Apartmana bizimle birlikte güvensizlik de taşınmıştı.Anneme göre apartmanımızdaki bir gizin -Johnnie'nin aşırı kalabalık yatağının varlığı iyi bir şey değildi.Öte yandan ben, hamileliğinin sonan gelmiş kadının bahçede ya da mutfakta sürünmesi karşısında müthiş bir korkuyla doluyordum.Hep, yere yığılıverecek, çığlıklarını duyacağız, mutfağa koşup onu kanlar içinde bulacağız diye ödüm kopuyordu.Çığlıklar, yeni doğmuş bebeğin çığlıkları olacaktı ve Frau Lischaka, ölmüş bulunacaktı.
---
Bugün, gevezeliklerimizin tek bir tümcesini, hatta bir hecesini bile tekrarlayamam.O sözler, kalkerli topraklar üzerinde yaptığımız yürüyüş sırasında akan sular gibiydi; toprakların içine aktı ve iz bırakmadan kayboldu gitti.
---
Her şeyden önemlisi, Veza'ya yaptığım bu ziyaretler sırasında, gördüğüm duyduğum her şeyin, daha önce bildiklerimden farklı olduğuydu.Yakın geçmiş, eridi gitti; benim tarihim yoktu.
---
Veza'nın koyduğu sınırlar aşılmazdı, çünkü bunlar kederden oluşurdu.Kederini durmadan beslerdi o; her acıya karşı duyarlıydı, yeter ki başkasının acısı olsun.Bir başkasının aşağılanması, bu kişi kendisiymiş gibiüzerdi onu.Ona yalnız üzülmekle kalmazdı; aşağılanan kişiyi övgü yağmuruna, armağan yağmuruna tutardı.
Üzüntüler geçtikten uzun süre sonra da yaşardı onun içinde.Keder dünyası uçurum gibiydi, bütün haksızlıkları bu uçurumda saklardı Veza.Çok gururluydu, gururu kolayca yaralanabilirdi.Ama aynı hassaslığı başkalarına da tanır, kendisini, onun korumasına gereksinimi olan, asla unutmayacağı hassas insanlarla çevrili olarak düşlerdi.
---
Berlin'den kendimi kesinlikle koparmakla dış dinginliğe kavuşmuştum, ama geride bırakılmış bir cennete dönmüş sayılmazdım.Kafamda bir yığın soru vardı, bir sürü kuruntu, kuşku, gelecek felaketlerin korkusu aklımı kemiriyordu, ama aynı zamanda ayağımı sımsıkı basacak yeri bulmak, olayları çözümlemek, yönlerini saptamak, böylece onları iyice anlamak yönünde de inanılmaz ölçüde güçlü bir kararlılığım vardı.Berlin bir kenara atılabilirdi.Gece olsun, gündüz olsun, durup dururken her şey ansızın su yüzüne çıkıyor, beni altarının ayrıntıları odamın duvarlarında asılı duran Grünewald'ın resimlerindeki şeytanlar gibi, iekilden şekle sokuyordu.Kendi kendime itiraf etmek istediğimden çok daha fazla yük yüklenmiştim anlaşılan.Çok moda olan basotırmak sözcüğü benim için yaratılmış değildi.Hiçbir şey bastırılmıyordu, her şey, her zaman, aynı anda oradaydı, sanki insan onları elleriyle yakalayabilirmişçesine capcanlı duruyorlardı.Kabarıp alçalmaları benim elimde olmayan dalgalar, önümde birbiri ardına yükseliyor, dilediklerini su yüzüne çıkarıyorlardı; sonra bir başka dalga gelip onu götürüyor, anında bir başkasını bana gösteriyordu.İnsan bu okyanusun enginliğini ve doluluğunu, insanın tanıyıp bildiği canavarlarla kaynadığını hep hissediyordu.İşin ürkütücü yönü, her şeyin bir yüzünün bulunmasıydı, bunlar gözünüze gözünüze bakıyor, ağzını açıyor, bir şeyler söylüyor ya da söylemek üzereymiş gibi duruyorlardı.Sizde gerçekleştirdiği çarpıklıklar hesaplı kitaplıydı, bilerek yapıyorlardı, size, kendinizle işkenc ediorlardı, size gereksinimleri vardı, ve siz, kendinizi teslim olmak zorunda hissediyordunuz.Ama teslim olma gücünü bulduğunuz anda, yoğunluk açısından bundan aşağı kalmayan başka talepler, onları sürükleyip götürüyordu.Bu, böyle devam ediyordu; her şey yeniden, yeniden görünüyor, hiçbir şey birden kapıp koparmanıza yetecek süre olduğu yerde kalmıyordu.Ellerinizi, kollarınızı uzatmanızın bir yararı yoktu, ellerinize sığmayacak kadar çoktular ve dört bir yana dağılmış durumdaydılar; bunu yenmek olanaksızdı, içinde kendinizi yitik hissediyordunuz.
---
Her karaktere ad olarak bir harf verilmişti, kişinin kafasını kurcalayan şeyin ya da egemen özelliğinin baş harfi, W, isze sözünü ettiğim bu Wahrheitsmensch'i (Doğrucubaşı'yı) simgeliyordu.Ph, Phantast'ın (Hayalci'nin) simgesiydi: Bu kişi, yeryüzünden kaçıp kurtulmak, uzaya gitmek istiyordu; aklı, tümüyle bunun bir yolunu bulmaya çalışıyordu; duyduğu yoğun leşfetme hırsı, burada görülebilecek her şeye karşı bir hoşnutsuzluk beslemesine neden oluyordu.Yeni ve inanılmaz şeylere duyduğu istek, dünysasal şeylere karşı duyduğu tiksintiyle besleniyordu.
Kulaktaki Meşale-Bir Yaşamın Öyküsü
Elias Canetti
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder