---
Hepsi gibi o da Afrika savaşına, "Hayat Sahası"na inanıyordu; soysuzlaşan sınıfı buydu kurtaracak ona göre de.Ama, kaba taslak bir duygu, bir sezişle de olsa, bu soysuzlaşmanın, bu düşkünlüğün farkındaydı; onun için de savaş bir kaçış, bir yıkım dünyasına kaçıştı.Bu serüvende onu en çok çeken aslında, bir dağılma, bir yok olma umuduydu!. "Son kozumuz bu" derken böyle bir anlam vardı sesinde, söyleyişinde.Onu hemşerilerinden ayıran bilinç kıvılcımı yalnız kendi kendisinden utanmasında çıkıyordu ortaya.Ağalar arasındaki eski kinlere kendi kişiliğine beslediği kini ekliyordu. Bu da yüreğindeki kuşkuyu ve acılığı büsbütün artırıyor, onu her türlü kötülüğü yapabilecek bir hale sürüklüyordu. İyi bir aileden temiz, içli, iyi niyetli delikanlı edasını bırakmadan öldürebilir, çalabilir, jurnal yazabilir, gidersek, salt umutsuzluk yüzünden, kahraman ölebilirdi.İşte bu gözle bakıyordu Afrika savaşına.Bu savaşın sonu kötü olurmuş: olsun, ne çıkar.Dünya yıkılsın isterse; Grassano da yok olsun onunla birlikte: ne değişmez beyazlığı kalsın tepenin üstünde, ne ağaları, ne eşkiyaları.
---
Dünkü hastayı ölümden kurtaramamıştım; ama kadınlar benim bir köpek hekimi değil, iyi yürekli bir hıristiyan olduğumu hemen farkettiklerini, çocuklarını kurtaracağımı söylüyorlardı.Belki de bu güven yabancı oluşumdan, buraya her uzaktan gelenin bir Tanrı'ya benzemesinden geliyordu.
---
Bütün ağalar partiye yazılmıştı.Doktor Milillo gibi tektük ayrı kafada olanlar bile. Neden dersiniz, parti demek Hükümet demek, devlet demek, baştaki güç demekti; onlar da tabii kendilerini bu güçle birlik sayıyorlardı.Bunun tam tersi bir düşünceyle köylüler partiye yazılmış değillerdi, hangi parti olursa olsun yazılacakları da yoktu. Faşist değillerdi, liberal de olamazlardı, sosyalist de, daha bilmem ne de.Çünkü bütün bu işlerin onlarla ilişiği yoktu. Bir başka dünyanın işleriydi bunlar.Hiç bir anlamları yoktu onlar için. Hükümetle, gücü kuvveti olanlarla, devletle ne alış verişi olabilirdi onların?Devlet, ne türlü olursa olsun, Romadakilerin devletiydi.Romadakilerse «belli artık, bizim Hıristiyan gibi yaşamamızı istemiyorlar».Dolu neyse, toprak kayması neyse, kuraklık, sıtma neyse devlet de öyle bir şeydi. Karşı konmaz birer bela idi bunlar köylüler için. Keçilerimizi öldürtüyorlar bize, evlerimizden eşyamızı alıp götürüyorlar, şimdi de Afrika savaşına yolluyorlar bizi. Ya sabur! Köylüler için Devlet Tanrıdan daha uzaklardadır, çünkü Devlet hiç bir zaman onlardan yana olmamıştır.---
Sürgünler ne düşünüyormuş, onları buraya ne diye yollamışlar, nelerine gerek onların?Ama yine
de sürgünlere iyi gözle bakar, onları kardeş sayarlar, çünkü bir takım esrarlı sebepler onları da kendileri gibi mazlum durumuna sokmuştur.İlk günlerde, köy dışında beni tanımayan bir yaşlı köylüye rastladım mı, eşeğini durdurur, selam verir ve sorardı :
- Kimsin? Ne yana gidiyorsun?
Geziyorum; sürgünüm.
- Sürgün mü? Sürgün ha ! Yazık.Roma'da bir düşmanın var demek.Köylü başka laf etmez, bana kardeşçe acıyarak gülümser ve eşeğini dürtüp yoluna giderdi.
de sürgünlere iyi gözle bakar, onları kardeş sayarlar, çünkü bir takım esrarlı sebepler onları da kendileri gibi mazlum durumuna sokmuştur.İlk günlerde, köy dışında beni tanımayan bir yaşlı köylüye rastladım mı, eşeğini durdurur, selam verir ve sorardı :
- Kimsin? Ne yana gidiyorsun?
Geziyorum; sürgünüm.
- Sürgün mü? Sürgün ha ! Yazık.Roma'da bir düşmanın var demek.Köylü başka laf etmez, bana kardeşçe acıyarak gülümser ve eşeğini dürtüp yoluna giderdi.
---
Haklıydı, istediği şey doğru, iyi ye olağandı, ama burada her şey iyi ve doğru insanların açık saçık bir düşünüşle gördüklerinden çok daha karışık, daha karmaşık.
---
Ne yaparsınız? dedi; bu memlekette okumak boşuna. Güzel kitaplarım vardı. Bakın, şunlar eski, bulunmaz baskılardır.Buraya geldiğim zaman bu aşağılık herifler mahsus katran sürdüler üstlerine. Açıp bakmaya bile hevesim kalmadı, öyle duruyorlar işte yerde.Kaç yıl oldu bilmem.
Yığına yaklaştım.Kitapları toz ve tavuk pislikleri kaplamıştı.Kitapların meşin sırtlarında, yer yer, katranlı düşmanlığın izleri görülüyordu.
---
Bahtsızlıkları şurada ki kendi dışlarında ve kendilerine karşı yürüyen Tarih'in bilinçsiz aletleri olmuşlar, bilmiyerek kötülerden yana olup kırılmış, yok olmuşlar.Ama eşkiyalık yoluyla köylüler önlerine hep hasımca çıkan, onları anlamaga çalışmaksızın hep boyunduruk altında tuta gelen Medeniyete karşı kendilerini savunmuş oluyorlardı. Eşkiyaları hemen kendi kahramanları saymaları bundan. Köy dünyası devletsiz, ordusuz bir dünyadır.
---
Türlü kaygılara, işlere karışan günler, bu ölü, bu zamansız, aşksız, hürriyetsiz dünyada, kasvetli bir tek renkle geçip gidiyordu.Bütün çevrem bana ötelerden bakan, ardımdan gelen bedensiz ruhlarla doluydu.İnsanın yalnızlığını arttıran bir kalabalıktı bu: Bir tek gerçekten yaşayan varlık olsa, bütün bu kalabalıktan daha canlı olurdu benim için.Hayvanların ve nesnelerin büyülü dünyası bir ölüm ağırlığıyla çöküyordu insanın üstüne.Bu büyümeye ancak yeni büyümelerle karşı koyabilirsiniz.
---
Sokaklarda, çöpler, pislikler içinde oynaşan keçiler, kuzular burada daha da çoktur.Yan çıplak, soluk,karınlar şiş çocuklar toz toprak içinde birbirini kovalarlar.Kadınların baş örtüleri yoktur ama onların da toprak rengi ve asık yüzlerinde hayvansı bir şeyler vardır.Burada da insanların ve bozkırın yüzüne sabrın ve dayanma gücünün izleri kazılmış gibidir.Yalnız, dış dünyayla daha sık alış verişler: olan bu köyün havasında uzaklara kaçma istekleri, boşa çıkan kurtuluş umutları daha sert bir yel gibi eser.
---
Bay Orlando'ya göre yapılacak hiç bir şey yoktu.Güneylilerin acı kötümserliğini benimsemiş olan bu aydın kişi için en iyi politika dünyanın en iyi, en insanca düşünen adamı Giustino Fortunato'nun dediği gibi «Hiç» sözü olduğunu o gün hatırladım.İkide bir <<Ninte» derdi Gagliano köylüleri :
- Bugün ne yedin?
- Ninte (hiç) .
- Ne olacak dersin?
- Ninte.
- Ne yapabilirsin?
- Ninte.
Gagliano köylüleri çoğu sorulara hep böyle karşılık verir ve «hiç!» derken de başlarını havaya kaldırırlardı.En sık kullandıkları bir başka söz de «Crai» ( latince orası: yarın) sözüydü.Her beklenen, her gelecek olan, her yapılacak ya da değiştirilecek şey için : Yarına! derlerdi.Ama bu «crai» sözü hiç bir zaman demekti orada.
- Bugün ne yedin?
- Ninte (hiç) .
- Ne olacak dersin?
- Ninte.
- Ne yapabilirsin?
- Ninte.
Gagliano köylüleri çoğu sorulara hep böyle karşılık verir ve «hiç!» derken de başlarını havaya kaldırırlardı.En sık kullandıkları bir başka söz de «Crai» ( latince orası: yarın) sözüydü.Her beklenen, her gelecek olan, her yapılacak ya da değiştirilecek şey için : Yarına! derlerdi.Ama bu «crai» sözü hiç bir zaman demekti orada.
---
Buranın çok eski bir adetine göre, fakirler bayramda zenginlere saygı göstermek, her birine hediyeler götürmek zorundadırlar.Zenginler bu hediyeleri, karşılığında bir şey vermeden, teşekkür bile etmeden rahat bir yürekle alırlar.O gün ben de şişe şişe zeytin yağları, şaraplar, sepet sepet kuru incirler,yumurtalar aldım. Köylüler bu hediyeleri bir vergi gibi sıkılmadan almayışıma, karşılığında her birine ufak tefek hediyeler verişime şaşıyorlardı. Ne biçim beydim ben ! Hiç insan bey olur da evine eli boş gidilir miydi? Yoksa ben, herkes gibi, Üç Krallar efsanesinin tam tersini doğru saymıyor muydum?Bu üç yaman kıralın İsa doğduğu zaman, bu fakir bir marangozun oğluna, bir yıldızın kılavuzluğuyla gelip bütün hazinelerini getirmeleri dünyanın sonu yaklaştığına alametti.Ama İsa bu köye uğramamıştı, üç kırallara benzer hiç kimse de görülmemişti buralarda.
---
Soğuk, kasvetli günler yaşıyorduk.Bembeyaz dağların ardından soluk bir güneş istemiye istemiye çıkar gibiydi.Köye kurtlar yaklaşıyordu açlıktan ve dondan.Baron bilmem hangi duyusuyla yaklaştıklarını anlıyor ve yerinde duramaz oluyordu.Evin içinde, tüyleri diken diken, garip sesler çıkararak dolaşıyor, çıkmak için kapıyı tırmalıyordu.Kapıyı açmamla gecenin karanlığına dalıp gitmesi bir oluyordu.Ertesi sabahtan önce gelmiyordu eve. Baron'un bu coşkun halleri kurtlara kininden mi, sevgisinden mi geliyordu?Korku mu, arzu muydu içini içine sığdırmayan?Ormanlarda ava mı eski yakınlarıyla buluşmaya mı gidiyordu?Anlayamadım.Geceleri dağ rüzgarı uzaklardan garip ulumalar, telaşlı havlamalar getiriyordu zaman zaman.Sabah olunca Baron, Allah bilir nerelerden, sırılsıklam ve çamur içinde dönüyordu.Ocağın yanına uzanıp tek gözle aşağıdan yukarı, bir tuhaf bakıyordu yüzüme.Bir kaç kurt köyün içinden geçmiş bile.Karda pençe izlerini görüp tanıyordu köylüler.Bir akşam, balkonumdan ben de bir kurt gördüm sanıyorum: Zayıf, kocaman bir köpek karanlıktan çıkageldi, rüzgarın salladığı bir lambanın ışığında bir an durdu, burnunu kaldırıp havayı kokladı, sonra ağır ve rahat adımlarla karanlığa karıştı.
İsa Bu Köye Uğramadı
Carlo Levi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder