9 Mayıs 2021 Pazar

Wilson (2017) - Craig Johnson

Wilson (2017) - Craig Johnson


Wilson & Moby Dick Tablosu










Wilson (2017) - Craig Johnson
Öykü: Daniel Clowes

Moby Dick, Herman Melville


Alıntılar

---

"Denizler canavarı Leviathan'dır ki
Tanrı cümle eserinden en büyüğünü
Okyanusun akıntılarında yüzsün diye yaratmıştır."

                                                   John Milton, Kayıp Cennet

---

"Koca balinalar sudan oluşan denizde yüzer ve içlerinde yağdan bir deniz taşırlar."

                                                                                          Fuller, Profane and Hols State

---

"Balina geminin kıç tarafındayken başını keserler ve sandalla karaya mümkün olduğu kadar yaklaştırırlar, ama baş daha on iki - on üç fit derinlikte karaya oturur."

                                                                               Thomas Edge
                                                                               Spitzbergen'e On Sefer (Purchass içinde)

...

"Evet, balina zıpkını yedi, ama şunu bir düşün: Böyle sapasağlam, tek parça yiğit bir hayvanı sırf kuyruğunun köküne bağladığın bir halatla nasıl idare edebilirsin?"

                                                                                  Ribs and Trucks Mecmuasında
                                                                              Balina Avı Hakkında Bir Bölümden

---

"Koca ihtiyar balina, fırtınanın boranın ortasında da
Okyanustaki evinde olacaktır
Kudreti dev, devliği haktır
Ve uçsuz bucaksız denizin kralı olarak kalacaktır."

                                                                  Balina Şarkısı

***

Çok geçmeden hazırlanması sona erdi ve sırtında koca paltosuyla, zıpkınını da bir mareşal asası gibi sallayarak odadan çıktı.

...

Şöyle dolu dolu gülmek muhteşem bir şeydir, ama böyle bir fırsat insanın eline nadiren geçer; çoğunluk kederin elindedir.

...

Şehir züppeleriyle köy züppeleri birbirine benzemez.Köydekiler, kıytırıl gösteriş düşkünleri, yazın en sıcak günlerinde iki dönüm topraklarını sürerken ellerini güneş yakmasın diye tarlaya geyik derisinden eldivenlerle giderler.Bunun gibi bir köy züppesi şöhret sahibi olmayı aklına koyup da balina avcılarına katıldı mıydı, daha limana geldiği andan itibaren sayısız şaklabanlık yapmaya başlar.Denize giderken giyeceği kıyafetleri siperiş ederken yeleğine çıngıraklı düğme, adi bezden diktireceği pantolona da askı ekletmek ister.Behey zavallı hödük!Askılarınla, düğmelerinle göbeğine düştüğün ilk fırtınada o askılar nasıl da yerinden kopuverip kırbaca döner bir bilsen.

...

Balinanın içinde, kemikler ve korku
Sardı tepemi kara ve korkunç bir kubbe gibi
Tanrı'nın tüm güneşli dalgaları
Sonumu bulayım diye, itti beni içeri

Gördüm cehennemin aralanan ağzını
Oradaki ebedi azabı ve kederi
Ki bilmez o acıları bizzat çekenden başkası
Esir alıyordu beni umutsuzluğun pençeleri

Kapkara bir yürekle seslendim Tanrıma
Tam ondan ümidi keseceğim sırada
O kulak verdi haykırışlarıma
Ve artık içinde tutamaz oldu beni balina

Hızla yetişti yüce Tanrı imdadıma
Işıl ışıl bir yunus gönderdi yanıma
Dehşetli, ama şimşek çakmış gibi parlark
Yüzünü gösterdi kurtarıcım bana

O korkunç, o muhteşem saati
Anlatsın bu şarkım asırlarca
Methiyeler Tanrımızadır tabii
Odur hem rahman hem kudretli

Neredeyse herkes bu ilahiye eşlik ediyordu.

...

Pequod asil bie gemiydi ve bir şekilde melankolik bir yanı da vardı.İçinde asalet taşıyan her şey biraz öyledir zaten.

...

Dolayısıyla adanın yaygın adeti uyarınca adlarını Kutsal Kitap'tan alan, çocuklarında doğal olarak cemaatlerine özgü o etkileyici konuşma üslubunu benimseyen, ama ilerleyen yaşlarında gözüpek, pervasız ve sınırsız pek çok maceraya atılan bir kişilik türü de vardır.Bu insanlar, üstlerinden atamadıkları geleneksel tuhaflıklarını bir İskandinav deniz tanrısına veya şairane bir putperest Romalıya atfedebilecek karakter özellikleriyle bir şekilde bağdaştırmayı başarırlar.Tüm bunlar üstün doğal güçleri, sapasağlam bir beyni ve koca bir yüreği olan, aynı zamanda en uzak sularda sayısız uzun gece nöbetlerinin dinginliği ve yalnızlığı içinde, kuzeyde yaşayanların asla görmedikleri yıldızların altında, geleneğin dışında ve bağımsız düşünmeye meyleden, tabiata dair tüm bilgileri bizzat tabiatın el değmemiş, cömert ve sırdaş bağrından alarak -birtakım tesadülerin de yardımıyla- sözünü sakınmaz bir üsluba kavuşmuş bir adamda birleşince, işte o adam koca bir milletin içinden seçilebilir hale gelir.O artık asil trajediler için yaratılmış, seyre layık bir yaratıktır.Doğuştan veya çevresel şartlar itibarıyla kişiliğinin temelinde bir yerlerde inatçı bir hastalıklı taraf da olması bu dramatik yanına gölge düşürmez.Trajik anlamda her yüce kişi, hastalıklı bir yanı dolayısıyla o konuma gelmiştir zaten.Ey heveskâr genç!Şunu bil ki, fani yücelikler hastalıktan başka bir şey değildir.Neyse, şimdi karşımızdaki adam bu anlattığımız adam değil, başka türlü bir adam.Ama bu da tuhaf bir adam ve tuhaflığı yine Quaker'lığın başka yönleri dolayısıyla ortaya çıkıp şahsi şartları etrafında şekillenmiş biri.

...

Denize açıldığı dönemlerde de sert ve baskıcı bir amir olarak biliniyormuş.Hikaye kulağa biraz tuhaf gelse de, Nantucket'ta bana anlattıklarına göre Bildad'ın ikinci kaptanlık ettiği meşhur Categut gemisi memlekete geri döndüğünde yorgunluktan bitip tükenmiş tayfanın çoğu karaya ayak basamadan hastanelere taşınmış.Dindar birine, hele ki bir Quaker'a göre epey katı yürekli olduğu su götürmezdi.Ama dediklerine göre emri altındakilere asla sövmezmiş, ama onları bir şekilde olmayacak süreler boyunca, acımasızca ve bitmek bilmeyen işlerde çalıştırmayı başarırmış.Bildad ikinci kaptanken, o donuk kahverengi gözlerinin dikkatle üzerine çevrildiğini gören adamın anında huzuru kaçar ve ister çekiç olsun, ister kavilya, hemen eline bir alet geçirip deli gibi çalışmaya koyulurmuş.

...

Seni temin ederim, yola güler yüzlü ve kötü bir kaptanla çıkmaktansa öfkeli ve iyi bir kaptanla çıkmak yeğdir.

...

Bildad gözlerini kocaman açtı, ellerini kaldırdı ve "Peleg! Peleg!" diye bağırdı."Sen de benim gibi nice tehlike atlattın, ölüm korkusunun ne olduğunu bilirsin Peleg.Hal böyleyken, nasıl olur da şimdi bu imansız lafları edebiliyorsun?Kendi yüreğinin sesine ihanet ediyorsun Peleg.Söyle bakalım, sen Ahab'ın ikinci kaptanıyken, Japonya'daki tayfunda bu Pequod'un üç direği de devrildiğinde aklına ölüm ve ahiret gelmemiş miydi?"

"Bak sen şu laflara" dedi Peleg.Ellerini iyice ceplerinin dibine dek sokup kamarayı adımlamaya başladı."Hele şu söylediğin lafa bak!Gemi ha battı ha batacak diye beklediğimiz o anlarda mı?Ölüm ve ahiret, ha?Üç direğimiz devrilmiş, geminin yanına çarpa çarpa süküleniyorken ne kadar dalga varsa hem pruvadan hem kıçtan gemiye dolarken mi?O sırada mı düşünecektim ölümü ve ahireti?Yoo!O sırada ölümü düşünmeye hiç vaktimiz yoktu.Kaptan Ahab'ın aklında da benim aklımda da yaşamak vardı, ölmek değil.Gemideki herkesin hayatını nasıl kurtrabileceğimizi, idareten birkaç direk dikip kendimizi nasıl en yakın limana atabileceğimizi düşünüyorduk."

...

Ah canım kardeşim, bizi böyle kandıramazsın.Çok önemli bir sır taşıyormuş gibi görünmek, dünyanın en kolay işidir.

...

Ama insan yanlış bir şeyler sezdiğinde, meseleye kendini artık sıyıramayacak kadar dahil de olmuşsa, şüphelerini gayriihtiyari kendinden bile saklar.

...

En muhteşem şeyler, anlatması en zor olanlardır ve en derin hatıraların  ne yazık ki kitabeleri dikilmemiştir.

...

Hangi korkak, solucan gibi sürüne sürüne toprağa sığınır, ha?Ey müthişin dehşeti!Boşuna mı bunca ıstırap?Dik dur, dik dur Bulkington!

...

Dünyanın biz balina avcılarını saygın görmemekteki ısrarının en temel sebebi şudur: İnsanlar, en iyi ihtimalle, işimizin bir tür kasaplıktan ibaret olduğunu ve türlü çeşit pisliğe batmış halde çalıştığımızı düşünüyor.Biz kasap olmasına kasabız, ama ahalinin övmek için sıraya girdiği komutanların hepsi de kasaptır, hem de en eli kanlı cinsinden.

İşimizin temiz olmadığına gelince, şimdiye dek pek bilinmeyen birtakım şeyleri yakında öğrenince göreceksiniz ki bir ispermeçet gemisi bu derli toplu dünyanın en temiz şeyleri arasındadır.Balinacılık hakkındaki bu iddiaları bir an doğru kabul etsek bile, bir balina gemisinin zemini yağ kaplı güvertesi ve dağınıklığı, tarifi imkansız leş kokularının etrafı sardığı savaş meydanlarının -hani nice askerin ayrıldıktan sonra hanımların alkışlarına kapılıp içkiye teslim olduğu o meydanların- yanında nedir ki?Ayrıca askerlerin mesleğini bunca insanın gözü önünde yücelten şey işin tehlikeli oluşuysa eğer, emin olun top bataryalarına korkmadan hücum eden nice eski asker daha ispermeçet balinasının dev kuyruğu su üstünde belirir belirmez, kuyruğun rüzgarı yüzüne çarpar çarpmaz tabanları yağlamak isteyecektir.Tanrı'nın girift dehşet ve mucizeleri karşısında insana dair, akla mantığa sığan dehşet nedir ki!

...

Şimdiden bu iş ve eserlerin tüm şan ve şerefini balinacılığa atfedebilirim.Benim üniversitem Yale de değildi Harvard da; bir balina gemisiydi.

...

Gzölerinin içine bakınca hayatı boyunca sakince yüzleştiği binlerce tehlikenin gölgelerini görür gibi olurdunuz.Hayatının ekseriyeti gürültülü bir oyun değil, sessiz bir pantomim gibi geçen ağırbaşlı, sakin bir adamdı.

...

Vahşi sularda yalnız başına geçirdiği ömrü onu batıl inançlara sürüklemişti, ama bunlar cehaletten değil, zekadan doğmuşa benzeyen batıl inançlardı.

...

"Bu gemiye balinadan korkmayan adamı almam" derdi hep.Galiba bunu söylerken asıl ve işe yarayan cesaretin, insanın karşısına çıkan tehlikeyi ölçüp biçtikten sonra gösterdiği cesaret olduğunu ve cesaretinin sınırı olmayan kişinin korkak birinden bile daha tehlikeli olduğunu anlatmaya çalışıyordu.

...

Ayrıca balina avcılığı dene bu meslekte, gemi için cesaretin de temel erzak gibi dikkatli harcanması, israf edilmemesi gereken zaruri malzemelerden biri olduğuna inanıyordu.

...

Stubb'ı, başka şeylerin yanı sıra böylesine rahat ve korkusuz biri yapan, yüklerinin altında iki büklüm olmuş asık suratlılarla dolu bu dünyada hayatın yükünü böylesine neşeyle taşıyabilmesine imkan veren ve neredeyse hafiflik ölçüsünde bir neşe içinde olmasını sağlayan şey herhalde piposuydu.Zira o kusa, siyah ve küçük piposunun yüzündeki yeri burnu kadar sabitti.Belki bir gün yatağından burunsu kalkabilirdi, ama piposuz asla.

...

Herkes bilir ki dünyamızın havası, ister karada olsun ister deniz üstünde, soluk alıp veren sayısız faninin ciğerlerinden çıkmış adı sanı duyulmadık nice illetle doludur ve bu yüzden kolera salgını gibi olaylar baş gösterdiğinde kimileri ağızlarını kafur sürülmüş mendillerle örtüp dolaşırlar.İşte Stubb'ın tütün dumanı da her türlü illete karşı bir mikrop kırıcı vazifesi görmüş olabilir.

...

"Artık nasıl da fayda etmiyor tütün içmek.Ah pipom benim!Senin efsunun da yitince ne olur benim halim!Burada hiç fark etmeden, keyif de almadan, yönümü rüzgâra vermiş pipo içiyorum hiçbir şeyden anlamaz gibi!Aynı can çekişen bir balina gibi, son nefeslerin en güçlü ve dertli nefesler oldu.

...

Katil Balina: Nantucketlıların bu balinaya dair kesin olarak bildikleri şeyler gayet kısıtlıdır.Bilim insanı geçinenler o kadarını da bilmez.Benim uzaktan görebildiğim kadarıyla büyüklük olarak grampus kadar vardır.Son derece vahşidir, bir nevi Fiji balığıdır.Bazen sülük gibi Folio balinalarına yapışıp kaldığı ve bu koca hayvanların keyfini ölesiye kaçırdığı olur.Asla avlanmaz.Nasıl bir yağı olduğuna dair hiçbir bilgim yok.Başka ayırt edici bir özelliği bulunmadığından dolayı bu hayvanın ismine müdahale etmiyorum.Yoksa hem karada hem de denizde hepimiz öldürenlerdeniz.Buna Bonaparte ailesi de dahil, köpekbalığı ailesi de.

...

Son derece yapay deniz âdetlerinin ortaya çıkardığı acayipliklerden biri de güvertedeyken kaptna sonun dek kafa tutabilen, boyun eğmeyen zabitlerin, yemek saati gelip de aynı kaptanın sofrasına oturunca birdenibire mülayim, mütevazı bir havaya bürünmeleridir.Masanın başında oturan kaptanın etrafına dizildikleri bu sahne pek eğlenceli, hatta zaman zaman epey komik bir sahnedir.Bu değişimin sebebi nedir?Bir sorun mu?Muhtemelen hayır.Babil kralı Belşazzar olmak, hem de öyle çalım satarak değil, saraylara yakışır bir incelikle Belşazzar olmak için insana muhakkak bir ölçüde dünyevi haşmet gerekir.Ama kendi sofrasında, misafirlerinin başında oturan ve onlara hakiki bir üstünlük ve zeka ile eşlik eden adamın o andaki rakipsiz iktidarı, kişisel nüfuz alanı ve asaleti Belşazzar'ınkinden fazladır, çünkü Belşazzar kralların en yücesi değildi.Dostlarına ziyafet çekmiş herkes Sezar olmanın tadına bir kez olsun varmıştır.Bu duygu, insan ilişkilerindeki üstünlük mücadelesinin ortaya çıkardığı karşı konulması imkansız bir büyüden doğar.Tüm bunlara bir de gemi kumandanının halihazırdaki resmi üstünlüğünü eklerseniz, deniz yaşamına dair bahsettiğimiz tuhaflıkların ortaya çıkış sebepleri daha iyi anlaşılır.

...

Ahab'a bu şekilde yaklaşmak imkansızdı.İsmen aralarında olsa da cismen hepsine yabancıydı Ahab.Eskiden Missouri'nin her yerinde bulunan, ama sonradan soyu tükenen boz ayıların sonuncusu gibi yaşayıp giderdi.Bahar geçip yaz bitince ormanlara kaçan ve bir ağacın gövdesine sığınıp parmaklarını emerek kışı geçiren o vahşi Logan gibi, Ahab'ın beden oyuğuna hapsolmuş ruhu da, o yaşında, bu kasvetten beslenerek varlığını sürdürürdü.

...

Sıcak denizlerdeki balina avı macerasının büyük kısmına mutlak bir olaysızlık hakimdir.Ne bir haber alırsınız ne de gazete okumanız mümkündür.Harcıalem olayları büyük bir heyecanla aktaran ikinci baskılar sizi boş yere telaşa düşürmez.Ne aile facialarından, ne batık yatırımlardan ne de değeri düşen hisse senetlerinden haberdar olursunuz.Akşam ne yiyeceğim diye bile düşünmezsiniz, çünkü en az üç sene boyunca yiyeceğiniz her şey fıçılarında uslu uslu beklemektedir ve yemek menüsü bir gün bile değişiklik göstermez.

...

"Çalkalan ey derin ve koyu mavi deniz, çalkalan!Tepende beyhude on bin balina avcısı dolanıyor." Böyle gemilerin kaptanları bu aklı bir karış havada genç filozofları sık sık fırçalar, sefere yeterince "ilgi" göstermedikleri için azarlarlar.Bunları söylerken, bu işi onurlu bir şekilde yapmayı çoktan unuttuklarını ve aslında içlerinden gizli gibzli balina görmemeyi dilediklerini ima ediyorlardır aslında.Ama ne fayda!Bu genç Platoncular, görüşlerinin kusurlu olduğunu, uzağı seçemediklerini, söz sinirlerini zorlayarak bir yere varmalarının imkansız olduğunu düşünürler.Opera dürbünlerini evde unutup gelmişlerdir.

Bir keresinde zıpkıncılardan biri böyle bir gence dönüp, "Behey maymun evladı, aşağı yukarı üç yıldır seferdeyiz ama tek bir balina görmüşlüğün yok.Sen yukarı çıkınca balinaların sayısı birden tavuk dişlerinin sayısı kadar oluveriyor.

...

Size okul çocuklarının zorbalara dediği gibi, "Boyunuza göre birini bulun, beni dövmeyin!" diyecek değilim.Hayır.Beni devirdiniz, ama tekrar ayağa kalktım.Fakat bu kez siz kaçıp saklandınız.

...

Yani korkak tay için kürkü neyse, beyaz köpüklü denizin boğuk sesleri, dağların desen desen buzlarla kaplı zirvelerinin buz gibi hışırtıları, çayırlarda güneşin altına serilmiş karların o ıssızlıkta rüzgârın önünde oradan oraya taşınışı da Ishmael için odur!

Bu gizemli belirtilerin isaret ettiği isimsiz şeylerin nerede olduğunu ikimiz de bilmiyoruz, ama tay da ben de eminiz ki bunlar muhakkak bir yerlerdedir.Görebildiğimiz dünya, pek çok haliyle sevgiden var edilmiş gibi dursa da birtakım görünmez köşeleri korkudan var edilmiştir.

...

Dışarıdan öyle görünüyordu ki, bir yandan Ahab kırışık haritalara çizgiler çizerken, bir yandan da görünmez bir kalem de onun derin izlerle dolu alnına çizgiler ve rotalar işliyordu.

...



Ahab bir şeyin daha farkındaydı.Hislerin zirve yaptığı zamanlarda, insanlar gündelik kaygıları bir kenara fırlatıp atar, ama böyle zamanlar gelip geçicidir.Ahab'a göre insan denen makinenin sabit, kalıcı koşulu çıkarcılıktı.Belki Beyaz Balina bu vahşi mürettebatın yüreklerini ateşliyordu, belki bu vahşiliğe hitap etmek onlardaki asil, şövalyelere layık yanları okşuyordu.Ama Moby Dick'in peşine seve seve düşecek olsalar da sıradan, gündelik ihtiyaçlarını tatmin edecek gıdaya da ihtiyaç duyarlardı.Eski zamanların şaşaalı Haçlı şövalyeleri bile İsa'nın mezarı peşinde savaşmak üzere iki bin mil yol teperken arada sırada yağma yapmadan, hırsızlığa bulaşmadan ve yol üstünde din adına başka başka ek gelir kapılarına başvurmadan edemiyordu.Onlara yalnızca tek bir nihai ve romantik hedef gösterilmiş olsaydı, pek çokları tiksintiyle yarı yoldan dönerdi.İşte Ahab da "Bu adamların para kazanma umudunu kırmayacağım," diye düşünüyordu.Evet, para.Belki şu anda paraya önem vermez görünüyoalardı, ama aradan aylar geçip de seferin sonunda hâlâ para kazanma umudu olmazsa içlerindeki o sinsi para kazanma hırsı birden alevlenip isyana dönüşüverirdi ve o zaman gözlerinde Ahab'ın üç kuruşluk değeri bile kalmazdı.


...

Fakat o gizemlere bürünmüş Ahab'ın kaplan sarısı mürettebatına neler söylediğini buraya yazmasak daha iyi olacak, zira sizler bu satırları imanlı
 edepli yerlerde okuyor olacaksınız.

Ahab kasırga kaşları ve kıpkızıl katil gözleriyle, ağzından saçtığı köpükler iki dudağını tutkal gibi birbirine yapıştırmış halde avının peşinden giderken ağzından çıkan sözleri ancak küstah denizlerin kâfir köpekbalıkları dinlemeye tahammül edebilirler.

...

Köle taşıyan gemiler karşılaşınca hemen en aceleci hallere bürünüp birbirlerinden uzaklaşırlar.Korsanlara gelince, kurukafa bayraklı iki gemi rastlaştığında balinacıların birbirlerine "Kaç varil doldurdunuz?" diye soruşu gibi, onlar da ilk önce "Kaç kelle aldınız?" diye sorarlar.Sorularına cevap aldıktan sonra da derhal dümenlerini birbirlerinden uzağa kırarlar, çünkü iki taraf da şeytani kötülüklere bulaştığından, karşı tarafın kendilerininkine benzeyen kötü yanına uzun uzadıya tanıklık etmek istemez.

...

"Baylar, bir geminin güvertesinin silinmesi, o esnada sert bir fırtına yoksa, hiçbir şartla ihmal edilmeyen rutin işlerden biridir.Düpedüz batmakta olan gemilerin bile güvertesinin silindiği olmuştur.İşte baylar, deniz kuralları hiçbir şekilde esnek değildir ve denizciler içgüdüsel olarak tertipli olmayı severler.Öyle ki, yüzlerini yıkamadan boğulmayı bile reddederler.

...

Ama şunu da söylemek gerekiyor ki, şiddete bulaşmış insanların en iyi yanlarından biri zaman zaman zengini yağmalamak için sarf ettikleri gücün daha da fazlasını yoksula kol kanat germeye sarf etmeleridir.

...

Gemide, kazanlarda kaynayan balinaya edilen işkence duman olmuş göğe yükseliyor, bir demirciler çarşısından yükselen dumanlar gibi; rüzgâr yönünde fırtınalar ve yağmurlardan haber veren bir kar bulutun yükselişi, öyle anlaşılıyor ki, telaşlı denizcilerin hareketlerini daha da hızlandırıyor.

...

Keşke gam yerine gemi çapası, mahmuz yerine de zıpkınlardan bir demet yaparak o balinaya binebilsem ve semanın en yükseklerine sıçrayarak sayısız çadırların kurulduğu söylenen o efsanevi gök katmanlarının hakikaten de fani gözlerimin menzilinden uzaklarda var olup olmadığını görebilsem!

...

Kara insanları denize has canlıları genel olarak insana hep son derece uzak ve itici hislerle eşleştirmiş olsalar da; denizin uçsuz bucaksız bir terra incognita olduğunu, Columbus'un aklındaki belli bir Batı dünyasına erişebilmek için sayısız dünyanın yanından geçip gittiğini bilsek de; insanların başına gelmiş felaketlerin en korkunçları, çok çok büyük ihtimalle ezelden beri hiç şaşmaksızın denize açılanları hedef almış olsa da, insan denen bebek, ilmi ve becerisiyle böbürlenip dursa ve belki de iyimser bir gelecekte ilmi ve becerisi artacak olsa da; bir an durup düşünecek olursak anlarız ki deniz ilelebet, mahşer günü gelip çatana dek insanı küçük düşürmeye ve öldürmeye devam edecek, onun elinden çıkabilecek en görkemli ve sağlam gemileri tuzla buz edecektir.Fakat insanoğlu özü itibarıyla farkında olduğu denizin korkunçluğunu bu tür olayları tekrar tekrar yaşadıkça hafızasından silmiş gibidir.

..

Nantucketlıların bazıları balinanın Stubb'ın bahsettiği, kuyruğun gitgide küçülüp bittiği yerdeki etine bilhassa düşkündür.

...

Bir deniz savaşının sıcak dehşeti ve şeytani atmosferinin ortasında köpekbalıklarının, kırmızı et doğranan masanın etrafına toplanmış aç köpekler gibi, büyük bir beklenti içinde gözlerini yukarı diktiklerini görebilirsiniz.Öldürülüp de aşağı atılan her adamı anında kapmaya hazırdırlar; güverte denen masadaki yiğit kasaplar birbirlerinin kanlı canlı etlerini yaldızlı ve püsküllü et bıçaklarıyla yamyam gibi doğramakla meşgulken köpekbalıkları da mücevher kakmalı damaklarıyla, itişe kakışa, masanın altında cansız etleri doğramakla meşguldür.Bu meseleyi neresinden ele alacak olursanız olun aşağı yukarı aynı şeyi görürsünüz, yani herkese yetecek kadar köpeklik vardır işin içinde.Köpekbalıkları Atlantik'i geçen köle gemilerinin bir numaralı refakatçileridir, kendilerini ilgilendirecek bir paket aşağı düşer diye, ölmüş bir kölenin ululünce gömülmesi gerekir diye hiç durmadan gemiye eşlik ederler.Çok sayıda köpekbalığının bir araya geldiği ve doya doya tıkındığı başka bir iki durum daha sayılabilir, ama bu kadar çoğuna ve böyle neşelisine ancak deniz ortasında, gece vakti, bir balina gemisinin yanına bağlanmış ölü bir ispermeçet balinasının etrafında denk gelebilirsiniz, başka yerde değil.Böyle bir şey, daha önce görmediyseniz şeytana tapınmanın ve onu tatlı sölerle anmanın uygunsuzluğuna dair acele karar vermeyin.

...

Peki, balinayı kendi yağıyla yanan lambanın ışığında yiyen Stubb'ın yaptığı ayıptan da öte, öyle mi?

...

İnanılır şey değil, ama o sırada ölü balina gibi büyük bir avın peşine düşmüş olan köpekbalıkları, normalde hiçbir ayrım yapmaksızın her türlü ete saldırsalar da, o esnada insana pek dokunmazlar.

...

Bizzat şeytan o adam.Kuyruğunu görmüyorsan katlayıp göz önünden kaldırdığı, kıvırıp cebinde sakladığı içindir.

...


Balina gibi böyle büyük bir hayvanın dünyayı bu kadar küçük gözlerle görmesi ve fırtınaların sesini tavşan kulağından küçük kulaklarla duyması acayip değil mi?Peki ya balinanın gözleri Herschel'in büyük teleskobunun lensi kadar, kulakları da katedrallerin revakları kadar geniş olsa görüşü ve duyuşu daha keskinleşir miydi?Hiç de öyle olmazdı.Öyleyse neden aklınızı "genişletmeye" çalışıyorsunuz?İnceleştirin yeter.


...

Şu ispermeçetin yüz ifadesini görüyor musunuz?Tam olarak öldüğü anki yüz ifadesi bu, sadece alnındaki uzun çizgilerden birkaçı kaybolmuş gibi.Ölüm konusuna kayıtsız, çayırlar gibi huzur dolu bir alın görüyorum orada.Bir de şu diğerinin yüz ifadesine bakın.Yanlışlıkla geminin gövdesine dayanmış ve çeneyi sımsıkı kapayan koca alt dudağa bakın.Bu kocaman başın tamamı ölüm karşısında sımsıkı bir duruşu ifade ediyor gibi görünmüyor mu?Bana gerçek balina bir Stoacı, ispermeçet balinası da belki son yıllarında Spinoza okumuş bir Platoncu gibi geliyor.

...

Bundan sonra bu kocaman canavarın başka yerlerine has özelliklerden ve güçlerden bahsettiğimde, başıyla vurduğu olur olmaz darbeleri anlattığımda cahillere mahsus o inanmazdlığı bir kenara koyacağınızdan ve ispermeçet balinasının Darien Kıstağı'nı delip Atlantik'le Pasifik'i birbirine kattığını anlatacak olursam dahi hafifçe kaşınızı bile kaldırmadan dinleyeceğinizden eminim.Çünkü eğer evinizde beslediğiniz bir balinanız yoksa hakikat konusunda dar görüşlü ve duygusalsınız demektir.

...

Tashtego o başın içinde ölseydi, oldukça özel bir ölüme mazhar olacaktı.En beyaz, en nefis, en güzel kokulu ispermeçet yağının içinde boğulup balinanın gizli iç bölmesini, kutsal odasını kabir belleyecekti.Bundan daha tatlı ölüm deyince akla bir tek Ohio'da içi oyuk bir ağacın kovuğunda bal ararken çok büyük bir peteğe rastlayan ve fazla öne eğildiği için balın içine düşüp oracıkta tahnitlenen bal toplayıcısı geliyor.Sizce kimler bu şekilde Platon'un altın zihnine düşüp orada o tatlı ölüme mazhar olmuştur?

...

Koca bir piramit gibi taşıdığı sessizliğinde gizlidir.Piramit deyince de aklıma şu geliyor: Şark dünyası gençliğinde ispermeçet balinasını tanısaydı onu o çocuksu büyülü fikirlerle dolu zihninde muhakkak tanrılaştırırdı.Sonuçta Nil timsahını dili yok diye yahut ağzından çıkaramayacağı kadar küçük bir dile sahip diye tanrılaştırmışlardı.Olur da şu andan sonra yüksek kültüre erişmiş, şiire hakim bir millet eskinin şen bahar tanrılarına iade-i itibarda bulunup da bugün tek bir Tanrı'nın keyfince hüküm sürdüğü kainatı onların eline teslim edecek olursa, emin olun ispermeçet balinası o yeni zirvelerde Zeus'unki kadar yüksek bir tahta yerleşir.


...

Bazı işlerde takip edilecek en doğru yol özenli bir düzensizliktir.

...

Sag-Harborlu ihtiyar bir balina avcısı bu İbrani hikayesinden şu sebeple şüphe ediyordu: Adamın elinde o eski, süslü, acayip ve akla aykırı desenlerle bezeli bir Kitabı Mukaddes vardı ve bu desenlerden birinde Yunus'un balinası tepesinde iki hava deliğiyle betimlenmişti.Bu özellik yalnızca deniz canavarlarının bir alt türü (gerçek balina ve çeşitleri)  açısından doğrudur ve balina avcıları hava delikleri çok küçük olan bu tür hakkında "deliğine tek bir bozuk para atsan boğulur" yorumunu yaparlar.Fakat bu konuda da Piskopos Jebb'in cevabı hazırdır.Piskoposa göre Yunus balinanın midesine kadar inip orada hapsolmuş diye düşünmemizi gerektiren bir şey yoktur, geçici bir süreliğine balinanın ağzında bir yerde mahsur kalmış da olabilir.İyi yürekli piskoposun bu sözlerini makul görebiliriz, zira hakikaten de gerçek balinanın ağzı, içine iki oyun masası dörder de oyuncu yerleştirmeye yetecek kadar geniştir.Belki Yunus da bu tür bir balinanın bir dişinin oyuğuna yerleşmiş olabilir.Gerçi düşününce gerçek balinaların dişi de yoktur ya, her neyse.

...

Yine de ispermeçet balinasının koku alma konusunda yeterli donanımı olmadığına şüphe yoktur.Gerçi olsa ne işine yarayacaktı ki?Denizde ne güller vardır, ne menekşeler ne de kolonya.

...

Başka şairler antilobun yumuşacık bakan gözlerine, yere hiç konmayan o masal kuşunun tüylerine övgü dolu şiirler şakımıştır; benim şiirim onlarınki gibi yüce nesnelere değil, kuyruğa dair.

...

Dolayısıyla bu insanlara gidip de büyük tufanın ikincisinin geleceğini haber verecek olsanız, "Biz zaten Nuh'un gemisindeyiz!" deyip geçeceklerdir.

...

"Balinaya yılgı geldi."

...

Hiçbir hayvanın ahmakça bir davranışı yoktur ki insanın çılgınlıkları tarafından kat be kat aşılmamış olsun.

...

"Bu deniz canavarının karnında amber aramak boşaydı, dayanılmaz koku buna imkân vermiyordu" Sir T. Browne, Amiyane Hatalar

...

Bu kadar büyük bir cüsseden çıkan kokunun şiddeti öyle yoğundur ki, vebanın vurduğu ve insanların ölülerini gömmeye yetişemediği Asur şehrini bile gölgede bırakır.Hakikaten de bazen en aç gözlüleri bile yakınına demir atmaktan alıkoyacak kadar berbat bir kokudur bu.

...

Hava durgunken açık denizde yüzmek, iyi yüzme bilenler için karada yaylı at arabasıyla seyahat etmek kadar kolaydır.Ama bu işin tahammül etmesi zor tarafı yapayalnız yapılmasıdır.Öylesine merhametsiz bir enginliğin orta yerinde insanın kendiyle kalması, aman yarabbi!Böyle bir şeyi kim idrak edebilir?Bundan sonra en durgun havalarda bile açık denizde yıkanan denizcileri gördüğünüzde gemilerine nasıl sımsıkı tutunduklarına ve geminin dibinden ayrılmadıklarına siz de dikkat edin.

...

"İncil sayfası gibi olsun, İncil sayfası gibi" Zabitlerin kıymacıya verdikleri standart emir budur.Bu şekilde işini daha dikkatli yapması, yağı daha ince dilimlemesi gerektiğini hatırlatırlar ona, çünkü böyle yaptığı takdirde yağ kaynatma işi de hızlanır ve hem niceliği hem de muhtemelen niteliği artar.

...

Kimi kederde bilgelik vardır, ama bazı deliliklerde de keder vardır.

...

İşte böylesinw geniş ve açık ufuklu bir konunun yarattığı derin hisler böyledir, böyle yücelticidir.Biz de konumuzun cüssesiyle birlikte büyürüz.Görkemli bir kitap yazmak için görkemli bir konu seçmek gerekir.Deneyen çok olduysa da pire hakkında büyük ve kalıcı bir eser vermenin imkânı yoktur.

...

Ahab'ın zıpkınının akıttığı kan Firavun'dan da yaşlıydı.

...

Dolayısıyla tüm bu nedenlerden dolayı, tek tek ölümlü olsalar da balinanın bir tür olarak ölümsüz olduğunu kabul ediyoruz.Daha kıtaların göbek bağı kesilmemişken o bu sularda yüzüyordu; bugün Tuileries'in, Windsor Kalesi'nin ve Kremlin'in olduğu yerlerde dolaşıyordu.Nuh Tufanı sıraında Nuh'un gemisine gülüp geçmişti.Dünya, üstündeki sıçanlardan kurtulmak için bir kez daha sular altında kalacak olursa ölümsüz balina o tufanı da atlatacak ve selin en yüksek noktasında şaha kalkıp kafa tutuşunu simgeleyen köpüklerini göklere püskürtecektir.

...

"Bunlar da senin fırtına kuşların mı Perth?Hep peşindeler.Uğurlu kuşlardır gerçi, ama herkese değil tabii.Baksana, onlar tutuşup gidiyor ama sen aralarında yaşamaya devam ediyorsun, ufacık bir yanık bile yok üstünde."

Perth duraklayıp ağırlığını çekice vererek biraz nefeslendikten sonra, "Ben baştan aşağı dağlanmışım da ondan, Kaptan Ahab." diye cevapladı."Dağlanmış yarayı bir daha dağlamak kolay değildir."

...

Ahab da kendi gemisinin kıç güvertesinde dikiliyordu.Saçı başı dağınıktı, kapkara yüzünü inatçı bir gölge kaplamıştı.Biri arkasında bıraktığı işleri kutlamakla, diğeri gelecek olaylara endişelenmekle meşgul bu iki geminin denizde bıraktığı izlerin kesiştiği esnada iki kaptan bu sahnedeki müthiş zıtlığın ete kemiğe bürünmüş halleri gibiydi.

...

"Öyleyse söyle bana, sen her işe koşan, her şeyden anlayan, her şeye burnunu sokan, her şeyi sahiplenen imansız ihtiyarın teki değil misin?Bir gün bacak yapıyorsun, ertesi gün o bacakları tıkıştırmaya bir tabut, öbür gün de aynı tabutu cankurtarana çeviriyorsun.Sen de tanrılar gibi işkesiz çalışıyorsun, onlar gibi her işte gönlün var."

...

Dediklerine göre Titanlar yanardağların kraterlerini oyarken usul usul şarkı mırıldanırmış.Meşhur oyundaki mezar kazıcısı da elinde kürekle şarkı söyler.Sen hiç söylemez misin?

...

"Bu avda benim için en büyük sağlık kaynağı da yaram oldu."

...

"Kırk yıldır kurutulmuş, tuzlanmış şeylerle besleniyorum ki ruhumun da böyle beslenmekten kurumuş olmasına şaşmamalı.

...

Dümenci, hiç bozmadan, dünkü gibi, şimdiki gibi devam et.Ne hoş bir gün.Meleklere sayfiye evi olsun diye yepyeni bir dünya yaratılsa, takdim edileceği ilk gün bile bu anki kadar güzel görünemezdi herhalde.Al sana üstüne düşünülecek bir şey, Ahab.Gerçi Ahab'da düşünecek zaman ne arar.Ahab asla düşünmez, ancak hisseder, hisseder, hisseder.Bu kadarı da fani birini tanımaya yeter!Düşünmek küstahlıktır.Düşünme hakkı ve ayrıcalığı yalnız Tanrı'ya aittir.Düşünme bir ihtiyat ve dinginlik hali ister -yahut esasında öyle olması gerekir.Oysa biim zavallı kalplerimiz güm güm atar, beynimiz uğuldar, yapamayız.Yine de bazen şu beynimin sükunete kavuştuğunu düşündüğüm oluyor.Buz gibi çıtırdıyor şu ihtiyar kafatasım, içindekilerin buza dönmesiyle paramparça olan bardaklar gibi.

...

"Ruhumun gemisi üçüncü kez çıkıyor bu seyahate Starbuck."
"Evet kaptan, dediğiniz gibi."
"Kimi gemiler limandan ayrılırlar Starbuck ve kaybolup giderler."

...

Ey Tanrım!Nedir bu içimden kılıç gibi geçen, ama beni yine de ölü gibi sakin, ümitli kılan, tam ürpertiyle sarsılacakken duruveren şey?

...

Zıpkın fırladı, vurulan balina ileri atıldı ve halat olduğundan neredeyse ateş çıkaracakmış gibi bir hızla akmaya başlayan zıpkın halatı bir an sıkıştı.Ahab halatı kurtarmak için öne eğildi, kurtardı da.Ama boynunu da hızla boşalırken havada halkalanan halata kaptırdı.Kurbanlarını çıt çıkarmadan, yay kirişiyle boğan dilsiz Türk cellatları gibi kendisini sessizce yakalayan halatla birlikte sandaldan fırladı, gidişini sandaldaki kimse fark edemeden.Bir an sonra, halatın sonundaki ilmik bağı da boşalan fıçıyı terk ederken kürekçilerden birini devirerek suya düştü ve derinliklerde gözden yok oldu.

...

"Ve yalnıca ben kaçıp kurtuldum, sana anlatmak için."
                                                                             -Eyub
...

Herman Melville
Moby Dick
Sel Yayıncılık, 2019
Çeviri: Deniz Keskin

8 Mayıs 2021 Cumartesi

Moby Dick'te İshmael'in Başarılı Bulduğu Balina Avı Resimleri ve Tablolar, Herman Melville - Moby Dick

William John Huggins

"Büyük ispermeçet balinasının benim bildiğim dört matbu çizimi var: 
Colnett, Huggins, Frederick Cuvier ve Beale'nin kitaplarında yer alanlar.
Bir önceki bölümde Collnet ve Cuvier'den bahsedilmişti.
Huggins'inki onlara göre çok daha iyidir."



Thomas Beale

"...ama hiçbiri Beale'ninkiyle yarışamaz.
Beale'nin kitabının ikinci bölümünün başında
üç balinayı farklı biçimlerde gösteren çizimde ortadaki hariç bütün ispermeçet çizimleri iyidir."



???

Thomas Beale

"Kitabın başında, ispermeçet balinasına saldıran sandalları gösteren çizim, birtakım salon beyefendilerinin medeniyet veçhesinden eleştirilerine hedef olmuşsa da genel itibarıyla hayranlık uyandıracak kadar gerçekçi ve aslına sadık bir çizimdir."



Thomas Beale


John Ross Browne

John Ross Browne

"J. Ross Browne'ın kitabındaki ispermeçet balinası çizimlerinden bazıları da 
genel hatları açısından gayet iyi olmasına rağmen gravür işlemeleri berbattır.
Bu, yazarın suçu değil elbette."

William Scoresby

"Gerçek balinaya gelince, bu balinanın biçimini en iyi ortaya koyan resimler
Scoresby'nin kitabında yer alır, ama onlar da iyi bir fikir veremeyecek kadar küçük çizilmiştir.
Balina avcılığına dair de tek bir resme yer vermemiştir, ki bu da üzücü bir eksikliktir;
çünkü kanlı kanlı bir balinanın kanlı canlı avcıları tarafından görüldüğü şekline 
benzer bir izlenim edinmek ancak böyle resimler yoluyla 
-tabii iyi kotarılmış olmaları şartıyla- mümkündür.

Ambroise Louis Garneray


Ambroise Louis Garneray

"Fakat her şey hesaba katıldığında balinalara ve balina avcılığına dair en başarılı temsiller,
kimi detaylarda yüzde yüz doğruyu yansıtamasalar da, iki büyük Fransız gravüründe bulunur.
Bunlar Garnery adlı ressamın tablolarından alınmış ve başarıyla işlenmiş grevürlerdir.
Bu gravülerden birincisi ispermeçet balinası avına, ikincisi gerçek balina avına dairdir..."




&



Jean-Baptiste Henri Durand-Brager

???

Garnery'nin eserinde yer alan detaylı gravürlere ek olarak, dikkate şayan iki Fransız gravürü de vardır ki bunlar imzasını "H. Durand" diye atan birinin elinden çıkmıştır.
Gravürlerden biri, şu an ilgilendiğimiz meseleyle doğrudan örtüşmez, 
ama başka sebeplerden dolayı ilgiyi hak eder.
Pasifik adacıkları arasında sakin bir öğlen manzarasıdır karşımızdaki; 
kıyıda bir Fransız balina gemisi demirlemişi tayfa tembel tembel gemiye su çekiyor, 
salınmış yelkenler ve arka plandaki uzun palmiye dalları rüzgarsız havada iyice sarkmış.
Normalde sıkı çalışmalarıyla akıllarda yer etmiş denizcileri 
şarklılara yakışan bir sükunet halinde göstermesi açısından da oldukça kuvvetli etkisi var resmin.



Jean-Baptiste Henri Durand-Brager

Diğer gravür oldukça farklı: Gemi açık denizde, deniz canavarları dünyasının tam göbeğinde, 
rüzgarı başa alıp durmuş, bir yanında bir gerçek balina var; 
balinanın yağlarının kesilip parçalanma işlerinin devam ettiği gemi, 
canavara sanki bir iskeleye yanaşır gibi yanaşmış; bu kıpır kıpır sahneden hızla avara eden bir sandal, uzakta görülen balinaların peşine düşmek üzere.
Zıpkınlar ve mızraklar kullanıma hazır, yere uzatılmış; üç kürekçi direği yuvasına oturtuyor; 
küçük sandal aniden gelen bir dalga yiyince şaha kalkmış at gibi burnunu yukarı dikip sudan çıkarmış.
Gemide, kazanlarda kaynayan balinaya edilen işkence duman olmuş göğe yükseliyor, 
bir demirciler çarşısından yükselen dumanlar gibi;
rüzgâr yönünde fırtınalar ve yağmurlardan haber veren bir kara bulutun yükselişi,
öyle anlaşılıyor ki, telaşlı denizcilerin hareketlerini daha da hızlandırıyor.

Moby Dick
Herman Melville
Çeviri: Deniz Keskin
Sel Yayıncılık

7 Mayıs 2021 Cuma

Robert Walser, İsviçreli Aylak Bir Yazar - Ahmet Uğur Nalcıoğlu


...

Burada adı geçen yazar, Stuttgart'tan Bern'e kadar yürüyen bir yazardır.22 saat hiç durmadan yürüyen bir yazardan söz ediyoruz: 

"Bir keresinde gece saat 2'de Bern'den yola çıktım.Sabah saat 6'da Thun'a vardım.Öğle vakti Niesen'e geldim, akşam üzeri Thun'daydım ve gece yarısı Bern'e geri döndüm."

...

Oğuz Demiralp'in yaptığı yorum, Walser'in durumunu çok net bir şekilde ortaya koymaktadır:

"Bir yazar ne denli kıyıya kenara itilmiş, köşeye atılmış, yaşarken unutulmuş olursa olsun bir gün okunacağı umuduyla ölür.Henüz basılmamış eserlerini de bu umut nedeniyle yok etmez.Elbette bu lafları Robert Walser'i düşünerek ediyorum.Yaşarken gitgide gözden kaybolan, yazısında gizlenip orada başkalarının gözünde bir yeniden doğuşu arayan bir yazar olduğunu düşünüyorum."

...

"Peri masallarının bittiği yerde Robert Walser başlar." Walter Benjamin

...

Onun hakkında yorum yapacak olan herkes şu konuda aynı şeyi söyler; hüzün dolu bir yaşamı olan bu zavallı adamı seviyoruz.Onun biyografisini anlatmak çaresizliktir.Biz onun eserlerini ve biyografisini biliyoruz, neredeyse her şeyi biliyoruz.Aslında pek bir şey bilmiyoruz.İşte onu efsane yapan da budur.

...


Kafka'yı bu denli etkileyen bir yazardan söz ediyorsak bu etkilenmenin nedenlerini ve bu ilişkinin ayrıntılarını ortaya koymakta yarar olduğu kanaatindeyiz.Walser'in Franz Kafka ile ilk bağlantısı geçmişe dayanır.1908 yılında ilk eseri yayınlandığında Franz Blei'nın şu cümlesi aradaki bağı anlatır: "Kafka, Walser değildir, bilakis Prag'da o isimde genç bir adamdır." Sonraları Walser ile Kafka birbirleriyle hiç karıştırılmadılar.Fakat iki yazarı bir arada tutma ve bağlantı kurma geleneği hep devam etti.Edebiyatın 20. yüzyılın tanınmış temsilcileri ile ünlü eleştirmenleri Kurt Tucholsky, Max Brod, Robert Musil, sonraları Walter Benjamin , Hermeann Broch, yakın zamanda ise Martin Walser ile Elias Canetti Kafka'nın Walser'den oldukça etkilendiği fikrine söylemleriyle destek verirler.Canetti olayı daha da ileri bir boyuta taşıyarak Walser'siz Kafka'nın varlığını koruyamayacağını, başarılı olamayacağını iddia eder.

Kafka ile Walser arasındaki akrabalığın var olduğuna inandırmaya çalışmak bir alışkanlık haline gelir.Yazarlar listesi hazırlanırken bile onların isimleri arka arkaya yazılır ve yayınevi kataloglarında resimleri yan yana konulur.Sadece bu gelenek Kafka ile Walser'i mukayese etmek arzusunu haklı çıkarmaz, Kafka'nın onun eserlerine olan ilgisi de buna adeta çanak tutar.Kafka'nın önceki müdürü Ernst Eisner'e gönderdiği uzun mektupta Walser'in genç kahramanlarıyla kendisini özdeşleştirdiği ortaya çıkar.Bunun örneklerini çoğaltmak mümkündür.Kafka'nın Walser'den etkilendiğini dile getirmesi konuyu özetler niteliktedir.

...

"Robert Walser okunmak istiyordu, tanınmak değil." Catherine Sauvat

...

"Robert Walser'i okuyabilirsiniz ama onun hakkında hiçbir şey okuyamazsınız." Walter Benjamin

...

Walser'in yazmasını engelleyen tek şeyin onun ruhsal sıkıntılarının var olması değildir.Klinikteki kuralların katı olması kendisini baskı altında hissetmesi, yazamamasının nedeni olarak görülebilir.Walser de Carl Seelig'e bu yönde açıklamalarda bulunur:

"Bir yazarın üretebileceği tek zemin özgürlüktür.Şartlar yerine getirilmediği sürece yazmayı kesinlikle reddederim."

...

Kliniğe yatmak üzere, herhangi bir sert tepki ya da büyük bir mukavemet göstermeden oraya giden birinin klinik girişinde kız kardeşiyle böylesi bir diyaloğu gerçekleştirmesi onun hastalığının o andaki boyutları ve bilincinin derecesi hakkında bize açık bilgiler vermektedir.Bu konuşma, daha önce tartışmaya açtığımız "doktorlar mı haklı yoksa edebiyat eleştirmenleri mi" konusunda edebiyat eleştirmenlerini haklı çıkarır niteliktedir.Walser'in biilincinin, olayları yorumlayacak derecede yerinde olduğu şüphe götürmez bir durumdur.Fakat önceden  de bahsettiğimiz "Robert'in Lisa'ya kayıtsız şartsız güvenmesi" şeklindeki görüşümüzün doğruluğu bu diyalog ile bir kez daha ortaya çıkmış oluyor.Kız kardeşine yönelttiği "Doğru mu yapıyoruz?" sorusuna cevap alamamasını 'evet' diye yorumlaması sonucunda tam itaat göstererek içeri girer.Buradaki 'itaat' aslında 'güven'in uzantısıdır.

...

Çok sevdiği annesini 22 Ekim 1984'te kaybeder.Kız kardeşine yazdığı mektuplarında hep annesinden ve ona olan sevgisinden bahseder.Bu sevgisini romanlarında kahramanları aracılığıyla dile getirir.."Die Knaben" (Erkek Çocuklar) adlı eserinden annesini kaybeden ve bu yüzden intihar eden genç bir adamı ana figür olarak karşımıza çıkarır.Eserde bu sevgi, "yaşama olan sevgim, anneme olan sevgimden daha fazla değildir ve o ölmüştür." sözleriyle dile getirir.Der Gehülfe (Yardımcı) adlı romanda ise ana figür Joseph annesini küçük yaşta kaybetmiştir ve onunla ilişkisi hatırladığı kadarıyla aktarılır.Bu aktarımlarda anne güler yüzlüdür ve dostça bakar.Geschwister Tanner (Tanner Kardeşler) adlı romanda da genç kahraman Simon; "anne her şey için bir çıkış noktasıdır." cümlesiyle anneye verdiği değeri ve ona olan sevgisini ortaya koyar.

...

Yayıncı Samuel Fischler, ona Polonya'ya veya Türkiye'ye seyahat yapmasını teklif eder.Walser, önce Polonya sonra Türkiye, ardından da Hindistan olmak üzere üç ülkeyi hedefleyen bir seyahat planı hazırlar.Fischler'in tüm masrafları üstlendiği bu seyahattan vazgeçerek tren ve gemi biletleri ile tüm çekleri geri verir.Bavullar açılır ve Walser ıhlamur ağaçları altındaki gezilerine kaldığı yerden devam eder.Walser bu durumu mizahi bir şekilde açıklar: "Odamdan ayrılamıyorum ve bavulum çok eskidi, onu uzak seyahatlere göndermek bana acı veriyor."

...

Yaşamının bir bölümünde hastalığı nedeniyle kendisini hapsettiği otel odasında kurşun kalemle ve olabildiğince küçük harflerle takvim yapraklarından tutun da vergi ödeme kağıtlarından, kartpostalların boşluklarından, mektupların boş kalan kısımlarına kadar yazdığı "mikrogram" olarak adlandırılan yazılar, Walser'in farklı yazar grubuna dahil edilmesindeki en önemli unsurların başında gelir.

...

Bu 526 mikrogramın çözülmesi yıllar almış ve ancak 1972 yılında yayımlanabilir hale getirilmiştir.O ana kadar varlığından hiç kimsenin haberdar olmadığı Robert Walser'in de hiç sözünü etmediği ünlü "Der Rauber" (Haydut) adlı romanı da bu mikrogramların arasından çıkmıştır.

...

Alkole olan düşkünlüğü artar, bunun yanı sıra kabuslar görür ve sinir krizleri geçirir.İntihara teşebbüs eden Walser'in tek başına yaşayamayacağı artık çok açıktır.Tüm bunlara bir de, deyim yerindeyse ailesinin de psikolojik hastalıklar konusunda adının çıkmış olması eklenince hasta olduğuna kanaat getirilmesi ve bunun sonucu olarak kliniğe yatırılması kaçınılmaz olur.Robert'in annesi kronik depresiftir, ağabeyi intihar etmiştir.Tüm bunlar onun Waldau'daki senatoryuma yatırılması için geçerli nedenlerdir.

...

Robert Walser karlı bir tepenin üzerinde soğuk bir Aralık günü ölü olarak bulunur.Ayak izlerinin bittiği yerde kalp krizi geçirerek hayata veda eder.


...

Esra Yalazan karda yatan Walser'i resmederken onun hem kişisel özelliklerini hem de edebi yönünü harmanlayarak gazetesinde yaptığı yorumda şu cümleleri yazar:

"Yalnızlığına eşlik eden fötr şapkası cesedinin birkaç adım ötesinde duruyordu.Sağ kolu bir ağacı işaret eder gibi yana doğru açılmış, karların üzerine kopuk bir dal gibi devrilmişti.O gün her zamanki gibi isyankâr, soylu, karmaşık düşünceleriyle mi yürüyüşe çıkmıştı?Zihninden, kalbinden akıp geçen son duygu kırıntısı neye benziyordu?

Bu soruların arasında hâlâ ağabeylerinin sesini duyuyordum: "Çok yabani bir tarafın var...Seni kırması gereken şeylerden hiçbir biçimde incinmiyorsun, dünyanın ve hayatın ahvalinden doğan, çok sıradan şeylere kırılıyorsun.Tüm insanlar gibi bir insan olmayı denemelisin, o zaman kendini kesinlikle daha iyi hissedersin."

Walser'e dönüp "Sen tüm insanlar gibi olmadığın için yazabildin ve tam da bu yüzden milimetrik harflerinle, reddettiğin toplum kurallarıyla, isyanın şiiriyle edebiyat tarihinde iz bıraktın" dedim."Biliyorum" dedi Simon'un sesiyle; "uzaklara bakmak insanı mutluluktan uçururken, böyle güzel bir günde kaygılanmak niye?"

...

Eğer Walser "Ben körüm ve her şeyi görüyorum, dilsizim ve konuşuyorum, hiçbir şeye kulak vermem ve oldukça yetenekli bir dinleyiciyimdir." şeklinde bir şey söylüyorsa paradoksta bir hassasiyeti resmediyordur.

...



ESERLERİ

Tanner Kardeşler

...

"Karşısında böyle tatlı tatlı konuşan kişinin kendisinde nasıl bir intiba bıraktığı konusunda tereddütleri varmış gibi görünüyordu.Bu konuda kesin bir hüküm veremiyordu, aklı karışıktı ve bunun verdiği bir çekingenlikle yumuşak bir ses tonuyla sordu: "Genç adam, hakkınızda münasip bir yerden malumat alabilir miyim?" "Münasip bir yer mi? Ne kastettiğinizi bilmiyorum.Hiçbir şekilde alamasanız daha münasip olurdu.Kimden bilgi alacaksınız?Hangi amaçla bunu yapacaksınız?Diyelim ki size çok iyi bir aileden geldiğimi, babamın saygıdeğer biri olduğunu, erkek kardeşlerimin becerikli olduklarını fakat istikrarlı olamadıklarını , bana umut bağlanabileceğini, bana az da olsa güven duyulabileceğini ve benzeri şeyler söylense hakkımda ne öğrenmiş olurdunuz?Hiçbir şey öğrenmiş olmazdınız ve beni dükkanınıza gönül rahatlığıyla tezgahtar olarak almak için en ufak gerekçeniz kesinlikle olmazdı.Hayır, Beyefendi, bu tip sorgulamanın genel olarak beş paralık kıymeti yoktur.Eğer size bir şeyler tavsiye etmeme izin verirseniz bunlardan uzak durmanızı tavsiye ederim.Hayır, efendim, beni kullanmayı düşünüyorsanız geçmişte çalıştığım yerdeki patronlarımdan daha cesaretli olmanızı ve benim sizde bıraktığım intibaa göre işe almanızı rica ediyorum.Ayrıca gerçeği ifade etmek gerekirse elde edeceğiniz bilgiler hakkımdaki tüm gerçekleri değil de sadece kötü olanları seslendirecektir."

...

"Annem ölünce beni bir bankaya çırak olarak verdiler.İlk sene oldukça iyi idare ettim.İkinci sene kendimi örnek-çırak gibi görüyordum ama çıraklığımın üçüncü senesinde müdür zaten kafasında beni kovmuştu çoktan.Bana emir vermeye yetkili olmayan amirlerime karşı küstahtım.Her şeyin, her mobilyanın, her nesnenin, her sözün bana acı verdiğini hatırlıyorum.Bana uzak bir şehirde iş aradılar.Oradan ayrıldım böylece.(...)Ben hala tüm insanların en işe yaramazıyım.Hayatımı bir ölçüde bile olsa düzene soktuğumu gösterecek bir takım elbisem bile yok üzerimde.Hayatta belirli bir seçim yaptığıma işaret eden hiçbir şey görmüyorsunuz bende.Hala hayatın kapısı önünde dikiliyorum, kapıyı çalıp duruyorum, pek ürkekçe tabii ve kapının sürgüsünü açmaya gelen biri var mı diye heyecan içinde kulak kabartıp dinliyorum.Bu biraz sıkı bir sürgü ve insan dışarıda durup kapıyı çalanın bir dilenci olduğunu hissederse, o kapıya bakmak istemez.Ben sadece kulak kabartan ve bekleyen biriyim, bu konuda olgunlaştım tabii, çünkü beklerken hayal kurmayı öğrendim.Kendi mesleğimi bulma fırsatını kaçırdım mı acaba?Hangi meslek olsa ancak bu kadar ilerleyebilirdim.Ben, kullanmasını bilen herkese kendi bilgimi, gücümü, fikirlerimi ve sevgimi sunuyorum.Eğer biri parmağını kaldırıp beni çağırırsa şu uluyan rüzgar gibi fırlarım, gözümü kırpmadan tüm hatıralarımı çiğneyip aşarım."

...

Yardımcı

"Uşak Joseph Marti, şüphesiz ki 24 yalındaki Robert Walser ile aynıdır."
                                                                                                        Karl Wagner

...

"Şu Allah'ın dünyasında saf bir sevinç yaşayıp zevk almam için ille de aşağılanarak kırbaç yemem mi gerekiyor?"

...

Jakob von Gunten

...

"Arkadaşımın en güzel romanı." 
                                           Franz Kafka

Jakob, birilerine düzgün ve dürüstçe hizmet etmenin tek yolunun kendi menfaatini düşünmemek olduğu fikrindedir.

"Tüm öğrenciler, Klaus, Sclacht, Schlinski, Fuchs, uzun Peter, ben ve diğer tüm öğrenciler bir konuda eşit durumdayız; tam bir yoksulluk ve bir başkasına bağımlılık ve muhtaçlık.Küçüğüz biz, onursuz olacak kadar küçüğüz.Cebinde bir Mark harçlığı olan yüce bir prense addedilir."

...

"Benjamenta enstitüsüne geldiğimden beri kendi kendime bile sır olmayı başardım.Artık kalemi bırakıyorum elimden, düşüncelerle yaşamayı da...artık hiçbir şey düşünmek istemiyorum.Tanrı düşüncesiz insanlarla gider.O halde hoşça kal Benjamenta enstitüsü."

...


Robert Walser, İsviçreli Aylak Bir Yazar
Ahmet Uğur Nalcıoğlu
Çizgi Kitabevi