik bir düzeye sıçratma istidadıyla kalmaz; cumhuriyetçiliği bir tarihsel cemaat narsizmine, demokrasiyi de "milli irade" otoriteryanizmine doğru kaydırmaya yatkındır.
(Cumhuriyet, Demokrasi ve Muhafazakar Türk Cumhuriyetçiliği)
---
...Türk milli tarihçiliğinde Devlet Mitosunun inşasını ele alırken, özellikle cumhuriyetin kuruluş dönemini, yani resmi milli tarihi, "Türk Tarih Tezi"ni esas alıyorum.Resmi tarihin oluşum sürecini sanırım iki evreye ayırabiliriz.Doruğunu "1.Türk Tarih Kongresi'nin (1932) oluşturduğu "romantik" denebilecek evre ile 2.Türk Tarih Kongresi'nden (1937) başlatabileceğimiz, 1950'lere kadar uzanan ikinci evre.İlk evrelere kadim Tğrk tarihinin idealleştirilmesi ve etnisist bir tarihçilik hakim.İkinci evrede ise tarihsel mitos üretiminde bir durulma sözkonusu; mamafih Devlet Mitosu tahkim ediliyor ve ilk evrede üzerinden atlanan Osmanlı tarihi daha fazla içeriliyor.
(Milli Tarih ve Devlet Mitosu)
---
...Geleneksel muhafazakar yaklaşım, bu konuda teyakkuz halinden uzak olmakla birlikte, Osmanlı'nın çöküşünde oynadıkları rolden ötürü azınlıklara en azından "buğzeder".Genellikle görmezden geldiği azınlıklar meselesi hakkında söz aldığında da ırkçı ve milliyetçi yaklaşımdan 'aşağıda' kalmaz.Türkçü ve dinci söylemlere mesafeli, 'saf' bir muhafazakarlık çizgisinde duran, 1960'ların popüler kalemi Nihad Sami Banarlı'nın şu satırlarını aktarmak yeterlidir.: "Türkiye'de, Türkiye Cumhuriyeti'nin nüfus kağıdını taşıdıkları halde, eski ve soysuzlaşmış Anadolu ve Balkan kavimlerinin çocukları da yaşamaktadır.Bunlar, nüfusça ne kadar az olurlarsa olsunlar, (...) rahatça kundak vazifesi görebilirler."
(Türkiye'de Milliyetçilik ve Azınlıklar)
---
...Post-faşist gibi yeni bir sıfata başvurmayı gerektiren bir başka yenilik, yeni-neofaşizmin rejimle, makro politikayla ilgili hedeflerinin muğlaklaşması, sınırlanması, karşı-devrimci karakterin sönümlenmesidir.Post-faşizmin topyekün değişim iddia eden bir söylemi yoktur; mevcut düzenin çok da ileri gitmeyen bir revizyonuyla 'yetinecektir'.Neofaşist partilerin üst-orta sınıflara açılmasıyla doğrudan bağlantılı bir gelişmedir bu.
Post-faşizmin galiba en tehlikeli yanı, faşist hareketler ve ideoloji için bir potansiyel güç kaynağı olan sıradan faşizm etmenleriyle etkileşim kurmaya yetenekli oluşudur.Klasik faşizm, öncücü çizgisiyle, sıradan faşizm unsurlarını dönüştürmeye, işlemeye, örgütlemeye ihtiyaç duyardı.Post-faşizm, esnek ve popüler-medyatik bünyesiyle, sıradan faşizmin psişik, söylemsel ve eylemsel belirtileriyle titreşime geçebilir; onlara 'ham', kendiliğinden halleriyle, "bilinçlendirmeye" girişmeden seslenebilir ve onlardan yankı alabilir.Sıradan faşizmin fragmanter, dağınık, anlık dışavurumlarını stilize edip faşizan bir toplumsal-kültürel hegemonya istikametinde biriktirmeye dönük 'sinsi' bir stratejidir bu.
(Faşizmin Halleri)
---Orta birdeyken bir gün, "Heil Hitler, pireler ve bitler" yazmıştı arkadaşlar tahtaya.Komiklik olsun diye.Almanca öğretmenimiz, İkinci Dünya Savaşı'nı yaşamış bir aksaçlı Alman, 'Hitler' kelimesini gördüğü anda, yüzündeki mûnis ifade kaybolmuştu.Buz kesmişti.Hiçbir şey söylemeden tahtayı sildi, biz de 'Hitler'in şakaya gelir bir şey olmadığını anladık.
('Kavgam' ne demektir?)
---Faşizmin en ürpertici yanlarından biri, toplumun alt sınıflarından ezilip horlanan insanları kendine bağlamasıdır.Zaten ne denli gaddar ve kıyıcı olursa olsunlar sair otoriter, totaliter rejimlerden faşizmi ayıran da budur.Faşizmin iktidara gelişi, "aşağıdakilerin" kör öfkesini seferber etmesiyle olur."Yukarıdakilere", yönetenlere, bilenlere (entelektüellere), zenginlere karşı parlayan kör öfke, o kör haliyle pohpohlanır, okşanır.Asla aşağıdakilerin yönetmesine, bilmesine, zenginleşmesine dönük bir teşvik değildir bu.Eşitsizliği doğuran otoriter ve hiyerarşik ilişkilerin değişmesiyle ilgili bir vaad yoktur.Yozlaşmışlıklai toplumuna yabancılaşmışlıkla veya ihanetle damgalanan otoritenin yerini; onun gibi riyakar ve namussuz olmayan, dobra, hakbili ve dürüst otoritenin alacağı vaadi vardır.Faşist hareket, sunduğu 'adil otorite' hayaliyle aşağıdakilerin, ezilenlerin kör öfkesini, hıncını örgütler.Faşizmin kitle ruhunun psikanalitik tahlilini yapan Wilhelm Reich'in kıymetki eserine verdiği adla "sıradan, küçük adam"ı dolduruşa getirir."Sıradan, küçük adam"ı yine sıradan, küçük bırakır -hatta hayat pratiği itibariyle daha sıradanlaştırıp daha küçültür; ama onun kendini bir büyük organizmanın (milletinin) parçası gibi ve bir yüce gücün (devlet) himayesi altında hissederek şişinmesini sağlar.Faşizm işte bu yönüyle bir öz-yıkım ideolojisidir.
("Küçük adam" ve faşizm)
---Bernhard Schlink, vatan sevgisinin billurlaşma anı olan sıla hasretinin, 'vatan'ın ütopik karakterine dair bir işaret olduğunu yazar: "Has vatan duygusu, sıla hasretidir.Ama bir yere gitmiş değilseniz de vardır sıla hasreti ve eksikliği çekilenden beslenir; artık olmayandan veya henüz olmayandan." Tıpkı Can Yücel'in, "Başka türlü bir şey"le verdiği duygu gibi: "Başka türlü bir şey benim istediğim/Ne ağaca benzer ne de buluta/Burası gibi değil gideceğim memleket/Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava..." Schlink, vatan imgesi belirli bir yere, belirli bir surete sıkı sıkıya bağlandığında, fanteziyle gerçeklik birbirine lehimlendiğinde, "İnsanın doğup büyüdüğü yerle, memleketiyle ilgili" hatıraları ve hasretleri, hatıra ve hasret olmakla kalmayıp ideoloji haline geldiğinde, kısacası vatan duygusu ütopik karakterinden soyundurulduğunda, vatanseverliğin insana ufuk açan 'sahih' doğasının bozulacağı fikrindedir:
"Vatan her ne kadar belirli yelerle, doğulan ve çocukluğun geçtiği yerle, mutluluğun bulunduğu yerle, yaşanan, oturulan, çalışılan, insanın dostlarının ve ailesinin olduğu yerle ilişkili olsa da, neticede ne bir yeri vardır, ne de bir yerdir o.Vatan, yer-olmayandır.Vatan, ütopyadır.En yoğun olarak, uzağa gidildiğinde veya eksikliği hissedildiğinde yaşanır; esas vatan duygusu, sıla hasretidir.Ama başka bir yere gitmeden de, vatan duygusu eksikliği duyulandan beslenir; artık veya henüz olunmayan bir halden...Çünkü yerleri vatan yapan, hatıralar ve özlemlerdir.Anne babanın elini turarak atılan ilk adımların mutluluğundan, arkadaşlarla oynanan futbol maçının güzel duygusundan, yüzme havuzundaki yaz günlerinin keyifli tembelliğinden, ilk öpücüğün büyüsünden bir şeylerin, büyüdüğümüz en sıkıcı taşranın ve en çirkin sanayi şehrinin bağrında saklı kalmasını sağlayan, hatıralardır.(...)Vatan, olduğu yer değil, olmadığı yerdir.Vatanın imgesi daha fantastik veya gerçekçi olabilir, bu arada.Bir yerin daha çok şimdiki halini veya daha çok dün olduğu hali kavrayabilir.Daha ziyade hatırayla ve daha ziyade özlemle yaşıyor olabilir.Hatta gelecekteki bir yerin imgesi olabilir vatan.Daha kurulacak bir evin, kurulacak bir koloninin, erişilecek bir vaat edilmiş ve cennetin imgesi"
Sol bir vatanseverlik, 'somut' vatanla, vatanın bu ütopik karakteri arasındaki gerilimi, hatta bir mücadeleyi, göze almak ve ciddiye almak zorundadır.
(Yurtseverlik ve Sol)
Tanıl Bora
Medeniyet Kaybı
Milliyetçilik ve Faşizm Üzerine Yazılar
Birikim Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder