Babam, güçsüzleri korumanın da ödevlerimden biri olduğunu daha yeni söyledi.Kendini savunamayacağı bilinen birine vurmak iğrenç bir şey.Brosius aşağılık bir herif.
...
Ferd'e hayran kalıyorum.Babamın düşlerine giren parlamentoya bile saygısı yok.Ailemin, adı anılınca selama durduğu ya da sustuğu ne varsa hepsini hor görüyor.
...
Yalnız din dersiyle arası iyi değildi.Sık sık kalkar, "Ben buna inanmıyorum," derdi.Bu, Kenan Eli'ndeki mucizelerden biri ya da Efendimizin Petrus'a, "Kılıcını kınına sok..." demesi olabilirdi.Sıcaktan bunaldığımız bir gün, sıkıntıdan kutsal sakal resimleri çiziktirerek İsa'nın çarmıha gerilişini ezberlemeye çalışırken, tıknefes öğretmenimize şöyle sordu: "Peki, İsa dirildikten sonra neden göğe çıktı?Neden yeryüzünde kalmadı?Kalsaydı daha iyi olmaz mıydı?..Böyle konuştuğu için adamakıllı azarlandı.
...
Örnek bir çocuk.Yazık ki babasının garip düşünceleri var.Neden onları kendine saklamaz?
"Herkes senin gibi değil..." dedi annem, babama dik dik baktı.
"Rica ederim" diye bağırdı babam, "bu kadar ileri gitme.Gerçi bugün olup bitenlerin çoğuna ben de katılmıyorum ama sesimi çıkarmıyorum.Kayzer'in olanı Kayzer'e veriyorum.Ben görevimi yapıyorum!Ben memur adamım!Dünyayı düzeltmek bana mı kaldı..."Sonra odasına çekildi, yeşil ışığın altında pullarına daldı.
...
"Ben bu düzenin aşağılığını, soygunculuğunu açıklayarak yalnızca kemiriyorum onu.Çökmesi kendiliğinden olacak."
...
"Belki" diyor Bay Silberstein, "yaşamak kötü bir alışverişten başka bir şey değil.Ama biz, bize verilenlerin karşılığını iki-üç katıyla ödedik.Kimseye borçlu değiliz.Kim bize iyi davrandıysa, biz ona çok daha iyi davrandık.Kitabımızın buyurduğu gibi.Evet, kitabımız buyurur!" Bay Silberstein görünmeyen biriyle hesaplaşır gibi kollarını kaldırıyor.
...
Karısı Tanrı'dan, Tanrı'nın yarattığı düzenden söz açınca, Kremmelbein çekmeceden istatistiklerini çıkarır, yarattığı düzen bu ise Tanrı'ya karşı olduğunu söylerdi.Karısı, dinsel inançlarıyla kocasının kesin kanıtları arasında bocalardı.Hiçbir zaman kesin bir seçme yapamadı.İyi bir anneydi.
...
Babasından kalan eski not defterlerini su gibi ezberleyerek devlet sınavını da başardı.Başarısı oldukça iyiydi üstelik; çünkü bütün aptal kimselerde olduğu gibi onda da bellek gücü vardı.Kendi düşünceleri olmadığı için, yirmi kez okuduğu her şeyi belliyordu.Başkalarının kendi ürünlerini doldurdukları boş bir ambar gibiydi kafası.Önünde gireceği bir sınavı olduğu sürece pek yumuşak başlıydı Persius...Kendisine ne sorulursa sorulsun "Hay hay" yanıtını verir, bir şey sormadan önce saygıyla eğilerek izin isterdi.Saygısı öylesine aşırıydı ki, çenesi düşük bütün memur karılarının sözlerini sonuna kadar dinler, anlattıkları incir çekirdeğini doldurmaz şeyleri büyük bir ilgiyle gülümseyerek izlerdi.Erkekler konuşurken susardı.Kendi düşüncesini başkalarından öğrenirdi.Düşüncesi sorulunca, soran kimsenin düşüncesini tıpatıp yinelerdi.Pek sevilirdi bu yüzden.Herkes onun iyi bir devlet memuru olacağına inanırdı.
...
Bugün, annemin, çağdaşı olan pek çok kadın gibi, burjuva yaşayışının bıkkınlığından kaçarak, gerçeklerin iğrenç gürültüsünün erişemeyeceği bir güzellikler, soylu hüzünler dünyasına sığındığını biliyorum.
...
"Kızlar bunu parasız da yapar mı sanıyorsun yoksa.Kazançları, namuslu kalmalarına yetmeyecek kadar az."
...
Halan böyleydi.Kimsenin bir diyeceği yoktu.Gülünç iyimserliklerinden, ülkelerarası özel, içten bir posta kartı ilişkisi yüzünden Avrupa'daki gerçek gerginliği gözden kaçıran kimi aydınların kısır görüşlülüğü yansıyordu.O zaman bunu kavrayamamıştım, ama Waimar'lı halamın bir posta kartına dayanarak savaş çıkmayacağını savunduğunu sezmiştim.
...
Tren, Baden'in ekin yüklü tarlaları içinden akıyordu.Bütün köyler, kasabalar şenlik içindeydi.
Gözlerim kamaşıyordu.Dünya değişmişti.Savaş dünyayı güzelleştirmişti.
...
Offenburg'ta ikindiye kadar bekledik.Yollar askeri trenlere verilmişti.Atlı birlikleri, ağır topçuları gördüm.Annem tren boyunca koşuyor, istasyon kitapçısından aldığı kitapları askerlere dağıtıyordu.Yazık ki bunların hepsi eğlendirici romanlardı.Ama subayların hepsi, ciddi durumlarda okumak için sırt çantalarına "Faust"u koyduklarını söylüyorlardı.
...
O zaman Ferd beni avutmak ister gibi konuştu: "Öldüğü iyi oldu.Babam onun tam vaktinde ölen insanlardan olduğunu söyledi.Leo artık yaşamamalıydı.Savaş boyunca aşırı duyarlılığı yüzünden çok acı çekecekti."
"Ah," diye yanıt verdim, "ne yazık ki şimdi, insanlar birbirlerine karşı iyiyken öldü.Oysa artık Brosius'tan bile korkmayacaktı."
"İnsanlar iyi miymiş?" Pis pis güldü Ferd."Kucaklaştıkları, hep birlikte türküler söyledikleri için mi böyle düşünüyorsun?Önce ben de öyle sanmıştım.Ama babam onların neden böyle iyi, el ele göründüklerini bana anlattı.Nefretlerini başka uluslara karşı kullanmak zorundalar da ondan.Bunu anlamıyor musun?Eskiden tek tek insanlar kötüydü, şimdi ise uluslar.Dün Brosius'la Silberstein, Persius'la Kremmelbein savaşıyordu.Bugün ise Ruslarla Avusturyalılar.Almanlarla Fransızlar.Aynı şey.
...
Akşam okulda bulunmamız gerekiyordu.Müdürümüz bir tören düzenlemişti.Yarın yedek yüzbaşı olarak birliğine katılacaktı.Tören, toplantı salonunda şükran ilahisi ile başladı.Sonra Kalmuk, Hugo v. Kleist'ın "Germenya'nın Çocuklarına" adlı şiirini okudu."Öldür, yeryüzünde seni yargılayacak güç yok..." dizesini, sözcüklere şehvetle basarak okudu.Okul orkestrasının çaldığı bir parçadan sonra müdürümüz konuştu.Bir sözü aklıma takıldı: "Sonunda barışın uyuşukluğu bitti.Artık çetin zamanlar başlıyor.Bize bugünleri gösteren Tanrı'ya şükredelim."
...
Herkesin hizmetine koşardı.Ancak bir şeyle uğraşırken güvenlik duyardı.Çirkinliğini alçakgönüllülükle karşılamaya uğraşıyordu.Okulumuzda parasız okuyordu.
...
"Artık sizinle oynamaya vaktim olmayacak zaten.Belki de durumumuz böyle sürüp gitmeyecek; çünkü işler bildiğimiz gibi değil.Babamın dediğine bakılırsa ölenler kahramanlardan daha çokmuş."
...
Dönünce kadınla bahçede oturdu.Şarap içip türkü söylediler.Söyledikleri türküyü Kathinka!dan duymuştm: "Anamla babamın mezarındaki çimler, en güzel yerim benim yeryüzünde." Ben, kadının on beş yaşındaki kızı Mienchen'le domino ya da ünlü ordu komutanlarının resimleriyle bezenmiş kağıtlarla iskambil oynuyordum.
...
Artık savaştan değil, yalnız açlıktan konuşuluyordu.
...
Profesörler, kırtasiyeciliğe boğulmuş bir öğretim kuruluşunun kuleleri gibi yükseliyordu üzerimizde.Biz açlık çeker, ders aralarında birbirimizin ekmeğini çalarken, onlar bizi Latinceden, Grekçeden değerlendiriyorlardı.
...
Öğretmenimiz bugün daha da kamburlaşmıştı.Başını öne uzattığını; parmağını boşluğa, sanki orada büyük, pelteleşmiş bir yalana sertçe batırdığını gördüm.Yüzü güzeldi; karşımızda, yukarımızdaydı.Binlerce acıdan örülmüş bir çelenkle bezenmiş gibiydi.Bugün bile sevdiğim, varlığımızı uyaran o pürüzsüz sesi, sağlık dolu bir rüzgar gibi esti üzerimizden.
"Düşmanı yendik!" diye bağırdı, yardım çağırır gibiydi."Vaux'ya girdik!" "Vaux nedir?" "Bir ad, bir tepe, yeryüzünde bir siğil..." "Yendik!" "Bayraklae asılsın!" "Bayram edilsin!"
Veremli müzik öğretmeni boru çaldı.
O sırada bitkibilim öğretmenimiz setresinin cebinden büyük bir kağıt çıkardı.Kurbanlıkların gözlerine bağlanan bir bez gibi havada salladı.Okudu.Okudu.
Ölüler...Ölüler...Ölüler...Son haftalarda Verdun önlerinde can veren kentlilerimizin adları.Korkunç, büyük bir geçit töreni.
Ansızın biri bağırdı yanımda.Becker'di bu.Babasının adı okunmuştu.Büyük bir altın saat gördüm.Tam karşımda, durmadan gerilere doğru uzaklaşıyordu."Vaux!" diye bir inilti yükseldi kürsüden, "Vaux..." Sonra bir hıçkırık."Yendik." "İşte karşılığı!" Ölülerin listesini bir daha okudu.
Öğretmenlerin sarardığını gördüm.Aramızda fısıldaşanlar vardı.Öğretmenimiz geri dönemezdi artık.O etkili sesiyle durmadan konuşuyordu; artık kendisi için zafer şenliklerinin bittiğini, burada kendisine emanet edilen körpecik insanların karşısında türküsünü söylemeye zorlandığı savaşın yıkıcı, ağulu etkilerini görmek için sokaklardan şöyle bir geçmenin yeteceğini söylüyordu.
"Hayır! Hayır!" diye bağırdı."Ben bunu yapmayacağım!" Hesap ettim, bugüne kadar Verdun önlerinde 100.000 ölü verdik."
Elindeki yitik listesini salladı.
Sonra birdenbire sahneden aşağı atladı.Arkasından kürsü devrildi, bardaktaki su döşemeye döküldü.Sıraların arasından koştu."Çocuklar!..Çocuklar!.." diye haykırıyordu.Salonun ortasına gelince kollarını alabildiğine açtı.Hepimizi içine kapatan büyülü bir çember çizdi "Siz de yapmayın!" "Siz de yapmayın!"
Başlarımızı eğdik.
"Söz verin!"
Başlarımızı kaldırıp bakıştık.
O anda, sağdan beden eğitimi öğretmenimizimn geldiğini gördüm.Yüzü öfkeden şişmiş, kızarmıştı.Arkadan müdürün koluna yapıştı, onu hızla çekti.Gerileyerek açtığımız yoldan, hepimizin önünden döve döve kapıya götürdü."Yürüyün!" diyordu ıslık gibi."Siz ne yaptığınızı bilmiyorsunuz." Sonra kamburuyla ensesinin arasına yine iki kez vurdu.
Müdür direnecek gibi oldu, ama onun yüzünü görünce büzüldü kaldı.Kapının önünde yere düştü.Beden eğitimi öğretmeni onu tuttu, bir bohça gibi kaldırıp dışarı çıkardı.Bütün bunlar biz ne olduğunu anlamadan, göz açıp kapayıncaya kadar olup bitmişti.
Din dersleri öğretmenimiz kürsüden hım hım konuştu: "Susun!" Müdürümüz çok üzücü, ruhsal bir bunalım geçirmişti.Evimize gitmeki, ölçülü davranmalıydık.Okulun yönetimini şimdilik o almıştı üstüne.
Ama zafer şenliği hiç yapılamadı.Çünkü iki gün sonra, çabucak toplanan disiplin kurulunca görevinden uzaklaştırılan müdürümüzün ruhsal durumu bir sanatoryumda incelenirken Vaux gene Fransızların eline geçti.
...
1902 Doğumlular
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder