13 Ağustos 2023 Pazar

Örümceklerin Yuvalandığı Patika - Italo Calvino


...

"Çorbamı istersen, alabilirsin" diyor Pin'e."Boğazıma kan dolduğu için, ben içemiyorum."

Ve yere kırmızı bir köpük tükürüyor.Pin ilgiyle ona bakıyor; kan tükürmeyi başaranlara karşı her zaman tuhaf bir hayranlık duymuş, veremliler gibi kan tükürenlerden hoşlanmıştır.

"Demek, sen de veremlisin," diyor kafası kazılı çocuğa.

"Belki de onlar yüzünden verem oldum" diyor kafası kazılı çocuk böbürlenerek.Pin ona hayranlık duyuyor, belki de gerçek birer dost olurlar.Üstelik, Pin'e kendi çorbasını verdi; Pin çok memnun oluyor buna, çünkü karnı aç.

"Böyle devam ederse" diyor kafası kazılı çocuk, "bütün hayatımı mahvedecekler."

"Öyleyse niçin Kara Tugay'a yazılmıyorsun?" diyor Pin.

Bunun üzerine kafası kazılı çocuk doğrulup şiş gözlerini Pin'in yüzüne dikiyor: "Baksana, benim kim olduğumu bilmiyor musun sen?"

"Hayır, kimsin?" diyor Pin.

"Kızıl Kurt'tan söz edildiğini duymadın mı hiç?"

Kızıl Kurt.Ondan söz edildiğini duymayan mı var? Ne zaman faşistlere bir darbe vurulsa, karargahlarından birinde bir bomba patlasa, bir ajan ortadan yok olsa ve akıbetinin ne olduğu bilinmese, insanlar alçak sesle bir ad söylerler: Kızıl Kurt.Pin, Kızıl Kurt'un on altı yaşında olduğunu ve daha önce Todt'da işçi olarak çalıştığını da biliyor.Askerlikten muaf tutulmak için Todt'da çalışan öteki çocuklar Pin'e ondan söz etmişlerdi, çünkü Rus beresi giyiyor ve hep Lenin'den söz ediyormuş, o kadar ki KGB adını takmışlar ona.Bir de, dinamit ve saatli bomba saplantısı varmış; anlaşıldığı kadarıyla, Todt'a da mayınların nasıl yapıldığını öğrenmek için girmiş.Bir gün bir demiryolu köprüsü havaya uçmuş ve KGB'yı bir daha Todt'da gören olmamış; dağlarda yaşıyor ve geceleri beyaz-kırmızı-yeşil bir yıldız işli Rus beresiyle ve kocaman bir tabancayla şehre iniyormuş.Uzun saçları varmış ve adı Kızıl Kurt'muş.

...


Pietromagro düşünceye dalıyor."Tabii, tabii, siyasi tutuklu.Seni burada görünce, işte, diye düşündüm, hapislerde çürümeye başlamış bile.Çünkü adam bir kez hapsi boylamaya başlarsa, bir daha çıkamaz; bin kere dışarı salıverseler, bin kere hapse geri dönerTabii, siyasi tutukluysan iş değişir.

Bak, bilsem, gençliğimde ben de siyasilerin safına katılırdım.Çünkü adi suç işlemekle hiçbir yere varamazsın ve az çalan hapsi boylar, çok çalan han hamam sahibi olur.Siyasi suç işlediğinde olduğu gibi hapse girersin (kim suç işlerse, hapsi boylar) ama hiç olmazsa bir gün artık hapislerin olmadığı daha iyi bir dünyaya kavuşma umudun vardır.Bunu bana yıllar önce birlikte hapis yattığımız bir siyasi tutuklu söylemişti: Siyah sakallı bir adamcağız, sonra öldü.

...

Kızıl Kurt, renkli serüven dergileriyle yetişen kuşaktan; ne var ki, o her şeyi ciddiye almış ve yaşam o âna kadar yüzünü kara çıkarmamış.

...

Bir partizana asla 'sen kimsin?' diye sorulmaz.Proletaryanın çocuğuyum, diye cevap verir ona, 'yurdum enternasyonal'dir, kız kardeşim ise devrim."

Pin irkilip ufak tefek adamı süzüyor: "Ne? Sen de mi ablamı tanıyorsun?"


...

Şimdi tekdüze Cenova aksanıyla yüksek sesle okuyor kitabı: Gizemli Çin mahallelerinde ortadan yok oluveren kişilerin hikayeleri.Dritto, yüksek sesle kitap okunmasından hoşlanıyor ve ötekileri susturuyor; hayatı boyunca asla bir kitabı okuyacak sabrı gösteremediğini, ama bir keresinde, hapisteyken, yüksek sesle Monte Kristo Kontu'nu okuyan yaşlı bir mahkumu saatlerce dinlediğini ve bundan çok hoşlandığını söylüyor.

Ama Pin, kitap okumakta ne gibi bir zevk olduğunu anlayamıyor ve sıkılıyor."Tahta Külah" diyor, "karın ne diyecek o gece?"

"Hangi gece?" diyor henüz Pin'in esprilerine alışmamış olan Tahta Külah lakaplı Uzun Zena.

"İlk kez yatağa yattığınız ve sen aralıksız kitap okuduğun gece!"

...

Partizanlar seyrek olarak ve kısa rüyalar görüyorlar.Aç gecelerin yol açtığı, hep az olan ve pek çok kişiyle paylaşılması gereken yiyecek sorunuyla bağlantılı rüyalar bunlar: Mesela, ısırıp bir çekmeceye koydukları ekmek parçalarını düşlüyorlar.Sokak köpekleri, benzer rüyaları görüyor olsalar gerek.Kemirip toprağa gömdükleri kemikleri.Olsa olsa, karınları tokken, ateş yanıyorken ve gün boyunca çok fazla yürümemişlerse, çıplak bir kadını rüyalarında görebiliyor ve sabah, yüklerini boşaltmış olarak ve neşeli, yelken açarcasına keyifle uyanabiliyorlar.

...


"Arkadaşlar," diye konuşmaya başlıyor, kimseyi, Mancino'yu bile incitmek istemiyormuş gibi sakin sesi, "herkes niçin partizanlık yaptığını bilir.Ben kalaycılık yapıyor, köy köy geziyordum, bağırışım uzaktan duyulur ve kadınlar tamir etmem için delinmiş tencereleri alıp bana getirirlerdi.Ben evlere girer ve hizmetçi kızlarla şakalaşırdım ve bazen bana yumurta ve bardak bardak şarap verirlerdi.Kap kacağı bir çayırda kalaylamaya koyulurdum ve çevremde her zaman durup bana bakan çocuklar olurdu.Şimdi artık köyleri dolaşamıyorum, çünkü dolaşsam beni tutuklarlar, üstelik her yeri yakıp yıkan bombardımanlar var.Bu nedenle, partizanlık yapıyoruz: Kalaycılık işine dönebilmek için, ucuz şarap içip yumurta yiyebilelim diye, bizi artık tutuklamasınlar ve artık hava saldırıları olmasın diye.Ayrıca, komünizmi de istiyoruz.Komünizm demek, artık kapının yüzüne çarpıldığı evlerin olmaması, gece kümeslere girmek zoruunda kalmaman demektir.Komünizm demek, eve girmişsen ve evdekiler çorba içiyorlarsa, kalaycı da olsan sana çorba ikram etmeleri, Noel'de Noel çöreği yiyorlarsa, aynı çörekten sana da vermeleri demektir.İşte komünizm budur.Örneğin, buraada öyle bitlenmişiz ki, bitler bizi sürükledikleri için uykumuzda hareket ediyoruz.Ben tugay karargahına gittim, gördüm ki toz böcek ilaçları var.Bunun üzerine dedim ki: "Ne güzel komünistlermişsiniz, bundan birliğe yollamıyorsunuz.Onlar da bize toz böcek ilacı göndereceklerini söylediler.İşte komünizm budur."

...


"Niçin savaşıyorlar öyleyse?" Ferriera niçin savaştığını biliyor, her şey apaçık.

"Bak," diyor Kim, "şu an birlikler mevzilerine doğru sessizce tepeleri tırmanıyorşar.Yarın ölüler, yaralılar olacak.Onlar bunu biliyorlar.Kim itiyor onları bu yaşama, kim itiyor onları savaşmaya, söylesene bana?Bak, bu dağlarda yaşayan köylüler var, onlar için daha kolay.Almanlar köylerini yakıyor, ineklerini alıp götürüyorlar.Onlarınki en temel anlamıyla insani bir savaş, yurtlarını savunma çabası, köylülerin bir yurdu var.Bu sayede, yaşlısı genci, kırık dökük tüfekleri, dimi avcı ceketleriyle bizimle birlikteler, silah kuşanmış sıra sıra köyler; biz onların yurdunu savunuyoruz, onlar bizimle birlikteler.Ve yurt, ciddi olarak bir ideal haline geliyor onlar için, onları aşıyor, mücadeleyle aynı şey haline geliyor, savaşı sürdürebilmek için evlerini de, ineklerini de feda ediyorlar.Oysa öteki köylüler için, yurt bencilce bir şey: ev, inekler, hasat.Ve her şeyi korumak için casus oluyorlar, faşist oluyorlar; bir sürü köy düşmanımız...Sonra, işçiler.İşçilerin kendi tarihleri var: ücretler, grevler, emek ve kol kola mücadeleyle örülmüş bir tarih.Bir sınıf, işçiler.Yaşamda daha iyisinin olduğunu ve bu daha iyi için savaşılması gerektiğini biliyorlar.Onların da bir yurdu var, henüz fethedilmemiş bir yurt ve onu fethetmek için burada savaş veriyorlar.Aşağıda, şehirlerde, onların olacak olan fabrikalar var; şimdiden fabrika depolarının üzerine kırmızıyla yazılmış yazıları ve bacaların üzerinde yükselen bayrakları görür gibi oluyorlar.Ama duygusallık yok onlarda.Gerçeği ve gerçeğin nasıl değiştirilmesi gerektiğini anlıyorlar.Sonra burada şurada, zihinlerinde belli belirsiz ve çoğu zaman çarpık  fikirleri olan birkaç aydın ya da öğrenci var, ama az sayıları.Sözcüklerden ya da olsa olsa birkaç kitaptan kurulu bir yurtları var.Ama savaştıkça, sözcüklerin hiçbir anlamı olmadığını görecek, insanların savaşında yeni şeyler keşfedecek ve böylece soru sormadan savaşacaklar, sonunda yeni sözcükler aranmayacak ve eski, ama değişmiş, beklenmedik anlamlara bürünmüş sözcüklere yeniden kavuşacaklar.Başka kimler var? Toplama kamplarından kaçıp bize katılan yabancı tutsaklar; onlar gerçek bir yurt için savaşıyorlar, ulaşmak istedikleri uzak bir yurt için, yurt olması da, uzak olmasından kaynaklanıyor zaten.Ama bunun tamamıyla bir simgeler savaşı olduğunu, her şeyin ya da her kişinin Çin gölge oyunundan bir figüre, bir mite dönüştüğü, beyni zorlayan bir yer değiştirmeler oyunuyla, insanın bir Almanı öldürmek için o Almanı değil, bir başkasını düşünmek zorunda olduğunu anlıyor musun?


Ferriera sarı sakalını sıvazlıyor; bütün bunların hiçbirini görmüyor o.

"Öyle değil," diyor.

"Öyle değil," diyerek sözünü sürdürüyor Kiim, "ben de biliyorum.Öyle değil.Çünkü herkeste ortak başka bir şey var: öfke.Dritto'nun birliği: küçük hırsızlar, jandarmalar, eski askerler, kara borsacılar, serseriler.Toplumun katmanları arasına yerleşip bütün çarpıklıkların ortasında düzenini kurmuş, savunacak ve değiştirecek hiçbir şeyleri olmayan insanlar.Ya da bedensel kusurları olanlar veya takıntılı ya da fanatik kimseler.Onları öğüten çarka bağlı oldukları için, bu insanlarda devrim fikri doğamaz.Ya da öfkenin, aşağılanmanın çocuğu olarak sakat doğar, uç görüşleri olan aşçının uzun sıkıcı konuşmalarındaki gibi.Niçin savaşıyorlar, öyleyse?Bir yurtları yok: ne gerçek, ne hayali bir yurtları.Gene de onlarda da cesaret olduğunu, aşırı bir öfke olduğunu biliyorsun.Aşağılanmış yaşamlarından, sokaklarındaki karanlıktan, evlerindeki pislikten, çocukluklarından beri öğrendikleri edepsiz sözlerden, kötü olmak zorunda kalmanın bezginliğinden geliyor bu öfke.Ve küçücük bir şey, yanlış bir adım, içlerindeki bir kızgınlık yetiyor, Pelle gibi kendilerini karşı tarafta buluyor ve aynı öfkeyle, aynı nefretle, şu ya da bu kişilere ateş ediyorlar, fark etmiyor onlar için."


Ferriera, sakalının içinden inler gibi konuşuyor: "Demek ki, bizimkilerin ruhuyla...Kara Tugay'ın ruhu aynı...Öyle mi?

"Aynı.Ne demek istediğimi anlıyorsun aynı..."Kim durup bir parmağıyla gösteriyor, sanki kitap okurken kaldığı yeri belirliyormuş gibi: "Aynı, ama yüzde yüz tersi.Çünkü biz doğru yoldayız, onlar yanlış yolda.Burada bir şeyler çözüyoruz., orada var olan zincir pekiştiriliyor.Dritto'nun adamları üzerine çöken kötülüğün o ağırlığı, benim, senin, hepimizin üzerine çöken o ağırlık, hepimizin içinde olan ve ateş ederek, öldürdüğümüz düşmanlarla dışa vurduğumuz o eski öfke; faşistleri ateş etmeye iten, aynı arınma, kurtuluş umuduyla karşıtlarını öldürmeye sevk eden öfkeyle birebir aynı.Ama bir de tarih var.Tarih açısından baktığında, biz kurtuluştan yanayız, onlar öteki saftalar.Bizde, onlarınkine eşit olsa da, hiçbir hareket, hiçbir atış boşa gitmemeli; her şey bizi özgürleştirmeye değilse, çocuklarımızı özgürleştirmeye, insanların kötü olmayabileceği öfkesiz, dingn bir insanlık kurmaya hizmet edecektir.Öteki taraf, yitirilmiş hareketlerin, boşa öfkelerin tarafı; kazansalar bile, yitik, yararsız kişiler olacaklar, çünkü tarih yapmıyorlar, özgürleştirmeye değil, o öfkeyi ve nefreti yinelemeye ve sürdürmeye hizmet ediyorlar, ta ki aradan yirmi ya da yüz ya da bin yıl geçip aynı noktaya gelinceye, biz ve onlar gözlerimizde aynı adı konmamış nefretle savaşıncaya kadar - ve gene, belki bilmeksizin, biz kurtulmak, onlar köle kalmak için.Savaşın anlamı bu, değişik anlamlarının ötesinde gerçek, bütünsel anlamı.Bütün aşağılanmalarımızdan güç alarak, insani ,temel, adı konmamış bir kurtuluş dürtüsü: İşçinin sömürüden kurtuluşu, köylünün cehaletinden kurtuluşu, paryanın yozluktan kurtuluşu.Ben siyasal görevimizin bu olduğuna inanıyorum.İnsani yoksunluğumuzu da kullanmalıyız, kendi kendine karşı kullanmalıyız onu, kurtuluşumuz için, tıpkı faşistlerin yoksunluğu sürdürmek ve insanları karşı karşıya getirmek için kullandığı gibi.

...


Kim, Ferriera'nın anlamamasını doğal karşılıyor; Ferriera gibi adamlarda kesin sözler ederek konuşmak
gerekir, "a,b,c" demek gerekir, olaylar ya kesindir, ya "ipe sapa gelmez görüşler"dir, onlar için belirsiz ve karanlık bölgeler yoktur.Ama Kim, Ferriera'dan üstün olduğuna inandığı için böyle düşünmüyor; onun amacı, Ferriera gibi akıl yürütebilmek, Ferriera'nınki dışında başka gerçeklik tanımamak, gerisi boş.

...

Kim, birliklerin durumunu komiserlerle birlikte gözden geçirirken mantıklı birisi, ama patikalarda tek başına yürürken akıl yürüttüğünde, şeyler gizemli ve sihirli, insanların yaşamı mucizelerle dolu bir havaya bürünüyor."Aklımız hala mucizeler ve büyülerle dolu, diye düşünüyor Kim.Arada bir, bir simgeler dünyasında yürüyormuş gibi geliyor ona, çocukken defalarca okuduğu Kipling'in kitabındaki, Hindistan'ın ortasındaki küçük Kim gibi.

"Kim... Kim... Kimdir Kim?..."


...

Dritto'nun birliğindeki şu çocuk, neydi adı? Pin mi? Güldüğünde bile, çilli yüzündeki şu öfke kasırgası...Bir fahişenin kardeşi olduğunu söylüyorlar.Niçin savaşıyor?Artık bir fahişenin kardeşi olmamak için savaştığını bilmiyor.

...

Yarın büyük bir çarpışma olacak.Kim, sakin."A, b, c," diyecek.Düşünmeye devam ediyor: Seni seviyorum Adriana.Tarih bu, başka bir şey değil.

...

Italo Calvino
Örümceklerin Yuvalandığı Patika 
Resimleyen: Gianni De Conno
Çeviri: Kemal Atakay
Yapı Kredi Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder