Ne tuhaf, zavallı karımı çok sık düşünüyorum, ama her seferinde azar azar düşünebiliyorum ancak.
---
Bana öğrettiğin, böyle zamanlarda beni rahatlatan bir mısra vardı hani...Tamam, hatırladım! "Ne faziletler var ki Tanrım, bizi nefret ettirdin!"
---
Aslında büyükannemin gönlü zihinsel bir yarar sağlamayacak olan herhangi bir şeyi satın almaya asla razı olmazdı; özellikle de, rahatlığın ve gururun tatminlerinden başka şeylerden haz almayı öğreten güzel şeylerin sağladığı yarara değer verirdi.Birisine faydalı denilen türde bir hediye, bir koltuk, bir sofra takımı, bir baston alması gerektiğinde bile, bunların "antika" olanını seçerdi; eşyaların eskimişliği yararlı olma özelliklerini onun gözünde adeta siler, bizim ihtiyaçlarımızı karşılamaktan çok eski zaman insanlarının hayatını bize aktarma işlevini yüklenirlerdi sanki.
---
Françoise'ın dahil olduğu türdeki hizmetkarlar, eve ilk defa gelen bir yabancının en hoşlanmadığı hizmetkarlardır, çünkü belki ev sahiplerinin bu misafire ihtiyaçları olmadığını ve kendilerini işten atmaktansa onu misafir etmekten vazgeçeceklerini bildiklerinden, misafirin gönlünü kazanma zahmetine girişmeyip herhangi bir kibarlık göstermezler; ama aynı zamanda, efendilerinin üzerine titrediği hizmetkarlardır, çünkü efendiler bir misafirde olumlu izlenim bırakan, fakat genellikle iflah olmaz bir beceriksizliği gizleyen o sahte letafete, yaltakçı gevezeliğe değer vermezler ve onların gerçek yeteneklerini tecrübeyle bilirler.
---
Odamdaki bu loş serinliğin sokaktaki kızgın güneşle ilişkisi, gölgenin ışıkla ilişkisi gibiydi, yani onun kadar ışıltılıydı ve dışarıda geziyor olsam duygularımın ancak kısmi olarak tadına varabileceği yaz mevsiminin eksiksiz bir görüntüsünü sunardı hayal gücüme; böylece (kitaplarımda anltılan heyecanlı maceralar sayesinde) akan bir suyun içinde kıpırtısız duran el misali, bir hareket selinin sarsıntısını ve canlılığını taşıyan dinlenmeme uyum sağladı.
Ne var ki büyükannem, fazlasıyla sıcak hava bozmuş, bir fırtına çıkmış ya da sağanak bastırmış olsa bile, gelip dışarı çıkmam için yalvarırdı.Ben de elimdeki kitabı bırakmak istemeyip okumaya bahçede devam eder, kestane ağacının altındaki hasır ve bezden küçük çardağın kuytusuna, aileyi ziyarete gelebilecek kişilerin beni göremeyeceğini düşündüğüm bir yere otururdum.
Zihnim de dışarda olup bitenleri seyrederken bile içine gömüldüğüm bir başka yuvaydı.Dışarıdaki bir nesneyi gördüğümde, gördüğümün bilinci nesneyle arama girer, etrafını maddesine doğrudan dokunmamı engelleyen ince bir manevi şeritle kuşatırdı; tıpkı ıslak bir nesneye yaklaştırılan akkor halindeki bir cismin önünde daima bir buharlaşma kuşağı oluşturarak ıslaklığa değmediği gibi, gördüğüm nesnenin maddesi de -ben onunla temas etmeden- adeta buharlaşırdı.Kitap okurken, bilincim birbirinden farklı durumların hepsini aynı anda, adeta alacalı bir ekranda sergilerdi; benliğimin en ücra köşelerine gizlenmiş özlemlerden bahçenin sonunda gördüğüm, tamamen dışsal olan ufuk çizgisine kadar uzanan bu farklı durumlar arasında en öncelikli, en çok bana ait olanı, hareket halindeki bir kontrol düğmesi gibi her şeyi yöneten güdü, okumakta olduğum kitabın felsefe zenginliğine, güzelliğine olan inancım ve hangi kitabı okuyor olursam olayım, bu zenginliği, bu güzelliği kendime mal etme isteğimdi.
---
"Akıp gider, uzun sürmez mutluluğu kötülerin"
---
"Ormanlar kapkara oldu bile, ama gökyüzü hâlâ mavi"
---
Nasıl ki Fabre'ın gözlemlediği zarkanatlılardan örümcek yabanarısı, kendisi öldükten sonra yavrularının taze et yiyebilmesi için, zalimliğini anatomiyle destekleyerek, avladığı bitki bitleriyle örümceklerin, ayakların hareketini kontrol eden, ama diğer hayati işlevleri etkilemeyen sinir merkezini olağanüstü bir bilgi ve beceriyle deler ve böylece felç ettiği böceğin yakınına bıraktığı yumurtalardan çıkacak kurtçuklara, kaçması, direnmesi imkansız, ama katiyen çürümemiş, uysal, zararsız bir av sağlarsa, Françoise da evi bütün hizmetkarlar için tahammül edilmez hale getirme yolundaki değişmez amacını gerçekleştirmek üzere, müthiş ustalıklı ve acımasız kurnazlıklara başvururdu; mesela o yaz neredeyse her gün kuşkonmaz yememizin sebebi, yıllar sonra öğrendik ki, kuşkonmazları ayıklamakla görevli bulaşıkçı kızın kuşkonmaz kokusu yüzünden sonunda işten ayrılmasına yol açan, şiddetli astım krizleri geçirmesiymiş meğer.
---
Benim her yerde dostlarım vardır; yaralanmış, ama mağlup olmamış, kendilerine acımayan, mağfiretsiz bir tanrıya, acıklı bir inatla, birlikte yakarmak üzere birbirine yaklaşmış ağaç kümelerinin bulunduğu her yerde."
---
Yaz gecelerinde ahenkli gökyüzü vahşi bir hayvan gibi gürler, herkes fırtına yüzünden surat asarken, ben, Meseglise tarafı sayesinde, tek başıma, vecit içinde, yağan yağmurun sesinin ötesinden görünmez ve inatçı leylakların kokusunu içime çekerdim.
---
Nasıl ki zeki bir insan, bir başka zeki insana aptal görünmekten korkmazsa, seçkin bir adam da seçkinliğinin büyük bir soylu tarafından değil, kaba saba bir köylü tarafından anlaşılmamasından korkar.Dünya kurulduğundan beri insanların göze aldığı zihinsel çabaların ve bol keseden savurdukları kibirli yalanların dörtte üçü, kendilerinden daha aşağı seviyede bulunan kişiler uğruna harcanmıştır ve aslında kendilerini küçültmekten başka işe de yaramamıştır.Düşeslerin karşısında sade ve rahat olan Swann da, bir oda hizmetçisinin karşısında aşağılanmaktan korkar, gösteriş yapardı.
---
Odette şu tür yorumlarda bulunurdu sık sık: "Tabii ki şiirler doğru olsaydı, şairler bütün söylediklerine inansalardı, şiir dünyanın en güzel şeyi olurdu.Ama çoğunlukla şairler dünyanın en çıkarcı insanları oluyorlar.Konunun yabancısı değilim, bir arkadaşım, bir şair bozuntusuna aşıktı.Adam şiirlerinde hep aşktan, gökyüzünden, yıldızlardan söz ediyordu.Kızcağız fena kazık yedi!Adam üç yüz bin frangını çarptı."
---
Şimdilik, Odette'i armağanlara boğarak, ona çeşitli yardımlarda bulunarak, kendi şahsının, zekasının dışında birtakım avantajları kullanıyor, ona kendisini kişiliğiyle beğendirmenin yorgunluğundan kurtulabiliyordu.
---
Ama Swann kendine dert icat etmeyi bilmiyordu.Üzüntüleri kendisine dışarıdan gelmiş olan bir acının hatırasından, devamından ibaretti.
---
...Hemen ardından, öfkeyle ekledi
"İnanılır gibi değil, pis hayvan!" Mme Verdurin farkında olmadan, belki aynı kendini haklı çıkarma içgüdüsüyle, -tıpkı Françoise'ın Combray'de tavuk bir türlü ölmezken yaptığı gibi- zararsız bir hayvanı ezmekte olan bir köylünün can çekişen hayvanın son çırpınışlarına tepki olarak söyleyeceği kelimeleri kullanıyordu.
---
On beş gün boyunca müziğin m'sinden anlamayan biriyle Wagner dinlemek de çekilmez!
---
Çünkü kendi hesaplarının aksine, Odette'in rızası, Swann'ın bütün duygularını değiştirirdi.Bir şeye sahip olan herkes gibi Swann da ondan bir an vazgeçse ne olacağını görmek için onu zihninden atar, ama zihnindeki diğer her şeyi o varken olduğu haliyle bırakırdı.Oysa bir şeyin yokluğu bununla sınırlı kalmaz, basit, kısmi bir eksiklik değildir, diğer her şeyin altüst olmasıdır; önceki durumda kestirilmesi mümkün olmayan yeni bir durumdur.
---
Gözyaşlarının sebebini merak bile etmez, gözlerini silip gülerek, "Pek hoş doğrusu, sinir hastası oldum" derdi kendine.Sonra, ertesi gün bir kez daha Odette'in ne yaptığını öğrenmeye çalışmak, onunla görüşebilmek için araya nüfuzlu kişiler koymak gerekeceğini düşünür, içini büyük bir yorgunluk kaplardı.Bu aralıksız, hiç değişmeyen, sonuç vermeyen, zorunlu faaliyet hali Swann için o kadar dayanılmazdı ki, günün birinde karnında bir şişlik fark edince, bunun belki de bir tümör olduğunu, artık hiçbir şeyle ilgilenmek zorunda kalmayacağını, onu hastalığın yöneteceğini, fazla gecikmeyecek olan ölüm anına kadar hastalığın elinde bir oyuncak olacağını düşünüp gerçek bir mutluluk duydu.Zaten o dönemde, kendine açıkça itiraf etmemekle birlikte ölmeyi sık sık istemesinin sebebi, ıstırabının yoğunluğundan çok, çabasının tekdüzeliğinden kaçma ihtiyacıydı.
---
Ara ara, sabahtan akşama kadar dışarıda, sokaklarda, caddelerde gezen Odette'in bir kazada acı çekmeden ölmesini diliyordu.Odette sağ salim eve döndüğünde de, insan vücudunun bu kadar çevik ve sağlam olmasına, etrafında kol gezen (ve kendi gizli arzusu doğrultusunda hesabını yapmaya başladığından beri Swann'a sayılamayacak kadar çok görünen) bütün tehlikeleri durmadan atlatıp üstesinden gelerek, insanlara her gün, neredeyse hiç zarara uğramadan yalan söyleme ve zevk peşinde koşma imkanı tanımasına şaşıyor, hayran oluyordu.Bellini tarafından yapılan portresini çok sevdiği, karılarından birine çılgınca aşık olunca, Venedikli biyografi yazarının safça ifadesiyle, zihnini bu esaretten kurtarabilmek için onu hançerleyen Fatih Sultan Mehmet'e derin bir yakınlık besliyordu.Sonra, bir tek kendisini düşündüğü için kendine kızıyor, kendisi Odette'in hayatına zerrece değer vermediğine göre, kendi çektiği acıların da merhameti katiyen hak etmediğini düşünüyordu.
---
...Aradan aylar geçtikten sonra, bu eski hikaye hala yepyeni bir ifşaat gibi allak bullak ediyordu Swann'ı.Hafızasının o müthiş yeniden üretme gücüne hayrandı.Çektiği işkenceyi hafifletebilecek tek şey, yaşla birlikte verimliliği azalan bu üretecin güçten düşmesiydi.Ne var ki, Odette'in cümlelerinden birinin Swann'a acı gücü tükenmeye yüz tuttuğunda, zihninin o ana kadar pek üzerinde durmadığı, neredeyse yeni bir cümle gelip diğerlerinden nöbeti devralıyor, taptaze bir güçle saldırıyordu Swann'a.
---
Françoise çok üşüdüğü için hareketsiz duramadığından, birlikte Concorde Köprüsü'ne, Seine Nehri'nin donmuş halini görmeye gittik; çocuklar da dahil herkes, sanki Seine karaya vurmuş savunmasız, parçalara bölünecek olan bir balinaymış gibi, korkusuzca nehre yaklaşıyordu.Champs-Elysees'ye geri döndük; kıpırtısız atlıkarıncayla karları temizlenmiş yolların siyah ağına takılmış, elinde adeta duruşunu açıklayan fazladan bir buz parçası tutmakta olan heykelin bulunduğu beyaz çimenlik arasında, ıstıraptan bayılmak üzereydim.
---
Gilberte'ten ayrı olduğum her an, onu görme ihtiyacı içindeydim, çünkü sürekli onun görüntüsünü kafamda canlandırmaya çalışa çalışa sonunda hiçbir şey göremez oluyor, aşkımın neye tekabül ettiğini tam olarak bilemiyordum.
---
O zamanlarki hayatımızı oluşturan, birbirine bitişik izlenimlerin ince bir dilimidirler; belirli bir görüntünün hatırası belirli bir anın özleminden ibarettir ve evler, yollar, caddeler de, heyhat, seneler gibi uçup gider.
Marcell Proust
Swann'ların Tarafı
Kayıp Zamanın İzinde
Çeviri: Roza Hakmen