Aç insanlar, Amerika'da Alabalık Avı kapağının çekildiği gün öğleden sonra beş civarında caddenin karşısında parkta toplanırlar.
Yoksullar için sandviç zamanı.
Ama sinyal verilene kadar caddeyi geçmezler.Sonra hepsi caddeyi geçip kiliseye koşar, gazete kağıdına sarılmış sandviçlerini alırlar.Sonra da parka dönüp gazete kağıdını açarak sandviçlerinin içinde ne olduğuna bakarlar.
Bir öğleden sonra arkadaşım sandviçini açıp içinde sadece bir ıspanak yaprağı olduğunu gördü.O kadar.
Benjamin Franklin'in otobiyografisini okuyarak Amerika hakkında bilgi sahibi olan Kafka mıydı?
Kafka, "Amerikalıları seviyorum çünkü sağlıklı ve iyimserler" demiş.
...
Yapabileceğim bir şey yoktu.Nehre doğru giden merdiveni değiştiremedim.Çocuk geldiği yoldan tekrar geri döndü.Aynı şey bir zamanlar benim de başıma gelmişti.Yaşlıca bir kadını alabalık nehri ile karıştırdığımı hatırladım ve ondan özür diledim.
"Afedersiniz," dedim, "Sizin bir alabalık nehri olduğunuzu sandım."
"Değilim" dedi.
...
Kulübenin biraz yukarısında, kapısı ardına kadar açık bir baraka vardı.Barakanın içi bir insan yüzü gibi meydandaydı ve sanki: "Beni inşa eden kişi buraya 9745 defa sıçtı.O, şimdi ölü ve bir başkasının bana dokunmasını istemiyorum.İyi bir insandı.Beni sevecenlikle, itinayla inşa etti.Beni yalnız bırak.Şimdi toprak altında bulunan iyi bir göt için bir anıtım ben.Burada gizem yok.Kapı bu yüzden açık.Sıçman gerekiyorsa, geyik gibi çalıların arasına git" diyormuş gibiydi.
"Siktir git!" dedim, barakaya."Tek ihtiyacım nehir boyunca bir otostop."
...
Kısa bir süre önce bir adam eşiyle birlikte buraya yerleşti ve bodrumunda yüzlerce fare olduğu gerçeğiyle yüzleşti.Yavaş hareket eden, çocuk gözlü, kocaman fareler.
Karısının birkaç günlüğüne akrabalarını ziyaret etmesi gerektiğinde, adam dışarı çıktı ve kendine 38'lik bir silah ve bol miktarda kurşun aldı.Sonra farelerin olduğu bodruma inerek onlara ateş etmeye başladı.Bu, fareleri hiç rahatsız etmedi.Sanki bir filmmiş gibi davrandılar ve ölü arkadaşlarını patlamış mısır niyetine yediler.
Adam, arkadaşını yemekle meşgul olan bir fareye yaklaştı ve silahı farenin kafasına dayadı.Fare hareket etmeden arkadaşını yemeyi sürdürdü.Silahın horozu kalktığında fare iki ısırık arasında durdu, göz ucuyla baktı.Önce silaha, ardından da adama.Bu sanki "Annem gençken Deanna Durbin gibi şarkı söylerdi" dercesine dostça bir bakıştı.
Adam tetiği çekti.
Adamın en ufak bir espri anlayışı yoktu.
Amerika'nın John Dillinger başkenti olan Mooresville'deki Büyük Sinema'da her zaman tek, çift ve soonsuz sayıda film arka arkaya gösterilirdi.
...
Bazen kanyon o kadar dar olurdu ki çay neredeyse musluk suyu gibi akardı..Bazen de o kadar hızlı akardı ki orada çakılır kalır, nereye atlayacağımı kestiremezdim.
Burada balık tutmak için muslukçu olmak gerekliydi.
O ilk alabalıktan sonra yalnızdım.Bunun ayırdına çok sonra varabildim.
...
Yoksul ölülerin havalı mezartaşları yoktu.Onların mezartaşları ekmeği anımsatan küçük tahtalardı.
Vefakâr Beceriksiz Babamız
Ölümüne Çalışan Sevgili Annemiz
Bazı mezarlarda solmuş çiçeklerle dolu meyve kavanozları ve tenekeler vardı:
Sonuçta tahhtaya yazılı isimleri mevsimler halledecekti, aynı tren istasyonunun yanında, ızgarada yumurta kıran uykulu hızlı servis aşçısı gibi.Halbuki zenginlerin adları uzun bir müddet mermer ordövr listeleri gibi yazılı kalacaktı; gökyüzündeki hayali yollarında ağır ağır yol alan atlar gibi.
Alacakaranlıkta tarama bitince Graveyard Çayı'nın sonuna geldim ve orada bir hayli alabalık tuttum.Beni rahatsız eden yalnızca ölülerin fakirliğiydi.
...
Hayatı 16 yaşındayken önce Dostoyevski'den, sonra da New Orleans'taki fahişelerden öğrenmişti.
...
Otuz yaşındayken doksan yaşındaymış gibi görünüyordu.Sonra ansızın öleceği düşüncesine kapıldı ve gerçekten öldü.Öldüğü sene alabalıklar gelmedi.Sonraki senelerde de.Adam da öldüğüne göre alabalıklar oldukları yerde kalmalarının daha iyi olacağını düşünmüşlerdi.
...
Öğleden sonra telefon kulübeleri köşelerinden kararmaya başladığı zaman kartımı zımbalayarak çaydan çıktım ve eve gittim.Akşam yemeğinde o kambur alabalık vardı.Mısır ununa batırılıp yağda kızartılmıştı, kamburu Esmeralda'nın öpücükleri gibi tatlıydı.
...
Yaşlı kadının yaşlı bir köpeği vardı, artık havlayamıyordu.O kadar yaşlıydı ki doldurulmuş bir köpek gibiydi.Bir keresinde dolaştırmak amacıyla bir mağazaya götürdüm.Sanki doldurulmuş bir köpeği dolaştırmaya çıkarıyor gibiydi.Doldurulmuş bir yangın musluğuna bağladığımda üstüme işedi ama bu da doldurulmuş bir sidikti.
...
"Yeter artık
Yedi yıldır balığa çıkıyorum
ve tek bir alabalık bile avlayamadım.
Kancaya taktığım hehr alabalığı kaçırdım.
ya zıplayarak
ya bükülüp kıvranarak
ya kamışımı kırarak
ya fırlayarak
ya da siktirip giderek kurtuldular.
Hiçbir zaman elimi bir alabalığa sürmedim.
Bütün bu hüsrana rağmen
tamamen kayıp
ilginç bir deney olduğuna inanıyorum.
Fakat, bir sonraki yıl
başkası alabalık avına gidecek.
Başka birisinin oraya gitmesi gerekli benim yerime."
...
Çöplerin hiçbirini yakamıyorduk çünkü çok kuru bir mevsimdeydik ve biz de dahil olmak üzere her şey yanmaya hazırdı.
...
Duvarda bir rulo tuvalet kağıdı asılıydı, öylesine eskiydi ki Magna Carta'nın akrabası hatta kuzeni gibi görünüyordu.
...
Dolmakalemi bana gösterdi ve "Bununla yaz ama fazla bastırma, çünkü ucu altın ve altın uç çok hasasstır.Bir süre sonra dolmakalem yazarın kişiliğine bürünür.Onunla başka kimse yazmaz.Bu dolmakalem, insan gölgesine dönüşür.Alınabilecek tek kalem ama dikkatli ol.
...
Eskimolar hayatlarını buz içinde geçiriyorlar ama buz için tek bir kelimeleri bile yok."
İnsanlığın İlk Bir Milyon Yılı - M. F. Ashley Montagu
...
Alabalık bile içinde yaşadıkları nehirden utanç duyarlar ve öldükleri zaman mutlu olurlardı.O kahrolası tumturaklı nehirde yaşamaktansa her şeyin ölmesi daha iyiydi.
Bir gün, Carthage Nehri nefes nefese ne kadar büyük olduğunu anlatırken kurudu, "Ben kendimin efendisiyim.." diye diye kurudu.
Nehir buna inanamadı.Topraktan bir damla bile su çıkmadı; kısa bir süre sonra çanağı, burnu akan bir çocuk gibi, damlaya damlaya toprağa dönüştü.
...
Richard Brautigan
Amerika'da Alabalık Avı
Altıkırkbeş Yayın







Hiç yorum yok:
Yorum Gönder