...
Dostoyevski gibi, Proust gibi ya da ne bileyim Thomas Bernhard gibi hasta değilsek eğer, roman yazmamıza hiç ama hiç gerek yok.Bize sadece tecrübe yeter.Tecrübeli yetişkinler, tecrübeli ihtiyarlar ve nihayet tecrübeli ölüler olalım biz.Yalancı tedavilere ihtiyacımız yok!
...
Kafamın içinde bir Kirillov varsa bile, bu bilgeler karşısında utanıp sus pus oluyor, derinlere kaçıyordu.Kirillov intiharı düşünecek olsa, babam karşısına çıkıp perdeler, diyordu, perdeler güzel olmuş aslan parçası.
Böyle sıradanlıklar işte...Bir genç adam olarak ben, geceyi böylesi sıradanlıkların pençesinde geçirdiğim ve olup bitenlerden dişe dokunur tek bir düşünce bile çıkartamadım.Konuşup durdu babam, uzun uzun avukatla görüşmesini anlattı.Avşa'nın bilmem neresinde bir arazi varmış, babam on iki ortaktan biriymiş, ama hissesini satamıyormuş falan filan.Onur da ilgiyle dinliyor ve sordukça soruyordu.Babam "arsa" dese, "Nasıl bir arsa?" diye yapıştırıveriyordu soruyu.Kimdi bu ortaklar?Hemen öğrenmek istiyordu Onur, çok da umurundaymış gibi.Sonra uzun uzun Avşa'dan , adanın toplumsal dokusundan, tarihinden bahsetti babam, pek azını dinleyebildim.
Onu bir roman kahramanı olarak düşünmeye çalıştım, olmadı.Şurası bir gerçekti ki babamın hiçbir trajedisi yoktu.Hatta insanların dönüp bakacağı ufacık, sıradan bir çelişkisi bile yoktu, sadece birtakım istekleri, tasarıları ve aptalca fikirleri vardı.Onur'u bunlarla oyalayabilirdi belki ancak hiçbir ciddi okuru oyalayamazdı.Acaba, diye düşündüm, Goriot Baba'yı benim babamdan ayıran nedir?Belki de hayati bir soruydu bu.Ancak bu soruya cevap verebilmem için onu, yani Goriot Baba'yı biraz olsun tanımam gerekiyordu.Ne var ki Balzac buna müsaade etmemiş, beni Madam Vaquier'nin pansiyonuna tıkıvermişti.Hemen içeri, odama gidip kitabımın başına oturma, Madam Vaquier'yi bir kalem geçip doğrudan Goriot Baba'yla karşılaşmak istedim.Mümkün değildi.
...
Ofisteki son yarım saatimi çaktırmadan Yurdaer'i seyrederek geçirdim.Büyük bir ciddiyetle önündeki çeviriyi okuyor, bazı kısımların üstünü çiziyor, sayfanın kenarına çizgiler çekip sözcükleri yerli yerine koyuyor, sonra da onları daire içine alıyordu.Çizgiler, sözcükler, daireler, hepsi yerli yerinde...Ancak demek ki o sakin bakışların ardında bir romanın yazılmamış üçte birlik kısmını düşünen endişeli bir ruh dolaşıyordu.Ne olacak, diyordu, nasıl çıkacağım bu labirentten, benim romanım (üzerinde henüz adımın bile yazmadığı o roman) nasıl olup da nefes kesici bir esere, tamamlanmış, bütünlüklü, mükemmel bir esere dönüşecek?Nasıl olup da efsanevi bir yaşama hak kaanacağım ben?Nasıl olup da Dostoyevski gibi bir dev olacağım -daha doğrusu Tolstoy gibi? Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar, işte geliyor Yurdaer, büyük fikirlerin ve büyük anlatıların ustası.Bir gün böyle diyecekler mi benim hakkımda?
...
Yurdaer kısa serzeniş konuşmasını yaparken gözlerimi kaçırmaktan kendimi alamadım.Bana olan samimi ve haklı kızgınlığını açıkladığı o birkaç dakika boyunca bakışlarımı karşımdaki kitap raflarının arasında gezdirip durdum.Hep adını duyduğum ve okumak istediğim birtakım yazarlar...Carlos Fuentes, Philip Roth, Nahit Sırrı Örik...Yurdaer cümlelerinin arasında durduğunda onu onaylarcasına başımı sallıyor, hatta belli belirsiz, evet öyle, gibi şeyler diyordum.Şimdi düşünüyorum da, galiba Yurdaer de konuşurken gözlerimden ziyade arkamdaki kitap raflarına bakıyordu.Sanki ikimiz de kitapların arasında kaybolup odayı sessizliğe boğmak istiyorduk.Ancak yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu; insan olarak varolmanın işkencesine katlanmak durumundaydık.Birer kitaba dönüşmemiz en azından şimdilik mümkün görünmüyordu.
...
Ancak ben, diye bitirdi sözlerini, bazen karşımda gerçek bir dünya bulamıyorum.
Sustuk.Bu derin düşünceler için bir dakikalık saygı duruşunda bulunmalıyız, diye geçirdim içimden.Derken ruhum derin endişelerin saldırısına uğradı; hani neredeyse bir genç adam gibi ürperdim.Alaya aldığım bütün bu düşüncelerin fevkalade ciddi, hatta hayati olması ihtimali beni altüst etti.Karşımızda gerçek bir dünya bulamıyor muyduk acaba? (Ne demekti ki bu?) Gerçek dünyayı aldılar mı elimizden? (Güzel bir soru.) KİM aldı peki?Nereye götürdü?Mesela Onur...Onur gerçek bir dünyada mı yaşıyor?Biz onunla gerçek bir dünya hakkında konuşabiliyor muyuz?Yürüyüş gerçek mi?Yürürken ayaklarımızı gerçek bir dünyaya basabiliyor muyuz?Ayaklarımızla da olsa temas edebiliyor muyuz dünyaya, dünya denen şu kara parçasına?
...
Aslında biz, diye düşündüm, roman ruhunun peşinde iki kayıp romancıyız.
...
Yaptıklarımızla ilgileniyorlar, yapamadıklarımıza hiçbir kıymet vermiyorlar.Üçte ikilik roman yazanlara on puan...Roman yazıp bir güzel çöpe mi attınız?On puanınızı tutmakla kalmıyor, bu cesur eyleminizden dolayı efsane katsayıyısıyla çarpıyoruz, iki çarpı on, ediyor size yirmi.Roman yazıp ölene kadar sandıkta tutanlara üç çarpı on.Uğraşıp didinip tek satır bile yazamayanlardansanız eğer, üzgünüz, bütün puanlarınızı sıfırla çarpıyoruz.Bu bozuk düzene isyan edesim geliyor ey dünya.Lütfen çabalarımız gözardı edilmesin.Roman yazamamakla muhasebeci olamamak nasıl aynı puan olur.Yurdaer?Sayın Maurice Jacquet, yapılan haksızlığı gözlerinizle gördünüz, değerlendirmeniz nedir?Kitabımı dikkatle okuyunuz Mösyö Selim, her şey açık ve seçik biçimde belirtilmiş orada.
Sayın Maurice Jacquet, sizce bir romancı ateşin içinden geçebilir mi?Lütfen en kısa zamanda yanıtlayınız.(Lütfen yanıtınızda Tolstoy'dan, Proust'tan ve Dostoyevski'den örnekler veriniz.) Anlaşılır bir dille yazınız, açık olunuz.Açık açık söyleyiniz Sayın Jacquet, her şeyin sonuna mı geldik, her şeyin ötesine mi geçiyoruz, yoksa her şey aynı mı kalacak?Yurdaer felsefeci olacakmış, öyle dedi bana rakı içerken, Amerika'da doktora yapacakmış, bir açıdan sevindim, demek ki henüz felsefenin sonuna gelmedik.Tabii benim için artık çok geç, felsefeci filan olamam.Olmak ister miydin, diye sorsanız, cevabım evet olmaz, hayır da olmaz, cevap vermek istemem böyle sorulara.Ama şunu söyleyebilirim: Büyük düşüncelerim olsun isterdim Sayın Jacquet, büyük düşüncelerim büyük hadiselere yol açsın isterdm.Ama artık umudum kalmadı.Neden derseniz, büyük düşünceler hadiselere yol açmıyor artık, hadiseler kendiliğinden gelişiyor, düşüncesizce...Tamam, belki biraz düşünce vardır, ama fazlasına gerek yok, azıcık düşünceyle büyük hadiseler meydana geliyor.Düşünceleri yeterince hissedemiyoruz, ama hadiseler başka, onları iliklerimizde hissediyoruz, bazen bizi öldürecek kadar da güçlüler, ama düşünceler öyle değil, düşünceler cılız ve zayıf.Dayanmak zor, Maurice, dayanmak zor.
...
Kerem Eksen
Buradayız
Roman
Alef Yayınevi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder