14 Ekim 2019 Pazartesi

mephisto, bir kariyerin romanı, klaus mann



İnsan böyle güler mi hiç?Doğru dürüst bir hayat yaşayan hiç kimse böyle gülmez...

---

Sahnedeki orkestra, Richard Strauss'un senfonilerini icra edecek kadar kapsamlıydı.Ama küstah bir kakafoni içinde yalnızca askeri marşlar ve Reich'ta zenci ahlaksızlığı diye ayıplansa da başbakanın doğum gününde mahrum kalmak istemediği şu caz müziği çalıyordu.



---

Bonetti'nin alnında öfkeden şişen damarları görülüyordu ama öfkesinden suratında siyah çukurlar çıkaran Hans Miklas'tan daha derinden ve tutkulu kızan kimse yoktu.

---

Theophil yine ciddileşmişti.Düşünüyor gibiydi, düşünürken de siyah bıyığının altındaki mor dudakları durmadan kıpırdıyordu.Ağzının bu heyecanlı oyunu insanı ürpertiyor, et yiyen bitkilerin veya önlerindeki yemi kapan balıkların hırsla emme hareketini hatırlatıyordu.

---

Başkalarının acıları konusunda tecrübeliydi fakat küçüklüğünden beri kendi acılarını, kendi çaresizliğini çok ciddiye almayı veya paylaşmayı kendine yasak etmişti.

---



"On bir, on iki yaşlarındaydım, bizim lisenin erkek korosunda şarkı söylememe izin verdiler.Çok sevinmiştim, galiba diğer herkesten de daha iyi şarkı söyleyebiliyordum -şimdi o küçük, şeytani hatıra geliyor, dikkat et, anlatınca hiç de öyle berbat gelmeyecek.Bizim erkek korosu bir düğün vesilesiyle kilisedeki merasime eşlik edecekti.Büyük bir olaydı, hepimiz çok heyecanlıydık.Bense şeytana uydum, öne çıkmak istiyordum.Koromuz ilahiye başlayınca iğrenç bir fikre kapıldım, herkesten bir oktav tiz söyleyecektim.Sopranomla acayip övünüyordum, galiba tiz sesim kubbede yankılanınca güzel bir efekt yapar diye düşünüyordum.Gururdan kabara kabara orada dikilip keskin sesimle şarkı söyledim, koroya şeflik eden müzik hocası o an cezalandırmaktan çok, tiksinmiş gözlerle bana bakıp şöyle dedi: 'Sessiz ol be!' Anlıyor musun, Barbara?" diye bağıran Hendrik ellerini alev alev yanan yüzüne koydu."Ne kadar dayanılmaz olduğunu anlıyor musun acaba?Kuru kuruya, o kadar sessizce dedi ki 'Sessiz ol be!' diye.Bense kendimi sevinç nidaları atan bir büyük melek sanıyordum..."Hendrik'in sesi kesildi.Uzunca bir aradan sonra, "Böyle hatıralar bazen içine girmek zorunda kaldığımız küçük cehennemler gibidir..." dedi.



---

Hendrik Höfgen gibi adamların sağlayabileceği tek mutluluk tahrik edici varlıklarının, büyüleyici yakınlıklarının mutluluğuydu...

---

Her şeye oyunmuş gibi, soğuk bir merakla el atıyorsun.Devrim inancı senin için ilginç bir psikolojik tezahürden ibaret.Bizim içinse hayatın en kutsal gayesi.

---

Hakikatin ve geleceğin bizde olduğunu daha bugünden biliyorsunuz.Ama itiraf edip sonuçlarına katlanmaktan biraz korkuyorsunuz, o kadar.


---

Onun devrimci taktiği, Devrimci Tiyatro'nun provalarına başlamamak için her gün yeni kulplar bulmaktı.

---

Kendisi, babası veya arkadaşları için kıymetli ve vazgeçilmez ne varsa hepsinden nefret edip tiksindiğini fark ediyordu.

---

Barbara ise şöyle düşünüyordu: "Almanya'nın şerefinden ötürü niye böyle heyecanlanıyor?Bu anlaşılmaz kavramla tasavvur ettiği nedir acaba?Almanya'nın yine tanklarının ve denizlatılarının olması onun için sahiden bu kadar önemli mi?Önce şu kötü öksürüğünden kurtulmaya, iyi bir rolde başarılı olmaya ve her gün karnını doyurabilmek için biraz daha para kazanmaya bakması lazım halbuki.

---

Burada iktidara talip olan cehennemin ta kendisi.

---



Hendrik'in övündüğü "hayatın merkezine" aşık Nicoletta sahiptir.Başkaları da buna sahip olduğunu iddia edebilir, mücadele ve sabırla "o günü" bekleyen Ulrichs mesela.Bu inançlı adam kendine ve inanan dostlarına "O gün gelecek!" diye vaatte bulunmaktadırçGenç Miklas'ın içindeki ses de neşeli bir kesinlikle, "O gün gelecek!" diye müjdeler.Kastettiği, Führer'in nihayet iktidara geleceği güzel gündür: O gün bütün düşmanları mahvolacaktır.Herkesten önce mahvolacak kişi de en fena ve iğrenç düşmanı Höfgen'dir.Miklas'ın, kariyerini uzaktan aciz bir garazla izlediği bu menfur adamın düşüşü "büyük günün" en mutluluk veren olayı, planın da bir parçası olacaktır.

---

Bu ülkede iktidarı pis yalanlar gasp etmekte.Toplantı salonlarından, mikrofonlardan, gazete sütunlarından, beyaz perdeden böğürtüler çıkıyor.Ağızlarını açınca irin çıkıyor, leş kokusu yayılıyor.Bu koku birçoklarını ülkeden kaçırıyor, kalmaya mecbur olanlar içinse zindana, berbat kokan bir hapishaneye dönüyor.

---

Ah, yollarda kıyamet atlıları geziyor, ülkeye yerleşip iğrenç bir idare kurmuşlar.Buradan dünyayı fethetmek istiyorlar: Evet, niyetleri bu işte.Kıtalara hükmetmek, denizlere hakim olmak istiyorlar.Biçimsizlikleri her yerde sevilip sayılacak.Çirkinliklerine yeni bir güzellik diye hayran olunacak.Bugün gülerken yarın önlerinde diz çökecekler.Küçük düşürüp mahvedebilmek için harp yoluyla dünyaya saldırmaya kararlılar -tıpkı bugün hükmettikleri ülkeyi, üstünde kafra bulutlar dolaşan ve tanrının öfkeyle sırtını döndüğü vatanımızı küçük düşürüp mahvettikleri gibi.Vatanımız karanlıklar içinde.Eyaletlerinde kötü adamlar kol geziyor - büyük otomobilleri, uçakları veya hususi trenleriyle.Kibirle dolanıyorlar etrafta.Çarşı pazar demeden her yerde anlatıyorlar safsatalarını.Kendilerinin veya alçak yardımcılarının göründüğü her yerde aklın ışığı sönüyor, ortalığa karanlık çöküyor.



---

Doktor Ihrig yıllarca öfkesini kusmuş, Marksist sanat anlayışının bütün meselelerinde belirleyici mercilerden birine dönüşmüştü.Nasyonal sosyalistler iktidara gelince Neues Börsenblatt'ın Yahudi yazı işleri müdürü makamından çekildi.Hem anne hem baba tarafından bütün atalarının ari ırktan olduğunu ve hiçbir zaman sosyalist partilerden birine mensup olmadığını ispatlayabilen Doktor Ihrig ise gazetede kalabildi.Sonra, pek tereddüt etmeden, baştan aşağı milliyetçi ruhla dolan Neues Börsenblatt'ın sanat köşesini yeniden işgal etmeye başladı.Doktor Ihrig kurnazca, "Burjuvaya ve demokratlara hep karşı olmuşumdur," diyordu.Gerçekten de eskisi gibi "gerici liberalizme" karşı ateş püskürmeye devam edebiliyordu - tek değişen, antiliberal tavrının biçimiydi.

---

Birbirleri hakkında düşünceleri aynıydı: "Tabii, azizim, sen de aynı benim kadar adi bir herifsin." Bu düşünceyi ikisi de birbirlerinin gözlerinden okuyabiliyordu.Onun için utanıyorlardı.

---



Kötülüğün bu derece kendinin farkında olması, şeytanın, tüyler ürperten mertebesinden duyduğu gurur çok eğlendirmişti onu.

---

Hadi itiraf edin: Topluluğa bal gibi de uymaktadır, onların sahte haysiyetinin, isterik coşkusunun, kibirli bilmişliğinin ve ucuz şeytanlığının aynısına sahiptir.







---

İktidara gelmelerini hasretle beklediğin makam ve şahıslara başkaldırmaya cüret ediyorsun.Ama sen zayıfsın, genç Miklas, koruyucun da yok.

Sevdiğin iktidar zalim.Eleştiriye tahammülü yok, başkaldıranlar da paramparça ediliyor.Paramparça ediliyorsun çocuk, içtenlikle tapındığın tanrılar tarafından.Yere düşüyorsun, küçük bir yaradan bir parça kan sızıyor otlara, dudakların da ışıldayan alnın kadar beyaz artık.

Kimse ağlamaz mı acaba bu düşüşe, bu kadar büyük, bu kadar ateşli ve bu kadar fenalıkla boşa çıkraılmış bir ümidin sona erişine?Kim ağlayacaktı ki?Neredeyse hep yalnızdın.Annene yıllardır yazmıyordun, yabancı biriyle evlenmişti, baban zaten ölü, Dünya Savaşı'nda öldürülmüştü.Kim ağlayacaktı ki?Cefalarla harcanmış gençliğinin, cefalı ölümünün üstüne kim bir şeyler örtecekti?Bari biz kapayalım gözlerini de daha fazla açık kalıp bu suskun yakarış, bu tarifsiz sitemle bakmasınlar göğe doğru.Çetin yaşamının izin verdiğinden daha müsamahakâr olabildin mi artık, zavallı çocuk?Olduysan bağışlayabilirsin belki, cesedinin üstüne tek eğilenlerin biz düşmanların olmamızı.

...
Mephisto (1981) - Istvan Szabo


İhanete uğramayan hiçbir şey kalmadı, elbette kalmayacaktı, derken bir sabah odanda birtakım üniformalı herifler bitiverdi, daha önce de işin olmuştu onlarla, eski tanıdıklardı - aşağıda bekleyen bir arabaya binmeni rica ettiler.Çok fazla karşı koymadın.Şehrin birkaç kilometre dışında bir koruya götürdüler seni.Serin bir sabahtı, üşüyordun ama eski arkadaşlarından battaniye veya palto veren olmadı.Araba durdu, birkaç adım yürümeni emrettiler.O birkaç adımı yürüdün.Otların kokusunu bir defa daha duydun, sabah rüzgarı dokundu alnına yine.Dimdik duruyordun.Arabadakiler yüzünün tarifsiz kibirli ifadesinden korkabilirlerdi ama yüzünü görmüyorlardı, tek gördükleri sırtındı.Sonra silah sesi geldi.

Haftalardır sahne almadığın devlet tiyatrosuna araba kazası geçirdiğini bildirdiler.Haberi metanetle karşıladılar, doğruluğunu kontrol etmeye meyilli kimse yoktu.Fraulein Lindenthal şöyle dedi: "Korkunç, gencecik oğlan.gerçi pek sevmezdim.Bilmem neden, rahatsız edici duruyordu, sizce de öyle değil mi, Hendrik?Bakışları çok fenaydı..."



---

Gerçek Alman gençliği dünyaca ünlü yaşlı adamı iyi bir dövmeye, sonra bir arabaya bindirip en yakın toplama kampına teslim etmeye kararlıydı.Çete, villada sadece korkudan titreyen bir hizmetçi bulunca kudurdu.Milli dava uğruna yine de bir şeyler yapmak, gece gezintilerine de biraz anlam katmak için yaşlı kadıncağızı biraz tartakladılar, üst kattaki kütüphanede eğlenmeye başlamadan önce de onu bodruma kapattılar.Gerçek Alman gençliği Goethe ile Kant'ın, Voltaire ile Schopenhauer'in, Shakespeare ile Nietzsche'nin eserleri üstünde tepiniyordu.Bu üniformalı gençlerin tiksintiyle yaptıkları tespite göre hepsi Marksizmdi.Lenin ile Freud'un yazıları şömine ateşine düştüğümnde sevinçten dans etmeye başladılar.Evlerine dönerlerken, müsteşarın evinde nihayet birkaç güzel saat geçirebildiklerini söylüyorlardı.

---

Artık Dostoyevski ruhuyla yapılacak bir şey kalmamış, Herr Katz ticaret dairesine kesinkes hapsolmuştu.

---

Eskiden yumruğunu sıkıp kızıl cephe selamıyla karşıladığı komünist sahne işçilerinden hiçbirinin tiyatroda bulunmadığını görünce bir ferahlık hissetti.Kaldıkları yeri sormaya cesaret edemiyordu.Belki döve döve öldürülmüş, belki içeri atılmış, belki göç etmişlerdi.





Mephisto
Bir Kariyerin Romanı
Klaus Mann

Everest Yayınları
Türkçesi: M. Sami Türk

Sahneler:
Mephisto (1981)
Istvan Szabo

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder