29 Ağustos 2018 Çarşamba

equus (1977), sidney lumet




Daha sonra, daima kucaklaştıklarını söylüyor.Hayvan terli alnını onun yanağına dayıyor ve bir saat boyunca öylece duruyorlar karanlıkta...Tıpkı sevişen bir çift gibi ve tüm bu saçma şeyler yüzünden, ben durmaksızın atı düşünüyorum...Çocuğu değil de atı ve onun ne yapmaya çalıştığını.Atın o koca kafası daima gözümün önüne geliyor; çocuğu zincire vurulmuş ağzıyla öpüşü...Metalin arasında kıpırdayan dudakları, gebe kalmakla ya da çiftleşme isteğiyle ilgisi olmayan bir arzu bu.Peki nasıl bir arzu olabilir?Artık bir at olmak istemiyor mu?Nesiller boyu süren dizginlenmişliğinden sonsuza kadar kurtulmak mı istiyor yoksa?Bir atın, bizim hayal edemediğimiz bazı anlarda, kendi çektiği acıları ve gündelik yaşamındaki itilip kakılmaları hesap ederek tüm bunlardan kederlenmesi mümkün müdür?Bir at neden kederlenir ki?Görüyorsunuz ya cevap bulamıyorum.Aslında sormam gereken şu: bir taşra hastanesinde çalışan işi başından aşkın bir doktorun böyle sorular sormasının faydası ne?Aslında bu soruların hiç bir faydası yok.Hatta işin doğrusu bu sorular insanı altüst ediyor.

Mevzu şu ki o atın kafası benim omuzlarımın üzerinde duruyor...eski bir lisanın içinde, eski varsayımlara zincirlenmişim...Bunlardan bir sıçrayışta kurtulup toynaklarımı orada olduğunu umduğum yeni bir patikaya basmak istiyorum.Patikayı göremiyorum çünkü eğitimli, sıradan kafam yanlış yere bakıyor.Zıplayamıyorum çünkü gemlerim ve gücüm müsaade etmiyor.Ya da bir başka deyişle, beygir gücüm çok düşük.Kesin olarak bildiğim tek şey bu.Nihayetinde, bir atın düşünüşü bana çok yabancı.



Çok tuhaf bir rüya gördüm.Rüyamda, Homer dönemi Yunanistan'ında bir başrahiptim.Altın bir maske takıyorum, sakallı, soylu biriyim.Maskem, Miken'de bulunan Agamemnon'un maskesi gibi.Büyük, yuvarlak bir taşın yanında duruyorum, elimde keskin bir bıçak var.Aslında çok önemli bir kurban törenini yönetiyorum burada...Ekinlerin ya da askeri bir harekatın kaderi buna bağlı.Argos ovasında, uzun bir sıraya dizilmiş yaklaşık 500 kız ve erkek çocuğu kurban ediyoruz.Argos olduğunu biliyorum, çünkü toprak kızıl.İki yanımda iki yardımcı rahip duruyor.Onlar da Miken'de bulunan yamuk yumuk, patlak gözlü maskelerden takmış.Bu rahipler muazzam kuvvetli ve yorulmak nedir bilmiyorlar.Her çocuk bir adım öne çıktığında, yakalayıp taşın üzerine atıyorlar.Daha sonra, beni bile şaşırtan bir cerrahi beceriyle bıçağı çocuğa saplıyorum ve karnına kadar ustaca yarıyorum, kumaş kesen becerikli bir terzi gibi.İç organları ayırıp, bağırsakları söküyorum ve yere attığımda, bağırsaklar sıcak sıcak tütüyor.Sonra diğer iki rahip, hiyeroglif okur gibi, kesikleri inceliyor.Görünen o ki, ben başrahibim.Bu konumda olma nedenim ise,parçalama sanatındaki eşsiz becerim.Diğerlerine yabancı olan şey ise onlardan farklı olarak, büyük bir tiksinti hissetmem.Ve hissettiğim bu tiksinti, her kurbanda artıyor.Maskenin ardındaki yüzüm gittikçe soluyor.Tabii ki, profesyonel görünmek için, iki misli çabalıyorum.Benim için tek önemli olan, parçalamak ve kesmek.Çünkü biliyorum ki, eğer diğer iki rahip rahatsızlığımdan kuşkulanırsa ve ben herhangi bir şekilde, bu tekrarlanan, kokuşmuş işin hiçbir iyi tarafı olmadığnı ima edersem bir sonraki kurban ben olurum.Sonra, tabii ki, kahrolası maske yüzümden kaymaya başlıyor.İki rahip de dönüp solgun yüzüme bakıyor.Sarı renkli patlak gözleri, ansızın kanla doluyor.Bıçağı elimden kapıyorlar ve uyanıyorum.




Atı ilk gördüğümde, onun ağzına baktım.Ağzında bir zincir vardı.''Acıyor mu?'' diye sordum ve o....Ve at dedi ki....Ondan sonra hep aynıydı.Ne zaman bir nal sesi duysam, dönüp bakıyordum...Bir kır yolunda...herhangi bir yerde...sadece atların tenlerini ve boyunlarını büküşlerini izlemek için.Terleri o büklümlerden süzülüyordu.''dizginler'' kelimesi gibi...''üzengiler''...''böğürler, '' ''yükleyicisinin böğrüne inat, mahmuzlarını şakırdatması''....Sadece bu sözler bile bana kendilerini bize nasıl veriyorlarsa öyle hissetmemi sağlıyordu.Kendimi de öyle hissetmemi.Istedikleri zaman bizleri teperek paramparça edebilirler, ama yapmıyorlar.Onları tüm gün dizginlere bağlamamıza izin veriyorlar, kati bir alçakgönüllülükle.Bize tüm güçlerini veriyorlar,Bizse onları sadece kırbaçlıyoruz.Sonsuza dek koşacaklar.Ölene dek dörtnala gidecekler, ta ki biz onlara ''dur'' diyene dek.Bizim için yaşıyorlar...Tüm hayatlarını...sadece bizim için.Yıllar var ki kimseye söylemedim.Annem beni anlayamaz.O binicilik sanatından hoşlanıyor...melon şapkalar, binici pantolonları.Amcamın atlar için özel kostümü vardı, diyor.Fakat bunun anlamı nedir ki?Atlar giyinik değildir.Onlar çıplaktır.Görüp görebileceğin en çıplak şeylerdir onlar; bir köpekten, kediden, herhangi bir şeyden daha çıplak.Bitkin, uyuz, yaşlı bir atın bile kendi hayatı vardır.Başında melon bir şapkayla korkunç görünür.Lanet şovlarda yürüyüşlerini sınıyorlar, buna nasıl cüret edebiliyorlar?Kimse anlamıyor. Hiçkimse.Kovboylar hariç. Onlar anlıyor.Onlar özgür. Onlar sadece asılıyorlar, önlerindeki geniş yeşil düzlük boyunca.Bahse girerim bütün kovboylar kimsesizdir.














Normal olan, bir çocuğun gözündeki güzel gülümsemedir.
Normal olan ayrıca, milyonlarca yetişkinin gözlerindeki donuk bakışlardır.
İkisi de hem güç verir hem öldürür; tıpkı Tanrı gibi.
Normal, sıradanı güzel yapan şeydir.Normal ayrıca öldürücü bir ortalamadır
Normal olan zorunludur...Sağlığın ölüm saçan Tanrısı.Ve bende onun rahibiyim.




Benim ellerimde, kendine saygılarını sunar...çlink-çlonk'unda çırılçıplaktır.Equus.Al beni.Hoo, yavaş, sakin, oğlum, sakin.Equus, Tanrıköle.Sadık ve hakiki, işte böyle.O iyidir.Equus, FIeckwus'un oğlu.Neckwus'un oğlu.Yürü.İşte gidiyoruz.Equus'la gezintiye çıkan kral, atların en kudretlisi.Sadece ben binebilirim ona.Boynu benim bedenimden çıkar ortaya.Karanlığı aşar.Equus, Tanrıköle.Şimdi kral sana emrediyor.Bu gece, hepsinin üzerine doğru süreceğiz...Melon şapka'nın sahibinin üzerine...Binici Pantolonu'nun sahibinin üzerine...sana kibirleriyle gösteriş yapan herkesin üzerine...kibirlerinden dolayı sana birincilik rozeti takanların üzerine.Haydi, Equus, yakalayalım onları.Yürü! devam, devam!İşte bu, devam et.Kovboylar şapkalarını çıkarmış, bizi izliyorlar.Kim olduğumuzu biliyor onlar. Bize hayranlar.Önümüzde eğiliyorlar. Haydi, göster onlara.Eşkin!Ve Yüce Equus hepsine başkaldırdı.Düşmanları dört bir yana dağıldı.Düşmanları devrildi.Dön! Ayaklarının altında ez onları!Rüzgarda dimdik. Benim yelem, rüzgar da bile dimdik!Ben çıplağım, çıplağım.Çıplaklığımı hissediyor musun?Beni üzerinde hissediyor musun?Üzerinde! Içinde olmak istiyorum.İçinde olmak istiyorum, ve sen olmak.Sonsuza kadar tek bir kişi.Seni seviyorum!Uzaklara götür beni. Bizi bir vücut yap.Amin.




Sana yalan söylüyorum, Alan.Equus, yaşlı bir beygir gibi nal sesleri arasından, o kadar kolay gitmeyecek.Equus gittiğinde, eğer ki giderse, senin bağırsaklarını da dişlerinin arasında götürecek.Ve ben bunu telafi edemem.Çocuk acı çekiyor, Martin.Evet.Fakat sen onun acısını alabilirsin.Evet.Ve bu senin için yeterli olmalı.Pekala.Onun acısını alacağım. Ya sonra?Kendini makul biri olarak bulacak. Ya sonra?Duyguların nesnelerin üzerine yapıştırılan yara bantları gibi insan ruhuna kolayca
iliştirildiğini mi sanıyorsunuz?Ona bir bakın.Benim arzum bu çocuğu coşkulu bir eş, duyarlı bir vatandaş, birleştirici ve soyut bir Tanrı'ya tapan biri yapmak olabilir.Yine de, benim başarım, bir hayalet yaratmaya benzer.Onun vücudundaki kurdeşenleri dökeceğim.Uçuşan yelelerin zihninde açtığı kamçı izlerini sileceğim.Ve işim bittiğinde, onu bir kızağa bindirip şaşkın bir haldeyken,
maddeleşmiş dünyanın kucağına göndereceğim ve o bir daha hiçbir hayvan postuna dokunmayacak.Neyse ki, muteber bir kişilikten başka hiçbir şey hissetmeyecek.. Fakat korkarım ki, tutkusu çoğalmayacak.Gördüğünüz gibi tutku, bir doktor tarafından yok edilebilir.Yaratılamaz.Bir daha dörtnala gitmeyeceksin, Alan.Atlar güvende olacak.Haftalığını biriktirip scoter'ının yerine bir araba alacaksın ve görkemli haftasonlarını arabanı tımar ederek geçireceksin.Koşa koşa bahisçilere gidecek ve 50 penini ihtiyar atlara yatıracaksın...onların sana bir zamanlar, küçük kazançlardan ya da küçük kayıplardan çok daha fazla şey ifade ettiğini unutarak.Bununla birlikte, artık acı içinde olmayacaksın...Acıdan tamamen arınacaksın.Ve şimdi mağaranın dışına taşan Equus'un sesi benim için asla dinmiyor.Neden ben?''Önce bana hesap ver.''Nasıl verebilirim ki?Bu yerde ne yaptığımı bile bilmediğim çözümlenemez bir duygu içindeyken.Halen çözümlenemez, geri dönüşü olmayan şeyler yapıyorum.Ve elimde bir bıçakla karanlıkta oturmuş insanların kafalarına saplıyorum.Benim karanlığın ötesini görmeye bu zavallı çocuğun bana ihtiyaç duyduğundan daha fazla ihtiyacım var.Bu nasıl bir öte? Bu nasıl bir karanlık?Buna Tanrının emri diyemem!O kadar ileri gidemem!Yine de bu karanlığa çokça biat ediyorum.Şimdi o keskin zincir benim ağzımda ve asla çıkmayacak.


Ne iş yaptığını biliyorum...
Elinde iğnenle, insanlara hakikat uyuşturucuları zerk ediyorsun...

Equus (1977)
Sidney Lumet

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder