19 Aralık 2019 Perşembe

yalnız bir avcıdır yürek, carson mccullers - the heart is a lonely hunter (1968), robert ellis miller

Yalnız Bir Avcıdır Yürek - Carson McCullers
Türkiye İş Bankası Yayınları
Çeviri: Mehmet H. Doğan



The Heart is a Lonely Hunter (1968)
Robert Ellis Miller



"Kasabada iki dilsiz vardı, her zaman birlikte görürdünüz onları."

...

Antonapoulos arkasına dayanarak tembel tembel oturur, Singer'i seyrederdi.Ellerini oynatıp da konuştuğu pek seyrek olurdu -o zaman da yemek, uyumak ya da içki içmek istediğini söylerdi.Bu üç şeyi hep aynı belirsiz, beceriksiz işaretlerle anlatırdı.Geceleyin, eğer çok sarhoş değilse, yatağının önünde diz çöker, dua ederdi bir süre.Sonra tombul elleriyle "Kutsal İsa", "Tanrım", "Aziz Meryem" sözlerini çizerdi.Becerebildiği sözcükler sadece bunlardı Antonapoulos'un.Singer, bütün o anlattıklarından ne kadarını anladığını hiç bilmezdi dostunun.Ama ne zararı vardı!

...

Her gün bir öteki güne benzerdi, çünkü o kadar yalnızdılar ki, hiçbir şey rahatsız etmezdi onları.

...

Otobüs tam hareket edecekken Singer'a döndü, ilgisiz ve soğuk bir gülümseme vardı yüzünde -sanki daha şimdiden millerce uzaktılar birbirlerinden.

...

Öyle kara ve sık bir sakalı vardı ki, yüzünün alt tarafı demirden dökülmüşe benziyordu.

...

Ama nasıl olur?Niçin sürdü bu kadar bu cehalet mucizesi?Bir tek şey yüzünden.Bir fitne.Koskoca, sinsi bir fitne.Bilgi düşmanlığı.

...

Çünkü bazı insanlarda, bütün kişisel şeyler, içinde mayalanıp zehirlemeden önce onlardan vazgeçme yeteneği vardır -onları bir insani varlığa ya da düşünceye atarlar.Zorunludurlar buna.Bazı insanların içinde vardır bu.-

...



Mick kutuyu bir iki santim açtı, sonra yeniden kapadı.İçine bakamayacak kadar heyecanlı hissediyordu kendini şimdi.Ayağa kalktı ve sakinleşinceye kadar odanın içinde dolaştı.Bir iki dakika sonra, geçen yaz devletin okul çocukları için açtığı parasız resim kursunda yaptığı resimlerden birinin önünde durdu.Okyanusta bir fırtına resmiydi bu, fırtınanın oradan oraya attığı bir de martı vardı.Resmin adı "Fırtınada Beli Kırılmış Martı"ydı.Öğretmen ilk iki ya da üç derste okyanusu anlatmıştı, onun için de hemen herkes okyanusla başlamıştı resme.Çocukların çoğu da onun gibiydi, ama okyanusu gözleriyle görmüş değillerdi hiç.

...

Jake yemiş sepetini masanın üzerine koydu."Bu öğleden sonranın parolası 'dışarı çık, bir ahtapot bul ve çorap giydir ona' dedi.

...

Oda kapkaranlıktı, yazıyı sökebilmek için kitabı sobaya yaklaştırmak zorunda kalıyordu.Bu gece Spinoza'yı okuyordu.Karışık düşünce oyunlarını ve karmaşık cümleleri bütünüyle anlamıyordu, ama okudukça sözcüklerin ardında güçlü ve gerçek bir amaç hissediyor, anlarmış gibi oluyordu o zaman.

...

Ertesi sabah geç saatlere kadar yukarıda odasında dikiş dikti.Niçin?Niçin, gerçek aşklarda geride kalan, kendini öldürüp de peşinden gitmiyordu o sevilenin?Yalnızca, yaşayanın öleni gömmesi gerektiği için mi?Bir ölümden sonra yerine getirilmesi gereken belli birtakım törenler olduğu için mi?Geride kalan, bir sahnede bir süre görünüp her an sonsuz bir zamana doğru uzuyormuş ve bir sürü göz kendisini seyrediyormuş gibi olduğu için mi?Ya da kim bilir, arada aşk olunca, dul kalanın, sevilen kişinin yeniden dirilmesini beklemesi gerekiyordu- yani gitmiş olan gerçekten ölmüş olmuyordu da büyümeye devam ediyordu, yaşayanın ruhunda ikinci bir yaşam niçin yaratılıyordu?Niçin?

...

"Halkım, büyük yaylalardan, karanlık, yeşil cangıllardan getirildi," demişti bir keresinde Bay Singer'a."Birbirine zincirlerle bağlı, o uzun deniz yolculuğunun sonunda binlercesi öldü.Yalnız güçlüler yaşadı.Onları buraya getiren o iğrenç gemilerde zincire vurulmuş niceleri öldü.Yalnızca iradeleri kuvvetli olan zenciler yaşayabildi.Dövüldüler, zincire vuruldular, mezatlarda satıldılar, en güçsüzler de böylece eridi gitti.Sonunda, acı yıllardan geçe geçe, halkımın en güçlüleri kaldı geriye, onlar hala buradalar.Onların oğulları ve kızları, torunları, torunlarının torunları."

...

Amerika'yı bir deliler evi gibi görür.İnsanların, yaşamak için nasıl birbirlerini soymak zorunda olduklarını görür.Çocukların açlıktan öldüğünü, kadınların karınlarını doyurmak için haftada altmış saat çalıştıklarını görür.Koca işsizler ordusu belasını ve boş yere harcanan milyarlarca doları, binlerce millik toprağı görür.Savaşın yaklaştığını görür.İnsanların acı çekerken nasıl zalimleştiklerini ve içlerinde bir şeyin öldüğünü görür.Ama asıl gördüğü şey, dünyadaki tüm düzenin yalan üzerine kurulduğudur.Ve bu, parlayan güneş kadar açık olmasına rağmen...bilmeyenler bu yalanla o kadar uzun zamandır yaşamaktadırlar ki, görmezler bunu.

...

Duvarın üzerinde canlı kırmızı renkte bir tebeşirle bir mesaj yazılıydı, harfler kalın kalın ve özenle çizilmişti:

Güçlülerin etini yiyeceksin ve de bu dünyadaki prenseslerin kanını içeceksin.

...

Onlara bir radyo aldığım için her zaman geliyor şimdi.Müzikten hoşlanıyor.İşittiği şeyin ne olduğunu bilmek isterdim.

...

Zenginler onun zengin olduğunu, yoksullarda kendileri gibi bir yoksul kişi olduğunu sanıyorlardı.Bu dedikodular yalanlanamadığı için de gittikçe daha garip şekiller alıyor, adeta gerçekleşiyordu.Herkes dilsizi, olmasını istediği gibi, kendine göre tanımlıyordu.

...


Çocukların alay ettiği, köpeklerin hırladığı tipten bir adamdı.

...

"Papaz okulunda ve kilisedeydik biraz önce.Baby, Biff eniştene İncil'den öğrendiğin mısraları söylesene."

Çocuk geriledi, somurttu.En sonunda, "İsa ağlıyordu," dedi.

...

Bir öğleden sonra oturdu faşistler hakkında her şeyi öğretti ona.Nazilerin küçük Yahudi çocuklarını nasıl elleri ve dizleri üzerine çöktürüp yerden ot yedirdiklerini anlattı.Hitler'i öldürme planları kurduğunu anlattı.Her şey hiç aksamaksızın yürüyecekti.Faşizmde adaletin ve özgürlüğün olmadığını anlattı.Gazetelerin bile yalan yazdıklarını, halkın dünyada ne olup bittiğini bilmediğini söyledi.Naziler korkunçtu -herkes biliyordu bunu.Mick de katıldı onun Hitler'i öldürme planlarına.Dört ya da beş kişi olmaları daha iyiydi, çünkü birisi vuramaz da ıska geçerse, öteki okuyabilirdi canına.Ölseler bile birer kahraman olacaklardı.Kahraman olmak büyük bir müzisyen olmak gibi bir şeydi.

...

Kara korkunç öfkenin, gecenin içinden kara bir hayvan gibi çıkmasını bekliyordu.Ama bir türlü gelmiyordu.Karnı kurşun gibi ağırdı, ağır ağır ve parmaklıklara, yol üzerindeki binaların soğul, ıslak duvarlarına yaslana yaslana yürüyordu.Artık aşağıda düşecek yer, uçurum kalmayıncaya kadar derinlere iniyordu.Umutsuzluğun katı dibine ulaştı ve ancak orada huzur buldu.

O zaman güçlü, kutsal bir mut buldu.İşkence altında güler insan, kara köle kırbaç altında aşağılanmış ruhuna karşı şarkı söyler.bir şarkı vardı içinde şimdi onun da -ama müzik değildi bu, yalnızca bir şarkı hissi.Huzurun ıslak ağırlığı bacaklarına kadar iniyordu; kımıldayabiliyorsa, o güçlü ve gerçek amaçla kımıldayabiliyordu ancak.Niçin gidiyordu daha?Niçin bu büyük rezilliğin dibinde dinlenmiyor, bir süre olsun yetinmiyordu bununla?

...

O güçlü, gerçek amacı hep içinde hissetmişti.Kırk yıldır ödevi yaşamı, yaşamı da ödevi olmuştu.Ama yine de her şey yapılmamış gibi duruyordu ortada, hiçbir şey tamamlanmamıştı.

...

Marshall Nicolls ile John Roberts acı acı bakıştılar.Odanın öte ucunda Willie hala çalıyordu.Dudakları mızıkanın kare delikleri üzerinde şişman, boğum boğum bir kurt gibi gezinip duruyordu.

...

Bunlar, görüp dokunabildiğin kötülükler yalnızca.Öteki şeyler daha da kötü.Gerçeğin halktan gizlenişinden söz ediyorum.Zehirli yalanlar.Yani, onların bilmesine, öğrenmesine izin verilmiyor.

...



Singer bagajlarını istasyonun ortasında bıraktı.Sonra dükkana yürüdü.Yanında çalıştığı kuyumcuyu kayıtsız bir el işareti ile selamladı.Tekrar dışarı çıktığında ağır bir şey vardı cebinde.Bir süre başı önüne eğik, avare avare dolaştı caddelerde.Ama güneşin dimdik ışıkları, nemli sıcaklık sıktı onu.Şiş gözler ve ağrıyan bir başla odasına döndü.Dinlendikten sonra bir bardak buzlu kahve ve sigara içti.Kül tablasını ve bardağı yıkadı, sonra cebinden tabancayı çıkardı ve göğsüne bir kurşun sıktı.

...

Neye yaramıştı?Cevap vermek istediği bir soruydu bu.Neye yaramıştı yani?Bütün o yaptığı planlar, müziği?Bütün bunların sonunda bu tuzak ortaya çıkacak olduktan sonra -mağaza, ev, yatak, sonra tekrara mağaza, Bay Singer'ın bir zamanlar çalışmış olduğu yerin önündeki saat yediyi gösteriyordu.

Carson McCullers
Yalnız Bir Avcıdır Yürek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder