10 Nisan 2016 Pazar
no robots, yunghan chang
9 Nisan 2016 Cumartesi
içerdeki kedi, william s. burroughs
Ed'in boş mama kabının görüntüsü...Oturma odasındaki küçük bir kaptan yerdi sürekli.Ed'in kenarlarında yeşil süslemelerin olduğu küçük beyaz mama kabı hala oturma odasında bir rafta duruyor, sağında solunda kurumuş kedi mamaları var.
Eski Mısırlılar kedilerini kaybettiklerinde yas tutar ve kaşlarını tıraş ederlermiş.Bir kediyi kaybetmek neden başka birini kaybetmek kadar dokunaklı ve yürek parçalayıcı olmasın ki?Küçük ölümler ölümlerin en üzücüsüdür, maymunların ölümü kadar üzücüdür.
Toby Tyler son nefesini veren maymunu kolları arasına alıyor.
Yaşlı çiftçi bitmemiş duvarın yanında duruyor.
Bu resimler eski kitaplardaki gravürler.
Kitaplar ufalanıp toza dönüşüyor.
İçerdeki Kedi
William S. Burroughs
dünyaya, can ozan
Dünyaya
Söz-Müzik: Can Ozan
Vurmalıyım kendimi rahatça
Beynimden geriye kalan bir küçük parça
Sarmalıydı ruhumu yavaşça
Sandım ki yeniden farklı bir amaçla
Gelirim dünyaya
Dünyaya
Yalnız ve kapkaranlık gölgem
Bilmem ne kadar sürer ki ölmem
Bir saniye mi onda biri mi
Dünya cesaretin bu kadar mı
Söyle ölsem biri ağlar mı
Sindir beni de al toprağına
Dünyaya
Can Ozan
kireç ocağı, thomas bernhard
Çalışma: Emmanuel Viard |
...Çocukluğuna bakarken bir felakete bakar gibi oluyormuş, nereden bakarsa baksın, çocukluğuna bakmak bir felakete bakmaktan başka bir şey değilmiş, tıpkı cehenneme bakmak gibi.Ne zaman çocukluğuna bir kapı açsa, zifiri karanlığa kapı açmış oluyormuş.İçeriden gelen tek şey soğuk ve insafsızlıkmış.
---
Bütün bu hastalıklar ilk etapta, organik izlenimi uyandıran ruh hastalıklarından başka bir şey değilmiş.Aslında organ hastalığı diye bir şey yokmuş.Konrad'ın Fro'ya söylediğine bakılırsa yalnızca ruh hastalığı diye bir şey varmış ve bütün ruh hastalıkları, yani bilinen, ki bilinmeleri aynı zamanda araştırılmış oldukları anlamına gelmiyormuş, ve her halükarda kesinlikle ruh hastalıkları olan bütün hastalıklar, doktorların karaktersizliği ve karaktersiz ihmalkarlığı ve karaktersiz kendini beğenmişliği ve karaktersiz alçaklığı ve öküzlüğü yüzünden sonunda organ hastalıklarına dönüşüyormuş.Konrad'ın söylediğine göre, organ hastalığı denilen şeyin suçlusu doktorlar, ruh hastalığı denilen şeyin suçlusuysa doğa, başka bir ifadeyle yaratılışmış.
---
Sicking civarında söz konusu olan daima erken ölenlermiş, burada ölen her kişi erken ölenmiş, herhangi bir zamanda bu bölgede ölmüş olan herkes erken ölen olarak nitelenebilirmiş, yani: Burada her insan, normalde öleceğinden daha erken ölüyormuş.
---
Konrad'a göre yalan, neredeyse bütün insanlarla tek iletişim aracıymış.
---
Gerçek şuymuş ki bütün düşünürlerin otuz yaşına kadar bir konusu olur ve bu konu günün birinde, kırk yaşından itibaren zihinlerini tamamen doldururmuş ama pek azı kırk yaşından itibaren böyle bir konuyla fingirdeşir ve aslında onu ilerletirmiş de ama en geç otuz beş ya da kırk yaşından itibaren vazgeçer ve kendilerini cemiyete ya da lüks hayata kaptırırlarmış.Bunun acı yanı ise, yüzlerce ve binlerce önemli incelemenin , dünyadaki karanlıkları aydınlatma yolunda işe yarayabilecek metinlerin bu şekilde yitip gittiği gerçeğiymiş.
---
Bu çağın en tipik özelliği, içinde yaşayan düşünürlerin artık düşünmemeleriymiş.
---
Konrad'ın söylediğine göre, biri ona eşlik etse bile insan yalnız başına ilerlermiş, yalnız başına ve gittikçe büyüyen bir yalnızlığa doğru iilerlermiş.
---
Aylardır işçilerle, oduncularla, korucularla vesaire tek kelime sohbet etmemiş, aylardır ormana gitmemiş, köyü yarım yıldır görmemiş, gerçi köye gidiyormuş ama sadece bankaya, bir miktar para çekmeye çalışıyor, çekiyor, kireç ocağına dönüyormuş, yaşamak için çok düşük ama aslında geberebilmek için çok yüksek bir miktarmış bu.
---
Ve ben hemen, diyor Konrad, yatağa doğru yürüyorum ve diyorum ki, gördüğüm kadarıyla yatağınız açılmış, yatağınızı açmışsınız, muhtemelen artık yatmak istiyorsunuz, yoksa acaba yatmış mıydınız?..Ve diyorum ki: Rahatsız olmayın, istiyorsanız yatın, ben sadece odanızda kısa bir süre bir ileri bir geri yürümek istiyorum, sizin odanızda, biliyorsunuz, artık bunu kendi odamda yapamıyorum.
---
Rahatsız ediyorsam rahatsız ettiğimi söyleyin...Tabii ki rahatsız ettiğimi, sizi sürekli rahatsız ediyorum, diyorum, diyor Konrad, yıllardır rahatsız ediyorum...Sizinle bu evde oturduğum yıllardır..Ben sizin rahatsızlık rahatınızım.
---
Konrad'ın Fro'ya söylediğine göre mesela insan bir cümle, herhangi bir cümle söylüyorsa ve bu cümle, büyük bir örnek vermek gerekirse, büyükçe ya da büyük denilen yazarlarımızdan birine aitse, insan bu cümleyi kirletmiş olurmuş, çünkü kendini denetleyemezmiş, bu cümleyi söylememek, hiçbir şey söylememek de kirletmekmiş, dolayısıyla nereye gidersek gidelim ve ne tarafa bakarsak bakalım her zaman kirleticiler görürmüşüz, sayıları milyonları, daha net söylemek gerekirse milyarları bulan kirleticiler topluluğu iş başındaymış, bu sarsıcıymış, eğer insan sarsılırsa, ama insan artık sarsılmıyormuş, bugünkü insanın tipik özelliği hiçbir şekilde ve hiçbir şeyden ötürü sarsılmamasıymış.Sarsıntı ikiyüzlülük tarafından ortadan kaldırılmış, sarsıcı olan ikiyüzlülükmüş, mesela insanı daha çok sarsanlar daha büyük ikiyüzlülerden başka bir şey değillermiş.
---
Sona vardığımızı ikimiz de biliyoruz, yine de her gün sona varmamış gibi davranıyoruz, en sonunda onlar, yani Konrad ve karısı, sona vardıkları gerçeğinden zevk almaya bile başlamışlar..
---
Kafanda ne olduğunu görmek istemiyorum, senin (yani Konrad'ın) kafanı boşaltsalar içinden korkunç şeyler dökülür, pislik, çürümüş, tanımlanamayan, ürkütücü, tamamen değersiz şeyler.
---
Konrad'ın kafasında hiçbir şey, yeni başlanmış ya da ilerlemekte olan bir zihinsel ürün için dünyada hiçbir şeyin tabiri caizse güzel bir yerden daha zararlı olmadığı gerçeği kadar net değilmiş, güzel bir şehir bir zihinsel çalışmanın en iyi, en esaslı planını mahvedermiş, güzel bir manzara beyni rahatsız eder, tabiri caizse harikulade bir doğa kafayı mutlak surette zayıflatırmış.
---
Bizim ülkemiz bir fikirler mezarlığı ve engellenmiş yüksekten uçmalarla dolu sapıkça bir boşluk, güzelliğiyle bizim vatanımız sürekli bir çuvallamadan, aşağılamadan, büyük olanın bastırılmasından başka bir şey değil.
Kireç Ocağı
Thomas Bernhard
kim bilir, hemsaye
Çok saçma değil mi
Sensiz geçen günlerin bu kadar normal olması
Birkaç sey var, anlatsam mı bilmiyorum
Yılların bu kadar hızlı geçmesi
Yoruyor beni
Ne kaldı ki elimde
Ne kaldı ki geriye
Bir yığın düşmüş hayaller
Korkunun bedeliydi
Belki de tüm bu olanlar, olacaklar
Vaktinin esiri
Senden ibaret bir pencere vardı
Sade ordan bakınca gözkyüzü dardı
Görüp sevmek nedir ki, ne anlamı vardı
Karanlıkta sevdalıyım gökyüzüne
Kim bilir?
Ardını birleşmiyor sandığın
Gökyüzüyle ummanın vuslatı
Ufukta bekliyorum seni
O güvercinle martı bizim
Yerimize kanatlanıp yolculuk etsin
Ki gözlerine değince
Tam bir an durur zaman
"Açıklama 1- Zaman dursa da zil çalmaya devam eder.
Açıklama 2- Müellif "sensiz geçen günler" den kastın, hiç gelmemiş olan ya da biraz biraz var olan, varlığının mevcut olup kendisinin olmaması ile alakalı olabileceğini söylüyor.
Açıklama 3- Hiç, yoktan iyi midir ? Hiç; boşluk. Yok; hazan. Hazandan sonra kış, kıştan sonra bahar. Belki hepsi saçmalık. Daha vakit var.
Açıklama 4- Gökyüzü kelimesinin fazla tekrarı, onun her gün kendini tekrar etmesiyle alakalı olabilir. Gece. Gündüz. Gece. Gündüz.
"Ve bunda düşünen bir insan için sırlar saklıdır."
Açıklama 5- Görmeden sevmek, inanmaktır. Sözlüklere böyle de düşülebilir. Düşünsene, bi inanıyorsun beş milyar yıl anlam buluyor. O da bana inandı. Eğer öyle olmasaydı emanet etmezdi. Görmeden inandı. Emanetin sadece bende kalacak söz veriyorum.
Açıklama 6- Kendi içinde tutarsız olan şeyler tutarsızdır. Tartışmaya açık değildir.
Neyse boşver bi kahve içer miyiz ?"
Kim Bilir
Hemsaye
6 Nisan 2016 Çarşamba
zorba, nikos kazancakis
İnsanın sevdiği insanlardan geç ayrılması zehirdir!
---
İnsan gençliğinde canavardır, evcilleşmek bilmez canavardır ve insan yer...Kuzular, tavuklar ve domuz yaruları da yer ama , hayır, insan yemezse doymaz.
---
Benim dedem lastik ayakkabı giyerdi.Bir gün, sakalı ağardığı zaman, evimizin damından atladı, ama yere değer değmez top gibi fırladı ve evden daah yükseğe çıktı, bulutlarda kayboluncaya kadar, daha yükseğe, daha yükseğe çıktı.Dedem böyle öldü işte!..
Bu masalı uydurduğum günden beri, kaç kez Ayos Minas Kilisesi'ne gidip de, İsa'nın Göğe Çıkışı'na ait tasvire baktımsa, elimi uzatır, öğrenci arkadaşlarıma, "İşte lastik pabuçlu dedem!" derdim
Bunca yıl sonra, bu gece de Zorba'nın havaya sıçradığını görünce, onun da bulutlar arasında kaybolacağından korkuyormuş gibi çocukluğumdaki masalı korkuyla yeni baştan yaşıyordum.Şöyle bağırmaktaydım:
"Zorba, yeter Zorba!"
---
"Patron" dedi, "taşalrın, çiçeklerin, yağmurun söylediklerini bir bilseydik!Belki bağırıyorlardır, bağırıyorlardır bize de işitmiyoruzdur.Nah işte, tıpkı bağırdığımız halde, onların da bizi duymadığı gibi.Dünyanın kulakları ne zaman açılacak patron?Ne zaman gözlerimiz açılacak da göreceğiz?Taşlar, çiçekler, yağmur ve insanlar, kucaklarımız ne zaman açılıp birbirimize sarılacağız.Sen ne dersin patron?Kitaplar bu konuda ne söylüyor?
---
Başkalarıyla yürürken güler, konuşur, tartışırsın; gürültü olur, dalgalarla kuşların ne dediğini duymazsın; belki de o zaman hiçbir şey söylemiyorlardır.Sizin bir söz kalabalığının içinden geçmekte olduğunuzu görüp, susarlar.
---
Bir şey kazanmasan da oğlum, aldırma!Yine kazançlı çıkarsın, ruhun cennete gider.
---
Vahşiler, bir müzik aletinin dinsel amaçlar için kullanılmaz olduğunda, Tanrısal gücünü yitirdiğine ve bizlere uyumlu sesler vermeye başladığına inanaırlar.Gençliğimin dinsel coşkuları, zamanla içimde, böyle bir estetik sevince dönüştü.
---
Küçük çocukken kuyuya düşme tehlikesi geçirmiştim.Büyüyünce de "Sonsuzluk" sözcüğünün içine düşme tehlikesiyle karşılaştım...
---
Ne yağsın, ne damla.Kışın yorganın dışında bir pire bulsan üşümesin diye içeri sokarsın.Sizin gibi yüce biri nereden anlayacak benim gibi bir düşkünü?Bir pire bulsam cak diye ezerim ben, bir kuzu bulsam 'kırt' keser, şişe geçirir ve dostlarla tadını çıkarırırm.Diyeceksin ki: Senin değildir, kabul!Ama, bırak be birader, önce yiyelim de, sonra rahat rahat senin ya da benim olduğunu konuşur, tartışırız.Ve sen söyleyecek, söyleyeceksin, ben de küçük bir tahta parçasıyla dişlerimi karıştıracağım.
---
Delilik yetmiş yedi türlü olur, diye duymuştum.Ama bununkiyle birlikte yetmiş sekiz oldu.
---
Gördün mü? Nasılmış?
"Bir şeyi yok" dedi, "ölecek"
---
Yorgundum, uzandım; aklım yine yeryüzünde tur atmaya başladı; anılar uyandı, acılar geldi, aklım, yine uzak düşüncelere yelken açtı ve yine gelip Zorba'nın üstüne kondu.
---
Biz dev bir ağacın, ufacık bir yaprağı üzerindeki küçük küçük kurtçuklarız Zorba.Bu küçücük yaprak bizim yeryuvarlağımızdır; ötekiler de, gecenin içinde sallandıklarını gördüğün yıldızlar.Biz küçücük yaprağımızın üstünde sürünüyor ve onu hırsla araştırıyoruz.Kokluyoruz: Bize güzel kokuyor ya da kötü kokuyor.Tadına bakıyoruz: Yenilebilir buluyoruz.Vuruyoruz, sanki canlı bir şeymiş gibi çığlıklar atıyor.En korkusuz olan insanlar, yaprağın ucuna kadar varıyorlar; bu uçtan, gözlerimizle kulaklarımız açık olduğu halde kaosa eğiliyoruz.Ürperiyoruz.Altımızdaki korkunç uçurumu görüyor, dev ağacın öteki yapraklarının çıkardığı gürültüyü uzaktan uzağa duyuyor, özsuyun köklerinden yükselip kalbimizi kabarttığını kavrıyoruz.Böyle, uçuruma eğilmiş bir halde de, bütün bedenimiz ve bütün ruhumuzla, korkunun içimizi kapladığını anlıyoruz.O andan sonra artık şey başlar...Durdum.Demek istiyordum ki: O andan sonra artık şiir başlar.Ama Zorba anlamayacaktı, sustum, o hırsla sordu:
"Ne başlar?Neden sustun?"
Büyük tehlike başlar Zorba.Bazılarının başı dönüp sayıklar, bazıları korkup yüreklerini sağlamlaştıracak bir karşılık bulmak için çırpınır ve buna Tanrı derler; bazıları da yaprağın kenarından uçuruma sakin sakin şöyle der: 'Hoşuma gidiyor!'
---
Ah! Dünyaya sığamayan bir ruhtan ne kaldı!Bir başkasının dağınık, yarım yamalak birkaç dizesi, tam bir dörtlük bile değil.Dünya üzerinde gidip geliyor, sevdiklerimin çevresinde dolaşıyorum, ama kalpleri kapandı onların.Nereden gireyim?Nasıl dirileyim?Sahibinin kapalı evi çevresindeki köpek gibi dolanıyorum.Ah, sizin sıcak, canlı vücutlarınız tarafından , boğulmuş gibi yakalanmaksızın, özgürce yaşayabilseydim.
Zorba
Nikos Kazancakis
---
İnsan gençliğinde canavardır, evcilleşmek bilmez canavardır ve insan yer...Kuzular, tavuklar ve domuz yaruları da yer ama , hayır, insan yemezse doymaz.
---
Benim dedem lastik ayakkabı giyerdi.Bir gün, sakalı ağardığı zaman, evimizin damından atladı, ama yere değer değmez top gibi fırladı ve evden daah yükseğe çıktı, bulutlarda kayboluncaya kadar, daha yükseğe, daha yükseğe çıktı.Dedem böyle öldü işte!..
Bu masalı uydurduğum günden beri, kaç kez Ayos Minas Kilisesi'ne gidip de, İsa'nın Göğe Çıkışı'na ait tasvire baktımsa, elimi uzatır, öğrenci arkadaşlarıma, "İşte lastik pabuçlu dedem!" derdim
Bunca yıl sonra, bu gece de Zorba'nın havaya sıçradığını görünce, onun da bulutlar arasında kaybolacağından korkuyormuş gibi çocukluğumdaki masalı korkuyla yeni baştan yaşıyordum.Şöyle bağırmaktaydım:
"Zorba, yeter Zorba!"
---
"Patron" dedi, "taşalrın, çiçeklerin, yağmurun söylediklerini bir bilseydik!Belki bağırıyorlardır, bağırıyorlardır bize de işitmiyoruzdur.Nah işte, tıpkı bağırdığımız halde, onların da bizi duymadığı gibi.Dünyanın kulakları ne zaman açılacak patron?Ne zaman gözlerimiz açılacak da göreceğiz?Taşlar, çiçekler, yağmur ve insanlar, kucaklarımız ne zaman açılıp birbirimize sarılacağız.Sen ne dersin patron?Kitaplar bu konuda ne söylüyor?
---
Başkalarıyla yürürken güler, konuşur, tartışırsın; gürültü olur, dalgalarla kuşların ne dediğini duymazsın; belki de o zaman hiçbir şey söylemiyorlardır.Sizin bir söz kalabalığının içinden geçmekte olduğunuzu görüp, susarlar.
---
Bir şey kazanmasan da oğlum, aldırma!Yine kazançlı çıkarsın, ruhun cennete gider.
---
Vahşiler, bir müzik aletinin dinsel amaçlar için kullanılmaz olduğunda, Tanrısal gücünü yitirdiğine ve bizlere uyumlu sesler vermeye başladığına inanaırlar.Gençliğimin dinsel coşkuları, zamanla içimde, böyle bir estetik sevince dönüştü.
---
Küçük çocukken kuyuya düşme tehlikesi geçirmiştim.Büyüyünce de "Sonsuzluk" sözcüğünün içine düşme tehlikesiyle karşılaştım...
---
Ne yağsın, ne damla.Kışın yorganın dışında bir pire bulsan üşümesin diye içeri sokarsın.Sizin gibi yüce biri nereden anlayacak benim gibi bir düşkünü?Bir pire bulsam cak diye ezerim ben, bir kuzu bulsam 'kırt' keser, şişe geçirir ve dostlarla tadını çıkarırırm.Diyeceksin ki: Senin değildir, kabul!Ama, bırak be birader, önce yiyelim de, sonra rahat rahat senin ya da benim olduğunu konuşur, tartışırız.Ve sen söyleyecek, söyleyeceksin, ben de küçük bir tahta parçasıyla dişlerimi karıştıracağım.
---
Delilik yetmiş yedi türlü olur, diye duymuştum.Ama bununkiyle birlikte yetmiş sekiz oldu.
---
Gördün mü? Nasılmış?
"Bir şeyi yok" dedi, "ölecek"
---
Yorgundum, uzandım; aklım yine yeryüzünde tur atmaya başladı; anılar uyandı, acılar geldi, aklım, yine uzak düşüncelere yelken açtı ve yine gelip Zorba'nın üstüne kondu.
---
Biz dev bir ağacın, ufacık bir yaprağı üzerindeki küçük küçük kurtçuklarız Zorba.Bu küçücük yaprak bizim yeryuvarlağımızdır; ötekiler de, gecenin içinde sallandıklarını gördüğün yıldızlar.Biz küçücük yaprağımızın üstünde sürünüyor ve onu hırsla araştırıyoruz.Kokluyoruz: Bize güzel kokuyor ya da kötü kokuyor.Tadına bakıyoruz: Yenilebilir buluyoruz.Vuruyoruz, sanki canlı bir şeymiş gibi çığlıklar atıyor.En korkusuz olan insanlar, yaprağın ucuna kadar varıyorlar; bu uçtan, gözlerimizle kulaklarımız açık olduğu halde kaosa eğiliyoruz.Ürperiyoruz.Altımızdaki korkunç uçurumu görüyor, dev ağacın öteki yapraklarının çıkardığı gürültüyü uzaktan uzağa duyuyor, özsuyun köklerinden yükselip kalbimizi kabarttığını kavrıyoruz.Böyle, uçuruma eğilmiş bir halde de, bütün bedenimiz ve bütün ruhumuzla, korkunun içimizi kapladığını anlıyoruz.O andan sonra artık şey başlar...Durdum.Demek istiyordum ki: O andan sonra artık şiir başlar.Ama Zorba anlamayacaktı, sustum, o hırsla sordu:
"Ne başlar?Neden sustun?"
Büyük tehlike başlar Zorba.Bazılarının başı dönüp sayıklar, bazıları korkup yüreklerini sağlamlaştıracak bir karşılık bulmak için çırpınır ve buna Tanrı derler; bazıları da yaprağın kenarından uçuruma sakin sakin şöyle der: 'Hoşuma gidiyor!'
---
Ah! Dünyaya sığamayan bir ruhtan ne kaldı!Bir başkasının dağınık, yarım yamalak birkaç dizesi, tam bir dörtlük bile değil.Dünya üzerinde gidip geliyor, sevdiklerimin çevresinde dolaşıyorum, ama kalpleri kapandı onların.Nereden gireyim?Nasıl dirileyim?Sahibinin kapalı evi çevresindeki köpek gibi dolanıyorum.Ah, sizin sıcak, canlı vücutlarınız tarafından , boğulmuş gibi yakalanmaksızın, özgürce yaşayabilseydim.
Zorba
Nikos Kazancakis
türk halk şiirinde beddualar, mehmet ergönül, dönesin
Kuru dalda yaprak gibi sararıp
Bahar aylarında güze dönesin
Göğsü delik deşik teller kırılmış
Acemi ellerde saza dönesin
Yangın ola göğe çıka dumanın
Dört bir yandan işitile amanın
Kavrula başağın kala samanın
Sam vurup kurumuş boza dönesin
Yuvan ola yavruların kaçışan
Derdin ola birbirine bitişen
Bir köy akşamında yanıp tutuşan
İğde dallarında toza dönesin
Gam olasın her gün biraz boylanan
Can evinde baykuşları eğlenen
Bir ağızdan düşmanlara söylenen
Namert dudağında söze dönesin
Mum misali yana yana bitesin
Duman ola yoksul evde tütesin
Büyüye de kötü güne yetesin
Aşık yüreğinde köze dönesin
Küçülesin şımarıklar yanında
Eyüp kurdu yuva yapa canında
Kılıç olsa paslanasın kınında
İçinden çürüyen öze dönesin
Düşen dosta her an çalım atasın
Hiç gelmezin hayaline yatasın
Çeyizine göz yaşını katasın
Köyünden ayrılmış kıza dönesin
Nedametin karanlığı içinde
Senelerin gam yığını saçında
Yalnız isek hak dünyaya göçende
Namerde el açma bize dönesin
Mehmet Ergönül
Dönesin
Seher Yeli
Folklorumuzda Beddua Söyleme Geleneği ve Türk Halk Şiirinde Beddualar
Doğan Kaya
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)