7 Ağustos 2019 Çarşamba

tuhaf, wolfgang borchert



I
Ne tuhaf, diye düşündü lise son sınıf öğrencisi Hans Hellkopf savaşta, bizim tabur komutanı bana hep lisedeki bir öğretmenimizi anımsatıyor.

II
Ne tuhaf, diye düşündü lise sınıf öğrencisi Hans Hellkopf savaştan sonra, bizim öğretmen bana hep tabur komutanımızı anımsatıyor.Saçlardan olacak herhalde.

III
Ne tuhaf, dedi lise öğretmeni Dr. Olaf yanındaki meslektaşına, bizim son sınıf öğrencilerini bahçeden dersliklere girerken gördüm mü, aklıma hep savaştaki taburumuz geliyor.O körpe ve pırıl pırıl yüzlerden olacak herhalde.Yüzlerden mi, dedi meslektaşı.Çizmelerden, sevgili dostum, çizmelerden.


Tuhaf
Wolfgang Borchert
Ama Fareler Uyurlar Geceleyin

çocuk, thomas bernhard


...En üst noktaya ulaşınca, etrafımız bizi takdir eden izleyicilerle çevrili olsun isteriz; ama o anda benim çevremde kimse yoktu.Kendi kendimi izleyip takdir etmek zorundaydım.
---
Binlerce yıldır büyükbabalar, şeytanı da yarattılar; onlar olmasaydı sadece Tanrı var olurdu.Onlar sayesinde oyunun bütününü anlarız; sadece uyduruk bir parçayı değil, hakiki maskaralıkları görürüz.
---
Küçük kasabalar kadar iğrenç bir şey yok, derdi büyükbabam, hele de Traunstein gibi bir kasaba hepsinden kötüydü.Burada birkaç adım atmak kirlenmeye, birkaç kişiyle konuşmak mide bulantısına yeterdi.Ya gerçek bir kırsal kesim ya da büyük şehirde yaşanmalıydı büyükbabama göre.
---
Katıldığı her sohbette, verdiği her tavsiyede bu vardı; ona göre insanın en gerçek, en değerli özgürlüğü intiharı, kendisini öldürebilme hakkıydı.Hayatı boyunca bunu düşünmüştü, buna başka herkesten daha fazla sarıldı; sanırım ben de aynı şeyi ondan aldım.Ne zaman istersek, derdi, intihar edebiliriz, üstelik de istediğimiz kadar estetik biçimde.
---
Büyükbabam kaosu severdi, sadece düşünce bazında da olsa tam bir anarşistti.Buna karşılık annem, ömrünü bir orta sınıf vatandaşı olmaya adamıştı ya da en azından alt sınıftan kurtulmaya çalışan ama başaramayan birisiydi.Büyükbabam sıra dışı ve olağanüstü olan her şeyi severdi, her türlü çelişkiye ve devrimci düşünceye bayılırdı.Çelişkiler içinde yaşardı, bütün hayatı çatışmalara dayanırdı.Annem ise kendini kanıtlayabilmek için normalliğe sarılırdı.Hayatı boyunca mutlu, uyumlu bir aile yaşantısı istemişti.Babasının ruhsal ve entelektüel hoppalıkları yüzünden hep acı çekmişti, bunların altında kalıp boğulmaktan korkmuştu.
---
...Böylelikle adeta ip cambazlığı yapan bir sirk ailesine dönüşmüştük; hiçbir zaman mola vermeye hakkımız yoktu ve numaralar da gün geçtikçe zorlaşıyordu.Bu gösteri ipinin mahkumlarıydık, hayatta kalma sanatının hakiki icracıları.Altımızda normallik ağı duruyordu, ama buna düşmekten çok korkuyorduk zira buna düşmek demek kesin bir ölüm demekti.
---
...Rosina dışında tüm kardeşler, köy yaşamından kaçmaya çalışmışlardı.Marie Doğu'ya kaçmıştı, Rudolf doğrudan cennete gitmiş, büyükbabam ise teolojik eğitimden sonra bilim öğrenmek ve kendisi gibi anarşist beyinler bulmak için İsviçre'ye gitmişti.
---
...Sınıfın köşesinde çocukların sabahları evlerinden getirdiği odunlarla yakılan devasa bir çini soba vardı.Her öğrencinin çantasının altına sıkıştırılmış bir parça odun olurdu.Varlıklı çocuklar daha büyük, yoksul çocuklar ise daha küçük parçalar getirirdi, kimin ne kadar getirdiği önemli değildi.Bir gün öncesinin odunlarıyla sınıf hemen ısınır, daha ders başlamadan soba çatırdamaya başlardı.
---
Okula girerken titriyor, çıkarken ağlıyordum.Okula gitmek, darağacına gitmekten farksızdı, ama infazım da sanki her defasında erteleniyordu.
---
Onun hep büyük romanı üzerinde çalıştığı söylenirdi, büyükannem de bu romanla ilgili gizlice, en az bin sayfa uzunluğunda olacak, derdi.Bir insanın oturup da bin sayfa yazı yazabilmesini aklım almıyordu.Yüz sayfalık bir yazı bile benim için müthiş bir şeydi.Bir yandan da büyükbabamın sürekli söylediği lafı düşünüyordum; insanın yazdığı her şey saçmalıktır.Peki o zaman bin sayfalık saçmalığı yazmayı nasıl düşünebiliyordu?
---
Tahtaya çıkıp sopayla dövülmediğim gün sayısı azdı.Neden dayak yediğimi biliyor ama bunu hak edecek ne yaptığımı anlamıyordum.Sonunda, beni pek bir şey öğrenemeyen kalın kafalı çocukların yanına oturttular.Onlar da beni kendilerinden birisi olarak gördü.Kaçabileceğim bir yer yoktu.Akıllı görülen öğrenciler benden kaçıyordu.Sonunda ne onlara, ne de diğerlerine ait olmadığımı gördüm; benim uyabileceğim hiçbir grup yoktu.Üstelik saygıdeğer bir ailem de yoktu, deyim yerindeyse fakir bir gecekondu ailesiydi benimkisi.Bizim bir evimiz yoktu, sadece kalacak bir yerimiz vardı.Traunstein'de bir eve sahip olmamak, daha en başından bir ölüm fermanı demekti.
---
Her gün okul ismindeki cehenneme gidiyor, sonra Schaumburger Sokağı'ndaki evimize, yani arafa geçiyor, ardından da büyükbabamın bulunduğu kutsal dağa çıkıyordum.Sonra sabahları eşyalarımı tekrara alıp dosdoğru, iblislerin bana her geçen gün daha çok işkence ettiği cehenneme dönüyordum.
---
Traunstein'ın yerel gazetesinde, Ruhpolding yakınlarında bir ressamın şövalesini sattığını okuduk.Resim, dedi, bu tam sana göre, sanatsal bir uğraş.İlanı kırmızı kalemle işaretledik.Trenle Ruhpolding'e gittik, orada şövalenin satıldığı evi sorduk.Bulduğumuzda ise yer yer çürümüş, karanlıkta duran eski bir garabetle karşı karşıya kaldık.Büyük bir hayal kırıklığına uğramıştık.Şövaleyi yine de aldık; bize onun bir zamanlar ünlü ressam Leibl tarafından kullanıldığını ve zorlukla Traunstein'a getirildiğini söylediler.Büyükbabam parayı peşin ödedi.Dönüş yolunda Siegsdorf civarındayken büyükbabam, belki de sana uygun şey resimdir, çizimin çok çok iyi, sanatsal bir şeyler yapabilmelisin, dedi.Şövale, olması gerektiği gibi, birkaç gün sonra eve geldi.Ama tamamen parçalanmıştı.Kısa süre sonra onu sobada yaktık.Bir daha da resim lafı açılmadı.
...


Thomas Bernhard
Çocuk
Türkçesi: Sezen Duru
Sel Yayıncılık

rudyard kipling'in mowgli'sinden tektaş ağaoğlu'nun mowgli'sine, ölümden hayata




...
İnsanların arasına doğru yürüdüm.Hiçbirini tanımıyorum etrafımda, sağımda, solumda gördüklerimin.Acaba içlerinden birisi Movgli'yi tanıyor mu?Benim Movglimi, çocukluğumun Movgli'sini, dişi kurdun ormanda tek başına bulup da, tabiatın kayalar içerisine oyduğu kuytu ininde kendi yavruları ile beraber emzirdiği, büyüttüğü, çikolata renkli, kapkara gözlü insan yavrusunu?Dişi kurt Movgli'ye verecek cızbız köfte bulur muydu dersiniz?

...
Movgli'den haberleri var mı?Kipling'in Movgli'si değil benim Movgli'm, çocukluğumun Movgli'si; dişi kurdun verecek cızbız köfte bulamayıp da kendi sütü ile beslediği, çikolata renkli derili, kapkara gözlü insan yavrusu ölümden hayata uzanan, yaşayanla yaşamayan arasındaki bağ...

 Ölümden Hayata
Tektaş Ağaoğlu





vay, sezen aksu - ukulele cover, sevda deniz karali

Vay - Sezen Aksu
Ukulele Cover - Sevda Deniz Karali


Her ayrılık zor, bin yıldır söyler dururum
Öğrenmiyor kalp, görüldüğü üzere durumum

İnsan biraz olsun akıllanmaz mı?
Büyümez mi er geç?
Yanardağ gibi, için için sönmez mi bu sinsi ateş ?

Vay, yine mi keder, ama artık yeter
Yine kapıda kara geceler
Vay, çileli başım, ortasında kışın
İyice beter

Bu zor günler de elbet geçer bir gün
Herkes farkında 
Herkes nasıl üzgün

İnsan biraz olsun akıllanmaz mı?
Büyümez mi er geç?
Yanardağ gibi, için için sönmez mi bu sinsi ateş?

Vay, yine mi keder, ama artık yeter
Yine kapıda kara geceler
Vay, çileli başım, ortasında kışın
İyice beter

Sezen Aksu

ölümden hayata, tektaş ağaoğlu öyküleri



Yazı ve çevirileri hapislikler getirdi.
Herkes söyler, ben de bilirim: "iyi hapis yatanlar"dandı.
Toptaşı Cezaevi'nde dede yattı, baba yattı, Tektaş torun da...




Bilmem, sakinleri hayatta olan bir mezarlık biliyor musunuz?
...
Zavallı mezar taşları!Bu, Eyüp'te adım başında karşılaştığım mezar taşlarına, toprağa doğru yalvarıyormuşçasına eğilmiş halleriyle adeta altlarında yatan ölülerin duygularını nakşediyormuş gibi bir görünüşleri olmasından dolayı, uygun gördüğüm bir sıfatta.
...
Çok defa, masada otururken ufak bir kutuyu olduğu yerden alır üç karış öteye bırakırdım.Kutunun eski yerinin boş manzarası bana o kadar tesir ederdi ki çok geçmeden, yavaş yavaş ağlamaya başlardım.Çok zaman da, pencere kenarında dışarıyı seyrederken, camı nefesimle buğulandırır, üzerine parmağımla bir şekil yapardım ve kendi kendime derdim ki: "İşte bu şekli gözümle görüyorum, yani, bu şekil mevcut!Var!Şimdi ise olmayacak!..İşte!Hiçbir şey yok!Halbuki demin vardı..."

(Eyüp'e Dönüş)

---

...
İnsanların arasına doğru yürüdüm.Hiçbirini tanımıyorum etrafımda, sağımda, solumda gördüklerimin.Acaba içlerinden birisi Movgli'yi tanıyor mu?Benim Movglimi, çocukluğumun Movgli'sini, dişi kurdun ormanda tek başına bulup da, tabiatın kayalar içerisine oyduğu kuytu ininde kendi yavruları ile beraber emzirdiği, büyüttüğü, çikolata renkli, kapkara gözlü insan yavrusunu?Dişi kurt Movgli'ye verecek cızbız köfte bulur muydu dersiniz?
...
Movgli'den haberleri var mı?Kipling'in Movgli'si değil benim Movgli'm, çocukluğumun Movgli'si; dişi kurdun verecek cızbız köfte bulamayıp da kendi sütü ile beslediği, çikolata renkli derili, kapkara gözlü insan yavrusu ölümden hayata uzanan, yaşayanla yaşamayan arasındaki bağ...

(Ölümden Hayata)



---

...İşte tam bir mürteci tipi, diye düşünmekten kendimi alamıyorum.Eline fırsatı düşürünce ikinci bir Kubilay'ın kanını seve seve, aminle, tekbirle dökmekten kaçınmayacak.Hoşuma gitmiyor bu adam, bu sinsi ihtiyar.Hayır içimde ona karşı gittikçe kuvvetlenen tuhaf bir antipati doğmakta.Yüzüne bile bakmak istemiyorum artık.Asabımı bozacak.

(Bir Otomobil Yolculuğu)

---

..."Mamafih," dedi, yüzünde gayet ciddi, ehemmiyetli bir ifadeyle."Kabahatli gene biziz.Ölen herkes, her şey bizim için, hayattakiler için ölüyor.Kabahatli gene biziz.Küçük köpek öldüğü ve ben ölmediğim için onun ölümünden ben mesulüm, sen de mesulsün, hepimiz mesulüz."

(Cecilia)

---

...Ve siyah gözlü adam köprünün üzerinde, aşağıda köprünün ayaklarına çarparak geçip giden suların sesini dinlemekteydi.Biraz ötede suyun üzerinde ayın aksi parçalanmış gibiydi."Köprü şimdi ne kadar boş," diye düşünüyordu siyah gözlü adam."Bomboş! Durmadan akıp giden şu suyun üzerine asılmış kalmış.Asılmış, öylece kalmış...Sanki uyumakta.Köprü sanki canlı bir varlıktır.Atan bir kalbi var.Köprünün bu derin ve yalnız uykusu içerisinde atmakta devam eden kalbini bulup üzerine elimi koyabilir miyim?"

(Yaşanmış)



---

Hiç cami şerefesine çıktınız mı?Tâ tepeye, en son şerefeye, o birbirlerinin içinden geçip dolanarak tırmanan üç daracık merdivenden birinin, o eski aşınmış, yüksek basamaklardan çıkarsınız, içinizde tuhaf bir his vardır.Daracık bir yerdesiniz.Üstünüz basamak, altınız basamak, burnunuzda o tozlu, o serin, o eski koku...Zaman bütün manasını kaybetmiştir sanki.Siz kendi arzusuyla bostan kuyusuna koşulmuş, gözleri bağlı genç bir at gibisiniz.Merdivenlerin hiç bitmemesini istersiniz.Minarenin merdivenlerinde, sadece bir iki dakika için bile olsa, zamanın birliğine nüfuz edeceksiniz, ölüm korkusu kalbinizden gidecek, ölüm mefhumu zihninizden silinecek...Sonra birden, iki basamak daha, birdenbire tâ yukarıdasınız.Açıklığın ortasındasınız.Her şey ayaklarınızın altında.Evler, yollar, ağaçlar, deniz, insanlar...Burada güneş daha ılık, gökyüzü daha mavi, bulutlar daha beyaz; aşağıdaki ağaçların yeşilliğinde, damların kırmızılığında bir başkalık var, bir başka hava, bir başka ışık var.Çünkü burada hava tertemiz ve serin.
...
Şikayetsiz, isyansız tahammül ettim.Evet, evet, hepsine, her şeye tahammül ettim.Fakat bunun bir sonu olması lazımdı.Bunun bir sonu olması lazımdı.Bütün ümidim bu sondaydı.Bütün gururum onun üzerine kurulmuştu.

(Basri Hoca'nın Sözü)

---

"Büyüyünce ne olacak bilmem," demişti kocası yüzünü çevirip "Şimdi tıpkı bir örümceğe benziyor." Tam o sırada oğlan ufacık elini uzatıp babasının kocaman burnunu yakalayıvermişti.Tekrar kahkaha ile gülmekten kendini alamamıştı genç anne.

(Allahsızlar)

---

Kulaklarında gözleri gibi büyük, siyah, parlak küpeler vardı.Gülümsüyordu.Gülümserken birden kıpkırmızı bir ışığa boğulmuştu.İlk günü "Ne kadar güzelsin" demiştim.

"Işıktan," demiştin sen.
"Işık da güzel," demiştim.
"O başka," diye ilave etmiştin.
"Olsun!"
...
Sen cennete gideceksin.ben cehenneme.Sen cennette mesut, rahmindeki sonsuz kıpırdayışla -şimdi, burada, şu an ne kadar belirsiz, ne kadar manasız, ne kadar uzak!- tir tir titrerken ben cehennemde hiçten yapılmış bir boşluk içerisinde çırpınıp durmadan hapishaneme, kendi içime döneceğim.Sen Allah'a kavuşacaksın.Ben Allah'ı kaybedeceğim.Günah sadece benim günahım, işte biliyorum.(Ve işte biliyorsun.)Seni seviyorum.Seni gene seveceğim.
...
Meryem'e bembeyaz bir güvercin getirdiler bir gün melekler.Bir tanesi sırtına tavus kuyruğundan iki kanat takıp önünde diz çöktü.Allah gönderdi bu güvercini sana dediler.Allah'ın dediği olsun, dedi Meryem.Amin!Hep birden mırıldandılar: Amin! Ve sonra bahçede yemyeşil çimenlerin, beyazlı sarılı papatyaların arasında, ağustosböcekleri öterken, gözleri karşı duvardaki ufak pencerenin altında görünen nar ağacının, pomegranade, pomegranade, öğlen sıcaklığında yaprakların gölgeleri arasında parlayan patlamış narlarında, Madonna ai, titreyen ellerini birbirine kavuşturdu Meryem ve gözleri kapalı, yanakları kızarmış, ağzı yarı aralık, ellerini odanın içerisinde uçan beyaz güvercine doğru uzattı."Meryem güzel bir kadındı.Kocasından şüpheleniyorlar." demişti Tarih Hocası Sabri Bey.Ve bir gün, herhalde nasıl olduğunu bilmeden, yüzünü hamamdaki aynanın içerisinde son bir defa daha görmeden, ölmüştü Tarih Hocası Sabri Bey.Sabri Bey'in de zaten sarı olan yüzü büsbütün sararmış olmalıydı.Halbuki Meryem, Tarih Hocası Sabri Bey için, yüzünün o balmumu sarılığı karşısında da dua edebilirdi.Meryem, Sabri Bey'in kapıcısı için de dua edebilirdi.
...
...Mademki bu bembeyaz karlar üzerinde geyik yavrusunu boynundan vurmuşlar ve içimde bana boyunlarından  vurulmuş geyik yavrularının güzel, çok güzel olduklarını fısıldayan tatlı bir ses var ve mademki kolumda kuvvet, kalbimde aşk, koltuklarımın altında ter olduğunu biliyorum, bir yaz günü deniz kenarında kendimi  bir kocaman, yumuşak dalganın üstüne bırakabilirim, içerisi ışık dolu bir deliğin ötesine geçebilirim ve pomegranade! ellerimde tuttuğum narların kıpkırmızı tanelerini birer birer ağzıma atıp gücüm yettiği kadar gökyüzüne doğru haykırabilirim.

(Son Tren -Pomegranade-)

---

Mana olmayan yerde, mana aramanın manası ne?

(Cyclamens)

---

Fakat beni karşılayan gözlerinin gerisindeki acıdır.

(Aciz)


Tektaş Ağaaoğlu
Ölümden Hayata
h2o Kitap
Mart-2018


6 Ağustos 2019 Salı

firuze, sami baydar, acının ülkesi



İnsanlar bir şeye güvenmeli
bu kendi yemini olsa bile.

Gül içinde direnir gibi
arı gelene kadar
kimine hiç bir şey belli etmeden
kimine gülerek anlatmalı yarın olacakları.

Korkmak olacaklardan
daha bilmiyorken hiç birini
korkmak kendi tahminsizliğinden
at yarışında gibi.

Olsa şimdi hatırımda bir iki at ismi
bir atmosfer yaratsa...

Mr. Fantastik, Roket, Arslankız, Rümtemizal,
Üçümüz, Günışığı, Final.

Sahte yolu yarın öleceklerin,
aradıkları huzuru bulacakların,
diyorum ki, bedenim o zaman bana geri
                                                          (dönmesin,

ondan memnun olmadığım için değil,
ruhum eğer bir maddeyle birleşecekse
tekrar, bir ağaç olsun, insan
sevgisini yaşamak bana ağır geldi
insanın herşeyi, nesnesi, bana ağır geldi
gülmek, konuşmak, beslenmek,
bir ağacın ihtiyaçlarıyla...

Mutsuz değil,
mutlu olmak isteği bu artık
mutsuz olmaktan korkmak

öldükten sonra ve bir gün tekrar
bedenime döndükten sonra
mutsuz olmasam korkusu bu.
Mutsuz olsam bile
ne diye isteyeyim bir daha, artık.

Mutlu olmak dileği
cennette bir ağaç olmak isteği
insanın herşeyini unutmak
hiç bir şeyini kabul etmemek isteği

Atlar ve Leonarda...
Anlamıyorum ama anatomilerine
bakmak, hatırlamak hoşuma gidiyor,
Ve annemin at yarışlarını çok sevmesini
şimdi daha iyi anlıyorum.

Kibarkız, Firuze, Nilüfer,
Üçümüz, Günışığı, Final.

Çok az at ismi hatırlıyorum
onlarla bile şiir yazmak mümkün
ve güzel.

Sami Baydar
Firuze

Acının Ülkesi
Dünya İnancı, Toplu Şiirler






rebecca sier, elysa

Rebecca Sier - Elysa


Muziek: 
Rebecca Sier 
Ralph Timmermans

Video: 
Rinus Bot







rebecca sier, calm

Rebecca Sier - Calm

Muziek:
Rebecca Sier 
Ralph Timmermans 

Video: 
Rinus Bot


rebecca sier, niets


Rebecca Sier - Niets


Muziek: Rebecca Sier 
Video: Rinus Bot 
Audio mix/master: Ralph Timmermans 

kumandan waterford'un tutuklanma sahnesi, the handmaid's tale 3. sezon 11. bölüm, bölüm yönetmeni: deniz gamze ergüven

The Handmaid's Tale - 3. Sezon 11. Bölüm
Kumandan Waterford'un Tutuklanma Sahnesi
Bölüm Yönetmeni: Deniz Gamze Ergüven


"Kumandan Waterford, şu an Kanada sınırları içine girdiniz.Şu an Kanada'dasınız.Tutuklanma gerekçeniz, savaş suçlusu ve saldırı suçlusu olarak uluslararası insan hakları anlaşmalarını ve uluslararası yasaları ihlal etmek.Kanada'da gözaltında tutulurken, nihayetle transfer edilebilir, Uluslararası Ceza Mahkemelerince yargı yetkilendirmelerine gönderilebilirsiniz.Gilead Cumhuriyeti adına üstlendiğniz görevle ilgili belgelenmiş kanıt ve tanıklığa dayanan savaş suçları ve insan hakları ihlalleriyle suçlanıyorsunuz.Yöneltilen suçlamaların tanımıysa, devlet otoritesi ve aygıtlarını kullanarak yönetilen işkence işlemleri, sivillere uygulanan işkence, acımasız ve insanlık dışı muamele, insan kaçırma, kölelik ve tecavüz."