Bir keresinde beni Küçükköy'e davet etmişti; orada ufak bir arazisi, beyaza boyalı, iki katlı bir evi vardı.Bana "malikanesini" gezdirirken hevesle anlatmaya koyulmuştu: "Param olsa, hasta köy öğretmenleri için burada bir sanatoryum inşa ederdim.Kocaman, aydınlık bir bina olurdu: aydınlık mı aydınlık, dev pencereleri ve yüksek tavanlı odaları olan bir bina.Enfes bir kütüphanesi, envai çeşit müzik aleti, arılar, bir bostan, bir bağ olurdu...Tarım ve mitoloji üzerine dersler verilirdi.Öğretmenlerin her şeyi bilmesi icap eder, her şeyi, aziz dostum."
...
Bir öğretmeni hatırlıyorum: uzun boylu, ince bir adamdı; sarı aç bir yüzü, çenesine doğru inen kanca gibi bir burnu vardı.
Anton Çehov'un karşısına oturdu; Çehov'un yüzüne siyah gözleriyle dik dik bakarak hüzünlü ve kalın bir sesle şöyle konuştu:
"Ders seansının sınırları içindeki bu varlıksal izlenimlerden çevredeki evrene doğru nesnel bir tutumun tüm ihtimalini ezen psişik oluşum ortaya çıkar.Elbette evren bunun bir tezahüründen başka bir şey değildir..."
Kafa üstü felsefeye girerek, buzun üzerinde paten yapan bir ayyaş gibi yüzeyinde gezinmeye başladı.
"Söylesene" dedi Çehov usul usul, nazik bir sesle, "sizin vilayette çocukları döven öğretmen kim?"
Öğretmen sandalyesinden fırlayıp kollarını savurmaya koyuldu: "Kimi kastediyorsun?Beni mi? Asla!Dövmek ha!"
Öfke ile pofurdandı.
"Heyecanlanma hemen," diye devam etti Anton Çehov, teselli edici bir tebessümle: "Senden bahsetmiyorum.Hatırladım da şimdi, gazetede okumuştum; sizin vilayette çocukları döven biri vardı."
Öğretmen yerine oturdu; ter içinde kalan suratını silerek ve rahat bir nefes alarak, kalın sesiyle konuşmaya başladı:
"Doğru, vardı öyle bir olay...ismi Makarov'du.Şaşırmıyor insan.Acımasılık olabilir, yine de açıklanabilir bir durum.Adam evli, dört çocuğu var, karısı hasta...kendisi veremli.Maaşı 20 ruble, okulu desen bir kilerden hallice, öğretmene tek göz oda vermişler; böyle şartlarda durup dururken Tanrı'nın gönderdiği meleği bile döversiniz.Çocuklar ise melek değiller, inanabilirsiniz bana."
...
Evden çıktığında Çehov onu bakışlarıyla izledi, gülümseyerek:
"İyi bir adamcağız.Uzun süre öğretmenlik yapamaz," dedi.
"Niçin?"
"Ağzından girip burnundan çıkarlar onun."
Bir süre düşündü ve sessizce şunu ekledi:
"Rusya'da dürüst bir adam şömine temizleyicisi gibidir; dadılar çocukları onun hikayeleriyle korkutur."
...
Çehov hayatı boyunca kendi ruhunda yaşadı: Her zaman kendisi oldu, tamamen özgür oldu; başka insanların beklentilerini, diğerlerinin -daha kaba kimselerin- ise Anton Çehov'a dair isteklerini umursamadı.Bizim Rusların ısrarla alışkanlık edindiği sohbetlerden, giyeceği düzgün bir pantolonu ble yokken gelecekteki kadife kıyafetleri için münakaşa etmesinin gülünçlüğünü unutmasından hoşlanmazdı.Tatlı bir yalınlığa sahip olduğu için her şey yalın, içten ve samimi olsun ister, diğer insanları da yalın hale getirmeyi becerirdi.
...
Her yerde bayağılığı görme ve def etme hünerine sahipti; bu hüner, yalnız hayattan çok şey bekleyen ve insanları yalın, güzel ve ahenkli haliyle görmek isteğiyle yanıp tutuşan insanlar için mümkündür.Bayağılığa karşı her zaman sezgileri kuvvetli ve merhametsiz bir yargıç olmuştu.
...
"N. N.'yi sevmez misiniz, Anton Pavloviç?"
"Severim, hem de çok.Sevimli bir adamdır," diye yanıtladı Çehov, öksürerek."Her şeyi bilir...çok okur.Ödünç aldığı üç kıtabımı geri vermedi, biraz unutkan bir adam.Bir gün sana ne harika bir adam olduğunu söyler; ertesi gün bir başkasına hizmetçilerini nasıl kandırdığını, metresinin kocasının mavi çizgili siyah ipekten çoraplarını nasıl yürüttüğünü anlatır."
...
Bir keresinde gürbüz, sağlıklı, güzel ve iyi giyimli bir hanım karşısına gelip Çehov üslubuyla konuşmaya başlamıştı:
"Hayat pek sıkıcı, Anton Pavloviç.Her şey gri mi gri: insanlar, deniz, hatta çiçekler bile gri görünüyor bana.Canım hiçbir şey çekmiyor, ruhum acıyla kavruluyor.Bir hastalığa tutulmuş gibiyim."
"Hastalıktır da bu zaten," dedi Anton Pavloviç."Bir hastalıktır bu: Latince'de adı morbus imitatis'tir.(Taklit Hastalığı)"
Neyse ki bu hanım Latince bilmiyordu; en azından biliyor numarası yapmıştı.
"Eleştirmenler atın tarlayı sürmesine engel olan at sineklerine bener," dedi, bilge bi gülümsemeyle.At emek verir, tüm kasları bir kontrbasın telleri gibi gerilmişti; sonra bir sinek böğrüne konup vızıldamaya, onu kaşındırmaya başlar...atcağız cildini kıpırdatır, kuyruğunu sallar.Nedir sineğin vızıldamasındaki amaç?Kendisinin bile farkında değildir; sırf huzursuz olduğu ve 'Bakın, işte ben de bu dünyada yaşıyorum.Ben de istediğim gibi vızıldayabilirim,' diye ilan etmek istediği için.Yirmi beş yıldır hikayelerim hakkında yazılan eleştirileri okudum; bir ke olsun kıymeti olan bir söz, değerli bir tavsiye duymuş değilim.Bir kez Skabiçevski'nin yazdığı bir şey beni etkilemişti: Bir yol kenarında sarhoş halde öleceğimi söylemişti."
Neredeyse her zaman ironik bir gülümsemeyle parlayan gri gözleri bazen soğuk, keskin ve sert olurdu; böyle zamanlarda yumuşak, samimi sesine bir sertlik gelir, bir mütevazı ve iyi huylu adamın gerek gördüğünde kendisine karşı gelen birine karşı gelebileceği ve bana mısın demeyeceği anlaşılırdıç
Diğer zamanlarda ise insanlara karşı tavrında bir ümitsizlik, neredeyse soğuk, bıkkın bir çaresizlik sezerdim.
"Ruslar tuhaf yaratıklardır," diye yazmıştı bir keresinde."Eleğe benzer, hiçbir şeyi içinde barındırmaz.Gençliğinde karşısına çıkan her şeyi açgözlülükle yutar; otuz yıl içindeyse geriye renksiz çer çöpten başka bir şey kalmamıştır...İnsanın iyi ve insan gibi yaşaması için sevgiyle ve inanarak çalışması gerekir.Fakat biz, biz bunu yapamayız işte.Bir iki tane eli yüzü düzgün bina yapmış mimar kart masasına oturdu mu ya hayatı boyunca o masadan kalkmaz ya da bir tiyatro kulisinin köşesinde bulunur.Muayenehane sahibi doktor bilimle ilgilenmeyi bırakır, tıp dergisi dışında bir şey okumaz; kırk yaşına geldiğinde tüm hastalıkların soğuk algınlığından kaynaklandığına ciddi ciddi inanmaya başlar.İşinin ne anlama geldiğine kafa yormuş tek bir memurla karşılaşmadım: Genelde büyük şehirde ya da vilayetinin baş kasabasında oturur, evrak doldurup ilgi çekmek için Zmiiv veya Smarhon'a gönderir.Ama tuttuğu o evraklar Zmiiv ve Smarhon'da birinin hareket özgürlüğünü elinden alacaktır; bir memur bunu yalnız bir ateistin cehennem azabını düşündüğü kadar düşünür.Başarılı savunmalarla isim yapan bir avukat adalete kafa yormayı bırakır, yalnız mülk davalarına bakmaya, kumar oynamaya, istiridyeler yemeye, tüm sanatların erbabı olduğunu düşünmeye başlar.İki-üç dişe dokunur rolde oynamış bir aktör repliklerini öğrenmekle uğraşmayı bırakır, ipek şapkasını takar ve bir deha olduğunu düşünür.Rusya doyumsuz ve tembel insanların ülkesidir: tabak tabak güzel yemek yemeyi, içmeyi, gündüz saatinde uyumayı, uyurken de horlamayı severler.Evleri temiz olsun diye evlenir, toplumda hoş görülmek için metres bulurlar.Bir köpeğin psikolojisine sahiptirler: dayak yediklerinde viyaklayarak kulübelerine kaçarlar; sevildiklerinde ise patilerini havaya kaldırıp sırt üstü uzanır, kuyruklarını sallarlar.
...
Hayatın önemsizliklerinin tragedyasını Anton Çehov kadar açık ve iyi bir şekilde kimse anlamamış; burjuvanın günlük yaşamının sönük karmaşasında okurlara kendi hayatlarının korkunç ve utanç vericiliğini merhametsiz bir gerçeklikle kimse göstermemiştir.
Ezeli dülmanı bayağılıkla hayatı boyunca mücadele etmişti; onu aşağılamış, sivri kalemi ile onu soğukkanlı tasvir etmiş, ilk bakışta en hoş, rahat ve görkemli görünen şeyde bile bayağılığın yavanlığını tespit etmişti -bayağılıksa sonunda ondan çirkin bir şakayla intikamını almıştı; Çehov'un naaşı, yani bir şaire ait olan naaşı, "İstiridye taşımak için" ayrılmış bir yük vagonuna konmuştu.
Bu pislik içindeki yeşil yük vagonu gözümde bayağılığın yorgun düşmanının karşısında zafer dolu muazzam bir kahkahasıdır; bulvar basınında görülen "Anılar"da ise, düşmanının ölümüne içten içe sevinen bayağılığın soğuk ve pis kokulu nefesini duyduğum iki yüzlü bir üzüntü mevcuttur.
...
"Vişne Bahçesi"nin gözü yaşlı Ranevskaya ile diğer sahipleri de buradadır: hepsi çocuk gibi bencil, hepsi bunak ve ham.Ölmek için doğru zamanı kaçırmışlardır; sızlanır, etraflarında olan biteni görmez, anlamazlar; bir daha hayata kök salacak kudrete sahip olmayan parazitlerdir.Sefil öğrenci Trofimov çalışmanın gerekliliklerini güzel sözlerle anlatır; tembellerin hatırına durmak bilmeden çalışan Vanya ile aptal aptal dalga geçer.
Verşinin üç yüz yıl içinde hayatın ne mutlu olacağını düşlerken, gözünün önünde her şeyin harabeye döndüğünü fark etmez; Solyoniy, sıkıntıdan ve aptallığından, zavallı Baron Tousenbach'ı öldürmeye hazırdır.
Tek ve uzun bir sıra halinde geçer önümüzden aşka, aptallıklarına ve tembelliklerine, hayatın nimetlerine duydukları açgözlülüğe esir olmuş erkekler ve kadınlar; onlar hayata karşı ölümüne bir korkunun esiridir; tedirginlikle ilerler, hayatı geleceğe dair ipe sapa gelmeyen sözlerle doldurur, şimdiki zamanda yer edinemediklerini hissederler.
Arada bu renksiz kalabalığın içinde biri bir tabanca sesi duyar: Ivanov veya Tripliyev yapması gerekenin ne olduğunu tahmin etmiş ve ölmüştür.
Çoğu iki yüz yıl içinde hayatın ne güzel olacağına dair düşler kurarken hiçbirinin aklına gelmez, yalnız düşlemekle vakit geçirirsek hayatı kim güzelleştirecek?
Çaresiz insanlardan oluşan bu kasvetli, renksiz kalabalığın önüne azametli, bilge ve ilgili bir adam geldi bir gün; ülkesinin ümitsiz sakinlerine bakıp hüzünlü bir tebessüm, kibar ama derin bir sitemle, yüzünde ve kalbinde gerçek bir ızdırapla, güzel ve samimi bir dille onlara şöyle söyledi:
"Yanlış yapıyorsunuz, dostlarım.Böyle yaşamak ayıptır."
...
Maksim Gorki
Anton Çehov'a Dair Hatıra Parçaları
Anton Çehov'a Dair Hatıra Parçaları
Çeviri: Emrah Serdan
Albion'un Kızı - Öyküler Cilt-1 - Sonsöz
İletişim Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder