3 Temmuz 2023 Pazartesi

Typee Polinezya Hayatına Bir Bakış - Herman Melville


Allan Melville'in acı sonu olmasa,
belki bugün Herman Melville diye bir yazardan söz ediyor olmayacaktık.
Babasını yitirdikten sonra zorluklarla geçen yıllarda 
(Redburn adını vereceği ve 1849 yılında yayımlanan dördüncü romanında o günleri hatırlayacaktır.) kendini tatmin etmeyen birkaç işi denedikten sonra, 
3 Ocak 1841 tarihinde Acushnet adlı balina gemisine tayfa olarak yazılan Melville'in 
bu kararının nedenlerini, Moby Dick'in anlatıcısı Ishmael'in 
"paramın azaldığı ya da hiç kalmadığı bir sırada, 
karada da beni ayrıca bağlayan hiçbir şey olmadığı için, biraz engine açılayım, 
bu dünyanın denizlerini şöyle bir göreyim dedim" 
sözlerinde buluruz.
...

Kimi kime şikayet edecektik?Kanunu da adaleti de Burun'n öbür tarafında bırakmıştık ve ne yazık ki birkaç istisna dışında mürettebat, kendi aralarında bölünmüş, sadece kaptanın bitmez tükenmez zulmüne boyun eğme konusunda birleşen, bir sürü korkak ve alçak ruhlu zavallıdan oluşuyordu.İki-üç kişinin, diğerlerinin desteğini almadan, kaptanın kötü muamelesine karşı çıkmayı denemesi düpedüz çılgınlık olurdu.Bu kişiler, bu "Kalan Hazretlerinin" hışmını üzerlerine çekmekle ve mürettebatın geri kalanının başına da fazladan bela açmakla kalırlardı.

...

Yıllarca haber alınamadığı için kaybolduğu kabul edilen bir balina gemisinin hikayesini duymuştum.Bu gemiyle ilgili son haber, Pasifik'in ta öte ucunda bulunan ve tuhaf yer değiştirmeleri Güney Denizi haritalarının her yeni baskısında dikkatlice kaydedilen, şu yüzer gezer adalardan birinde görüldüğü şeklinde muğlak bir rapordu.Fakat uzun bir aradan sonra, adı "Perseverance" (azim,sebat anlamında) olan bu geminin yerkürenin ucunda bir yerlerde, yelkenleri baştan aşağı yamalı bohçaya dönmüş, direkleri eski boru çubuklarıyla desteklenmiş, makaraları düğümlenmiş ve karmakarışık olmuş bir halde, her zamanki gibi telaşsız dolanıp durduğunu duyduk.Mürettebat, güvertede yürümeyi ağır aksak ancak becerebilen, saygıdeğer Greenwich emeklisi görünümlü, yirmi kadar yaşlı deniz kurdundan oluşuyormuş.Savlalar ve pupa yelkeni halatı hariç tüm hareketli iplerin uçları makaralardan geçirilerek bocurgata ya da ırgata ulaşıyor, böylece mekanizma yardımı olmadan ne bir seren prasya ediliyor, ne de bir yelken açılıyormuş.

Geminin dibi midyelerle tamamen kaplanarak kabuk bağlamış.Üç tane evcilleşmiş köpekbalığı, dümen suyundan ayrılmıyor ve her gün aşçının kendileri için suya boşalttığı kovanın içindekilerle ziyafet çekmek için gemiye yanaşıyorlarmış.Kalabalık bir torik ve orkinos sürüsü de geminin peşinden ayrılmıyormuş.

Gemi hakkında duyduğum bu hikayeyi her hatırladığımda ürperirdim.Sonunda gemiye ne olduğunu hiçbir zaman öğrenemedim ama herhalde eve hiçbir zaman dönemedi.Sanırım, Buggery Adası ya da Devil's Tail Tepesi açıklarında bir yerlerde hala düzenli olarak günde iki kez orsa ediyor olmalı.

...

Bunların günahının ağırlığı, geminin suçlu gövdesini suyun dibine batırmaya yeter de artar bile.

...

Gruptan biri kaptanı, adama birkaç saatlik hürriyeti çok gören anasının gözü bir yalancı ilan ettikten sonra, "Ama masallarınla beni özgürlüğümden vazgeçiremezsin moruk.Sahildeki her çakıl kor ateş, her sopa bir şiş olsa; yamyamlar da adımımı attığımda beni şişe dizmeye hazır olsalar bile gideceğim" diye haykırarak yemin etti.

...

Herhalde Robinson Crusoe kumsalda ayak izine rastladığında, bu can sıkıcı keşif karşısında bizim ürktüğümüz kadar ürkmemiştir.İlk aklıma gelen, mümkün olduğunca hızla geri çekilip başka bir yönde ilerlemek olduysa da, patikanın nereye çıktığını öğrenme merakımız bizi bu yolu izlemeye yöneltti.Böylece, ilerledikçe daha da belirginleşen patika sonunda bizi bir uçurumun başına getirene kadar, yola devam ettik.

"Eh, peki" dedi Toby uçurumdan aşağı bakarak, "bu yolu izleyen herkes buradan atlıyor mu?"

"Sanmıyorum" dedim, "herhalde bir şekilde aşağı inmeyi beceriyorlardı; ne dersin, bir deneyelim mi?"

"Peki, söyle bakalım, uçurumun dibinde kırılmış bir boyundan başka ne bulmayı umuyorsun?Baksana bizim geminin ambarından daha karanlık görünüyor ve aşağıdaki şelalelerin gümbürtüsü insanın beynini paramparça eder."

...

Açlık en iyi sostur.

...

Altımızda akan suya varmaya sabırsızlandığım için daha fazla durup seyretmedik.Bastığımız yerin sağlamlığını ya da tutunduğumuz güçsüz ot ve dalların ağırlığımızı çekip çekmeyeceğine aldırmadan ve sık sık yerlerinde oynatıp düşürdüğümüz taş parçalarının yarattığı yankıyla vahşi sessizliğini bozarak, hatırladıkça içimi ürperten bir gözükaralıkla kendimizi koyağın derinliklerine attık.Kendi adıma, elimde olmadan tepeden aşağı yuvarlanıyor muydum, yoksa böyle dehşet verici hızla inmeyi ben mi seçmiştim, bir şey diyemeyeceğim.

...

Zorluklarla karşılaştığında bir insanın tam yol geri çekilmek, çoktan katedilmiş yolu düzenli bir şekilde gerisin geriye çevirmek kadar hor göreceği başka bir şey yoktur; hele de macerayı seven biriyse, denenmemiş zorluklardan elde edilecek bir umut kırıntısı bulunduğu sürece, geri çekilmek tarifi imkansız derecede iğrenç görünür.

...


Bir keresinde, Pasifik'teki bir kabilenin feci ahlak bozukluğuna örnek olarak, dillerinde fazilet anlamına gelecek bir kelime bulunmadığının gösterildiğini duymuştum.Temelsiz olmakla birlikte iddianın doğruluğunu kabul etsek bile, bu görüşe, aynı kabilenin dilinde, bizim medeni suçlarımızın sonsuz listesinin aktardığı pek hoş düşünceleri ifade edecek kelimelerin bulunmadığı hatırlatılarak karşı çıkılabilir.

...

Markizliler için uyku hayatın en önemli işi denilebilir, zira zamanlarının çoğunu Somnus'un (mitolojide uyku tanrısı) kollarında geçirirler.Bedenlerinin doğal gücünün en iyi kanıtı, dayanabildikleri uyku miktarıdır.Aslında yerlilerin çoğuna göre hayat, sık sık bölünen keyifli bir şekerlemeden başka bir şey değildir.

...

İnsanlığın bütün erdemleri medeniyetin tekelinde değildir; hatta bu erdemlerden medeniyetin payına çokça düşmemiştir bile.Bu erdemler, birçok barbar millet arasında daha bol bulunup daha güçlü şekilde gelişirler.Yabani Arabın misafirperverliği, Kuzey Amerika yerlisinin cesareti, Polinezya millerlerinden bazılarının sadık dostluğu, Avrupa'nın gelişmiş toplumlarındaki benzer özellikleri kat kat aşar.Doğruluk, adalet ve insan tabiatının daha üstün ahlak kuralları, eğer kanunlar olmadan var olamıyorsa, Typeelerin sosyal durumlarını nasıl açıklayacağız?Hayatlarındaki her ilişkide öyle temiz ve dürüstlerdi ki, onların karakteriyle ilgili en yanlış fikirlerle vadiye girdikten kısa bir süre sonra, kendi kendime şaşkınlıkla sormadan edememiştim: "Haklarında korkunç hikayeler duyduğum acımasız vahşiler, kana susamış yamyamlar bunlar mıydı?Bu insanlar birbirlerine karşı, fazilet ve merhamet üzerine makaleler hatmetmeden, ilk defa yüce ve asil İsa'nın dudaklarından dökülen o güzel duayı her gece okuyan birçok insandan daha iyi davranıyorlar ve çok daha insancıllar." Vadide birkaç hafta geçirdikten sonra, insan tabiatına önceden olduğundan daha fazla hürmet duyduğumu itiraf etmeliyim.Ama heyhat! O günden beri, bir savaş gemisinin mürettebatından biriyim ve beş yüz adamın alttan alta kaynayan ahlaksızlığı önceki teorilerimin hepsini neredeyse tersyüz etti.

...

"Roma'da Romalıların yaptığı gibi yapın."

...

Tüyleri mor ve gök mavisi, koyu kırmızı ve beyaz, siyah ve altın sarısıdır.Gagaları rengarenktir: parlak kan kırmızısı, kehribar karası ve fildişi beyazı.Gözleri parlak ve çakmak çakmaktır.Yıldızdan sürüler halinde havada süzülürler; fakat heyhat! Hepsinin de dili bağlanmıştır; vadide tek bir ötücü kuş yoktur!

Nedendir bilmem ama, kuşlar genelde mutluluğun elçisi olsalar da, bu kuşların görüntüsü beni her zaman hüzne boğardı.Ben yürürken, dilsiz güzellikleriyle etrafımda dolanırlarken ya da yaprakların arasından meraklı gözlerini bana dikerek bakarlarken bir yabancıya baktıklarını ve onun kaderini payaştıklarını bildiklerine inanasım gelirdi.

...

Zavallı ihtiyarın tüm çabalarına rağmen yüz kaslarının türlü biçimlerde seğirmesi ve buruşması, o anda yeniden boyattığı, ruhunun pencerelerini örten bu panjurların son derece duyarlı olduğunu gösteriyordu.Fakat yüreği askeri bir cerrah kadar nasır bağlamış olan sanatçı işine devam ediyor, yorgunluğunu vahşi bir şarkıyla hafifleterek, bir ağaçkakan neşesiyle deliyor da deliyordu.

...

Cansız nesnelerin, özellikle de kederli anlarımızda, hislerimizle bütünleşmesi tuhaftır.

...

Herman Melville
Typee Polinezya Hayatına Bir Bakış
Çeviren: M. Barış Gümüşbaş
Yapı Kredi Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder