"1895/1896'da Denizli'de doğan Hasan Feyzi Efendi'nin babası, Yüreğilli Bahçıvan Ömer Efendi, annesi de Ayşe Hanım'dır.Okul ve medrese yıllarından sonra muallim olarak vazife yapmış, bu arada tasavvufla ilgilenmiş, melamiliğe gönül vermiştir..Medresede Arapça dersleri vermiş, tasavvuftan feyiz almıştır.
Hasan Feyzi Efendi, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'yle görüşmeden on sene önce Risale-i Nur'larla buluşmuş, onları okuyup anlamış ve çevresinde de okutmaya ve öğretmeye başlamıştı.
Bilhassa 1944 yılı yaz ayında Hasan Feyzi Efendi, Üstad Hazretleri'yle sık sık buluşuyor, deryalar gibi coşuyordu.Fakat Üstad'ın mecburî ikamet olarak Emirdağ'a gönderilmesi, kendisini son derece üzmüştü.Üstadı Denizli'den ayrılırken, o ayrılığın verdiği hüznüyle yazıp otobüste kucağına attığı "Hicran" şiirinde şöyle diyordu:
Çekilip nur-u hidayet yine zindan olacak,
Yine firkat, yine hasret, yine hüsran olacak.
Yine sen, yaş yerine kan akıtıp ağla gözüm,
Çünkü hicran dolu kalbim yine hicran olacak.
Yine göç var diye Mecnuna haber verme sakın!
Yine matem, yine zâri, yine efgan olacak.
Açılan ol gül-ü tevhid, sararıp solsa gerek,
Kapanıp kâbe-i irfan, yine viran olacak.
Haber aldım ki yarın yad olacakmış bize yâr,
Ne büyük yâre ki, kimler buna derman olacak?
Bu büyük derd-i elemden kime şekva edeyim?
İşiten nâlemi, hep ben gibi nâlân olacak.
O şifa-bahş olan envarını sen çeksen eğer,
Bana kim nur verecek, kim bana Lokman olacak?
O temiz pak nefesin, âb-ı hayatı bu çölün,
Onu dûr etme ki her fert ona reyyan olacak.
Hele ol nur-u şerifin kime değmişse eğer,
Küçücük zerre de olsa, meh-i tâbân olacak.
O lütufkâr, o keremkâr eli öptükçe benim
Bu küçük kalb-i hazînim yine handan olacak.
Bab-ı feyzinden ırak olmayı asla çekemem,
Dahi nezrim bu ki canım sana kurban olacak.
Nazarın erse garip başıma ey nur-u Hüdâ,
Bugün artık bu hakir bendede umman olacak
Yine haksın, buna şahit yine Kur'ân olacak.
Kab-ı Kavseynden alıp dersimi bildim ki ayân,
O güzel nur-u bedi', mânevî sultan olacak.
Sakınıp, Feyz-i bîçareye bahs açma bugün,
Yeni baştan yine şeydâ, yine giryan olacak.
Bu lirik şiirden, bilhassa "Dahi nezrim (adağım) bu ki, canım sana kurban olacak" mısraından anlıyoruz ki, şehid Hâfız Ali gibi Hasan Feyzi Efendi de Üstad Hazretleri için ömrünü bağışlamış...
Üstad'ın Emirdağ'da zehirlenmesi haberi kendisine ulaşınca Hasan Feyzi Efendi, Emirdağ ile ilgili şöyle diyor:
"Ah, o Emirdağ! Biz onun nasıl bir dağ olduğunu hâlâ anlayamadık. Ondaki esrarı hâlâ çözemedik. O dağ hakikaten Emir Dağı mı? Yoksa Esir Dağı mı? O da bize bir dağ (dağlanmış yerdeki yanık yarası) oldu. O dağın vurduğu dağ yine bizi dağladı. Onun dağı bizi yaktı kavurdu. O dağ bizim dağımız üzerine binlerle dağ olup hepimizi dağladı, hüzün ve elem verdi. Ah, o dağ yüz binlerle kardeşin yetim kalmasını kasdetti. Hepimizi diri diri ateşlere yaktı. Hâsılı, o dağ seni harap, bizi kebap etti, Üstadım. Ona Emir Dağı değil, emerr (en acı) dağı ve ecel dağı demeli. Seni aramızdan alıp kendine ve içine çeken o dağa Emir Dağı değil, emen dağı demeli."
Gerçekten, Hasan Feyzi Efendi bu acılara dayanamamış, nezrine uygun yaklaşık iki yıl sonra vefat etmiştir.(13 Kasım 1946)"
Bu vefat hâdisesiyle alâkalı olarak Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri bir mektubunda şunları ifade etmektedir:
"Nur hakkında parlak fıkralarında, bu biçare kardeşine kendini kurban etmeye söz verdiğinden ve Nur vazifesini acele yapmasıyla istirahat âlemine gitti."
"Merhum Hasan Feyzi kardeşimiz, aynen şehid merhum Hâfız Ali misillü, bir mektubunda dediği gibi 'Dahi nezrim bu ki, canım sana kurban olacak!' dediğini tasdiken Üstad'ına bedel, şehid kardeşi büyük Hafız Alinin yanına gitmiş. Bu zat-ı zülcenaheyn, ehl-i kalb ve gayet yüksek bir ehl-i ilim ve hakikat, otuz sene muallimlik perdesi altında imana hizmet etmiş ve on seneden beri Risale-i Nuru elde edip, gizli perde altında çalışmış. Sonra da iki sene zarfında doğrudan doğruya Risale-i Nur'un yüksek hikmetlerini ve kemâlatını çekinmeyerek ruh-u caniyle herkese ilan etmiştir."

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder