Her kuşun bir iklimi, bir
mevsimi vardır ya, o iklim ve mevsim üstü bir varlıktır. Ne göç eder ne
de sadece bir mevsimde görünür.
Kırlar kadar şehirler, köyler kadar kasabalar, bahçeler kadar bostanlar, yol kenarları kadar su başları, metro istasyonları, havaalanı çatıları, hasılı hayatın ve insanın sığdığı, sığındığı her yerde gölgesi vardır. Lakin, koca dünyamız, beyhude ömrümüz, eğip bükmeye, evirip çevirmeye, doymak bilmez iştiha ile şehirler yanına şehirler, kentler üstüne gökdelenler dikmeye çok düşkün insan soyu, bu tutumuyla ona da çoktan zarar vermeye başlamış. Geçenlerde gazetelere yansıyan haberlere göre sayıları hızla azalmaktaymış. ‘Dostlar azalıyor’ başlığını taşıyan haber vardı gazetelerin birinde. Bir babaç (erkek), o ince tırnakları ile bahçe çitine konmuş, hafifçe gagasını aralamış, kalın boynunu içe çekmiş, kuyruğunu da geriye öylesine uzatıvermiş… Dostça nazar ediyor dünyaya anlayacağınız.
‘Koca binaların yanındaki küçük çalıların içinden ya da pencerenizin önünde öten, baharı insanlara duyurmaya çalışan serçeler her geçen gün azalıyor. Doğa Derneği, son 3 yıldır, onların yok oluşuna dikkat çekmek amacıyla 20 Mart Dünya Serçe Günü kapsamında etkinlikler düzenliyor. Doğa Derneği, bu yıl da tüm doğa gönüllülerini, serçeleri saymaya ve Türkiye’nin kuş gözlem verilerinin toplandığı Kuşbank veritabanına (http://kusbank.org) üye olarak serçe kayıtlarını burada toplamaya davet ediyor.’ Bu kısa haberi okurken bir yandan gülümsemedim değil. Belli ki haberi yazan muhabir ne serçeyi biliyor ne de kuşları. Gerçi onları dost olarak nitelemek gibi bir güzellik de düşünmüş. Bu ayrı. Lakin koca binalar, küçük çalılar, pencere önleri, hele baharı insanlara duyurma misyonu kelimenin tam anlamıyla boşlukta, serçenin ruhundan uzakta… Çalıda ne işi var serçenin? Pencere önleri ise başka.
Bilmezler ki o ilkin mevsim ve iklim üstüdür. Hem kışın hem baharın, yaz kadar sonbaharın da hakimidir. Hiç değişime uğramamış cüssesi, özenilesi bir içgüdü ile o yavrudan bu yavruya aktarılan sekiş kabiliyeti, yem bulma ve beslenme becerisi, belki de asıl önemlisi savaşmayı hiç sevmeyen engin barışçılığı ile o bambaşka bir evrendir. Hiçbir zaman bir martının, bir karganın, bir şahin veya atmacanın savaşçılığını göremezsiniz. O adeta sadece kendisini korumaya ve yaşatmaya adanmıştır. Ürkektir. Çabuk doyar. Çok uçar. Yorulmaz. Yormaz. Eğer çarpan bir yüreğe, eğer merhamet ve inceliğe ve eğer insan kalbinin bir kuş haline bürünmüşlüğüne bir isim vermek gerekseydi onun adı serçe olurdu. Zaten bir kişi kalbinin kuş gibi attığını söylüyorsa bilin ki serçeyi işaret ediyordur. Ölümde bile, iyiler onun teni kadar hafiflemez mi?
Eski Osmanlı mutfağında, özellikle padişahların serçe etine gönül düşürdükleri sır değil. Taşrada da çoluk çocuğun, yaramazın haylazın gözü serçededir. Yetişkinlerin pek umursamadığı serçe, çocuklar için çoktan hayat baloncuklarına dönüşmüş, yakalayıp kovalamanın merkezi olmuştur. Ama o kadar değil. Serçe, neredeyse daha hilkat günlerinden beri insanla beraber olduğu için onun huyu kadar tıynetini de biliyor olmalı ki, kendisince nitelikler kazanmış, döne seke, uça kona çareler üretmiştir. O sebepten zordur serçeyi yakalamak. Uçtukça, kaçtıkça çocuğun adrenali yükselir, yemin oranı artar, tuzağın rengi değişir, taşın, sapanın hızı artar. Nafile, çok kere nafile. Serçe, gücünü o çevik sekişinden ve uçucu kaçışından alır. Kışta, kar ortasında, yaz sıcağında su başında tedbiri hiç elden bırakmaz. İnsan kadar diğer canlıların ne yapacağı hiç belli olmaz. Bunu bilmiştir. Öğrenmiştir evvelden.
Serçeler en çok sonbaharda düğün yaparlar. Kışın sert günleri atlatılır, baharın vaadi geçiştirilir, yazın nimeti nimet bilinir fakat sonbahar hasadının kimseye görünmeyen tohumları onların bayramı olur. İşte o zaman sararmaya yüz tutmuş kavak gölgelerinde, harman yerlerinde, bozulmuş ekin tarlalarında, bağ ve bahçelerde serçe gününü gün eder. Bölük dalga dolaşmaya, sanki gövde gösterisi yapmaya koyulur. Hemen her yemi arayıp bulmasında, onu deşip çıkarmasında kendisine özgü temizliği de vardır. Temiz kuştur. Yıkanmayı, çırpınmayı... Dalıp çıkmayı sever. Bir su birikintisine, bir çeşme başında, o ürkek ve kaçkın haliyle, biraz da etlenmiş gövdesiyle dönüp çırpınan, su içip yıkanan serçeyi izlemeye doyum olmaz.
Doğa Derneği, serçelerin sayımını yapmayı ne kadar başarır bilinmez ama, serçelerin geleceği biraz da bizim hayat kalitemizle bağlantılı olmalı. Kimsenin umursamadığı, rakip görüp kişelemediği, sesini duyduğunda bunun zaten normal bir varlık gibi yanından geçip gittiği serçe, oysa tam da yaşamanın efekti, merhamet ve sevginin simgesi, varlık ile yokluğun dengesi, gözün cambaz oyuncusu hatta balkonun ve pencerenin sorgusuz ortağıdır. Bir kez olsun serçelerin şarkısı hepten silinip gittiğinde, şehir ve tabiat kuşlardan çalınıp zalimlerin eline geçtiğinde ne olur, ne olmakta, onu düşünmek gerekir. Onu duymak beklenir.
Ömer Erdem
29.03.2014
Zaman Gazetesi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder