20 Ağustos 2015 Perşembe

itiraflarım, tolstoy

Benim tam da hayatımı değerlendirmede ve mahkum etmede kullandığım düşünce araçlarının hepsi de benim tarafımdan değil, onlar tarafından icat edildi.Ben kendim de bu dünyaya onların sayesinde geldim.Onların sayesinde öğrendim ve yetiştim.Demiri onlar çıkardılar, ormanları kesmeyi bize onlar öğrettiler, inekleri ve atları onlar evcilleştirdiler, tahıl ekmeyi ve birlikte yaşamayı bize onlar öğrettiler, yaşamımızı onlar düzenlediler ve bana konuşmayı ve yazmayı onlar öğrettiler.Ve onların bir ürünü olan, onlar tarafından yedirilen, içirilen, öğretilen ben, onların düşünceleri ve sözcükleriyle düşünerek bütün bunların saçmalık olduğunu savundum."Yanlış olan bir şey var!" dedim kendime."Bir yerlerde büyük bir hata yaptım."Ancak nerede hata yaptığımı anlamam çok zamanımı aldı.
---
Ancak söylemesi tuhaftır, bu sahtekarlığı fark etmiş ve reddetmiş olmama rağmen bana bu insanların vermiş oldukları ünvanı, sanatçılık ve öğretmenlik ünvanını reddetmedim.Bir sanatçı olduğumu ve ne öğrettiğimi bilmesem de herkese öğretmenlik yapabileceğimi saf şekilde düşünüyor ve düşündüğüm gibi de hareket ediyordum.
---
Biz de kitaplar ve makaleler yazdık.Ancak böylesi faydasız bir işi yapabilmek ve çok önemli insanlar olduğumuza emin olabilmek için faaliyetlerimizi haklı çıkarak bir kurama ihtiyacımız vardı.Kendi aramızda bu kuramı geliştirdik: "Var olan her şey akılla açıklanabilir.Var olan her şey tekamül eder.Ve her şey kültür yoluyla tekamül eder.Kültürün ölçütü ise kitap ve gazete tirajlarıdır.Bizlere bir ücret ödeniyor ve saygı gösteriliyor, çünkü bizler kitap ve gazetelere yazılar yazıyoruz.Bu yüzden de insanların en faydalısı ve en iyisi biziz."
---
Eğer ki hayatın henüz keşfetmediğim ve bana mutluluk vaat eden bir yönü daha -evliliğim- olmamış olsaydı, on beş yıl sonra varacak olduğum o çaresizlik noktasına belki o günlerde varmam gerekirdi.
---
Şunu kabul ediyorum ki, bizimkisi hayatın kendisi değil bir taklidiydi.

İtiraflarım
Tolstoy

gece uçurumları, ilhan irem


Gece uçurumlarında ışıklar…
Hangisine uçayım?
Kara bir taşı öpüp boşluklarda
Aynalarda şeytan taşlıyorum.

İlhan İrem 

transkritik, kojin karatani

...Fransız Devrimi'nde yankı bulan, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik üçlüsü gibi, sermaye, devlet ve ulus da birbirleriyle çiftleşmiş ve kendilerini birbirlerinden sonsuza dek ayrılamayacak bir güç haline getirmişlerdi.Bundan ötürü, daha titiz davranıp, modern devleti kapitalist ulus-devlet diye adlandırmalıyız.Bu üçlü birbirini karşılıklı olarak tamamlayacak, takviye edecek şekilde imal edilmiştir.Ekonomik özgürlük aşırı hale gelip sınıf çatışması da keskinleştiği zaman, devlet müdahalede bulunup serveti bölüştürür ve ekonomiyi düzenler ve aynı esnada ulusal birlik duygusu da (yardımlaşma) meydana gelebilecek çatlakları doldurur.Bu korkusuz üçlüyü karşınıza aldığınızda, birinin ya da diğerinin temelini oymak işe yaramaz.Sadece kapitalizmi yıkmaya kalkışıyorsanız, devletçiliği benimsemek zorundasınız ya da milliyetçi duygudaşlık sizi yutarak yok eder.Söylemeye bile gerek yok ki, devletçilik Stalinizm, milliyetçi duygudaşlık ise faşizm olarak ortaya çıkmıştı.Kapitalist meta mübadelesi, ulus ile devlet, ancak ekonomik bir açıdan bakıldığında birer mübadele biçimi olarak görülebilir.Ekonomik altyapı kavramı ancak bu bağlamda bir anlam ifade eder.

Transkritik
Kojin Karatani

bir çocuk kör kedi



"Fukara kalbine her kim dokuna
Dokuna sinesi Allah okuna"
                                         Aşık Seyrani

 


Video Çalışması: Sadık Battal (?)

ikiilebir, reha çamuroğlu


Neşeyi tanır mıydı?..Bozkırı bölen, Tanrı'nın çayırlarının ortasına duvar kuran bu şehirleri, 
bendini dağıtan  bir su gibi dümdüz edip geçtiğimizde, içimizden gelen ulumanın, 
sesine olasun dayanabilir miydi?

İkiilebir
Reha Çamuroğlu

6 Temmuz 2015 Pazartesi

wong kar-wai ve kawaii kültürü, filmler ve rüyalar, thorsten botz-bornstein



...Wong Kar-wai'nin filmlerini hangi mantığa (veya hangi kültürel uzama) mal edebiliriz?Benim bu soruya verdiğim yanıt şöyle: dandylik yanlısı pan-Asyacılık mantığına.Bu kültürde kapitalizm parodileştirilmiştir, iyiler ve kötüler kendilerinin klonlanmış hayali ikizleri gibidir ve Asya da sadece mnem'den, yani yönetmenin "Asya"ya dair kendi kişisel belleğinden süzülerek canlandırılır.

 ...
Wong Kar-wai ne Asyalı ne de batılı sayılır; Japon felsefeci Naoki Sakai'ye göre, "somutlaştırılamayan bir tedirginlik 'hissi' veya haz ilkesinin yönetimindeki bir uzamsallaşmış zaman ekonomisinin içermesinin mümkün olmadığı bir tekinsizlik hissi tarafından belirlenen tuhaf bir kültürel farklılığın tam ortasında yer alır.Bunun, çağdaş "pan-Asya" kültürünün ayırt edici özelliklerinden biri olduğunu düşünüyorum.

...
Wong'un ayrıntılara yoğunlaşması, hikayelerin serbest montajı görüntülerle deney ve karakterlerin belli bir dramatik yapıya yerleştirilmemesi, birbirinden kopuk olması, bu filmin rüyaya benzemesini sağlar.Paul Valery "Rüyalar sadece başlangıçlardan müteşekkildir." demiştir.Wong öyküler anlatmaz, sadece farklı hayat biçimlerinden bölük pörçük parçalar gösterir.


Wong, hiçbir zaman "gerçek" olma şansını yakalayamamış insan ilişkileri ağına, "gerçek hayata" ait unsurların sızmasına bazen izin verir: örneğin vahşi gangster hayatı.Ama bu bile gerçek gibi görünmez.Dövüş sahneleri ağır çekim olduğu için değil, bir mekanda geçmediği, belli bir yere ait olmadığı için rüya sekanslarını andırır.Filmin tesis ettiği özdüşümsellik, bize bunun sadece bir sahne olduğunu düşündürür.Wong'un melodramı soyuttur: Bizatihi melodram olmayı veya metafizik bir statüye sahip bir melodram olmayı hedefler.


Wong-Kar-Wai ve Kawaii Kültürü
Filmler ve Rüyalar (Tarkovski, Bergman, Sokurov, Kubrick ve Wong Kar-Wai)
Thorsten Botz-Bornstein

puslu kıtalar atlası, ihsan oktay anar, ilban ertem


Puslu Kıtalar Atlası / İhsan Oktay Anar
İlban Ertem Çizgileriyle...



İlban Ertem, Puslu Kıtalar Atlası, Çizim Serüveni


suda balık yan gider, nevzat karakış


 Suda Balık Yan Gider / Nevzat Karakış



Erzurum/Hınıs-Hayriye Temizkalp-Muzaffer Sarısözen
---
Suda Balık Yan Gider, Yandım Aman Aman Aman.
Açma Yarem Kan Gider.
Yaralıyam Bana Değme,
Baygınam Gel Gönlümü Eyle.

Buna Tabip Neylesin, Yandım Aman Aman.
Ecel Gelmiş Can Gider.
Yaralıyam Bana Değme,
Baygınam Gel Gönlümü Eyle.

Su Başı Duman Oldu, Yandım Aman Aman Aman.
Hallerim Yaman Oldu.
Yaralıyam Bana Değme,
Baygınam Gel Gönlümü Eyle.

Bana Dert Açan Dilber Yandım Aman Aman Aman.
Ellere Derman Oldu.
Yaralıyam Bana Değme,
Baygınam Gel Gönlümü Eyle. 


ikiilebir, reha çamuroğlu

Bir tek bizim kültür kuşağımızda var şu mahut narkotiğe 'esrar' denilmesi.Esrar yani sırlar.Sırları çözmenin yolu onları yakmaktan geçiyor kısacası.Bütün bu sarmalandığım anlamsızlık içinde hiç korkum yok.Bütün tehlikelere girer, esrarı yakarım.Yakar ve yok ederim.Ya da yanar ve yok olurum.
---
Seni kölelikten koruyamayan irfanı ben yemem oğlum!
---
Bozkırı bölen, Tanrı'nın çayırlarının ortasına duvar kuran bu şehirleri, bendini dağıtan bir su gibi dümdüz edip geçtiğimizde, içimizden gelen ulumanın, sesine olsun dayanabilir miydi?
---
Bağdat Kütüphanesi'nin ve içindeki binlerce kitabın yakılışını anlatmıştı Büyük Baycu."Sanki" diyordu, "yakılan her kitap yaprağı ayrı bir ses çıkarıyor, hatta çığlık atıyor, içine hapsedilmiş ruhu serbest bıraktığımız için bize teşekkür ediyordu...Kopuz çaldık başlarında, çökür çaldık, kımız içtik.Neşelerini paylaştık.Onlar değil, sanki biz yükseliyorduk göklere.
---
Bin yılda hapsettiklerini bir günde serbest bırakmıştık.Küller yüzüme, bıyığıma sakalıma sürtünüp geçiyor, sanki hoşça kal demeden önce beni okşuyorlardı.
---
İlk gençliğim miydi, yoksa çocukluğumun son günleri miydi, tam hatırlamıyorum, işte o yıllarda gördüğüm ve hiç unutmadığım, unutamadığım birkaç kare fotoğrafı yeniden hatırlamamdı utanma nedenim.Vietnam Savaşı'nın son yıllarıydı yanlış hatırlamıyorsam.Saygon'da bir meydanda çekilmiş birkaç kare fotoğraf.Bu derviş-rahiplerden birini gösteriyordu.Meydana gelişini, Buddha gibi oturuşunu, sürüp gitmekte olansavaşa karşı birkaç basit ve sakin söz söyleyişini, arkadaşlarının onun üzerine bidonlarla benzin döküşünü...Sonra bir göz işaretiyle kibrit çakışlarını...Alevler içinde oturuşuna devam edişini...Canı kalmayana kadar verişini...Artık sadece kömürleşmiş bir kalıp olduğunda, sanki o kalıp dahi iradesinin emrindeymişcesine, yine Buddha oturuşunu bozmaksızın yana devrilişini...Devrilmiş bedenden etrafa yayılan kıvılcımları...Senelerce bu sahneler üzerinde düşünmüştüm.Her aklıma gelişinde farklı "ben"ler olarak farklı yönlerinden düşünmüştüm.İlk gördüğümde bu birkaç kareyi, bir Marksist'tim.Din üzerine herhengi bir kafa yormuşluğum yoktu.Metafizik ise lanetli bir kavramdı benim için.Pekşi ne oluyordu da bu din adamı "bizim kavgamız" için kendisini bu kadar kahramanca, bu kadar mütevazi bir tavırla feda ediyordu?Vietnam Savaşı'nı yakından izliyordum.Bu, her Marksistin görevi olmalıydı.Amerika Birleşik Devletleri'nin bu savaşta bir Vietnam direnişçisi öldürebilmek için bir milyon dolar harcadığını da biliyordum."Kendini yakacağına gerillaya katılsaydı ya!" böyle diyordum...Sonra ben değiştim.O değişemezdi.O "Nirvana"sındaydı.Onun için değişim bitmişti.Bitmiş miydi?Neyse bu başka bir bahis.Evet, ben değiştim, en azından bunu biliyorum.Artık, "Gerillaya katılsaydı ya!" demiyordum.Biliyordum ki o Amerikalıları kınıyordu -daha ağır bir sözcük değil, sadece kınamak, bunu bilerek isteyerek kullanıyorum- ama Vietnam direnişçilerini de kınıyordu.O öldürmek istemiyordu.Kınadığını söylemek istiyordu, insanlık denilen bu durumu kınadığını söylemek...İki tarafa da benzemek istemiyordu.Onun kendi yolu vardı.Bin gerilla gücünde bir barış ejderhasının kendi insanlığını yakarak yaptığı bir kınamaydı bu.Evet, sadece bir kınama.
---
Biz kötü bir şey yapmadık Baba, biz sadece Gök Tanrı'nın çayırlarında at koşturduk.Bize 'giremezsiniz' dediler, girdik.'Bozamazsınız' dediler, 'Siz bozmadınız mı?' dedik ve bozduk.Ezelden beri, binlerce senedir atalarımız çayırlarda at koşturur, görülmüş müdür bir taşı diğerinin üzerine koydukları?Bozan kim biliyor musun?Bozan, taşı taşın üzerine koyandır.Biz geldik ve eski haline getirdik.
---
Burada yaşayan insanların belki de tek suçları toprağın karnını yarmak olmuştu.
---
Kierkegaard diye bir arif vardır.Kırk iki yaşına gelince bütün yazabileceği eserleri yazdığını hisseder ve ölmeye yatar.Onun gibi bir şey.Ne söylediklerim yeni, ne de yaptıklarım.Üstelik yaptığım ya da söylediğim anda hepsi daha da anlamzsız geliyordu.
---
"Hep yeni tepelere yürüdüm biliyorsun" diyerek kestim sözünü."Hep yürüdüm.Hayyam'ı bilir misin bilmem.Geldi mi bu taraflara sözleri?Ama onun dediği gibi yaptım bir müddet sonra.'Tam yatmasın aklın hiçbir şeye' dedim kendi kendime.Aklımın kölesi olmamaya çalıştımYeni tepelerin arkasını kurcaladım.Yeni seyirlere koştum durmadan.Her seferinde ilk yavuklumun elini ilk kez tuttuğumda duyduğum gibi bir heyecan duydum.Bedenim titremelere tutuldu.Sonra yoruldum galiba.Evet!Evet!En doğru kelime bu.Yoruldum Barak.Yoruldum yahu!

İkiilebir
Reha Çamuroğlu

hans miklas, mephisto (1981), ıstvan szabo


Herkesin 
önünden sıvışmayı sevdiği kapıları 
kırmaya cesaret et!
Goethe/Faust










 Hans Miklas




Mephisto (1981)
Istvan Szabo